Malum olduğu üzere 18
Eylül 2014 tarihinde Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu “Hizb-ut Tahrir’e
Yönelik Yargı Zulmüne Dur De” adı ile başlattığı kampanyayı Akgün İstanbul
Otel’de gerçekleştirdiği Medya Bilgilendirme Toplantısı ile Türkiye kamuoyuna
duyurdu. Hizb-ut Tahrir Türkiye Medya Bürosu adına katıldığım ve açıklama
yaptığım bu toplantıya birçok Sivil Toplum Kuruluşu temsilcisi ile hukukçular
da katılıp kampanyaya destek verdiler. Bu toplantıda Türkiye’de 1960’lı
yıllardan bugüne kadar siyasi çalışma yapan İslâmî Parti Hizb-ut Tahrir üyeleri
ve yöneticilerine yönelik devam eden “çok bariz olan hukuksuzlukları” dile
getirdik.
Hizb-ut Tahrir’in
Türkiye’de faaliyetlere başlaması Müslümanların siyasete entegre edilmeye
başlandığı yıllara tekabül ediyor. Daha doğrusu Hizb-ut Tahrir Türkiye’de
çalışmaya başladıktan sonra İslâmcılık faaliyetleri canlanıyor ve Müslümanlara
hitap eden demokratik siyasi partiler kuruluyor. Sonrası malum. Az değil,
Hizb-ut Tahrir’in Türkiye’de 54 yıllık İslâmî faaliyeti var. Bu hukuksuzluklar
saymakla bitmeyecek kadar çok. 54 yıllık çalışmada Hizb-ut Tahrir üyelerine
yönelik hukuksuzluk hiç durmadı. Aksine sözüm ona demokratik reformlarla sükse
yapan İslâmcı partiler döneminde cezalar artırılarak uygulamaya konuldu. O
günden bu güne 500’den fazla kişi hakkında toplamda 1828 yıllık dudak uçuklatan
cezalar verildi. Bugün şu anda Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nde onama bekleyen 900
yıl ceza var. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu dosyaları onarsa yüzlerce Müslüman
zindanlara konacak.
Peki, suçumuz nedir?
Hizb-ut Tahrir’e üye veya yönetici olmak veya Hizb-ut Tahrir’in propagandasını
yapmak. Suç delili ne peki? Açık bir ifade ile Hizb-ut Tahrir’e üyeliği ikrar
etmek. İlginç değil mi? Şaşırdınız. Hizb-ut Tahrir üyelerinin avukatlarının da
ilk duyduklarında şaşırdıkları gibi… Hâlbuki Müslümanlar bu sistemde hep inkâr
etmeye alıştırılmışlar. Buna da kâfirin silahıyla silahlanmak kulpunu
takmışlar. Ama Hizb-ut Tahrir üyeleri bu alışkanlığa uymuyor ve açıkça
çalıştıkları partiye üyeliklerini ibraz ediyorlar. Elhamdulillah bu ne kadar
güzel ve ne kadar onurlu bir duruştur.
Tamam da Hizb-ut
Tahrir’e üye olmak suç mu diyeceksiniz. Evet, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Hizb-ut
Tahrir’i Türkiye kanunlarına göre terör örgütü sayıyor. Türkiye’de terör
yasası, bir yapılanmanın terör örgütü olması için “Cebir-Şiddet” yani silah
kullanmasını şart koşuyor. Ama Hizb-ut Tahrir değil silah kullanmak, silah
kullanmadığı gibi onu yani silahlı mücadele yöntemini metodoloji olarak
reddediyor. Peki, daha hâlâ niçin bu ağır cezalar Hizb-ut Tahrir’e veriliyor?
Çünkü Özel Yetkili Mahkemeler (Ağır Ceza Mahkemeleri) ve Yargıtay 9. Ceza
Dairesi Hizb-ut Tahrir hakkında iki “önemli” içtihadi karar almış.
Birinci karar Ankara 11.
Ağır Ceza Mahkemesine ait: “…Bugüne kadar
herhangi bir şiddet eyleminde bulunmamış ve amacında şiddeti öngörmediği
belirlenmiş ise de, Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal rejiminin yıkılması ve
yerine şeriat esaslarına dayalı bir devlet kurulması amaçlandığına göre bu amaç
zaten kendi içerisinde şiddeti öngörmektedir. Zira Türkiye Cumhuriyeti
rejiminin demokratik yollar ile halkın desteğini ve sempatisini kazanarak
yıkılması mümkün değildir. Bunun için mutlaka şiddete başvurması gereklidir. Bu
nedenle Hizb-ut Tahrir örgütü 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası kapsamında bir
terör örgütü kabul edilmiştir” 19/04/2004
Hilâfet’i binlerce âlim
ve Müslüman’ı darağaçlarında sallandırarak yıkan rejim, bu halkın cumhuriyete
sahip çıkacağını ve kendi iradesiyle şeriat esaslarına göre bir devlet
istemeyeceğini söylüyor. Onun için de Hizb-ut Tahrir’in mecburen şiddete
başvuracağını öngörüyor. Sormak lazım bu rejimin sahiplerine, siz bu laik
devleti kurarken halkın istek ve iradesine mi başvurdunuz? Öyle ise İstiklâl
mahkemelerini niçin kurudunuz? Bu halk sizin laik devletinizi istemedi. Ama İslâmî
esaslara göre kurulacak İslâmî bir devleti her zaman ve mekânda kendi hür
iradesi ile ister ve isteyecektir. Çünkü bu halk Müslümandır ve Laiklik İslâm’ın
fıtratına uymaz.
Gelelim Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin aldığı ikinci karara: “Râşidî
Hilâfet Devleti’nin ihdasından sonra, Hıristiyan devletleri cihat yolu ile
kurulan Hilâfet Devleti’ne dâhil etmek amacıyla silahlı mücadelenin
başlayacağı” amaç edinildiği anlaşılmakla, yerinde görülmeyen temyiz
itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASI talep ve
dosya tebliğ olunur.” 24/04/2008
Burada ise mahkemenin
verdiği cezaya itiraz eden savcının itirazı reddediliyor ve gerekçe olarak ta Râşidî
Hilâfet Devleti kurulduğunda Hıristiyan devletle cihat ilan edileceğinden
silaha başvuracaklar ifadesi zikrediliyor. Gelecek hakkında hüküm vermek buna
denir. Sonra nasıl bir tezat içinde olduklarının farkında bile değiller. Hiç
silahı olmayan devlet olur mu? Yani Hilâfet Devleti’nin silahından dolayı
Hizb-ut Tahrir üyelerine yüzlerce yıl ceza veriliyorsa, bu mahkeme Türkiye Devleti’nin
yöneticilerini ve dahi tüm demokratik siyasi partilerin üyelerini
cezalandırması lazım. Çünkü onlar bu devlette iktidar olmak istiyorlar. İktidar
olunca da devletin silahlı güçleri onlara bağlı olacak. Öyle değil mi?
İşte “Hizb-ut Tahrir’e
Yönelik Yargı Zulmüne Dur De” Medya Bilgilendirme Toplantısı’nda bu bariz
hukuksuzlukları kamuoyunun gündemine sunduk. Ancak kamuoyuna bu hukuksuzluğu
iletecek medya organları tek tek aranmış ve davet edilmiş olmalarına rağmen bir
kaçı hariç bu toplantıya katılmadılar.
Biz bu toplantıda 17-25
Aralık operasyonları ile daha net ortaya çıkan Müslümanlara yönelik
hukuksuzluklara müdahale edilmesini ve zulme dur denilmesini istedik. Devletin
resmî makamları tarafından “Paralel Yapı” olarak adlandırılan emniyet ve yargı
kadrolarının Hizb-ut Tahrir’e verilen bu cezalarda payının olduğunu, ancak asıl
sorumluluğun devleti yönetenlerde olduğunu söyledik.
Hukuksuzluk çok net ve
açık bir şekilde ortada dururken ve zulüm Müslümanlar üzerinde şiddetini
artırarak devam ederken hükümet bugüne kadar hiçbir adım atmadı. Ancak iktidarı,
iktidar kadrolarını ve yandaşlarını ilgilendiren bir mesele olduğunda hükümetin
jet hızı ile kanun çıkardığına şahit olduk. Bir gecede yönetmeliklerle nelerin
yapıldığı gördük.
Medya Hizb-ut Tahrir’den ne bekliyor? Seviyesi ve zemini
başından beri adeta pislik çukuruna dönüşen Hükümet-Cemaat çatışmasında bir
tarafsallık oluşturmasını mı? Bu öncelikli olarak İslâmî şiara aykırıdır.
İkinci olarak ise Hizb-ut Tahrir’in siyasi misyon ve metoduna zıttır. Çünkü
Hizb-ut Tahrir hiçbir ülkede hiçbir yönetime kompliman yapmamıştır. Eğer
medyanın beklentisi buysa ömrün bekleyerek geçeceğini söylemek lazım.
Ancak Hizb-ut Tahrir ümmet
içindeki kitle ve cemaatler ile Müslümanların ortak sorunları konusunda şer’î
hükümler çerçevesinde dayanışmayı en çok isteyen harekettir. En çok arzuladığı
şey ise İslâmî cemaatlerin Hilâfet’in ikamesi konusunda bir araya gelmeleridir.
Şer’î hükümlerin çiğnendiği, İslâmî olmayan misyon ve düşüncelere çağrıların
yapıldığı menfaat ve maslahat hesaplarının görüldüğü platform ve birliklere ise
asla yanaşmaz.
Dolayısıyla medya
habercilik ilkesi gereği -eğer kaldıysa- Hizb-ut Tahrir’e yönelik devam eden bu
hukuksuzluğu ve zulmü kamuoyunun gündemine taşımalıdır. Daha önceki yıllarda
Hizb-ut Tahrir hakkında yaptığı kaynağı belli olmayan iftira ve yalan haberler
dolayısıyla öz eleştiri yapmalı, masum ve suçsuz Müslümanlar ve İslâm ümmetinin
umudu olan 61 yıllık hareket hakkında insaflı davranmalıdır.
Devlet Hizb-ut Tahrir’den Ne İstiyor?
Hizb-ut Tahrir’in İslâmî
fikrî ve siyasi bir çalışma yaptığını, kurulduğu günden bugüne Müslümanların
desteği ile onlara öncülük ederek Râşidî Hilâfet Devleti’ni yeniden kurmak
istediğini, bu çalışmasını da Allah Rasulü SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in metoduna dayandırdığını ve her ne olursa olsun, hangi
şart ve ortam oluşursa oluşsun bu yoldan dönmeyeceğini ve taviz vermeyeceğini
dünya âlem bilir. En çok da şu anda iktidarda olan Ak Parti’nin yöneticileri
bilir.
Hâl böyleyken Hizb-ut
Tahrir’in Türkiye’deki diğer İslâmî STK ve cemaatler gibi sisteme entegre
edileceği umudunu mu taşıyor yoksa devlet? Zannetmiyorum.
Devletin başına her kim gelirse
gelsin Hizb-ut Tahrir’i kendi bekasını, sitemini korumak için refleks olarak
devamlı tehdit algılıyor. Hizb-ut Tahrir ise devletin düşünce sisteminin
çürütecek argüman fikir ve en önemlisi bir ideolojiye sahip. Onun için Hizb-ut
Tahrir üyelerine zulüm devam ediyor. Onun için devlet üç maymunu oynuyor.
Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi yapıyor. Zulümlerden habersiz olduğunu
söylemeye çalışıyor. Ama aynı devlet Ankara’da, İstanbul’da, Diyarbakır’da, Bursa’da, Siirt ve Malatya’da
zulme karşı durmak için halktan imza toplayan Hizb-ut Tahrir üyelerine baskı
uyguluyor, gözaltına alıyor, soruşturma başlatıyor.
Devlet Hizb-ut Tahrir’in
halk ile iletişim kurmasının önüne geçmek istiyor. Müslümanlara nasıl
zulmedildiğinin halk tarafından bilinmesini istemiyor. Zalimliğini örtmeye
çalışıyor. Sonuç olarak devlet her zaman Müslümanlara zulmediyor. Bekliyor ki,
Müslümanlar onun istediğine gelsinler.
Bu Devlet Müslümanlardan
Ne İstiyor?
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış