BENCİLLİĞİ FIRSAT SAYAN DÜŞÜNCE: OPORTÜNİZM/FIRSATÇILIK

Yusuf Yavuzkan

İlk kez 19. yüzyılda İtalyan politikasında kullanılan “opportunismo” (fırsatçılık) kelimesi kapitalist ideolojide bir akım hâlini alan biçimi ile bencil çıkarlar için koşullardan bilinçli olarak yararlanmak olarak tanımlanır.[1] Ahlaki olarak pek çok toplumda yadırganan ve kınanan oportünizm, değerlerde yaşanan erozyon ve rejimlerin fesadı nedeniyle artık adeta kanıksanmakta, normal bir davranış biçimi olarak görülmektedir. Bundan ötürü hayatın muhtelif alanlarında muhtelif şekillerde oportünist davranışların ve alışkanlıkların yayılmakta olduğu açıktır. Öyle ki bazı modern yaklaşımlarda, “başkalarının hatalarından, zayıflıklarından, gafletinden yararlanabilme yeteneği” olarak tanımlanabilmekte, bir marifet olarak sunulabilmektedir.[2]

Dolayısıyla oportünist davranış biçiminde inançlara, değerlere, ahlaka, insanlığa yer yoktur, bilakis ferdiyetçilik, menfaatçilik, bencillik, aç gözlülük, kâr maksimizasyonu, öncelikler ve çıkarlar ön plandadır. 1920’li ve 30’lu yıllarda İngiliz Başbakanı olan muhafazakarların lideri Stanley Baldwin bu durumu şu sözüyle açıkça ifade ediyordu: “Boynumdaki ilkelerle dibe batmaktansa bir oportünist olup (su üstünde) yüzmeyi tercih ederim.[3]

Oportünizmin mesleki, entelektüel, biyolojik psikolojik, sosyolojik, sosyal, hukuki ve ekonomik pek çok kullanım ve tezahür alanı olmakla birlikte bu yazımızda ağırlıklı olarak politik oportünizm üzerinde durarak bu vakıanın neden olduğu sömürgecilik, yolsuzluk ve bağımlılık gibi sonuçlarını ele almaya çalışacağız.

Siyasi bir terim olarak oportünizm, aslında hiçbir “değeri”[4] olmayan ve amaca ulaşmak için hiçbir değer engeli tanımayan Niccolò Machiavelli’nin siyasi felsefesine dayalıdır ve çoğunlukla devletlerin, hükümetlerin, liderlerin ve siyasi kişi ve grupların her tür nüfuz, güç, iktidar, prestij, çıkar ve menfaat gibi gayelerine ulaşmak için her tür fırsatı kullanmaları, koşullardan ve olanaklardan yararlanarak başkalarının zayıflık, eksiklik ya da hatalarını istismar etmeleri ve bu maksatla hiçbir ilke, değer ve inanca bağlı kalmamaları ile ilişkilendirilir. Bu yönüyle, “devlet yönetiminde ahlaki ilkelerin işlevsiz olduğuna, esas ve belirleyici faktörün güç olduğuna inanan, amaca ulaşmak için her türlü araca başvurmanın uygun olduğunu kabul eden düşünce tarzı” olarak tanımlanan makyavelizm kavramına yakındır, hatta bundan doğan ve daha masum bir kavram olarak lanse edilen pragmatizmin bir üst aşaması kabul edilmektedir.

Günümüzün demokratik siyasetinde ister gelişmiş ister gelişmekte olan isterse az gelişmiş ülkelerde olsun, politikacıların çoğu oportünisttir. Zira politik fırsatları kendi çıkarlarına kullanmayı ve inisiyatif elde etmeyi becerdikleri için, daha açık bir ifadeyle, efendilerinden aldıkları desteği kurnazca kullanabildikleri ve rakiplerini hatta yandaşlarını istismar etmekten çekinmedikleri için politik figürler ve iktidar elitleri hâline gelebilmişlerdir. Fakat politik oportünizm, inançları, ilkeleri ve değerleri terk etmeyi, şahsiyetten taviz vermeyi -âmiyane tabirle- koltuk sevdası uğrunda bencil fırsatlar peşinde koşmayı gerektirdiğinden aşağılayıcı anlamda kullanılır. ABD eski başkanı John F. Kennedy 26 Nisan 1959 tarihinde yaptığı bir konuşmada, George Bernard Shaw’ın tüm politik durumları “uzlaşma ile kirlenmiş, oportünizm ile çürümüş, menfaat ile küflenmiş, perde arkasından ipleri tutanlar ile şekli yamulmuş ve (başkalarının) nüfuzu ile kokuşmuş” olarak tanımladığını alıntılıyordu.[5] Günümüzün oportünist politikaları için haklı bir nitelemedir bu. İdeolojik devletler açısından oportünizmin çelişkisi, politik kazanımlar için ideolojiden kaynaklanan inanç, değer ve ilkelerin feda edilmesidir. Başka bir ifadeyle, ideolojik anlamda politik başarı ve başarısızlık ayrımı zorlaşmaktadır. Bu eğilim öylesine yerleşik hâle gelmiştir ki Batı literatüründe, “dürüst politikacı diye bir şey yoktur” ve “politikacılar diğer gerçekleri gizlemek için belli gerçekleri vurgular” gibi popüler söylemler ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Batı’da bile halkın politikacılara güveni kalmamıştır. 2009 yılında Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı bir ankete göre, Amerikalıların sadece %18’i -politikacıların oportünist emellerine hizmet eden- medyanın “gelişmeleri tüm yönleriyle dürüstçe açıkladığına” inanmaktadır.[6] Bu nedenle kapitalist ideolojiye bağlı büyük devletlerin batıl bir ideolojiye sahip olmaları bakımından burada bir tuhaflık yoktur. Zira bu bozukluk onların, “gaye vasıtayı meşru kılar” ilkesini benimseyen ideolojilerinden kaynaklanmaktadır. İdeolojisi olmayan uydu ve tabi devletlerde ise zaten bu inanç, değer ve ilkeler ya zayıftır ya da hiç yoktur. Örneğin; halkı Müslüman ülkelerin yöneticileri, Müslüman olsalar bile, izledikleri politikada İslâm’dan hiçbir iz olmadığı için İslâmi akide, değer ve ahlakından zaten işin başında vazgeçmeyi kabullenmişlerdir. Dolayısıyla tamamen kimliksiz, kişiliksiz, omurgasız bir hâle geldiklerinden kendilerini oportünist davranmaktan alıkoyamamışlardır.

Bilhassa halkı Müslüman ülkelerde iktidarda veya muhalefette bulunan politikacıların oportünist eğilimleri, geçmişte ve günümüzde çok sayıda vakıada kanıtlanmıştır. Devletler arası siyasette sömürgecilerin peşine takılmaları (bandwagoning), bölgesel siyasette, bilhassa Filistin, Suriye, Yemen, Sudan, Libya, Irak gibi kriz bölgelerinde tutarsız ve ilkesiz davranmaları, yerel siyasette hegemonik, otokratik, narsist ve nepotist eğilimler içinde olmaları bunun açık göstergeleridir. Politikacıların “dün dündür, bugün bugündür” mantığından hareketle, sürekli değişken, çelişkili ve omurgasız bir politika izlemelerinin ardındaki dürtülerden biri de hiç kuşkusuz oportünizmdir. Zira vakıa bu politikacılar için düşünmenin ve düşüncenin konusu değil, kaynağı ve belirleyicisi olmuş, değişen vakıaya göre tavır almak, pozisyon belirlemek, söylem değişikliğine gitmek karaktersiz bir alışkanlık hâline gelmiştir. “İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın” sözüne uygun olarak, Machiavelli’nin siyasi felsefesinde olduğu gibi inançlarını, değerlerini, ilkelerini birer birer kaybetmeye başlamıştır. Zira oportünizmin bu tür politikacılar açısından başlıca sorunsalı, “politik bir fırsatı yakalamak” ile değerlere bağlı kalmak arasında kalmalarıdır. Yani dik duruşlarından taviz vermeden, ahlaki değerlerinden vazgeçmeden “ne kadar ileri gidebileceklerini” ölçüp biçerler, ölçüp biçerler, ölçüp biçerler, nihayet en şerli tercihi seçerler. “Ehven-i şerrayn” (iki kötünün hafif olanı) yaklaşımından hareketle, çoğu zaman inançlar, değerler ve ilkeler pahasına fırsatların peşinden sürüklenirler. Gittikleri yolun en doğru olduğuna, halkın ve vatanın yararına olduğuna kendilerini inandırırlar, halkı da inandırmaya çalışırlar. ABD’li yazar Saul Alinsky, ünlü “Rules for Radicals” adlı kitabında kendi laik, kapitalist, demokratik dünyalarını şöyle tanımlar: “Bu dünyada kanunlar ‘ortak iyi’nin yüce amacı için yazılır ama sonra hayatta ortak açgözlülük temelinde hareket edilir. Bu dünyada mantıksızlık insana gölge gibi yapışır. Dolayısıyla doğru şeyler yanlış nedenlerle yapılır, daha sonra kendimizi haklı göstermek için ortalığa doğru gerekçeler saçarız.[7]

Bugün bu yaklaşım, “esneklik”, “kombinasyon”, “koşullara ayak uydurma”, “gerçekçilik”, “popülizm”, “risk yönetimi”, “ulusal çıkarlar” ve “mecburiyet” gibi gerekçelerle yumuşatılmaya çalışılmaktadır. Ancak oportünist davranış biçiminin kimliksiz, kişiliksiz, merhametsiz, değersiz, inançsız karakterinin yanı sıra bencillik, menfaatçilik, aç gözlülük, iktidar hırsı gibi özellikleri, bir yandan bu politikacıları değişken, çelişkili, tutarsız, tavizkar ve kaypak davranmaya iterken, öte yandan ve belki de daha kötüsü, onları satın alınabilir, kullanılabilir, bağımlı hâle getirilebilir, uşak/ajan olarak değerlendirilebilir bir duruma düşürmektedir ve fiilen de öyle olmaktadır.

Bu yönüyle oportünist politikacılar tipik olarak dar kafalı ve kıt görüşlü ya da münafıkların özellikleri arasında saydığımız “kör, sağır ve dilsiz” olarak kabul edilirler. Zira kısa vadeli politik kazanımlar ve hüsranla sonuçlanan “geçici dünya menfaatleri” uğrunda uzun vadeli hedeflerden ve “yüce gayelerden” vazgeçerler. Bu uğurda “hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadan” hunharca can alırlar, kan dökerler, gasp ederler, işgal ederler, mahkûm ederler, işkence ederler, zulmederler, yağmalarlar, hortumlarlar, talan ederler… Tıpkı bugün tüm İslâm coğrafyasında tanık olduğumuz gibi. Tıpkı Makyavelli’nin dediği gibi: “İnsanlar ya elde edilmeli ya da onların kökü kazınmalıdır; çünkü insanlar hafif baskılara karşı intikam almaya kalkarlar, fakat ağır baskılara karşı direnemezler. Bir insana baskı yaparken öyle davranmalıdır ki intikam almaya imkânı kalmasın.[8]

Aslında bu, psikolojik olarak acizlik ve çaresizliğin sonucudur ve iktidara geldikleri hâlde efendilerine bağımlılık ve sömürgecilik boyunduruğu nedeniyle muktedir olamayan elitlerin müzmin hastalığıdır. Zira bugün küfür nizamlarının egemen olduğu İslâm topraklarında hiçbir yönetici veya iktidar, sömürgeci kâfir devletlerin onayını ve desteğini almadan yönetime gelememektedir. Bizatihi ABD Başkanı Trump, Ekim 2018’de yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Suudi Arabistan’ı biz koruyoruz. Onların zengin olduğuna inanıyor musunuz? Ben Kral Selman’ı seviyorum ama ona dedim ki: Ey kral, seni biz koruyoruz, biz olmasak sen orada iki hafta bile kalamazsın. O hâlde bunun askerî bedelini ödemelisin.[9] Bu sözleriyle Müslümanların başındaki yöneticilerin vakıasını ifşa ediyordu. Dolayısıyla iktidara aday olan kişiler, partiler veya politik akımlar sürekli bir rekabet hâlindedir ve kendilerini kanıtlayabilecekleri, öne geçebilecekleri, avantaj sağlayabilecekleri fırsatlar peşinde koşmak zorunda hissederler. Bu iktidar tamahı ve hırsı, kaçınılmaz olarak onları oportünizme sürüklemektedir. İngiliz yazar John Keegan’ın “The Mask of Command” adlı kitabındaki bir sözü bunu veciz bir şekilde özetler: “İktidar yozlaşıyor ama asıl yozlaşma, iktidar beklentisi, makam arayışı, rakiplerini devirme hevesi, kindar bir kıskançlık, menfaatçi çeteler oluşturma arzusu, rütbesi düşürülmüş yandaşını bile aşağılama kibri içinde olanlar arasındadır.[10]

Devlet gücünü ideolojisinden alır. Günümüzde ideolojik olmayan devletlerin hiçbiri büyük devlet olmadığı gibi, ekonomik, askerî vs. gücü ne kadar fazla olursa olsun büyük devlet olma olasılığına da sahip değildir. Bu durum, uluslararası literatürde sürü psikolojisi, büyük gücün peşine takılma eğilimi, ittifaklarla güvenliğini sağlama çabası gibi kavramlarla ifade edilir. Müslümanların toprakları üzerinde kurulan devletler, hiç kuşkusuz Hilâfet Devleti’nin enkazı üzerine kurulmuş, sınırları o dönemin sömürgecileri tarafından çizilmiş devletlerdir. İslâm ideolojisini terk etmeleriyle birlikte büyük devletlerin kuklası hâline gelen, onların güdümü ve komutası altında hareket eden devletler hâline gelmişlerdir. Bu tür devletlerde iktidara gelenler ya askerî darbelerle ya monarşik uygulamalarla ya da göstermelik seçimlerle iş başına geçmişlerdir. Ümmetin kaynaklarını ve servetlerini bu uğurda heder etmişlerdir. Medyadan iş dünyasına, kamu kurumlarından sivil toplum kuruluşlarına kadar her tür aracı seferber etmişlerdir. Böylelikle İslâm ideolojisinden, değerlerinden ve nizamlarından uzaklaştıkları gibi Müslüman halktan uzaklaşmışlardır. Uzaklaşmakla kalmayıp halkı düşman edinmişler, efendilerinin çıkarları uğrunda halklarına savaş açmaktan çekinmemişlerdir. Oportünist eğilimleriyle, hiçbir inanç, değer, ahlak, ilke tanımaz hâle gelmişler, başkalarını eze eze oturdukları iktidar koltuklarını koruma hırsının tetiklediği politikalara dayalı zalim bir rejim inşa etmişlerdir. Hatta kimileri, iktidar uğrunda babasını, kardeşini, yeğenini dahi gözünü kırpmadan harcamıştır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem bu oportünist yöneticileri ne güzel vasfetmiştir:

سَيَأْتِي عَلَى النَّاسِ سَنَوَاتٌ خَدَّاعَاتُ يُصَدَّقُ فِيهَا الْكَاذِبُ وَيُكَذَّبُ فِيهَا الصَّادِقُ وَيُؤْتَمَنُ فِيهَا الْخَائِنُ وَيُخَوَّنُ فِيهَا الأَمِينُ وَيَنْطِقُ فِيهَا الرُّوَيْبِضَةُ قِيلَ وَمَا الرُّوَيْبِضَةُ قَالَ الرَّجُلُ التَّافِهُ فِي أَمْرِ الْعَامَّةِ

“İnsanlara öyle aldatıcı yıllar gelecek ki o zaman yalancılar doğrulanacak, doğru sözlüler de yalanlanacaklardır. O zaman hainlere güvenilecek, güvenilir olanlar da ihanetle suçlanacaklardır. İşte o zaman ruveybida konuşacaktır. Dediler ki: Ruveybida da nedir? Buyurdu ki: Kamunun işleri hakkında (söz sahibi olan) aşağılık adamdır!”[11]

Muhakkak ki siyaset ancak sahih bir ideolojinin varlığı hâlinde insanların işlerini yürütür, sorunlarını çözer, onlara merhamet ve hakkaniyetle davranır. İslâm ideolojinin hakim olmadığı, kapitalist sömürgeci devletlerin tahakküm ve hegemonyalarına boyun büküldüğü, başımızda bu tip oportünist yöneticiler bulunduğu sürece, devletlerin, rejimlerin, iktidarların ve toplumların akıbeti ancak yıkımdır, hüsrandır. İslâm toprakları bu tür ihanetlerin ve zulümlerin örnekleriyle kanamaya devam etmektedir.

O hâlde Müslümanlar için tek kurtuluş, oportünizmin zerresine dahi müsamaha göstermeyecek râşid bir halife liderliğinde, Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdelediği nübüvvet minhâcı üzere ikinci Râşidî Hilâfet Devleti’nin kurulmasıyla İslâmi hayatı yeniden başlatılmasıdır.

وَقُلِ اعْمَلُوا فَسَيَرَى اللَّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ

De ki: (Yapacağınızı) yapın! Muhakkak ki yaptıklarınızı Allah da Rasulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.[12]

 



[2] Newt’s Bain Opportunism Is Mitt’s Opportunity, Donald L. Luskin, Wall Street Journal, 17.01.2012: https://www.wsj.com/articles/SB10001424052970204409004577158741468922050

[3] Tim Philips, Karen McCreadie, Strategy Power Plays, s. 95, https://bit.ly/2YFh0hx

[4] “Value-free”: Onur, şeref, izzet, dürüstlük, erdem gibi hiçbir ahlaki veya dini değeri kabul etmeyen. Bkz. Who Was Niccolò Machiavelli?, Murray N. Rothbard, 04.08.2010, Mises Institute, https://mises.org/library/who-was-niccol%C3%B2-machiavelli

[5] John F. Kennedy Speeches, John F. Kennedy Library, Cleveland Press Book and Author Luncheon, Cleveland, Ohıo, Aprıl 16, 1959.

[6] Pew Research Center, Press Accuracy Rating Hits Two Decade Low, Public Evaluations of the News Media: 1985-2009, https://www.people-press.org/2009/09/13/press-accuracy-rating-hits-two-decade-low/

[7] Saul Alinsky, Rules for Radicals, s. 13.

[8] Makyavelli, Hükümdar, Sosyal Yayınları, 1994.

[10] John Keegan, The Mask of Command, 1988, s. 89.

[11] İbn Mâce ve Ahmed b. Hanbel, Ebu Hureyre yoluyla tahriç etmiştir, lafız İbn Mâce’ye aittir.

[12] Tevbe 105


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz