Mısır tarihsel devlet geleneği ve uygarlık olarak Kuzey Afrika ve
hatta Ortadoğu'daki diğer bütün devletlerden farklı bir konuma sahiptir. Kaynak
zenginliği açısından birçok Arap ülkesinden fakir olmasına rağmen, kültürel ve
tarihi geçmişi, bölgede Mısır'ı etkin devlet kılmaktadır. Arap baharı diye
isimlendirilen devrimler sonrasında yeni şekillenen Mısır'da sular henüz durulmuş
gözükmüyor. Askeri darbe ile yönetimi elinden alınan Muhammed Mursi ve İhvan
hareketinin bugün yaşadığı durumu birçok açıdan analiz etmek mümkün. Mısır
üzerindeki uluslararası en büyük siyasi nüfuza sahip ABD'nin bu süreçteki
siyasi adımlarını analiz etmek ayrı bir konu, bu değişimde Müslüman Mısır
halkının ve özellikle genç nüfusun nasıl bir değişim ve dönüşüm yaşayacağını
analiz etmek ise ayrı bir konudur.
Dolayısıyla ben bu makale de Mısır'da yapılan darbenin siyasi
tahlilinden ziyade bu darbe ile Müslüman Mısır halkı üzerinde ve özellikle de Mısırlı
Müslüman gençlik üzerinde darbenin nasıl etki edeceği konusunu ele alacağım. Yani
darbenin toplumsal algıda bırakacağı "etkiyi" (fayda-zarar) ele
alacağım.
Kuzey Afrika ve özellikle de Ortadoğu dünyanın stratejik olarak en
çok önem arz eden bölgeleri. Bu stratejiyi önemli kılan faktörlerin başında
Ortadoğu'nun jeopolitik denge rolü gelmektedir. Bölgedeki enerji kaynaklarının
dünya enerji kaynaklarına olan oranına bakıldığında %60 gibi çok büyük bir güç
fazlalığı dikkat çekmektedir. Diğer önemli bir faktör ise hem Ortadoğu hem de
Kuzey Afrika hattında genç nüfus oranının fazlalığı ve son yıllarda bu oranın
gittikçe artmasıdır. Avrupa ve Amerika'da genç nüfus oranı %15’lerde kalırken
ve her geçen gün yaşlı nüfus oranında büyüme gerçekleşirken bu bölgeler %65
genç nüfus oranı ile Batıyı önemli derecede tehdit ediyor.
Her ne kadar ekonomistlerce genç nüfusun artış gösterdiği
ülkelerde işsizliğin arttığı, eğitim ve yaşam seviyesinin düştüğü söylense de,
yaşlı nüfus oranı artan ABD ve Avrupa çok daha büyük bir ekonomik tehlike ile
karşı karşıya bulunmaktadır.
Çünkü yaşlı nüfus oranının artması demek, çalışmadan hizmet alan
insan sayısının artması demektir. Çalışabilecek genç insan sayısı da gittikçe
azaldığına göre Batı yaşlı nüfusundan emekliliğe ayrılmış insanların maaş ve
sağlık masraflarını uzun yıllar boyunca nasıl karşılayacaktır? İşte bu sorunun
cevabı çok açıktır. Batı’nın Ortadoğu gibi önemli enerji kaynaklarına sahip
bölgeler üzerinde siyasi nüfuz ve sömürü politikalarını gütmesinin sebebini bu
sorudan öğrenmiş oluyoruz.
Peki Batı Ortadoğu’da bu siyasi nüfuz ve sömürü politikalarını
nasıl devam ettirecek? Genç nüfusu her geçen gün artan bu Müslüman beldelerde
toplumlar nasıl bu sömürü politikalarına alıştırılacak? Değişen bilgi çağında
artık genç nüfusun toplumların yönlendirilmesinde, sürüklenmesinde ve değişime
uğramasında etki sahibi olduğu dikkate alınırsa tek başlı diktatörlükler Batı’nın
bu canavarlığına ne kadar hizmet edebilirler? Tek başlı diktatörlüklerden çoğulcu
demokratik diktatörlüğe geçiş sağlanırken toplum nasıl
"ehlileştirilecek"?
Mısır'da yapılan darbe üzerinde bu ayki makalemizin konusunu işte
bu soruların cevaplarını aramaya hasredelim istedim.
Yani bu makalemizin asıl konusu şu sorunun cevabını aramak olsun: Tek
başlı diktatörlüklerin yıkılması ile birlikte çoğulcu hükümetlere razı olan liderler,
partiler ve İslami hareketler bu demokratik çoğulculuğa ikna edilmiş olabilirler.
Hatta inanmış ve özümsemişte olabilirler. Peki aynı bu liderlerden, partilerden
ve İslami hareketlerden uzun yıllardır şeriat ve İslami düzen bekleyen, bu
özlem ile bu liderlikleri destekleyen halk ve toplumlar demokratik çoğulculuğa
nasıl ikna edilecekler?
Bu sürecin Batı tarafından nasıl işletildiğine geçmeden önce,
bugüne gelinceye kadar Müslümanların ne ile oyalatıldığını izah etmeden
geçmeyelim. Birinci Dünya Savaşı ve Hilafet'in ilgasından sonra bu İslami topraklar
pirinç tarlalarının sınırları çizilir gibi çizilmişti. Her toprağın başına
getirilen uşak yöneticiler ve baskı politikaları ile zengin servetler tarumar
edilmişti. Belirli dönemlerde diktatör yönetimler ile bu baskı şiddetini
artırdı. Hilafet'in kaldırılmasından sonra İslam dünyasında sanki uyku halinden
uyanış haline benzer sarhoş bir hal devam etti. Ta ki, Yahudi varlığı
tarafından kutsal topraklar işgal edilip İsrail Devleti kurdurulduğunda
yaşadığımız sarsıntı ile bu sarhoşluk halinden biraz kurtulur ve etrafımıza
bakar hale gelmiştik.
Bir insanın yoğun uyku halinden uyandığında ilk defa etrafına
bakıp, eşyaları hatırlayıp onlardan tutunarak yürüdüğü gibi, İslam dünyası da
etrafında nelerin olup bittiğini fark etmeye çalışıyordu. İşte tam bu dönemde
yani 1960-1970’li yıllarda Batı, İslam dünyası olarak bize neyi nasıl gösterir
ve tanıtırsa o şekilde algıladık. Elimize ayakta kalmamız için neyi tutuşturduysa
ona tutunup yürümeye çalıştık. Fiziksel
olarak ayaktaydık ama zihinsel olarak virüslere alıştırılmıştık. İslam dünyası
uykudan silkinip dirençli bir şekilde etrafına bakamadı ve dönen oyunları fark
edemedi. Kendisine ayağa kalkması için verilen dayanağın çürük bir baston
olduğunu fark edemedi.
İlk olarak Batı’nın belirli İslami hareketler üzerinden
Müslümanlara sunduğu teklif şu oldu: Gelin sizde siyasi arena içinde çalışın ve
eğer iktidara gelirseniz istediğiniz sistemi sizde uygulayın. İşte Müslümanları
oyalama taktiğindeki ilk yem bu olmuştu.
Evet, buraya kadar ki izahatı genelde Müslümanlar ve bir çok
İslami hareket için özelde ise Türkiye'de 1965-70’li yıllarda siyasi hareket
olarak Müslümanları gayri İslami küfür siyasetine çağıran Milli Görüş hareketi
ve bugün Mısır'da darbe ile yönetimi elinden alınan İhvan-ı Müslim için yaptım.
Biri kurulup çalışmaya başladığında "Kurtuluş İslam'dadır" sloganı
ile şeriatı getirme sözünü veriyordu. Diğeri ise Hilafet'in kaldırılmasından
hemen sonra kurulmuş olmasına rağmen hedef ve metod bütünlüğü olmadığı için
real siyasetin içinde beyhude "İslami çözüm" arıyordu.
Şimdi bakın, şeriatı getirme sözü ile yola koyulmuş Milli Görüş
hareketi Türkiye'nin demokratikleşmesinde en önemli politik adımlara ve toplumu
yozlaştıran uygulamalara imza atan Ak Parti olarak karşımızda durmaktadır. Ya İhvan-ı
Müslimin? Hilafet'in kaldırılmasına tepki olarak kurulan bu hareket, 2012'de
yani daha bir yıl önce kendisine emanet edilmiş küfür yönetimi darbe yolu ile bugün
elinden alınınca Batıya demokrasi dersi vermek isteyen bir yaklaşımla siyasi dehliz
içine düşmüş bulunuyor.
Mısır'da Mübarek dönemi
sona erip yeni dönem başladığında ve İhvan hareketinin seçim başarısı ile yeni
yönetim işbaşı yaptığında sanırım bugünlerin yaşanacağı apaçık belliydi. Çünkü
her ne olursa olsun, İhvan hareketinin üst kadrosu ABD'nin güçlü bir şekilde
siyasi nüfuz sahibi olduğu Mısır'da demokratik geçişi kabul etmiş, İsrail ile
ilişkilerde İsrail aleyhine hiç bir sorunun yaşanmasına müsaade etmemiş,
kurumlarda eski rejimin sütunları üzerinde yürümeye evet demiş olsa da, halk
içerisinde İhvan hareketinden güçlü İslami reformlar ve değişimler bekleyen bir
taban bulunmaktadır. Bu taban öyle veya böyle İslam’ı istemektedir. Hele ki 85
yıllık işkence ve zulüm hayatından sonra muktedir olmuş partilerinin artık
güçlü adımlar atmasını beklemektedirler. Aynen Milli Nizam ile siyasi
faaliyetine başlayıp darbelerle parti kapanma dönemleri, cezaevi ve siyasetten
mahrum kalma süreçleri yaşayan Refah partisi tabanının 28 Şubat öncesi Erbakan
ve partilerinden bekledikleri gibi...
Mısır halkı 28 Şubat sonrası Türkiye'de Müslümanların
yaşadıklarını şimdi aynen yaşıyor. Yaşıyor ve yaşayarak öğreniyor. Bu öğreti
halkın kendi iradesi ile gerçekleşmiyor. Öğretiliyor ve alıştırılıyor.
Yaklaşık otuz yıl Necmettin Erbakan'ın adil düzen projesi
çerçevesinde İslam gelecek, şeriat gelecek deyip gecesini gündüzüne katarak
çalışan halka 28 Şubat’tan sonra ne öğretildi biliyor musunuz? Demokrasi
öğretildi. Demokrasiyi o güne kadar hedefine ulaşmak için araç olarak gören halk
takiyye yaptığını zannediyordu. Bir de baktı ki kendisi o demokrasiye gerçekten
inanan bir Müslüman haline bürünmüş.
Şimdi Rabiatul Adeviyye meydanında demokrasi için bağıran ve
direnen Mısırlı Müslüman kardeşlerimizde aynı hata içinde aynı süreci yaşıyorlar.
Bu süreç onlar içinde oluşturuldu ki Türkiye'de nasıl halk demokrasiye
inandıysa Mısır'da da aynı şekilde halk demokrasiye inansın. Hasan el-Benna'nın
ve Seyyid Kutub'un tevhid risalelerini okuyarak büyüyen bu kitle bugün
demokrasiye sarılıyor ve demokrasiye çağırıyor. Kimi demokrasiye çağırıyor
peki? Zehri kendisine içirmiş olan düşmanını... Öyle ya bugün Erdoğan gibi
yöneticiler Batıyı gerçek demokrasiye çağırmıyorlar mı? Dün küfür denilen
demokrasi, bugün bu yöneticilerin, liderliklerin ve partilerin en önemli tebliğ
malzemesi oldu.
ABD ve Batı'nın istediği şey, Mısır içinde aynı şeydir aslında.
İhvan hareketinin tüm üst kadrosu Türkiye'de Ak Parti kadrosunun inandığı ve
özümsediği gibi demokrasiye inanıp onu özümseyecekler. ABD bunu istiyor. Akledip
hata üzerinde ısrar etmeyen samimi şahsiyetlerde çıkacak elbet. Bunlar ya kendi
kararları ile ayrılacak, ya da tasfiye edilecekler. Onun için buraya şu önemli
notu hemen düşelim. Gelecek aylar ve yıllar İhvan-ı Müslimin hareketinin içinde
önemli tartışmaların yaşanacağını öngörebiliriz. Bu süreçte önemli tasfiyeler
yaşanabilir.
Aynı şekilde Mısır halkının da partilerinden, beklentileri
değişecek. Artık İhvan-ı Müslimin hareketinin İslam'ı getirmesi gibi bir
beklentiyi asla dillendirmeyecekler. Bugün Ak Parti hareketinin tabanının Ak
Partiden böyle bir beklentisinin kalmadığı gibi... Hatta bu süreç öyle işlevlik
kazanacak ki İhvan tekrar Mısır’da bir şekilde yönetimde olacak. Taban darbe
öncesindeki bu bir yılı olumlu bir tecrübe olarak görecek. Ak Parti'nin Refah
Partisi dönemini kendisi için bir tecrübe olarak görmesi ve kendince dersler
çıkarması gibi.
Belki şimdi bana şunu sorabilirsiniz: "Müslümanlar Batılı demokrasiye nasıl sizin dediğiniz gibi
inanacaklar ve onu özümseyecekler. Batı’nın demokrasiye yüklediği anlam
Müslümanların demokrasiye yüklediği anlam ile aynı değil. Dolayısıyla aslında
Ak Parti ve İhvan hareketinin bugün yapmaya çalıştığı şey demokrasiyi İslam ile
ehlileştirmek."
Bu soruyu kendime sizin adınıza sorup cevabını vermek istiyorum.
Çünkü bugün Türkiye'de demokrasiyi yukarıdaki soruda olduğu gibi algılayanlar
çok. Ve aslında ne yazık ki yarında Mısır’da aynı şekilde algılayacak
Müslümanlar olacak.
"Bizim bahsettiğimiz
demokrasi Batılı demokrasi değil" diyecekler ve demokrasiye davet edecekler. Meseleye mefhumu
muhalefetinden bakarsak aslında demokrasiye davet eden Türkiyeli ve Mısırlı bu
Müslümanlar bir yönetim sistemi olarak demokrasiyi savunacaklar. Doğallığında
İslam'ın kendine ait bir özel/has yönetim sistemi yoktur diyecekler. Bugün
demiyorlar mı? İşte Batı'nın istediği şey de tam bu. Yoksa Batı kendi
topraklarında uygulamaya koyduğu demokrasinin tümden İslam topraklarında işlev
görmeyeceğini çok önceden de biliyordu.
Evet, Mısır'ı ve gelişmeleri daha genel bir pencereden
değerlendirdiğimizde şunu söyleyebiliriz. Ülkelerin yönetimleri bir şekilde ABD
ve Batı tarafından satın alınabiliyor. Bu Batı için çok kolay. Halklar yani
Müslümanlar ve zihinleri nasıl satın alınacak? İşte bu soru Batıyı iyiden iyiye
düşündürmekte ve korkutmaktadır. Dolayısıyla Mısır'da yapılan bu askeri darbe
aslında demokrasiye yapılmış bir darbe değil, aksine demokrasiyi Mısır'a
yerleştirmek ve Müslüman Mısır halkını demokrasiyi isteyip direnen bir halk
haline getirmek için yapılmış bir darbedir.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika hattında toplumsal ve kültürel anlamda demokratik
modelliğinin tutmadığı fark edilen Türkiye'nin modelliği yerine bekli bu bölge
için demokratik Mısır modelliği hazırlanıyor.
Kahire ziyaretinde Mısır'a laiklik çağrısı yapan Başbakan Erdoğan'ın
yerine bu bölge için Mursi liderliği mi hazırlanıyor? Göreceğiz.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış