Doğu Türkistan Orta Asya’da yer
alan ve Türkistan’ın doğu kesimi içerisinde kalan bölgeye verilen isimdir. Doğu
Türkistan’ın Çin Halk Cumhuriyeti tarafından işgali ise 1949 yılına
dayanmaktadır ve bu tarihten beri bölge Çin Halk Cumhuriyeti’nin hem siyasi hem
ekonomik sömürgesi altındadır. Çin’in beş otonom bölgesinden biri olan Doğu
Türkistan, 1.6 milyon km2’lik yüzölçümüyle Çin’in toplam yüz ölçümünün altıda
birini kaplayan en büyük otonom bölgesidir.
12 Kasım 1932 tarihinde Doğu
Türkistan İslam Cumhuriyeti kurulmuş ancak bunun ömrü çok fazla sürmemiş 6
Şubat 1933 tarihinde yıkılmıştır.
Doğu Türkistan coğrafi olarak
çevrelediği alan bakımından da çok önem arz eden bir konumdadır. Türkistan’ın
bir parçası olan Doğu Türkistan’ın doğusunda Moğolistan ve Çin, kuzeyinde Batı
Türkistan, batıda Afganistan güney kesiminde ise Tibet ve Keşmir bulunmaktadır.
Coğrafi olarak kapladığı alan itibariyle Doğu Türkistan Avrasya’nın önemli bir noktasını
oluşturmaktadır. Kara hâkimiyeti teorisini oluşturan J. Mackinder teorisinde
şöyle demektedir:
“Kim
Doğu Avrupa’ya hükmederse Kalpgah’a hakim olur, Kim Kalpgah’a hakim olursa
dünya adasına hükmeder, kim dünya adasına hükmederse dünyaya hakim olur.”
Mackinder’in teorisinde
belirttiği Kalpgah ise Avrasya’dır. Avrasya’nın önemli bölgesini oluşturan Doğu
Türkistan’da Müslümanlar daha yoğunlukta yaşamaktadır. Çin yönetimi bu yapıyı
değiştirmek için iskân politikası uygulamış ve bu kapsamda bölgeye Han
Çinlilerini yerleştirmeye başlamıştır. Çin’in Uygur Türklerinin çoğunluğu
oluşturduğu bölgede etkinliğini arttırmak için uyguladığı bu iskan politikası
söz konusu bölgede katliamlara dönüşmektedir. Zaman zaman çocuk, kadın,
yaşlı-genç demeden Müslümanlara linç girişiminde bulundukları görülmektedir.
Doğu Türkistan’ın enerji
kaynakları bakımından zengin olması, tarihsel olarak geçmişte ipek yolunda yer
alması ve petrol rezervleri bakımından zengin olması Çin’in bu bölgede etkin
olma isteğini arttırmıştır. Çin enerji kaynaklarına ve petrole olan ihtiyacını
Doğu Türkistan’ı denetim altına alarak sağlamaya çalışmaktadır.
Çin’in en batı noktasını
oluşturan bu topraklar, Soğuk Savaş döneminde Çin tarafından, Sovyet tehdidine
karsı tampon bölge olarak kullanılmıştır. Soğuk Savaş sonrası değişen uluslararası
konjonktürde Çin, Batı Avrupa ülkeleri kadar gelişmiş bir ekonomiye ve askeri
modernizasyona sahip olmamasına rağmen uluslararası kuruluşlarda etkin rol
oynamaya çalışmıştır. Bunun en önemli örneği de şüphesiz Birleşmiş Milletler
(BM ) Güvenlik Konseyi daimi üyeliği olmuştur.
Çin 1759 tarihinden bugüne bu
bölgeyi işgal etmekte ve tarihsel olarak hak iddiasında bulunmaktadır. Ancak
bugün itibariyle dahi Doğu Türkistan Çin’in politikalarına direnmektedir.
Bununla birlikte tarih boyunca yüzlerce direniş ortaya koyan Doğu Türkistan’ı
kesintisiz bir şekilde Çin, idaresi-yönetimi altına alamamıştır. 1932 yılında
ise “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti” kurularak bağımsızlık mücadelesi
verilmek istenmiştir. Ancak Doğu Türkistan’ın bağımsızlık mücadelesi
doğrultusunda hareket etmesi gerek Sovyetler Birliği gerekse Çin yönetimini
endişelendirerek bu bölge ile daha çok ilgilenmeye başlamışlardır. Sovyetler
Birliği; Doğu Türkistan’ın bağımsızlığını kazanmasının ve milli bir devlet
kurmasının kendi egemenliğinde bulunan Batı Türkistan’a örnek olmasından endişe
duymuştur. Tekrar yıkılmasında Çin ve Rusya doğrudan rol oynamışlardır. O
dönemde Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu bazı devletlerden kendilerini
tanımaları istenmiş ancak olumlu bir cevap alamamışlardır.
1932 yılında kurulan “Doğu Türkistan
İslam Cumhuriyeti’nin” yıkılması sonrasında 1944 yılına kadar bölgede
çatışmalar ve isyanlar devam etmiştir. Sonra 1944 yılında Doğu Türkistan Devleti
kurulmuştur. 1944 yılındaki bu gelişme öncesinde Çin Komünist Partisi yaptığı
açıklamayla Çin’de yaşayan etnik azınlıklarında Çinliler ile eşit haklara sahip
olacağı aldatmasıyla cebren ve hile ile işgali gerçekleştirmiştir. Nihai olarak
İkinci Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın Orta Asya’da etkinliğini kırmak isteyen
Çin 1949 yılında Doğu Türkistan Devleti’ni yıkarak bölgeyi tamamen kendi
kontrolü altına almıştır.1951 yılından itibaren de Doğu Türkistan Çin
hâkimiyetine geçmiştir. Bu süre zarfı içerisinde her ne kadar basın ve medya
çatışma desede aslında Çin tarafından o günden bugüne katliamlar yapılmaktadır.
Çin Halk Cumhuriyeti tarafından Doğu Türkistan’ın otonom bölge olarak ilan
edildiği tarih ise 1955 yılı olmuştur. Bu tarihten itibaren Çin’in otonom
bölgesi olan Doğu Türkistan’da her gün biraz daha zulümler katlanarak devam
etmektedir.
Türkistan’daki Müslümanlar
seslerini hiçbir şekilde duyuramamaktadırlar. Örneğin Anadolu Ajansı son üç
haberini aynı fotoğrafı kullanarak vermiştir. Bu zulümde dünya ‘üç maymun’u
oynamaktadır. Özellikle basın ve medyada kullanılan “Sincan Uygur Özerk Bölge” şeklindeki
ifade bu işgali onayladıkları anlamına gelmektedir. Tabi sadece medya değil
aynı zamanda yöneticilerde bu dili kullanmakta, meseleye Çin Devleti’nin iç
meselesi olarak bakmakta ve Müslümanları kâfir Çin zulmüne teslim
etmektedirler.
Çin’in bölgede gerçekleştirdiği
zulüm örneklerinden bazıları şunlardır: ‘Emri
bil ma’ruf nehy-i anil münker’ farizasını yapmak, insanlara İslam’ın
anlatılması bunun medya yolu ile yapılması yasaktır. Çin Doğu Türkistan’ı
1949’da işgal ettiği günden bugüne nükleer testleri için kullanmaktadır. Yüz
binlerce kişi bu testlerde hayatını kaybetti ve bir o kadarı da ardılı
hastalıklara yakalandı. Bin yıldan beri kullanılan Arapça’yı yasaklayarak
Kur’an-ı Kerim nüshaları dahil 730 binden fazla Arapça eseri “geçmişin çöpleri”
diyerek yok etti. Vakıf mallarına el koydu ve her türden dini faaliyetleri
yasakladı. Camiilere bağlı okulları kapatıp öğrencileri, Komünizm’in bakışını
öğrenmeye zorladılar. Doğu Türkistan’da 29 binden fazla camiyi ya askeri
kamplara ya da ahırlara çevirdiler. Camilerdeki 54 bin imamı tutuklayıp işkence
ettiler ve onları pis ve kötü işlerde çalıştırdılar. (Lağım ya da domuz
yetiştiriciliği gibi) Özellikle son günlerde Doğu Türkistan’da dini, sosyal ve
kültürel çerçevede yapılacak olan bütün faaliyetlere (düğün, nişan, mevlit,
cenaze, hatim, iftar davetleri, meşrep etkinlikleri, gibi etkinlikler) yasak
geldi. Yukarıda belirtilen işleri yapmak isteyenlerin önceden güvenlik ve
sosyal komite müdürlüklerine bildirmeleri gerekmektedir.
Doğu Türkistan’da yaşananlarla
ilgili olarak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi
ile görüşmesinden sonra Çin basınına yansıyan iddialara göre Uygur Türklerini
“terörist” olarak ifade ettiği haberleri yapıldı. Dışişleri Bakanlığı
yetkilileri ise, görüşmede Bakan Davutoğlu’nun, bölgeyi iki ülke arasında bir
kültür köprüsü olarak tanımladığını aktardı. Bölge halkının huzur ve refahının
Türkiye açısından özel önem taşıdığını dile getiren bakanlık yetkilileri bu
çerçevede Çin ile ekonomik, kültürel ve siyasi her türlü alanda işbirliği
yapmaya hazır olduklarını beyan etti.
Yukarıdaki ifadelerden de
anlaşılacağı üzere Türkiye’de ki yöneticiler vahşi Çin zulmünü kınayacak
cesareti dahi gösteremezlerken, nasıl büyük devlet olduklarını iddia
edebilirler? Doğu Türkistan ismini bile kullanamayanlar kardeşlerinin
haklarını, onların maslahatlarını düşünebilir mi? Tarihte olduğu gibi bugünde Kuteybe İbn-u
Müslim Behlulî gibi komutanlar olmadan ne Doğu Türkistan ne de diğer
beldelerdeki zulümler bitmeyecektir.
Nitekim et-Taberi, Tarih’inde
şöyle demiştir:
Kuteybe İbn-u Müslim el-Behlî komutanlığındaki
Müslümanların orduları, Çin sınırlarına dayanınca, Çin Hükümdarı’na başında
Hubeyra el-Kılâbı’nin olduğu bir heyet gönderdi ve Çin Hükümdarı onlara şöyle
dedi: “Arkadaşınıza dönün ve ona da
dönmesini söyleyin. Muhakkak ki ben, onun aç gözlü birisi ve arkadaşlarının da
az olduğunu öğrendim. Aksi takdirde üzerinize hem sizi ve hem de onu helak
edecek birisini gönderirim.”
Bunun üzerine Hubeyra dedi ki: “Atlarının bir ucu senin beldende ve diğer
ucu da zeytin fidanlıklarında olan bir kimsenin arkadaşları nasıl olur da az
olur? Dünyaya ve sana saldırmaya muktedir olduğu halde dünyayı sırtının
arkasına atan bir kimse nasıl olur da aç gözlü biri olur? Ya bizi öldürmekle
korkutmana ne demeli; bizim öyle ecellerimiz vardır ki geldiğinde ikramı çok
çok ölümdür. Dolayısıyla ne onu kerih görürüz, ne de ondan korkarız.”
Bunun üzerine Çin Hükümdarı, ona
şöyle cevap verdi: “Arkadaşını razı
edecek şey nedir?”
Buheyra dedi ki: “Muhakkak ki o, topraklarınıza ayak
basıncaya, hükümdarlığınıza mühür vuruncaya ve cizye verilinceye kadar
dönmemeye yemin etmiştir.”
Bunun üzerine Hükümdar dedi ki: “Biz, onu yemininden döndürürüz, mühürlemesi
için bazı genç çocuklarımızı ve razı olacağı bir cizye göndeririz”
Taberi dedi ki: Hükümdar,
içerisinde toprak olan altından kaplar, ipek, altın ve hükümdarlığın
çocuklarından olan dört genç getirtti, ardından onları, en güzel hediyelerle donattı.
Ardından da heyet, giderek gönderilen şeyleri ona takdim etti. Kuteybe de
cizyeyi kabul etti, gençleri mühürleyerek geri gönderdi ve toprağa ayak bastı.
Taberi Tarihi’nde geçen
yukarıdaki alıntı Müslümanların bu son yüzyılda yaşadığı zilleti hiçbir asırda
yaşamadığını göstermektedir.
Kafir Çin devleti ve dışındaki
ülkeleri aynı zamanda Müslümanların başındaki bu yöneticilerinde yardımı ile
Müslümanların beldelerini işgal etmeye cüret ettiren şey nedir?
Müslümanları, her tamahkârın bir
yağması ve herkesin kolayca sırtına bindiği bir bineği haline getiren şey
denir?
Sadece İslâm topraklarında
gerçekleşen yaşlıların, kadınların ve çocukların akan masum kanlarını, yakınını
kaybedenlerin ve yetimlerin çığlıklarını, fırkacılığı, parçalanmışlığı, dostun ve
düşmanın tahakkümünü seyretmeye iten şey nedir?
“Aklı
olan veya hazır bulunup kulak veren herkes” (Kaf 37) bilir ki
tek bir sebebin dışında bunun başka bir sebebi yoktur:
Müslümanlar, Salavâtullahi ve
Selâmehu Aleyhi’nin buyurduğu gibi kendisiyle korunulan ve arkasında savaşılan
İmamlarını kaybettiler.
Müslümanlar, çığlık atanların
çığlıklarına, mazlumların nidasına ve ezilmişlerin feryatlarına icabet eden
Halifelerini kaybettiler.
Halbuki, ABD, Rusya, Çin,
İngiltere, Fransa “bir tek Halife’nin alt
edebileceği küresel bir güçtür”
Nokta!
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış