Bugün Tunus ile
Sicilya Adası’nın doğusundaki bölgeyi ifade eden Doğu Akdeniz, Doğu-Batı ticaretinin en önemli kavşaklarından
biridir. Zira dünyanın en stratejik geçiş noktaları arasında sayılan Boğazlar,
Süveyş Kanalı ve Cebelitarık Boğazı bu bölgeden geçmektedir. Uluslararası
taşımacılık, ticaret ve enerji akışı açısından da son derece kritik konumdadır.
Bölgede son dönemde hidrokarbon rezervlerinin tespit edilmesiyle birlikte Doğu
Akdeniz, giderek artan stratejik bir öneme kavuşmuştur. Bölgede var olan geniş
hacimli enerji yataklarının ekonomik-politik etkisi sadece Akdeniz ile sınırlı
değildir. Aynı zamanda Ortadoğu coğrafyasının politik ve ekonomik dinamiklerini
de etkileyecek potansiyele sahiptir. Nitekim Doğu Akdeniz bölgesinin önemi,
sadece gazın keşfinden dolayı değildir. Bunun yanında, dünyadaki petrol
rezervlerinin yaklaşık %47’si ve gaz rezervlerinin %41’ini içeren Ortadoğu
bölgesinin jeopolitik öneminden kaynaklanmaktadır.
Kıbrıs, Lübnan,
Suriye ve Filistin/Gasıp Yahudi varlığı “İsrail” arasında kalan bölgenin genel
adı Levant Havzası olarak isimlendirilmektedir. Bu bölge Afrodit, Tamar ve
Leviathan olarak üçe bölünmüştür. Kıbrıs,
Lübnan, Suriye ve gasıp Yahudi varlığı arasındaki bölgede ciddi petrol ve
doğalgaz kaynağı bulunmaktadır. Delta havzasında 7 trilyon metreküp doğalgaz ve
1 milyar 800 milyon varil petrol olduğu tahmin edilmektedir. Kıbrıs, gasıp
Yahudi varlığı “İsrail” ve Mısır arasında kalan alanda ise 10 trilyon metreküp
doğalgaz, 8 milyar varil petrol mevcuttur. Doğuya uzanan bölgede ise 3 trilyon
metreküp doğalgaz vardır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin verdiği arama
izinleri ile bölgede çalışmalar yapan Noble Energy adlı şirket yaklaşık 33
trilyon metreküp gaz tespit etmiştir. ABD-“İsrail” ortaklığı olan Noble
Energy’nin Leviathan’da (Levant bölgesi) %40, Afrodit bölgesinde ise %30 payı
bulunmaktadır. Akdeniz’de toplam değeri 3 trilyon dolar olan 60 milyar varil
petrole eşdeğer hidrokarbon rezervi olduğu belirtilmektedir. Bu da Türkiye’nin
572 yıllık, Avrupa’nın ise 30 yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayacak devasa
bir rezervdir. Gasıp Yahudi varlığı
“İsrail”in Leviathan ve Tamar sahalarında ispatlanmış doğalgaz miktarı yaklaşık
700 milyar metreküptür. Bunun 1,8 trilyon metreküpe kadar çıkabileceği tahmin
edilmektedir. Sadece Leviathan sahasındaki ispatlanmış 453 milyar metreküplük
doğalgaz miktarı 512 milyon nüfusa sahip 25 Avrupa ülkesine altı yıl yetecek
büyüklüktedir ve bu oran sadece gasıp Yahudi varlığı “İsrail”in Filistin’den
gasp ettiği Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde kalan doğalgaz miktarı için
geçerlidir.
Gerek küreselleşen
ve sanayileşen dünyanın muazzam üretim ve ulaşımı açısından, gerekse devletler
arasındaki bağımlılık ilişkisi açısından enerjinin son derece kritik bir rol
oynadığı açıktır. Bölgede böylesine ciddi bir potansiyelin ortaya çıkması,
hâliyle bölge ülkelerinin ve sömürgeci güçlerin ilgisini çekmekte, aralarındaki
rekabeti kızıştırmaktadır.
Kıbrıs Türk Kesimi,
Ada’nın servetlerinin Ada’nın tümüne ait olduğunu savunmaktadır. Ancak Güney
Kıbrıs Rum Kesimi, 2004 yılında “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında tüm adayı
temsilen AB üyesi hâline geldiği ve Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlüğün sürdüğü
dikkate alındığında KKTC’nin etkisiz bir konumda ve Türkiye’nin desteğine
muhtaç olduğu açıktır. Kıbrıs Rum tarafı sahip olduğu bu avantajı kullanarak
kendine ait MEB sınırlarını çizerek, 2010 yılında tek taraflı olarak gaz
servetini kullanma girişiminde bulunmuştur.
Türkiye, Yunanistan
ile Ege Denizi’nde yaşanan anlaşmazlık nedeniyle kıta sahanlığını belirleyen
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin aleyhine olduğu gerekçesiyle
bir üyesi değildir. Türkiye, Kıbrıs Yunan kesimince belirlenen Münhasır Ekonomik
Bölge’nin, Türk kıta sahanlığı ile henüz resmen açıklanmamış olsa da
Türkiye’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi ile iç içe geçmiş olduğunu iddia
etmektedir. Münhasır Ekonomik Bölge, Birleşmiş
Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca bir devletin deniz kaynaklarının
araştırılması ve kullanılmasında su ve güneş enerjisi de dâhil olmak üzere özel
haklara sahip olduğu deniz bölgeleridir. Bu hak iddiasına istinaden Türkiye,
Kıbrıs Rum Kesimi’nin Münhasır Ekonomik Bölge belirlemek için Mısır, Yahudi
varlığı ve Lübnan ile yapmış olduğu anlaşmaları tanımamakta, haklarını ihlal
ettiği gerekçesiyle bu bölgede yabancı şirketlere verilen gaz arama ve sondaj
ihalelerini yasadışı olarak görmektedir. Türkiye yakın zamanda edindiği arama
ve sondaj gemilerini NAVTEX ilan ederek bölgede dolaştırmakla birlikte, gaz
tespit etmek ve çıkarmaktan ziyade bölgede var olduğunu, denklemden
dışlanamayacağını göstermek istemektedir. Nitekim geçen yıl yapılan ve Cumhuriyet
tarihinin en büyük tatbikatı olarak nitelenen Mavi Vatan tatbikatı ile gövde
gösterisi yapmıştır. Mavi Vatan, Türkiye’nin denizler üzerindeki haklarını
ifade etmek üzere Türk Deniz Kuvvetleri tarafından geliştirilmiş bir doktrindir
zaten. Buradaki temel sorun, “Mavi Vatan” denilen bölgenin uluslararası hukuk
açısından taşıdığı niteliktir. BM Deniz Hukuku Sözleşmesi esas alındığında, AB
tarafından hazırlatılan ve birçok AB ülkesi tarafından zımnen tanınan Seville
Haritası gündeme gelmekte, buna göre adaların da kıta sahanlığı olduğundan
hareketle Türkiye’nin burnunun ucundaki Yunan adaları nedeniyle Türkiye’nin Ege
ve Akdeniz’de neredeyse hiçbir hakkı olmadığı iddia edilmektedir. Mevcut hâliyle
sorunun çözümsüz olduğu ve taraflar arasında uzlaşma sağlanmadığı sürece hiçbir
neticeye varılamayacağı açıktır. Türkiye, bölgedeki faaliyetlerinin yanı sıra
Libya ile yaptığı mutabakat anlaşmasıyla, hem elini güçlendirmiş, hem de
denklemde dışlanamaz bir parametre olduğunu teyit etmiştir.
Tam da bu noktada
Türkiye’nin haklarını yok sayan, dış politika, ekonomi ve mülteciler meselesi
yüzünden Türkiye ile gergin ilişkiler yaşayan ve Rusya’nın doğalgazına
bağımlılıktan kurtulmak isteyen Avrupa Birliği’ne gelince; doğalgaz ve petrol
yönünden fakir olan Avrupa Birliği için enerji ölüm-kalım meselesidir.
Akdeniz’deki enerji savaşında Fransa ve İtalya öne çıkmaktadır. ABD’nin baskısı
ile sık sık Rusya ile ilişkileri kötüleşen AB, tedarik kaynaklarını çeşitlendirmek
istemektedir. Doğu Akdeniz gazı ile özellikle Doğu ve Güney Avrupa ülkelerinin
Rus gazına olan bağımlılıklarının azaltılmasına katkıda bulunacağı
planlanmaktadır. Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan gibi AB üyesi
bazı ülkeler arasında petrol ve gaz sondaj şirketleri yoluyla bir çıkar
ilişkisi vardır. Fransa, kendisi ve AB’nin çıkarları hususunda öne çıkan
lokomotif devlet konumunda iken Almanya da bu çekişmede Fransa ve Yunanistan’ın
yanında yer almaktadır.
Öte yandan
keşfedilen rezervler, Yahudi varlığının enerjide Mısır’a olan bağımlılıktan
kurtulmasına yardımcı olacaktır. Akdeniz’deki büyük pastanın üzerine Filistin’i
işgal ederek konmuştur. Gazze ve işgal ettiği toprakların sahillerinde ciddi
büyüklükte rezervler bulunmuştur. Ayrıca bu rezervleri çıkartmak Akdeniz’deki
diğer bölgelere göre daha kolaydır. Zira derin bir sondaj gerekmemektedir.
Mevcut Filistin’in hakkı olan karasularında (Gazze sahilleri) Yaser Arafat ve
İngiltere arasında petrol ve doğalgaz arama ve çıkarma çalışmaları için 1999’da
25 yıllık bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşma, bölgede süren savaş ve
katliamlar, ayrıca gasıp Yahudi varlığı “İsrail”in girişimleriyle sonuçsuz
kalmıştır. Arafat’ın imzaladığı anlaşmada cüzi bir pay Filistin’e verilecekti.
British Gas gasıp Yahudi varlığı ile yaptığı müzakerelerden 2007’de çekilmiş,
ertesi yıl da gasıp Yahudi varlığı “İsrail”deki ofisini kapatmıştır.
Doğalgaz, Mısır
rejimi için sadece ekonomik değerinin ötesinde, iktidarını perçinlemenin,
darbeci Sisi rejiminin ekonomik teşvikler yoluyla bölgesel ve uluslararası
meşruiyeti elde etmesinin bir aracıdır.
Lübnan’a gelince;
Yahudi varlığı ile diplomatik ilişkileri olmadığından denkleme dâhil olamayan
Lübnan, ülkenin içinden geçtiği korkunç ekonomik krizin baskısı, bilhassa
Beyrut’taki liman patlaması sonrasında Yahudi varlığı ile “normalleşmenin” ilk
adımı niteliğinde, sınır anlaşmazlıklarının çözümü için müzakere masasına
oturmuş, gerekçe olarak enerji gelirlerinin ülkenin ekonomik buhrandan
çıkışının tek çaresi olduğu argümanını öne sürmüştür.
Akdeniz’e kıyısı
olan ve denklemde yer alması beklenen Suriye ise onuncu yılına yaklaşan halk
devrimini müttefikleri ile birlikte elbirlik yok etmenin ve önümüzdeki yıl
beklenen çözüm sürecinin arifesinde, ülkenin yeniden imarı için duyulan muazzam
maliyeti karşılamak için taraflarla masaya oturmak durumunda olacaktır.
İşte bu çerçevede
geçtiğimiz Ocak ayında toplanan ve nihai imzaları Eylül ayında atılan Doğu
Akdeniz Doğalgaz Forumu, Yahudi varlığı, Kıbrıs Rum Kesimi, Yunanistan, İtalya,
Ürdün ve Filistin arasında kurulmuştur. Doğu Akdeniz havzasına kıyısı olmasına
rağmen Türkiye, Lübnan, Suriye ve Kuzey Kıbrıs Türk Kesimi kuruluşu anında
forum üyeliğine dâhil edilmedi. Belirttiğimiz gibi Lübnan Yahudi varlığı ile
normalleştiği zaman, Suriye de ülkede istikrar sağlandığı ve belki de Yahudi
varlığı ile normalleştiği zaman denkleme dâhil olacaktır. Ancak Türkiye ve
KKTC, yaşanan hukuki sorunlar nedeniyle süreçten dışlanmaktadır ve Türkiye’nin
son dönemde attığı adımların tamamı; Libya mutabakatı, arama ve sondaj
gemilerinin gönderilmesi, düzenlenen tatbikatlar, KKTC’nin haklarının öne
sürülmesi ve son olarak Maraş’ın açılması gibi adımlar, Türkiye’nin bu denkleme
dâhil olabilmesine matuftur.
Fakat mesele sadece
bölgede rezervlerin bulunmasıyla sona erecek değildir. Zira rezervin aranması,
tespit edilmesi, çıkarılması ve uluslararası pazarlara, bilhassa Avrupa
Birliği’ne ulaştırılması dikkate alındığında ortada kompleks bir denklemin
bulunduğu açıktır. Arama, tespit, sondaj ve çıkarma süreçleri bu alanda
uzmanlaşmış Amerikan, İngiliz, Fransız şirketleri gibi uluslararası aktörler
tarafından yürütülmektedir. Rezervlerin çıkarılıp işlenmesi ve pazara
ulaştırılması hususunda gerekli teknolojileri olmayan Akdeniz’e kıyısı olan
devletler Batılı şirketlerle bu konuda ortaklık yapmakta ve cüzi bir miktara
razı olup nihayetinde “ticaret” adı alında şirket sahipleri tarafından
sömürülmektedir. Dolayısıyla sadece bölge ülkeleri değil, bu güçler de işin
içinde aktif olarak yer almaktadır.
ABD, uydu ve tâbilerinin sadakati sayesinde
bölgeye en hâkim egemen devlettir. Ortadoğu’daki öncelik ve çıkarları ABD’yi
Akdeniz’de hâkim olmaya itmektedir. Enerji akışı ve Yahudi varlığının güvenliği
öncelikleri arasındadır. ABD, şirketleri ile de bölgede çıkarılacak kaynakları
sömürmek için hazır beklemektedir. Avrupa’ya sıvılaştırılmış doğalgaz ihracatının yanı sıra bölgedeki gazdan
aslan payını almak ve kontrol altında tutmak için de siyaset gütmektedir.
Rusya’ya gelince;
Doğu Akdeniz gazı, Rusya’nın devasa gaz boru hatlarının şimdilik alternatifi
konumunda değildir. Moskova, Akdeniz’deki doğalgaz projelerinde yer almak ve
enerji ihracatındaki liderliğini kontrol altında tutmak için çalışmaktadır.
Rusya, enerji savaşında küçük de olsa bir pay kapabilmek için Lübnan, Suriye,
Kıbrıs Rum Kesimi ve Yunanistan’la sondaj, askerî üs ve finansman anlaşmaları
yapmıştır. Rusya konumunu, sözünde durmayan ve imzaladığı anlaşmalardan
çekilmekle maruf ABD’nin siyasi çıkarlarına ve bölgedeki dengeye balans ayarı
olmak sayesinde elde etmiştir. Ancak önümüzdeki süreçte, özellikle yeni ABD
Başkanı Biden’ın Rusya’yı kuşatma planını yeniden devreye sokma olasılığı
dikkate alınırsa Rusya’nın bölgede etkin olması beklenemez.
Meselenin can alıcı
noktası, tespit edilip çıkarılan rezervlerin nasıl ve nereye taşınacağı
konusudur. Dünyanın en büyük enerji ithalatçısı Avrupa, Akdeniz’deki enerjiyi
boru hattıyla Kıtaya naklederek bir nebze de olsa Rus tekelini kırma
arzusundadır. Enerji yönünden fakir olan Avrupa, her ne kadar alternatif enerji
için büyük bir yol kat etmişse de doğalgaz ve petrol hâlâ onlar için bir ölüm-kalım
meselesidir. Bu konuda dışa bağımlılığı olmayan ABD, kuzeyde Rus gazı ve
petrolünün, güneyde ise Akdeniz’in gaz ve petrolünün Avrupa’ya akışını bir
siyasi enstrüman olarak kullanıp her iki tarafı da şantajla baskı altında
tutmaktadır. Rusya’ya Ortadoğu’da özellikle Suriye ve Libya’da kirli işlerini
yaptıran ABD, boru hatlarını ve Rusya ile Avrupa arasında yer alan
devletçiklerin kontrolü ve egemenliği için süren siyasi çekişmeyi tehdit
malzemesi olarak kullanmaktadır. ABD, bir yandan Avrupa’nın Rusya’ya bağımlı
kalmasını, ancak bu bağımlılığın sınırlı olmasını isterken, aynı zamanda Doğu
Akdeniz rezervlerini Avrupa’ya taşıyarak enerjide kaynak çeşitliliği
sağlamasını da engellemek istemektedir. Öte yandan sahip olduğu kaya gazını
Avrupa’ya yeni bir alternatif olarak sunmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla
Avrupa’nın Rusya, ABD ve Doğu Akdeniz arasında sıkıştığı açıktır; ne Rusya’ya
veya ABD’ye bağımlı kalmak istemekte, ne de Doğu Akdeniz’den rahatça istifade
edebilmektedir. İşte bu noktada Türkiye kritik bir rol oynamaktadır.
Türkiye’nin deniz hukuku konusunda yaşadığı hukuki ve diplomatik sorunlar,
çözümsüzlüğü süren Kıbrıs sorunu ve Doğu Akdeniz ülkelerinin çoğu ile sorunlu
ilişkilere sahip olması ve Avrupa Birliği ile ilişkilerinin gergin olması gibi
faktörler, Türkiye’yi ABD açısından önemli bir avantaja dönüştürmektedir.
Türkiye bu denklemde yer almak ve kendi kontrolünde bir boru hattı kurulmasını
istemekte, aksi takdirde Mavi Vatan doktrini, Libya ile deniz yetki anlaşması
ve KKTC ile ilişkiler çerçevesinde Doğu Akdeniz rezervlerinin Avrupa’ya
taşınmasına engel olacaktır. İşte bu nedenle Avrupa Birliği zirvelerinde son
dönemde Türkiye’ye yaptırım konusu gündeme gelmektedir. Ancak bunun pek etkili
olacağı beklenemez. Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu’ndan dışlanan Türkiye
açısından, önümüzdeki süreçte katil Suriye rejimi ve darbeci Mısır rejimi ile
ilişkilerini normalleştirebileceği, Kıbrıs meselesi çözümsüz kalsa bile
KKTC’nin payı bahane edilerek Kıbrıs Rum Kesimi ve hamisi Yunanistan ile bir
tür mutabakata varmaya çalışacağı öngörülebilir. Elbette bütün bunlar, bölge
devletlerinin kendi istek ve iradelerinden ziyade, yeni Amerikan yönetiminin
izleyeceği bölge politikasına bağımlı olacaktır.
Yazıktır ki kâfirler bu paha biçilmez kaynakları sömürürken, üzerinde yaşayan Müslümanlar ise açlık ve sefalet içinde yaşıyorlar. Bu haydutluk devam ederken, işbirlikçi yöneticiler ise saltanatlarının bekası ve bu devasa zenginlikten kalan azıcık bir pay için küçülüyorlar. Doğudan batıya zengin kaynaklara, korkusuz evlatlarından kurulu ordulara ve ambargo uygulanması mümkün olmayan geniş bir pazara sahip İslâm coğrafyası, bu kudreti elinde toplayıp haydutlara, sömürgecilere had bildirecek makamın Râşidî Hilâfet olduğunu idrak ettiğinde, önünde duracak beşerî bir güç kalmayacaktır. Râşidî Hilâfet yeraltı kaynaklarını ve madenleri gerçek sahiplerine, Müslümanlara geri döndürecektir. Zira İslâm nizamının mütekâmil uygulandığı topraklar, koltuğunda oturmak pahasına tüm zenginlikleri, Batı’ya peşkeş çeken yöneticilerin yaşam ortamı olmayacaktır. Orada izzet, şeref ve refah vardır. Râşidî Hilâfet ümmetin kalkanı, ırz, can ve malının bekçisidir.


Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış