İlk kez 19.
yüzyılda İtalyan politikasında kullanılan “opportunismo” (fırsatçılık) kelimesi
kapitalist ideolojide bir akım hâlini alan biçimi ile bencil çıkarlar için
koşullardan bilinçli olarak yararlanmak olarak tanımlanır.[1]
Ahlaki olarak pek çok toplumda yadırganan ve kınanan oportünizm, değerlerde
yaşanan erozyon ve rejimlerin fesadı nedeniyle artık adeta kanıksanmakta,
normal bir davranış biçimi olarak görülmektedir. Bundan ötürü hayatın muhtelif
alanlarında muhtelif şekillerde oportünist davranışların ve alışkanlıkların
yayılmakta olduğu açıktır. Öyle ki bazı modern yaklaşımlarda, “başkalarının
hatalarından, zayıflıklarından, gafletinden yararlanabilme yeteneği” olarak
tanımlanabilmekte, bir marifet olarak sunulabilmektedir.[2]
Dolayısıyla
oportünist davranış biçiminde inançlara, değerlere, ahlaka, insanlığa yer
yoktur, bilakis ferdiyetçilik, menfaatçilik, bencillik, aç gözlülük, kâr
maksimizasyonu, öncelikler ve çıkarlar ön plandadır. 1920’li ve 30’lu yıllarda
İngiliz Başbakanı olan muhafazakarların lideri Stanley Baldwin bu durumu şu
sözüyle açıkça ifade ediyordu: “Boynumdaki ilkelerle dibe batmaktansa bir
oportünist olup (su üstünde) yüzmeyi tercih ederim.”[3]
Oportünizmin
mesleki, entelektüel, biyolojik psikolojik, sosyolojik, sosyal, hukuki ve
ekonomik pek çok kullanım ve tezahür alanı olmakla birlikte bu yazımızda
ağırlıklı olarak politik oportünizm üzerinde durarak bu vakıanın neden olduğu
sömürgecilik, yolsuzluk ve bağımlılık gibi sonuçlarını ele almaya çalışacağız.
Siyasi bir terim
olarak oportünizm, aslında hiçbir “değeri”[4]
olmayan ve amaca ulaşmak için hiçbir değer engeli tanımayan Niccolò
Machiavelli’nin siyasi felsefesine dayalıdır ve çoğunlukla devletlerin,
hükümetlerin, liderlerin ve siyasi kişi ve grupların her tür nüfuz, güç,
iktidar, prestij, çıkar ve menfaat gibi gayelerine ulaşmak için her tür fırsatı
kullanmaları, koşullardan ve olanaklardan yararlanarak başkalarının zayıflık,
eksiklik ya da hatalarını istismar etmeleri ve bu maksatla hiçbir ilke, değer
ve inanca bağlı kalmamaları ile ilişkilendirilir. Bu yönüyle, “devlet
yönetiminde ahlaki ilkelerin işlevsiz olduğuna, esas ve belirleyici faktörün
güç olduğuna inanan, amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun
olduğunu kabul eden düşünce tarzı” olarak tanımlanan makyavelizm kavramına
yakındır, hatta bundan doğan ve daha masum bir kavram olarak lanse edilen
pragmatizmin bir üst aşaması kabul edilmektedir.
Günümüzün
demokratik siyasetinde ister gelişmiş ister gelişmekte olan isterse az gelişmiş
ülkelerde olsun, politikacıların çoğu oportünisttir. Zira politik fırsatları
kendi çıkarlarına kullanmayı ve inisiyatif elde etmeyi becerdikleri için, daha
açık bir ifadeyle, efendilerinden aldıkları desteği kurnazca kullanabildikleri
ve rakiplerini hatta yandaşlarını istismar etmekten çekinmedikleri için politik
figürler ve iktidar elitleri hâline gelebilmişlerdir. Fakat politik oportünizm,
inançları, ilkeleri ve değerleri terk etmeyi, şahsiyetten taviz vermeyi
-âmiyane tabirle- koltuk sevdası uğrunda bencil fırsatlar peşinde koşmayı
gerektirdiğinden aşağılayıcı anlamda kullanılır. ABD eski başkanı John F.
Kennedy 26 Nisan 1959 tarihinde yaptığı bir konuşmada, George Bernard Shaw’ın
tüm politik durumları “uzlaşma ile kirlenmiş, oportünizm ile çürümüş,
menfaat ile küflenmiş, perde arkasından ipleri tutanlar ile şekli yamulmuş ve
(başkalarının) nüfuzu ile kokuşmuş” olarak tanımladığını alıntılıyordu.[5]
Günümüzün oportünist politikaları için haklı bir nitelemedir bu. İdeolojik
devletler açısından oportünizmin çelişkisi, politik kazanımlar için ideolojiden
kaynaklanan inanç, değer ve ilkelerin feda edilmesidir. Başka bir ifadeyle,
ideolojik anlamda politik başarı ve başarısızlık ayrımı zorlaşmaktadır. Bu
eğilim öylesine yerleşik hâle gelmiştir ki Batı literatüründe, “dürüst
politikacı diye bir şey yoktur” ve “politikacılar diğer gerçekleri
gizlemek için belli gerçekleri vurgular” gibi popüler söylemler ortaya
çıkmıştır. Dolayısıyla Batı’da bile halkın politikacılara güveni kalmamıştır.
2009 yılında Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı bir ankete göre, Amerikalıların
sadece %18’i -politikacıların oportünist emellerine hizmet eden- medyanın
“gelişmeleri tüm yönleriyle dürüstçe açıkladığına” inanmaktadır.[6]
Bu nedenle kapitalist ideolojiye bağlı büyük devletlerin batıl bir ideolojiye
sahip olmaları bakımından burada bir tuhaflık yoktur. Zira bu bozukluk onların,
“gaye vasıtayı meşru kılar” ilkesini benimseyen ideolojilerinden
kaynaklanmaktadır. İdeolojisi olmayan uydu ve tabi devletlerde ise zaten bu
inanç, değer ve ilkeler ya zayıftır ya da hiç yoktur. Örneğin; halkı Müslüman
ülkelerin yöneticileri, Müslüman olsalar bile, izledikleri politikada İslâm’dan
hiçbir iz olmadığı için İslâmi akide, değer ve ahlakından zaten işin başında
vazgeçmeyi kabullenmişlerdir. Dolayısıyla tamamen kimliksiz, kişiliksiz,
omurgasız bir hâle geldiklerinden kendilerini oportünist davranmaktan
alıkoyamamışlardır.
Bilhassa halkı
Müslüman ülkelerde iktidarda veya muhalefette bulunan politikacıların
oportünist eğilimleri, geçmişte ve günümüzde çok sayıda vakıada kanıtlanmıştır.
Devletler arası siyasette sömürgecilerin peşine takılmaları (bandwagoning),
bölgesel siyasette, bilhassa Filistin, Suriye, Yemen, Sudan, Libya, Irak gibi
kriz bölgelerinde tutarsız ve ilkesiz davranmaları, yerel siyasette hegemonik,
otokratik, narsist ve nepotist eğilimler içinde olmaları bunun açık
göstergeleridir. Politikacıların “dün dündür, bugün bugündür” mantığından
hareketle, sürekli değişken, çelişkili ve omurgasız bir politika izlemelerinin
ardındaki dürtülerden biri de hiç kuşkusuz oportünizmdir. Zira vakıa bu
politikacılar için düşünmenin ve düşüncenin konusu değil, kaynağı ve
belirleyicisi olmuş, değişen vakıaya göre tavır almak, pozisyon belirlemek,
söylem değişikliğine gitmek karaktersiz bir alışkanlık hâline gelmiştir.
“İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın” sözüne uygun
olarak, Machiavelli’nin siyasi felsefesinde olduğu gibi inançlarını,
değerlerini, ilkelerini birer birer kaybetmeye başlamıştır. Zira oportünizmin
bu tür politikacılar açısından başlıca sorunsalı, “politik bir fırsatı
yakalamak” ile değerlere bağlı kalmak arasında kalmalarıdır. Yani dik
duruşlarından taviz vermeden, ahlaki değerlerinden vazgeçmeden “ne kadar ileri
gidebileceklerini” ölçüp biçerler, ölçüp biçerler, ölçüp biçerler, nihayet en
şerli tercihi seçerler. “Ehven-i şerrayn” (iki kötünün hafif olanı)
yaklaşımından hareketle, çoğu zaman inançlar, değerler ve ilkeler pahasına
fırsatların peşinden sürüklenirler. Gittikleri yolun en doğru olduğuna, halkın
ve vatanın yararına olduğuna kendilerini inandırırlar, halkı da inandırmaya
çalışırlar. ABD’li yazar Saul Alinsky, ünlü “Rules for Radicals” adlı kitabında
kendi laik, kapitalist, demokratik dünyalarını şöyle tanımlar: “Bu dünyada
kanunlar ‘ortak iyi’nin yüce amacı için yazılır ama sonra hayatta ortak
açgözlülük temelinde hareket edilir. Bu dünyada mantıksızlık insana gölge gibi
yapışır. Dolayısıyla doğru şeyler yanlış nedenlerle yapılır, daha sonra
kendimizi haklı göstermek için ortalığa doğru gerekçeler saçarız.”[7]
Bugün bu yaklaşım,
“esneklik”, “kombinasyon”, “koşullara ayak uydurma”, “gerçekçilik”, “popülizm”,
“risk yönetimi”, “ulusal çıkarlar” ve “mecburiyet” gibi gerekçelerle
yumuşatılmaya çalışılmaktadır. Ancak oportünist davranış biçiminin kimliksiz,
kişiliksiz, merhametsiz, değersiz, inançsız karakterinin yanı sıra bencillik,
menfaatçilik, aç gözlülük, iktidar hırsı gibi özellikleri, bir yandan bu
politikacıları değişken, çelişkili, tutarsız, tavizkar ve kaypak davranmaya
iterken, öte yandan ve belki de daha kötüsü, onları satın alınabilir,
kullanılabilir, bağımlı hâle getirilebilir, uşak/ajan olarak
değerlendirilebilir bir duruma düşürmektedir ve fiilen de öyle olmaktadır.
Bu yönüyle
oportünist politikacılar tipik olarak dar kafalı ve kıt görüşlü ya da
münafıkların özellikleri arasında saydığımız “kör, sağır ve dilsiz” olarak
kabul edilirler. Zira kısa vadeli politik kazanımlar ve hüsranla sonuçlanan
“geçici dünya menfaatleri” uğrunda uzun vadeli hedeflerden ve “yüce gayelerden”
vazgeçerler. Bu uğurda “hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan” hunharca can
alırlar, kan dökerler, gasp ederler, işgal ederler, mahkûm ederler, işkence
ederler, zulmederler, yağmalarlar, hortumlarlar, talan ederler… Tıpkı bugün tüm
İslâm coğrafyasında tanık olduğumuz gibi. Tıpkı Makyavelli’nin dediği gibi: “İnsanlar
ya elde edilmeli ya da onların kökü kazınmalıdır; çünkü insanlar hafif
baskılara karşı intikam almaya kalkarlar, fakat ağır baskılara karşı
direnemezler. Bir insana baskı yaparken öyle davranmalıdır ki intikam almaya
imkânı kalmasın.”[8]
Aslında bu,
psikolojik olarak acizlik ve çaresizliğin sonucudur ve iktidara geldikleri hâlde
efendilerine bağımlılık ve sömürgecilik boyunduruğu nedeniyle muktedir olamayan
elitlerin müzmin hastalığıdır. Zira bugün küfür nizamlarının egemen olduğu İslâm
topraklarında hiçbir yönetici veya iktidar, sömürgeci kâfir devletlerin onayını
ve desteğini almadan yönetime gelememektedir. Bizatihi ABD Başkanı Trump, Ekim
2018’de yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Suudi Arabistan’ı biz koruyoruz.
Onların zengin olduğuna inanıyor musunuz? Ben Kral Selman’ı seviyorum ama ona
dedim ki: Ey kral, seni biz koruyoruz, biz olmasak sen orada iki hafta bile
kalamazsın. O hâlde bunun askerî bedelini ödemelisin.”[9] Bu
sözleriyle Müslümanların başındaki yöneticilerin vakıasını ifşa ediyordu.
Dolayısıyla iktidara aday olan kişiler, partiler veya politik akımlar sürekli
bir rekabet hâlindedir ve kendilerini kanıtlayabilecekleri, öne
geçebilecekleri, avantaj sağlayabilecekleri fırsatlar peşinde koşmak zorunda
hissederler. Bu iktidar tamahı ve hırsı, kaçınılmaz olarak onları oportünizme
sürüklemektedir. İngiliz yazar John Keegan’ın “The Mask of Command” adlı
kitabındaki bir sözü bunu veciz bir şekilde özetler: “İktidar yozlaşıyor ama
asıl yozlaşma, iktidar beklentisi, makam arayışı, rakiplerini devirme hevesi,
kindar bir kıskançlık, menfaatçi çeteler oluşturma arzusu, rütbesi düşürülmüş
yandaşını bile aşağılama kibri içinde olanlar arasındadır.”[10]
Devlet gücünü
ideolojisinden alır. Günümüzde ideolojik olmayan devletlerin hiçbiri büyük
devlet olmadığı gibi, ekonomik, askerî vs. gücü ne kadar fazla olursa olsun
büyük devlet olma olasılığına da sahip değildir. Bu durum, uluslararası
literatürde sürü psikolojisi, büyük gücün peşine takılma eğilimi, ittifaklarla
güvenliğini sağlama çabası gibi kavramlarla ifade edilir. Müslümanların
toprakları üzerinde kurulan devletler, hiç kuşkusuz Hilâfet Devleti’nin enkazı
üzerine kurulmuş, sınırları o dönemin sömürgecileri tarafından çizilmiş
devletlerdir. İslâm ideolojisini terk etmeleriyle birlikte büyük devletlerin
kuklası hâline gelen, onların güdümü ve komutası altında hareket eden devletler
hâline gelmişlerdir. Bu tür devletlerde iktidara gelenler ya askerî darbelerle
ya monarşik uygulamalarla ya da göstermelik seçimlerle iş başına geçmişlerdir.
Ümmetin kaynaklarını ve servetlerini bu uğurda heder etmişlerdir. Medyadan iş
dünyasına, kamu kurumlarından sivil toplum kuruluşlarına kadar her tür aracı
seferber etmişlerdir. Böylelikle İslâm ideolojisinden, değerlerinden ve
nizamlarından uzaklaştıkları gibi Müslüman halktan uzaklaşmışlardır. Uzaklaşmakla
kalmayıp halkı düşman edinmişler, efendilerinin çıkarları uğrunda halklarına
savaş açmaktan çekinmemişlerdir. Oportünist eğilimleriyle, hiçbir inanç, değer,
ahlak, ilke tanımaz hâle gelmişler, başkalarını eze eze oturdukları iktidar
koltuklarını koruma hırsının tetiklediği politikalara dayalı zalim bir rejim
inşa etmişlerdir. Hatta kimileri, iktidar uğrunda babasını, kardeşini, yeğenini
dahi gözünü kırpmadan harcamıştır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem
bu oportünist yöneticileri ne güzel vasfetmiştir:
سَيَأْتِي
عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتُ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ
فِيهَا الصَّادِقُ وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الأَمِينُ
وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ قِيلَ وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ قَالَ الرَّجُلُ
التَّافِهُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ
“İnsanlara öyle
aldatıcı yıllar gelecek ki o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de
yalanlanacaklardır. O zaman hainlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihanetle
suçlanacaklardır. İşte o zaman ruveybida konuşacaktır. Dediler ki: Ruveybida da
nedir? Buyurdu ki: Kamunun işleri hakkında (söz sahibi olan) aşağılık adamdır!”[11]
Muhakkak ki siyaset
ancak sahih bir ideolojinin varlığı hâlinde insanların işlerini yürütür,
sorunlarını çözer, onlara merhamet ve hakkaniyetle davranır. İslâm ideolojinin
hakim olmadığı, kapitalist sömürgeci devletlerin tahakküm ve hegemonyalarına
boyun büküldüğü, başımızda bu tip oportünist yöneticiler bulunduğu sürece,
devletlerin, rejimlerin, iktidarların ve toplumların akıbeti ancak yıkımdır,
hüsrandır. İslâm toprakları bu tür ihanetlerin ve zulümlerin örnekleriyle
kanamaya devam etmektedir.
O hâlde Müslümanlar
için tek kurtuluş, oportünizmin zerresine dahi müsamaha göstermeyecek râşid bir
halife liderliğinde, Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
müjdelediği nübüvvet minhâcı üzere ikinci Râşidî Hilâfet Devleti’nin
kurulmasıyla İslâmi hayatı yeniden başlatılmasıdır.
وَقُلِ
اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ
وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا
كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ
“De ki:
(Yapacağınızı) yapın! Muhakkak ki yaptıklarınızı Allah da Rasulü de müminler de
görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O
size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.”[12]
[2] Newt’s Bain Opportunism Is Mitt’s
Opportunity, Donald L. Luskin, Wall Street Journal, 17.01.2012: https://www.wsj.com/articles/SB10001424052970204409004577158741468922050
[3] Tim Philips, Karen McCreadie,
Strategy Power Plays, s. 95, https://bit.ly/2YFh0hx
[4] “Value-free”: Onur, şeref, izzet,
dürüstlük, erdem gibi hiçbir ahlaki veya dini değeri kabul etmeyen. Bkz. Who
Was Niccolò Machiavelli?, Murray N. Rothbard, 04.08.2010, Mises Institute, https://mises.org/library/who-was-niccol%C3%B2-machiavelli
[5] John F. Kennedy Speeches, John F.
Kennedy Library, Cleveland Press Book and Author Luncheon, Cleveland, Ohıo,
Aprıl 16, 1959.
[6] Pew Research Center, Press
Accuracy Rating Hits Two Decade Low, Public Evaluations of the News Media:
1985-2009, https://www.people-press.org/2009/09/13/press-accuracy-rating-hits-two-decade-low/
[7] Saul Alinsky, Rules for Radicals,
s. 13.
[8] Makyavelli, Hükümdar, Sosyal
Yayınları, 1994.
[9] Türkçe altyazılı video: https://www.yenisafak.com/video-galeri/dunya/trump-kral-selmani-korumasak-2-hafta-o-koltukta-oturamaz-2184320
[10] John Keegan, The Mask of Command,
1988, s. 89.
[11] İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel, Ebu
Hureyre yoluyla tahriç etmiştir, lafız İbn Mâce’ye aittir.
[12] Tevbe 105


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış