TÜRKİYE'DEN SONRA MISIR MODELLİĞİ VE DARBE İLE GELEN DEMOKRASİ

Mahmut Kar

Mısır tarihsel devlet geleneği ve uygarlık olarak Kuzey Afrika ve hatta Ortadoğu'daki diğer bütün devletlerden farklı bir konuma sahiptir. Kaynak zenginliği açısından birçok Arap ülkesinden fakir olmasına rağmen, kültürel ve tarihi geçmişi, bölgede Mısır'ı etkin devlet kılmaktadır. Arap baharı diye isimlendirilen devrimler sonrasında yeni şekillenen Mısır'da sular henüz durulmuş gözükmüyor. Askeri darbe ile yönetimi elinden alınan Muhammed Mursi ve İhvan hareketinin bugün yaşadığı durumu birçok açıdan analiz etmek mümkün. Mısır üzerindeki uluslararası en büyük siyasi nüfuza sahip ABD'nin bu süreçteki siyasi adımlarını analiz etmek ayrı bir konu, bu değişimde Müslüman Mısır halkının ve özellikle genç nüfusun nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşayacağını analiz etmek ise ayrı bir konudur.

Dolayısıyla ben bu makale de Mısır'da yapılan darbenin siyasi tahlilinden ziyade bu darbe ile Müslüman Mısır halkı üzerinde ve özellikle de Mısırlı Müslüman gençlik üzerinde darbenin nasıl etki edeceği konusunu ele alacağım. Yani darbenin toplumsal algıda bırakacağı "etkiyi" (fayda-zarar) ele alacağım.

Kuzey Afrika ve özellikle de Ortadoğu dünyanın stratejik olarak en çok önem arz eden bölgeleri. Bu stratejiyi önemli kılan faktörlerin başında Ortadoğu'nun jeopolitik denge rolü gelmektedir. Bölgedeki enerji kaynaklarının dünya enerji kaynaklarına olan oranına bakıldığında %60 gibi çok büyük bir güç fazlalığı dikkat çekmektedir. Diğer önemli bir faktör ise hem Ortadoğu hem de Kuzey Afrika hattında genç nüfus oranının fazlalığı ve son yıllarda bu oranın gittikçe artmasıdır. Avrupa ve Amerika'da genç nüfus oranı %15’lerde kalırken ve her geçen gün yaşlı nüfus oranında büyüme gerçekleşirken bu bölgeler %65 genç nüfus oranı ile Batıyı önemli derecede tehdit ediyor.

Her ne kadar ekonomistlerce genç nüfusun artış gösterdiği ülkelerde işsizliğin arttığı, eğitim ve yaşam seviyesinin düştüğü söylense de, yaşlı nüfus oranı artan ABD ve Avrupa çok daha büyük bir ekonomik tehlike ile karşı karşıya bulunmaktadır.

Çünkü yaşlı nüfus oranının artması demek, çalışmadan hizmet alan insan sayısının artması demektir. Çalışabilecek genç insan sayısı da gittikçe azaldığına göre Batı yaşlı nüfusundan emekliliğe ayrılmış insanların maaş ve sağlık masraflarını uzun yıllar boyunca nasıl karşılayacaktır? İşte bu sorunun cevabı çok açıktır. Batı’nın Ortadoğu gibi önemli enerji kaynaklarına sahip bölgeler üzerinde siyasi nüfuz ve sömürü politikalarını gütmesinin sebebini bu sorudan öğrenmiş oluyoruz.

Peki Batı Ortadoğu’da bu siyasi nüfuz ve sömürü politikalarını nasıl devam ettirecek? Genç nüfusu her geçen gün artan bu Müslüman beldelerde toplumlar nasıl bu sömürü politikalarına alıştırılacak? Değişen bilgi çağında artık genç nüfusun toplumların yönlendirilmesinde, sürüklenmesinde ve değişime uğramasında etki sahibi olduğu dikkate alınırsa tek başlı diktatörlükler Batı’nın bu canavarlığına ne kadar hizmet edebilirler? Tek başlı diktatörlüklerden çoğulcu demokratik diktatörlüğe geçiş sağlanırken toplum nasıl "ehlileştirilecek"?

Mısır'da yapılan darbe üzerinde bu ayki makalemizin konusunu işte bu soruların cevaplarını aramaya hasredelim istedim.

Yani bu makalemizin asıl konusu şu sorunun cevabını aramak olsun: Tek başlı diktatörlüklerin yıkılması ile birlikte çoğulcu hükümetlere razı olan liderler, partiler ve İslami hareketler bu demokratik çoğulculuğa ikna edilmiş olabilirler. Hatta inanmış ve özümsemişte olabilirler. Peki aynı bu liderlerden, partilerden ve İslami hareketlerden uzun yıllardır şeriat ve İslami düzen bekleyen, bu özlem ile bu liderlikleri destekleyen halk ve toplumlar demokratik çoğulculuğa nasıl ikna edilecekler?

Bu sürecin Batı tarafından nasıl işletildiğine geçmeden önce, bugüne gelinceye kadar Müslümanların ne ile oyalatıldığını izah etmeden geçmeyelim. Birinci Dünya Savaşı ve Hilafet'in ilgasından sonra bu İslami topraklar pirinç tarlalarının sınırları çizilir gibi çizilmişti. Her toprağın başına getirilen uşak yöneticiler ve baskı politikaları ile zengin servetler tarumar edilmişti. Belirli dönemlerde diktatör yönetimler ile bu baskı şiddetini artırdı. Hilafet'in kaldırılmasından sonra İslam dünyasında sanki uyku halinden uyanış haline benzer sarhoş bir hal devam etti. Ta ki, Yahudi varlığı tarafından kutsal topraklar işgal edilip İsrail Devleti kurdurulduğunda yaşadığımız sarsıntı ile bu sarhoşluk halinden biraz kurtulur ve etrafımıza bakar hale gelmiştik.

Bir insanın yoğun uyku halinden uyandığında ilk defa etrafına bakıp, eşyaları hatırlayıp onlardan tutunarak yürüdüğü gibi, İslam dünyası da etrafında nelerin olup bittiğini fark etmeye çalışıyordu. İşte tam bu dönemde yani 1960-1970’li yıllarda Batı, İslam dünyası olarak bize neyi nasıl gösterir ve tanıtırsa o şekilde algıladık. Elimize ayakta kalmamız için neyi tutuşturduysa  ona tutunup yürümeye çalıştık. Fiziksel olarak ayaktaydık ama zihinsel olarak virüslere alıştırılmıştık. İslam dünyası uykudan silkinip dirençli bir şekilde etrafına bakamadı ve dönen oyunları fark edemedi. Kendisine ayağa kalkması için verilen dayanağın çürük bir baston olduğunu fark edemedi.

İlk olarak Batı’nın belirli İslami hareketler üzerinden Müslümanlara sunduğu teklif şu oldu: Gelin sizde siyasi arena içinde çalışın ve eğer iktidara gelirseniz istediğiniz sistemi sizde uygulayın. İşte Müslümanları oyalama taktiğindeki ilk yem bu olmuştu.

Evet, buraya kadar ki izahatı genelde Müslümanlar ve bir çok İslami hareket için özelde ise Türkiye'de 1965-70’li yıllarda siyasi hareket olarak Müslümanları gayri İslami küfür siyasetine çağıran Milli Görüş hareketi ve bugün Mısır'da darbe ile yönetimi elinden alınan İhvan-ı Müslim için yaptım. Biri kurulup çalışmaya başladığında "Kurtuluş İslam'dadır" sloganı ile şeriatı getirme sözünü veriyordu. Diğeri ise Hilafet'in kaldırılmasından hemen sonra kurulmuş olmasına rağmen hedef ve metod bütünlüğü olmadığı için real siyasetin içinde beyhude "İslami çözüm" arıyordu.

Şimdi bakın, şeriatı getirme sözü ile yola koyulmuş Milli Görüş hareketi Türkiye'nin demokratikleşmesinde en önemli politik adımlara ve toplumu yozlaştıran uygulamalara imza atan Ak Parti olarak karşımızda durmaktadır. Ya İhvan-ı Müslimin? Hilafet'in kaldırılmasına tepki olarak kurulan bu hareket, 2012'de yani daha bir yıl önce kendisine emanet edilmiş küfür yönetimi darbe yolu ile bugün elinden alınınca Batıya demokrasi dersi vermek isteyen bir yaklaşımla siyasi dehliz içine düşmüş bulunuyor.

 Mısır'da Mübarek dönemi sona erip yeni dönem başladığında ve İhvan hareketinin seçim başarısı ile yeni yönetim işbaşı yaptığında sanırım bugünlerin yaşanacağı apaçık belliydi. Çünkü her ne olursa olsun, İhvan hareketinin üst kadrosu ABD'nin güçlü bir şekilde siyasi nüfuz sahibi olduğu Mısır'da demokratik geçişi kabul etmiş, İsrail ile ilişkilerde İsrail aleyhine hiç bir sorunun yaşanmasına müsaade etmemiş, kurumlarda eski rejimin sütunları üzerinde yürümeye evet demiş olsa da, halk içerisinde İhvan hareketinden güçlü İslami reformlar ve değişimler bekleyen bir taban bulunmaktadır. Bu taban öyle veya böyle İslam’ı istemektedir. Hele ki 85 yıllık işkence ve zulüm hayatından sonra muktedir olmuş partilerinin artık güçlü adımlar atmasını beklemektedirler. Aynen Milli Nizam ile siyasi faaliyetine başlayıp darbelerle parti kapanma dönemleri, cezaevi ve siyasetten mahrum kalma süreçleri yaşayan Refah partisi tabanının 28 Şubat öncesi Erbakan ve partilerinden bekledikleri gibi...

Mısır halkı 28 Şubat sonrası Türkiye'de Müslümanların yaşadıklarını şimdi aynen yaşıyor. Yaşıyor ve yaşayarak öğreniyor. Bu öğreti halkın kendi iradesi ile gerçekleşmiyor. Öğretiliyor ve alıştırılıyor.

Yaklaşık otuz yıl Necmettin Erbakan'ın adil düzen projesi çerçevesinde İslam gelecek, şeriat gelecek deyip gecesini gündüzüne katarak çalışan halka 28 Şubat’tan sonra ne öğretildi biliyor musunuz? Demokrasi öğretildi. Demokrasiyi o güne kadar hedefine ulaşmak için araç olarak gören halk takiyye yaptığını zannediyordu. Bir de baktı ki kendisi o demokrasiye gerçekten inanan bir Müslüman haline bürünmüş.

Şimdi Rabiatul Adeviyye meydanında demokrasi için bağıran ve direnen Mısırlı Müslüman kardeşlerimizde aynı hata içinde aynı süreci yaşıyorlar. Bu süreç onlar içinde oluşturuldu ki Türkiye'de nasıl halk demokrasiye inandıysa Mısır'da da aynı şekilde halk demokrasiye inansın. Hasan el-Benna'nın ve Seyyid Kutub'un tevhid risalelerini okuyarak büyüyen bu kitle bugün demokrasiye sarılıyor ve demokrasiye çağırıyor. Kimi demokrasiye çağırıyor peki? Zehri kendisine içirmiş olan düşmanını... Öyle ya bugün Erdoğan gibi yöneticiler Batıyı gerçek demokrasiye çağırmıyorlar mı? Dün küfür denilen demokrasi, bugün bu yöneticilerin, liderliklerin ve partilerin en önemli tebliğ malzemesi oldu.

ABD ve Batı'nın istediği şey, Mısır içinde aynı şeydir aslında. İhvan hareketinin tüm üst kadrosu Türkiye'de Ak Parti kadrosunun inandığı ve özümsediği gibi demokrasiye inanıp onu özümseyecekler. ABD bunu istiyor. Akledip hata üzerinde ısrar etmeyen samimi şahsiyetlerde çıkacak elbet. Bunlar ya kendi kararları ile ayrılacak, ya da tasfiye edilecekler. Onun için buraya şu önemli notu hemen düşelim. Gelecek aylar ve yıllar İhvan-ı Müslimin hareketinin içinde önemli tartışmaların yaşanacağını öngörebiliriz. Bu süreçte önemli tasfiyeler yaşanabilir.

Aynı şekilde Mısır halkının da partilerinden, beklentileri değişecek. Artık İhvan-ı Müslimin hareketinin İslam'ı getirmesi gibi bir beklentiyi asla dillendirmeyecekler. Bugün Ak Parti hareketinin tabanının Ak Partiden böyle bir beklentisinin kalmadığı gibi... Hatta bu süreç öyle işlevlik kazanacak ki İhvan tekrar Mısır’da bir şekilde yönetimde olacak. Taban darbe öncesindeki bu bir yılı olumlu bir tecrübe olarak görecek. Ak Parti'nin Refah Partisi dönemini kendisi için bir tecrübe olarak görmesi ve kendince dersler çıkarması gibi.

Belki şimdi bana şunu sorabilirsiniz: "Müslümanlar Batılı demokrasiye nasıl sizin dediğiniz gibi inanacaklar ve onu özümseyecekler. Batı’nın demokrasiye yüklediği anlam Müslümanların demokrasiye yüklediği anlam ile aynı değil. Dolayısıyla aslında Ak Parti ve İhvan hareketinin bugün yapmaya çalıştığı şey demokrasiyi İslam ile ehlileştirmek."

Bu soruyu kendime sizin adınıza sorup cevabını vermek istiyorum. Çünkü bugün Türkiye'de demokrasiyi yukarıdaki soruda olduğu gibi algılayanlar çok. Ve aslında ne yazık ki yarında Mısır’da aynı şekilde algılayacak Müslümanlar olacak.

"Bizim bahsettiğimiz demokrasi Batılı demokrasi değil" diyecekler ve demokrasiye davet edecekler. Meseleye mefhumu muhalefetinden bakarsak aslında demokrasiye davet eden Türkiyeli ve Mısırlı bu Müslümanlar bir yönetim sistemi olarak demokrasiyi savunacaklar. Doğallığında İslam'ın kendine ait bir özel/has yönetim sistemi yoktur diyecekler. Bugün demiyorlar mı? İşte Batı'nın istediği şey de tam bu. Yoksa Batı kendi topraklarında uygulamaya koyduğu demokrasinin tümden İslam topraklarında işlev görmeyeceğini çok önceden de biliyordu.

Evet, Mısır'ı ve gelişmeleri daha genel bir pencereden değerlendirdiğimizde şunu söyleyebiliriz. Ülkelerin yönetimleri bir şekilde ABD ve Batı tarafından satın alınabiliyor. Bu Batı için çok kolay. Halklar yani Müslümanlar ve zihinleri nasıl satın alınacak? İşte bu soru Batıyı iyiden iyiye düşündürmekte ve korkutmaktadır. Dolayısıyla Mısır'da yapılan bu askeri darbe aslında demokrasiye yapılmış bir darbe değil, aksine demokrasiyi Mısır'a yerleştirmek ve Müslüman Mısır halkını demokrasiyi isteyip direnen bir halk haline getirmek için yapılmış bir darbedir.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika hattında toplumsal ve kültürel anlamda demokratik modelliğinin tutmadığı fark edilen Türkiye'nin modelliği yerine bekli bu bölge için demokratik Mısır modelliği hazırlanıyor.

Kahire ziyaretinde Mısır'a laiklik çağrısı yapan Başbakan Erdoğan'ın yerine bu bölge için Mursi liderliği mi hazırlanıyor? Göreceğiz.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz