Akliyet; davranış ile
bütünleşirse o bireyde şahsiyet oluşur. Şahsiyeti oluşturan en önemli unsur
olan akliyet, hangi ideolojinin cinsinden olursa o kişi de o ideolojinin
şahsiyetine bürünmüş olur. Şahsiyetini tamamlamış böylesi bir kişiye ‘âkil’
denilebilir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde âkil, akıllı ve zeki demektir. Bir akıl
sahibinin herhangi bir eşyanın güzellik, çirkinlik, kemal veya noksanlık
sıfatlarını idrak etmesidir. Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırabilen,
güzeli ise çirkinden ayırmayı başarabilen akıl sahibi kimseye âkil denmektedir.
Bu minvalde âkil insan, içinde bulunduğu toplumun gören gözü, duyan kulağı ve
idrak eden hisleri olur, olmak zorundadır. Böylesi bir misyonu taşıyan bireyler
kıvrak zekalı, basiretli, bağımsız düşünüp inisiyatif alabilen bireyler olmak
durumundadır. İşte çözüm süreci olarak isimlendirilen ve terörün bitirilmesi
düşünülen bu süreçte topluma inerek halkın nabzını ölçen, insanlara bu sürecin
maslahatlarını anlatmak için yola çıkan ya da çıkartılan seçkin zümreyi,
konjoktürel tarifle âkil insanları tanımlamak, sebep-sonuç ilişkisini tayin
etmek ve gayelerini açığa çıkarmak siyaseten daha doğru tahminler yürütmemizi
sağlayacaktır. Burada âkil insanların isimleri veya kimlikleri üzerinden yorum
yapmak meselenin analizini kısırlaştırmaktan başka bir şey ifade etmeyecektir.
Hükümetin ‘Milli Birlik ve
Kardeşlik Projesi’ diyerek başladığı ve beş yıla yakındır yürüttüğü açılımın
son safhası diyebileceğimiz Çözüm Sürecinde kullanılan son üsluplardan birisi
de bahsi geçen âkil insanlar çalıştayıdır. Başbakan Erdoğan’ın 76 milyonun
özeti sayılabilecek bir tablo olarak gördüğü âkil insanlar hakkında birçok
yazar ve politikacıdan farklı tanımlamalar geldi. Kimileri oluşturulan bu
havuzun geneli temsil etmediğini söyledi, kimileri kimlikleri eleştirdi. Hakkın
ve hukukun üstünlüğüne inananların tümünü temsil ettiğini iddia eden başbakan
ile aynı dili yani demokratik ve seküler dili kullanmasına rağmen eleştiri
getiren Kemal Kılıçdaroğlu bu çalıştayı şu şekilde açıkladı: ’’Görüşü ne olursa
olsun, biz düşünen herkese saygılıyız. Ama kendisine 'akil insan' deyip siyasi
otoritenin propagandasını yapan kişi akil insan değildir. Aklını kiraya veren
insandan akil insan olmaz. Başbakan Erdoğan, bu 63 kişiyi kendi milletvekili
listesini belirler gibi belirledi. Bunlar nasıl akil adam? Konuyu bilmiyorsun,
çözümü bilmiyorsun, neye gidiyorsun. Ne anlatacaksın şimdi sen? Neyi
tartışacağız bu ülkede?" Yine aynı
dili kullanmasına rağmen ağır eleştiriler getiren Devlet Bahçeli’nin ifadeleri
şöyle oldu: "Hayatlarında bir tek defa şehide şükran duymamış bedbahtlar
bu 63'ün arasındadır. Hayatlarında bir tek gün Türklüğü ağızlarına almamış,
vatan dememiş, bayrak diyememiş PKK havarileri bu 63'ün içindedir. Bunlar PKK
tetikçileridir, bunlar AKP propagandistidir ve bunlar Türkiye'nin karşısındaki
cephedir, Türk milletinin sırtındaki kamburlardır. Bunlar unvan avcısıdır.
Bunlar para ve şöhret takipçisidir. Bunların derdi kanın durması, terörün
bitmesi, anaların ağlamaması değil, Türkiye'nin bölünmesi, bölücülüğün
kurumsallaşması ve PKK'nın dağdan inerek Türkiye'yi esir almasıdır. " MHP
Grup Başkanvekili Oktay Vural, çözüm sürecine yönelik oluşturulan akil insanlar
heyetinin, Mondros Mütarekesi sonrası, işgal güçlerine karşı Anadolu'da
başlayan direnişi engellemek amacıyla Damat Ferit'in kurdurduğu Heyeti
Nasiha’nın ''AKP şubesinden'' başka bir şey olmadığını iddia etti.
Bu ve buna benzer birçok eleştiri
getirilmesine rağmen bölgesel çalışmalarına devam eden ve hükümet sözcülüğünden
başka bir şey yapmayan âkil insanlar; köy, kasaba, şehir gittikleri yerlerde
çözümün demokratik yöntemler ile gerçekleşeceğini bangır bangır bağırır hale
geldiler. Dillendirdikleri talepler Kürt halkının gerçek talepleri değildir,
çağırdıkları çözüm önerileri de gerçek sorun için çözüm kaynağı olamayacaktır.
Bu zaviyeden bakacak olursak toplumun her kesimini ikna etmek zorunda olan âkil
insanlar heyetinin henüz muhalefet partilerini dahi ikna edemediği ve
gittikleri bölgelerin birçoğunda tepkiyle karşılaştıkları da düşünüldüğünde
görevlerini yerine getirmelerinin zor olacağı gözüküyor. Hükümet bu aşamada
bölgelere dağılan heyetin uğradığı tepkileri kamuoyundan uzaklaştırıp tozpembe
sahnelerle televizyon ekranlarına çıkarıyor. Bu tepkileri minimuma indirmek
için İç İşleri Bakanı Muammer Güler, heyetlerin gidecekleri yerlerde
karşılarına akıllı ve muhalefet edebilecek kimselerin çıkmayacağını vaad ederek
adeta onları kucaklayan bir kalabalıkla buluşturacağının teminatını veriyor.
Zaten onlara da kimse bu çözüm süreci ile ilgili neyin nasıl olacağını
sormuyor, sorsa da cevap alamıyor. Zira âkil insanlar arasında bu sürecin nasıl
işletileceği ile alakalı net bilgilere sahip kimse gözükmüyor. Aslında hükümet
içerisinde de bu çözüm için atılacak ileriye dönük adımların vakıasını kavrayamamış
birçok politikacı bulunuyor. Herkes aynı sloganik cümleler kurmayı şu an için
yeterli görüyor. ‘Silahların susması, anaların ağlamaması, terörün bitmesi
vs...’ gibi söylemler âkil insanların yanlarında götürdükleri bir kaç söylem
biçimi olarak yeterli görülüyor. Buna mukabil heyeti temsil eden üyelere
bakıldığında içlerinde iş dünyasının büyük patronlarından üniversitedeki
akademisyenlere, sendika başkanlarından STK liderlerine, gazeteci ve
yazarlardan ünlü sanatçılara kadar birçok kişi kendilerine herhangi bir dayatma
olmadığını dillendirerek bu işi bağımsız ve hür iradeleri ile yaptıklarını
ifade ediyorlar.
İki ay boyunca temsil ettikleri
bölgelerde görüşmeler yapacak bu seçkin(!) gruba ‘heyet’ denilmesinin önemli
bir sebebi olmalıdır. 9 kişilik gruplar şeklinde 7 coğrafi bölgeye dağılmış
olmaları ve her grupta bir başkan bir de başkan vekili tayin etmeleri bu grubun
resmi bir statüde ve devleti temsil eden ‘heyet’ mekanizmasına dönüşmesi için
olabilir. İhtiyaç hissedildiğinde aynı heyet yine devreye girip hükümetin
düşüncelerini gittikleri yerlerde dillendirme görevini üstlenebilir. Örneğin
başkanlık sistemi konusunda heyete bilgi verilerek kurulması an meselesi olan
yeni bir rejimi halka indiren ve atmosferi toplum nazarında olumlu bir yöne
çekmesi sağlanabilir. Bu ve benzeri birçok konuda hükümetin toplum
mühendisleri, sosyologları bu heyet ile istişare yapmaktadır, yapacaktır da.
Dedik ki bu heyetin süreç ile
ilgili sundukları çözümler problemin bilinmeyenlerini çözebilecek kapasitede
değil. Pe ki öyleyse neye çağırıyorlar? Toplumla hangi meseleler üzerinde
hasbihal ediyorlar? Neden bölgesel çalışıyorlar? Gerçekten samimiler mi? Âkil
vasfını hak ediyorlar mı? Toplum tarafından kabul gören ve benimsenen kişiler
mi? Bu mesele ile ilgili sorular böylece uzar gider. O halde biz önemli
gördüğümüz bu soruları cevaplamaya çalışalım.
Bu fikrin ilk ne zaman çıktığı,
ilk kimin dillendirdiği gibi sorular taşınan misyonun ne olduğu sorusu yanında
magazinsel kalabilir. Bu meselede detaylar anlaşılması gereken temel meseleleri
örtmek için çokça kullanılır hale geldi. Âkil insanlar heyetinin kurulma
amacının hükümet tarafından atılacak her türlü adımın farklı kimselerce
sahiplenilmesi, oluşacak olumsuz havanın bu örnek(!) kişiler sayesinde olumluya
evrilmesi ve sürecin yumuşak bir şekilde nihayete ulaşmasıdır. Bu senaryo büyük
devletlerin uyguladığı ‘soft power’
üslubunu anımsatıyor. Yani Türkiye’deki iktidar Kürt halkının İslami
eğilimlerini, İslami Devlet taleplerini tereyağından kıl çeker gibi demokratik
istek ve eğilimlere yönlendiriyor. Tamda bu aşamada AKP-PKK arasındaki
karşılıklı mutabakata varılan maddeler hayata indirilmeye başlıyor. Kürtlerin
mücadelesine ‘İslamcı olacağına Marksist olsun’ denilerek lider yapılan
Abdullah Öcalan kandile mektup gönderip silahların susması çağrısında
bulunuyor. Buna mukabil Türk Silahlı Kuvvetleri de sınırlarda dâhil olmak üzere
silahlarını rafa kaldırıyor. Yine PKK, şehir yapılanmasını hücrelere geri
göndermeyi içerideki KCK zanlıların tahliye edilmesi şartına bağlıyor ve hükümet
çıkarılan yasa paketleriyle birçok zanlıyı tahliye ediyor. Hatta devlet
dairelerindeki TC üst başlığı da kaldırılarak milliyet kavramına vurgu yapılmak
isteniyor. Yıllarca estirilen milliyetçi rüzgârlar yerini dinginliğe bırakıyor.
Çünkü artık âkil insanlar var ve onlar toplumu sakinleştirip susturuyor. Onlar
gittikleri yerlerde sabır dağıtıyor, halkı sükûnete çağırıyor. Başbakan
Erdoğan’ın ‘‘Biz 10 yıl boyunca toplumdaki aşırılıkları törpüledik ve halkı
uysallaştırıp onların gazını aldık’’ sözü âkil insanların toplum içindeki
diyaloglarının mihenk taşını oluşturuyor.
Bölgesel veya yerel çalışmaya
gelince; bu politika nabza göre şerbet politikasıdır. Bölgeler arası örfler,
gelenekler ve hayat görüşleri farklı olunca topluma inildiğinde konuşulacak sözlerde,
kullanılacak üslup ve argümanlarda farklı ve o yöreye uygun olmalıdır.
Bilinmelidir ki Anadolu insanı kendisine uymayacak veya kendisinden olmayan bir
şeyi almaktan imtina eder. Bu sebeple lokalize olmuş, gidilecek yörelerdeki
özelliklere uygun kimselerin bir araya gelmesi kaçınılmaz olacaktır. Şu atasözü
tamda bu niyeti açığa vurmaktadır: ‘‘Kocana göre bağla başını, harcına göre
pişir aşını.’’ Samimiyet meselesine
gelince; her ne kadar elimizde samimiyeti ölçecek bir alet olmamasına rağmen
âkil insanların kimliklerini ve düşüncelerini kendi söylemlerinden hareketle
bilmekteyiz. 63 kişilik heyetten gerek medya kanalıyla gerekse de menfaat
yoluyla hükümeti kayıtsız şartsız destekleyen en az 50 üye gösterebiliriz.
Âkil vasfını hak etme meselesine
gelince; şunu kesinlikle bilmeliyiz ki, toplumu temsil edecek âkil bireylerde
bulunması gereken en önemli haslet toplumun maslahatları için fikir üretmektir
üretilmiş fikirleri tüketmek değil. Bir yerde zulüm varsa onu önlemektir,
düşünce ve eylemi birlikte yürütmektir, kültürlenmek ve kültür vermektir.
Meselelere veyahut sıkıntılara vakıacı olarak bakmak değil aydın bir düşünce
ile etraflıca bakmaktır, yamalı çözümler ile hastalığı geçiştirmek değil köklü
çözümler ile saadete ulaştırmaktır. Âkil insan kendinden önce temsil ettiği
toplumu düşünür, fedakardır, vefakardır ve cefakardır. Onda hem üstün ve
mümeyyiz bir akıl, hem de mütevazılık birlikte cisimleşir. O günahı ve sevabı
ile örneklik teşkil edeceğinin farkında hareket ederek sapkınlığa ve telafisi
mümkün olmayan hatalara düşmez. Hal böyle iken günümüz âkil insanlarının
üstlerine yapıştırılan bu vasıfları hak edip etmediği yorumunu size
bırakıyorum. Ama İslam Tarihi zaviyesinden bakarak üstlerine yapıştırılmaksızın
bu vasfı sonuna hak etmiş nice âkillere örnek verebiliriz.
Devrin önemli alim ve
müçtehitlerinden İmam Azam Ebu Hanife’nin âlim taifesinin devlet kadrolarında
bulunmaması gerektiği düşüncesinden hareketle dönemin halifesinin teklifini
geri çevirmiş ve müstakil bir şekilde içtihatlarına devam etmiştir. Sürgün
hayatı bile onu toplumsal meseleleri İslam akidesi içinde çözme mücadelesinden
alıkoyamamıştır. Yine büyük İslam müçtehitlerinden Ahmed bin Hanbel de aynı
feraset örneğini görebiliriz. ’Kuran mahlûktur’ anlayışının hastalık haline
geldiği bir toplumda otorite tarafından büyük sindirme girişimlerine rağmen
Kuran’ın mahlûk olmadığını savunması, topluma sirayet eden diğer hastalıklı ve
uyuşturucu fikirler için tenkitler yazması, hadisleri toplayıp içinde bulunduğu
ümmete doğru bakışların ulaşmasını sağlaması âkillik değil de nedir? Moğollar
tarafından talan edilmekle karşı karşıya kalmış bir devleti büyük bir cehd ile
harekete geçiren İbni Teymiyye için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Bir yandan
sufizmle, bâtıl hint felsefeleriyle ve sapkın kültürlerle gaflet uykusundaki
Müslümanlara uyanıklık kazandırmak için durmadan yazan, anlatan ve çırpınan bir
âlim, diğer yandan savaşan, topraklarını sömürgeci kafirlere bırakmayan bir
yiğit.
Yakın tarihten de âkil insanlara
örnek gösterebiliriz; içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyasında Avrupalı
sömürgecilerin fikri ve fiili saldırıları karşısında hak bildiğini hakkıyla
haykıran Şehid Seyyid Kutub’un idamı pahasına bu yolda ümmete gösterdiği
işaretler onun âkil olmasına yetmez mi? Peki Şeyh Takıyyuddin en Nebhani yeterince
örnek değil midir ki O, Müslümanların kalkansız ve korumasız kaldığı bir
vakıada sömürgeci vampirlerin Müslüman kanı içtiği ve izzetli topraklarına
gasıp Yahudi varlığını soktuğunda herkese bu yıkımdan nasıl kurtulacağının
reçetesini sunmuştur. Müslümanlar için olmazsa olmaz olan Hilafetlerini yeniden
ikame etme hedefiyle harekete geçirmiştir. Hem fikir üretmiştir, hem eyleme
dökmüştür. O Rabbi’ni dost edinene dost, düşman edinene düşman olacağına dair
Rabbi’ne söz vermiş ve tüm gayri İslami ideolojilere, fikirlere, yapılara karşı
İslam’ın saf-arı-duru fikirlerini kınayıcının kınamasından korkmaksızın ümmete
göstermiştir.
“Sâbikunun birincileri Mühacirîn
ve Ensar ve ihsan ile onların ardınca gidenler, Allah onlardan razı oldu onlar
da Allahtan razı oldular ve onlara altlarında nehirler akar cennetler hazırladı
ki içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur.’’ (Tevbe 100)
Velhasıl; âkil olmak hür olmayı
gerektirir, tutsak fikirler çözüm üretemezler. Dinine, ideolojisine sadık olamayan
bireyler ayakta bile duramaz bir dayanak arar, dururlar. Hele ki İslam
toplumları içerisinde laik, demokratik fikirleri pazarlayanlar, amelleriyle,
duruşlarıyla, söylemleriyle hiç bir şekilde İslam’ı temsil edemeyenler âkil
olamazlar. Görüntüleri hoş olsa da içi çürümüş meyve misali tadı tuzu olmayan
bir eylemle toplumu doğru bir istikamete sürükleyemezler. Bu düşünceler
muhalefet partilerinin düşünceleriyle bir tutulmamalıdır aksine sistemin tüm
kurumlarına karşı söylenmiş bir düşünce olarak bilinmelidir. Bir demokratik
çözüm bir başka demokratik çözümden daha iyi değildir, tıpkı ılımlı bir lâik
düşüncenin katı bir seküler düşünceden daha iyi olamayacağı gibi.
Bugün çözüm sürecini yönetenler
bilmelidir ki, şu anda sorun ve sıkıntı olarak görülen her ne varsa bundan
önceki iktidarların çözüm olarak gördükleridir. Yarında oluşacak her türlü
sorun ve sıkıntı bugünün yöneticilerinin çözüm olarak ortaya koydukları şeyler
olacaktır. Nihayetinde hepsi beşerin aklından çıkan eksik-sınırlı-aciz
çözümlemelerden başkası değildir. Zamanı geldiğinde rafa kaldırılacak yerine
daha sonra yine rafa kaldırılmak üzere geçici çözümler konacaktır.
“Yoksa onlar cahiliye ile mi yönetilmek
istiyorlar? Halbuki akıl sahipleri(iman edenler) için Allah’tan daha iyi kanun
koyucu olabilir mi?’’ (Maide 50)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış