İSLÂM’IN YÖNETİM ŞEKLİ OLDUĞU İÇİN DÜNYA HİLÂFET’E MUHTAÇTIR

Mustafa Çelik

İslâm’ın yegâne yönetim biçimi “el- Hilafetü’r Raşide”dir. İslâm’ın bir yönetim biçiminin olmadığını iddia etmek, İslâm’a en büyük iftirada bulunmaktır. Böyle bir iddiada bulunmak, İslâm’ın ana kaynaklarında mevcut olan bütün kavramları inkâr etmek anlamına gelir. Şunu bilelim ki; İslâm’da devleti, yönetimi inşa eden kavramlar mevcuttur. İslâmi literatürde devlet yönetimi imamet, hilafet ve imaret kavramlarıyla ifade edilir. Arapça’da değişmek, bir halden bir hale geçmek, dolaşmak, nöbetleşe birbiri ardınca gelmek anlamındaki “DVL” kökünden gelen devlet ise1 Kur’ân’da geçmez; ancak aynı kökten gelen iki kelime, birisi Uhud Gazvesi’nde nisbi yenilgiye uğramış Müslümanlara ilahi sünneti beyan vesilesiyle2, diğeri ganimetlerin çeşitli kesimler arasında taksiminin hikmetini belirtmek üzere3 sözlük anlamında iki yerde kullanılır. Aynı şekilde hadislerde de devlet sadece sözlük anlamında zikredilir.4 Tekrarlamak gerekirse, devlet, “halk, ülke ve egemen siyasal otoritenin birlikteliğinden oluşan siyasal bir teşkilatlanma” anlamında 5 âyet ve hadislerde yer almaz. Ama devletin mahiyetini ifade eden kavram ve terimler Kur’ân ve Sünnet’te vardır.

İslâm’da yönetimin ifade edildiği kavramlardan imamet ise sözlükte öne geçmek, başta bulunmak, çekip çevirmek, yol göstermek manasındaki “EMM” kökünden gelir. Terim olarak mezhep ve müelliflere göre farklı biçimlerde tanımlanmakla birlikte mesela Ehl-i Sünnet’ten Cüveynî’ye (478/1085) göre “din ve dünya işlerinin idaresi için genel başkanlık,”6 Şia’dan Mikdad b. Abdillah’a (862/1475) göre “gerçek sahibi olarak bir kişinin din ve dünya işlerinde umumi riyaseti”7 şeklinde tarif edilir. Bu tanımlarda ortak nokta imametin genel anlamda devlet yönetimini yahut devlet başkanlığını ifade etmesidir. İmam da devlet yöneticisi yahut başkanı demektir. Kur’ân-ı Kerim’de imamet kelimesi geçmemekle birlikte, aynı kökten imam kelimesi tekil ve çoğul (eimme) olarak beşer âyette olmak üzere on yerde geçer. Bunların hemen hepsinde imam sözlük anlamına uygun olarak önder manasında kullanılır. Mesela bu âyetlerden birisinde Allah’ın bir zamanlar Hz. İbrahim’i imtihan ettiği anlatılır. Onun bu imtihanda başarılı olması karşısında Allah “Ben seni insanlara önder (imam) kılacağım.” buyurur. Hz. İbrahim bunun üzerine “soyumu da” demiş, Allah da “Ahdim zalimlere ulaşmaz.” buyurmuştur.8 Keza iki âyette Hz. Musa’ya verilen kitabın imam ve rahmet vasfı taşıdığına işaret edilir.9 Başka bir âyette ise kıyamet gününde bütün insanların liderleriyle (bi imamihim) çağrılacağı10 belirtilir. Ayrıca diğer bir âyette antlaşmalardan sonra yeminlerini bozmaları ve dine saldırmaları karşısında küfrün önderlerine (eimmetü’l-küfr) karşı savaş açmak gerektiğinden11 bahsedilir. Hadislerde ise imam sözlük anlamından başka ıstılahi olarak hem namaz kıldıran kişi, hem de devlet başkanı anlamında müteaddit defalar geçer. Meselâ kıyamet gününde Allah’ın arşının altında gölgelenecek kimseler sayılırken bunların başında adaletli devlet yöneticisi (imamün âdil) zikredilir.12 Keza Allah’ın en çok buğzettiği kimsenin zalim devlet yöneticisi (imamün cair) olduğu belirtilir.13 Görüldüğü gibi, imam kelimesi Kur’ân’da devlet yöneticisi anlamında hiç kullanılmamış, hadislerde ise yer yer kullanılmıştır.

Yönetimle ilgili diğer bir kavram olan hilafete gelince “HLF” kökünden gelen bu kelime sözlükte temsil etmek, peşinden gelmek ve yerini tutmak gibi anlamları ihtiva eder.14 Istılahta ise tıpkı imamet gibi, devlet yönetimini ifade eden bir terim olup; halife de devlet yöneticisi yahut devlet başkanı anlamına gelmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de halife kelimesi çoğullarıyla birlikte 11 âyette geçmekte olup,15 birisi hariç bunların tamamında (yaratılışça) Allah’ın yeryüzünde temsilcisi anlamında16, bir âyette ise devlet yöneticisi anlamında kullanılmaktadır. Devlet yöneticisi anlamındaki âyetin meali şöyledir; “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife (yönetici) yaptık. O halde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah’ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah’ın yolundan sapanlara Hesap Gününü unutmalarına karşılık çetin bir azap vardır.”17 Görüldüğü gibi burada Davud Peygamberin halife, yani yönetici kılındığına dikkat çekilmekte ve adaletle hükmetmesinin emredildiği söylenmektedir. Hadislerde ise hilafet ve halife kelimeleri hem sözlük anlamında, hem de devlet yöneticisi anlamında birçok defa geçmektedir. Hilafetin 30 yıl olduğunu, ondan sonra saltanatın başlayacağını, keza hilafetin Kureyş’ten olması gerektiğini belirten hadislerdeki hilafet, devlet yöneticisi anlamındadır.18 

Yönetimle ilgili diğer bir kavram imarettir. Sözlükte emir verme, çoğalma, işleri yürütme ve başkanlık yapma manasındaki “EMR” kökünden gelen imaret son anlamı bakımından yöneticiliği de ifade eder. Küçük bir topluluktan geniş kesimlere kadar insan gruplarında yönetici vasfını taşıyanlara “emîr” denir.19 Kur’ân-ı Kerim’de buyurmak, emir vermek anlamında birçok âyette geçen bu kelime devlet yöneticisi anlamında “ulu’l-emr” (emir sahibi) şeklinde bir âyette geçer. İlgili âyetin meali şöyledir: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere ve sizden olan ulu’l-emr’e (idarecilere) de itaat edin. Bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüzde Allah’a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah’a ve Resul’e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”20 Hadislerde imaret emir vermek, işleri yürütmek ve idareci olmak anlamında birçok rivâyette yer alır. İdarecilerin sıfatlarını sayan, kendisinden sonra gelecek yöneticilerin yapacakları olumsuzluklara temas eden ve onların akıbetlerine işaret eden hadislerde geçen emîr (çoğulu ümera) devlet yöneticisi anlamındadır.21  

İslâm, Müslümanlara yönetim sisteminin temel ilkelerini vermiştir. Bunlar; şura, biat, adalet, işin ehil olana verilmesi, yöneticilerin yönetilenlerden olmasıdır.22 Bu temel ilkelerin en mükemmel uygulama örneklerini ise Raşid Halifeler döneminde bulan ulema, konuyla ilgili izahlarında sık sık bu döneme atıfta bulunur. Hz. Ebûbekr’in önce bir grup Müslüman tarafından seçilmesi ve sonra umumî biatin yapılması; Hz. Ömer’in Hz. Ebûbekr’in tavsiyesi ve Müslümanların biati ile seçilmesi; Hz. Ömer’in kendisinden sonraki halife için şura oluşturması ve bu şuranın Hz. Osman’ı seçmeleri ve umumî biatin yapılması; nihayet Hz. Ali’nin önceki geleneğe uygun ve fakat anarşik bir dönemde alelacele hilafete getirilmesi; bu Halifelerin icraatları, yönetim biçimleri, kararları, savaş usulleri, müslim ve gayr-ı müslimlerle ilişkileri hep örnek davranışlar olarak gösterilmiştir. Hilafetle ilgili ahkâm tespit edilirken de mükemmel olarak kabul edilen bu dönem model alınmıştır. Ancak bazı âlimler bu örnek dönemden sonra yönetim sisteminin değiştiğini fark etmekte gecikmemişler, konuyla ilgili izahlarını buna göre yapmışlardır. Nitekim İbn-i Haldun Mukaddime’sinde imameti üçe ayırır: a- Tabiî Mülk: Tüm halkı belli bir maksadın ve arzunun icabına göre sevk ve idare (zorba ve despotik idare); b- Siyasî Mülk: Dünyevî maslahatların celbi ve zararlarının def‟i hususunda nazar-ı aklînin gereğine göre tüm halkı sevk ve idare; c- Uhrevî maslahatlar ile bunlara raci olan dünyevî maslahatlar hususunda, nazar-ı şer’înin gereğine göre tüm insanları sevk ve idare etmektir.23 Bu tasnifte ikinci şık birincinin daha gelişmiş ve rasyonel olanını ifade eder ve idarecinin tavrına göre dinî bakımdan müspet ya da menfî bir seyir takip eder. Dolayısıyla Raşidi hilafet denildiğinde İslâm’ın bir bütün halinde tatbiki anlaşılmalıdır.

Hilafet, asabiyetin tepesine indirilen nebevî asanın adıdır. Araplarda toplum düzeninin esasını, fertleri aileye, aileleri de kabileye bağlayan kabile ruhu asabiyet oluşturur. Asabiyet kişinin dar anlamıyla baba tarafından akrabasını, genel anlamıyla da kabilesini desteklemesi, her durumda kabilesi adına hareket etmesi duygusudur. Çöl şartlarında düzenli merkezî bir devlet teşkilatı ve sistemli bir hukuk organizasyonundan mahrum olan Arap toplumunda, bir ferdin veya kabilenin başkaları tarafından saldırıya uğramasını engelleyen, bir saldırının meydana gelmesi sonucunda bunun tazminini sağlayan en önemli unsur asabiyettir. Asabiyet düşüncesi Arap toplumunda güvenliğin sigortası olarak kabul edilmekle birlikte, aynı zamanda küçük çatışmaların büyük kabile savaşlarına dönüşmesinin de çokça sebebi olabilmektedir. Bu nedenle cahiliye hayatı yıllar süren yıkıcı kabile savaşlarına sahne olmuştur.24 Hilafet terimi; Resul-i Ekrem SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in vefatından sonra, siyasi rejimi ifade için kullanılmıştır. Aynı tarihlerde Kisra ve Kayser de birer Tağuti Rejim olarak yürürlükte idiler. İşte bu rejimlerden ayrı ve farklı niteliği belirtmek için Hilafet ve Halife ismi kullanılmıştır. 

Allah Celle Celâlehû insanı halife yaratmıştır. Herkesin hafızasında halife lafzı müzekker yani eril olarak yer alıyor ama hakikat böyle değildir. Evet, yanlış duymadınız halife lafzı dişil bir lafızdır. Çoğu zevat bunu örtbas etmiş olsa da Arapça dil kurallarına göre Halife lafzı kadınsı bir lafızdır. Bu da halifelikte dişil bir boyutun olması gerektiği mesajını veriyor. Zira ancak bu şekilde halifeliğin bünyesinde ihtiva ettiği ihtilaf ve muhalefet potansiyeli kontrol altında tutulabilir. Yani halifelik salt erkeklerin işi değildir. Böyle olduğunda çekişme, savaş alır başını gider. Bunda müennesliğin, dişiliğin var olması gerekir ki bu boyut dengelensin. Çünkü Hak Teâlâ kadınlar için “Onlar kavgadan ve husumetten çekinir”25 buyurur. İşte halifelikte böyle bir sır vardır. İnsan kendini halife görüyor ama bu lafızda rahmeti, selameti,  ülfeti ve sükûneti ifade eden dişilik boyutunu unutuyor. Erkek toplumu bunu zihninden ve hafızasından öyle bir silmiş ki halife lafzının müennes olduğunu lügat kitaplarından bile silip atmıştır. Böyle olduğu için halifeliğin çekişme, mücadele, acımasızlık ve ihtilaf boyutu kalmıştır. O halde çare Kur’an’da geçtiği şekli ile halife(t) olmaktır. Bu lafzın sonunda bulunan ve kadınlığı, ümm ve ümmeti ifade eden o yuvarlak (ة-t) harfini yeniden fark etmektir. O yuvarlak  (ة-t) öyle bir sırra sahiptir ki derlemeyi, toplamayı, uzlaştırmayı ifade eder. Bugün insan yeryüzünün halife(t)i değil, halifesidir. Bu da insandan düzeni, dengeyi, sükûneti, aşkı alıp götürmüştür. Yuvarlak  (ة-t) kadınlığın sırrıdır. Aynı te ümme(ة-t) lafzında da mevcuttur. Arapçada bir kelimeden bu yuvarlak  (ة-t) harfini aldığınızda lafız erkekleşir. İpini koparır. Özgürleşir. Agresif hale gelir. Çünkü bu yuvarlak ve kapalı (ة-t), erkeği aşkın dairesinde tutar. Onu huzura ve sükûna erdirir. Tabi bunun için hani kadın da kadın olmalıdır. O da halifeliğin bu boyutunu, dişiliğin bu büyüsünü anlamalıdır. Sadece erkeklerin kendilerini halife gördüğü bir dünyada kimse kusura bakmasın ama Müslümanlar arasındaki ihtilaflar bitmez. Muhalefet bitmez. Çünkü erkekçilik sorunları çözmez, çözüm merhamettedir. O halde şimdi halife(t) olma zamanıdır. Hilafet, insanlığın annesi hükmündedir. İnsanlığı hilafet nizamından gayrisine teslim etmek, insanlığa ihanet etmektir.

Hilafet; bir cemaat ve ümmet meselesidir. Cemaat olmayanlar, olamayanlar, ümmet ve hilafet meselesini hal edemezler.  “Cemaat” kelimesi mutlak kullanıldığında nebevî cemaat murad edilir. İmam-ı Berbehârî’ye göre “ehl-i sünnet ve cemaat” deyimindeki cemaatten kasıt, nebevî sünnetin ilk tâbileri olan sahâbe-i kirâm rıdvânullâhi ‘aleyhim ecmaîndir. Seyyidü’lKevneyn ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz, sünnetini ümmetine beyan, ashâbına izah etmiştir ki onlar cemaat ve sevâd-ı a’zam, sevâd-ı a’zam da hak ve ehlidir.26 Bu şekilde cemaatin sahâbeye hasrı, onların Mescid-i Nebî’nin cemaati olmasındandır. Yaygın anlayışa göre cemaate sahâbenin yanında tâbiîn de ilave edilir: “Cemaat-i sahâbe ve tâbiînin mesleklerine mütabaatı tarik-ı necât ve selâmet bilip kader-i ilâhiyi mukır olanlara ehl-i sünnet dendiği gibi ehlü’s-sünne ve’l-cemaa da ıtlak olunur.27 Buna göre ehl-i sünnet ve cemaat, “Peygamber’e tâbi sahâbe, tâbiîn ve tebe-i tâbiîni kapsayan selef-i sâlihînin yolundan gidenler”dir.

Hilafet nizamında karar kılmak, Peygamberin, Sahâbenin, tâbiînin ve tebe-i tâbiînin yolunda olmaktır. Hilafeti ve Halifeliği inkâr ve red, küfre götüren bir köprüdür. Müslümanlara hilafetsizliği ve halifesizliği dayatanlar, Peygamberin, sahâbenin, tâbiînin ve tebe-i tâbiînin yolundan ayrılanlardır.

Asrımız küresel çapta organize olmanın zorunlu hale geldiği bir asırdır. Çünkü asrımızda Müslümanlar sadece bölgesel kuşatmayla değil, aynı zamanda küresel kuşatmayla da karşı karşıyadırlar.

Müslümanlar için firavunların küresel kuşatmasını kırmanın yegâne meşru çaresi, el-Hilafetü’r Raşide’dir. Hilafet; yerel bir mesele değil, evrensel bir meseledir.  Cezayirli mütefekkir Malik bin Nebi bu hususta şunları söylüyor: 

“Çok açıktır ki, insanın iç dünyası, yirminci asırda, vatan, memleket... gibi kavramların etrafında şekillenmeyecektir. Yirminci asırda insanın iç dünyası, sorumluluğundan bîgâne kalamayacağı global hadiseler ışığında şekillenecektir. Herhangi bir insan topluluğunun akibeti/geleceği, kısmen üzerinde yaşadığı coğrafyanın dışında belirlenecek. Dolayısıyla kültür, ahlaki ve tarihi boyutlarıyla global bir plan dahilinde şekillenecektir.”28

Dini cihanşümul olan Müslümanların, cihan çapında müessir olan müesseselere ihtiyaçları vardır. Hilafet bu müesseselerin başında gelir. Hilafet nizamına sahip olmayan Müslümanların cihan çapında bir tesirleri olmaz. Asrımızda yerel yönetimler küresel yönetimlerden bağımsız hareket etmiyorlar. Çağımızda idare, ilim, artık global bir nitelik kazanmıştır, onun için insan da, bakış açısıyla, metoduyla, idrakiyle, hareket ve tesir alanıyla global olmalıdır. Kaynağı, metodu, projesi ve kullanılan araçları itibariyle, hilafet de yeni global çağın şartları çerçevesinde sunulmalıdır. Bir başka ifadeyle, ümmetin, “hak dini evrensel planda üstün kılma” emanetini yüklenmiş olarak “evrensel medeniyet” rolünü hakkıyla yerine getirebilmesi için, ilim, insan ve hilafet mefhumlarına yönelik idrak seviyesi, global çağın ve metodolojik, bilimsel, kültürel ve tekno-elektronik araçlarıyla evrensel medeniyetin seviyesine yükselmelidir. Bu yükselme, bakış açısında, metotta ve medeniyet projesinde büyük bir değişim manasına gelir. şu an mevcut sorunun kendine has bir özellik arz etmesi, global çağda ilim, insan ve hilafetin yapısını ve işlevini anlamak için, kendine has metod ve bakış açısının varlığını gerektirir.

Bilginin karekteristik özelliği, ilmin tabiatı, insanın yapısı ve bakış açısı, hilafet eksenli metodoloji... İslam ümmetine mensup kimseler nezdinde, bugün, hâlâ maziye özlem duymaktadır. Yani, her gün, insanlık sorununun birleşmesi ve ortak kader, siyasi, kültürel, medeniyetsel, ekonomik, sosyal, demografik, ilmi, atomik ve savaşsal seviyede ani ve sürpriz dolu sahneleri yaşanan ve etkisi evrensel olan global çağ öncesi medeniyet asrına olan özlemleri, hâlâ devam etmektedir. “Bu yaklaşımlar, medeniyet sorununu global bir düzleme çekmektedir.”29 Bundan dolayı tevhid merciiyyeti ışığında ilim, insan ve hilafet misyonunun gerçekleştirilmesi yönünde medeniyet eksenli değişim imkânları, beşeriyetin yüz yüze olduğu kendine has meydan okuma seviyesinde global bir medeniyet metodu ve bakış açısına muhtaçtır. Hilafet, cihanşümul medeniyete açılan meşru kapıdır. Hilafet kapısından girmeyenler medeniyet yerine edeniyete/alçaklığa, anlamsızlığa, basitliğe yenik düşerler.

Hilafet, ümmet-i vasat’ın kıvamıdır. Cezayirli düşünür Malik bin Nebi’nin ifadesiyle, yeniden hilafet deyip meydana inmek bir diriliş ve direniş alâmetidir. 

Yeniden hilafet deyip meydana inmek, iman gayretidir. Bu İslâm âleminin kendi manevi alanda ortaya koyduğu gayrettir ki, bu gayret, Kur’ân’ın tefekkür usulünden geri kalmışlığını telafi etmeye yönelik bir vicdan hareketidir.30 Dolayısıyla Hilafet, bir iman ve vicdan hareketidir. Müslümanları imansız ve vicdansız kılmadıkça onları cihan çapında hilafetten vazgeçirmek, onlara hilafeti unutturmak asla ve kat’a mümkün değildir. Müslümanları hilafetsiz ve halifesiz bırakanlar, onlara hilafeti unutturmak için çalışanlar, Müslümanları imansız ve vicdansız kılmaya çalışanlardır.

Hilafetli günler, kansız ve katliamsız günleridir. Hilafetsiz, cihan cansızdır. Hilafeti ilga edenler, cihanın canına kastettiler. Hilafet denilince, Halife denilince bizim muhayyilemizde gayr-i müslimlerin koşup sığındığı, emniyet içerisinde birlikte yaşamak için can attığı bir ülke, bir dünya gelir. Çünkü hilafet, insanlık için kurtuluş adasıdır. Dünyada mazlumların yegâne hamisidir. Hilafet denilince, Şeriat denilince bizim gözlerimizin önüne, Allahû Teâlâ’nın yeryüzündeki kapısı gibi şeriatullah ile hükmeden mahkemeler gelir. Yüzlerine baktığında güven veren muhteşem kadılar, hâkimler gelir. Onların verdiği dağ gibi yerine oturmuş hükümler gelir, verilen bu hükme tereddütsüz teslim olan insanlar gelir. Hilafet denilince, Halife denilince ister en yakındaki, ister en uzaktaki hiçbir kâfirin İslâm ve Müslümanlar aleyhine hiçbir kötü niyet besleyemediği bir dünya gelir. Hilafet denilince bizim aklımıza adalet gelir, hak gelir, hakkaniyet gelir, hukuk gelir, hukukun önünde herkesin eşit olduğu mükemmel bir İslâm Devleti gelir… Hilafet; velâyetin, vekâletin, fütüvvetin, ehliyetin, liyakatin ve temsiliyetin gerçek ifadesidir. Hilafetin olmadığı yerde imansız âlimler, ilimsiz cahiller söz sahibi olur. Hilafetin ilgasından bu yana sadece ülkemizde, sadece İslam coğrafyasında değil, cihan çapında insanlık âlemi can, akıl, din, mal ve nesil emniyetini kaybetmiş durumdadır. Hilafet nizamının varlık sebebi; can, akıl, din, mal ve nesil emniyetlerini sağlamaktır. Hilafet nizamının dışındaki bütün idare sistemlerinin varlık sebepleri; insanlığın can, akıl, din, mal ve nesil emniyetlerine ihanet etmektir.

Genelde insanlık âlemi, özelde ise İslâm ümmeti hilafetle imtihan olunmaktadır. Hilafet, kölelikten sultanlığa giden yoldur. Bu yolda olmayanlar köle kalmaya ve köle olmaya mahkûmdurlar. Kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah Celle Celâlehû bizi yeryüzünün varisi kılmak istemektedir. Kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istemektedir. Kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah, yeryüzünü bize mescid kılmak istemektedir. Tabii Yusuf’un önce olgunlaşması gerekiyor. Medrese-i Yusufiye bir çile mektebidir aslında...  Hz. Musa’yı hatırlayalım. Bir yanda denizin yarılması, kudret helvası, bıldırcın kebabı ve ardından 40 yıl süren Tih çölü imtihanı… Hz. Süleyman’ı hatırlayalım... Ya da Ebrehe’nin ordusunu. Ebabil kuşlarını... Biz hâlâ bu mucizelerin içinden geçiyoruz. Tarih tekerrür ediyor. Asrımızda genelde insanlığın, özelde İslâm ümmetinin müşterek özlemi el- Hilafet-i Raşide’nin ihyasıdır. Hilafet makamı ilga edildiği günden bu yana İslâm coğrafyası şirazesi kopmuş kitap gibi, darmadağın olmuştur. Müslümanlar cemaat olmadan birlik gerçekleşmeden biri gelir halifelik iddia etmeye kalkarsa; o hilafet başınıza belâ olur... Müslümanların cemaat olmaları ve cemaat halinde hareket etmeleri, el-Hilafetü’r Raşide’ye hazırlık yapmalarıdır. Şer’i asıl ve usule uygun bir şekilde cemaat inşa olunursa ancak güçlü ve doğru bir hilafet inşası mümkün olur.

Kur’an-ı Kerim, bu tür “melikî” düzenlere Firavun gibi kişileri örnek göstererek onlardan nefret ettirdiği gibi; “Şüphesiz, melikler bir ülkeye girdiklerinde orayı ifsâd ederler, o ülke halkının aziz olanlarını zelîl ederler. (Evet) onlar böyle yaparlar...”31 ayetiyle de genel olarak melikler hakkındaki olumsuz hükmünü belirtmektedir. Kur’ân-ı Kerim melikî yönetimlerin temelinin zulme dayalı olduğunu belirtir ve bazı, zalim meliklerden de söz eder:

“Arkalarında her sağlam gemiyi zorla alan bir melik vardı.”32  

Görülüyor ki Kur’ân-ı Kerim, Kisraların, Kayserlerin, Firavunların yönetim biçimini gayet açık bir dille eleştirmekte ve reddetmektedir. Bu ruh ile yetişen ilk Müslüman nesil bu tür yönetim şekillerine karşı oldukça hassas idi; onlar İslâmî yönetimin melikliğe dönüşmemesi için büyük bir özen gösteriyorlardı.33 İslâm’da esas olan hilafet nizamıdır. İslâm’da halife ulu’l emr’dir. Kişinin ulu’l emr seçilmesi nesebinden, kan bağından, asabiyetinden değil, Rasûlüllah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e tabi olmasından dolayıdır. İslâm ümmeti, ulu’l emr olana Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in örnekliğine ve önderliğine tabi olmadıkça itaat etmez.34 

Raşid halifelik; ırsî değil, şer’idir. Halife, ümmet tarafından istişare ile intihap olunur. Hatta Hz. Ömer RadiyAllahu Anh ashab-ı şuraya oğlu Abdullah’ı intihap etmemelerini tenbih etmiştir. Bilindiği gibi, Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem son nebidir. Her hususta olduğu gibi, idare hususunda da örnek ve önderimizdir. Hilafet, minhac-ı nebevînin bir neticesi olması nedeniyle insanlar için rahmet ve saadettir.35 Hilafet, şer’an ve aklen zaruridir. Hilafetin önemi beşeriyet âlemini saadete kavuşturması, bütün Müslüman dünyayı birleştirmesi, askeri ve siyasi bir güç temin etmesinden dolayıdır. Halife yeryüzünde yaşayan bütün Müslümanların fıtri lideri ve itaat edilmesi gereken amiridir. Bu da İslam dünyasının birlik ve beraberliğinin bir sigortası oluyor. Hilafet-i Raşide’nin ilgasından sonra genelde insanlık âlemi, özelde ise İslâm ümmeti kış mevsimine girmiştir. Ama her kıştan sonra bir bahar, her geceden sonra bir sabah olduğu gibi, nev’-i beşerin dahi bir sabahı, bir baharı olacaksa o da hiç şüphesiz fıtrî bir nizam olan el- Hilafetü’r Raşide olacaktır. Dünyevî-uhrevî saadete sevk edecek, dünya barışının teminine ve “bu zamanın farz vazifesi olan İttihad-ı İslâm” sur’unun tesisine vesile olacak yine Hilafetü’r Raşide’dir. 

El- Hilafetü’r Raşide Müslümanlara kuvvet, kan, cihana candır. Cihan Müslüman’sız, Müslümanlar hilafetsiz, halifesiz, devletsiz olamazlar. İslâm’da devlet zarurettir. Zekât, hadler gibi Ahkâm-ı Kur’âniyyenin tenfizi, devlet olmaksızın gerçekleşemez. Kur’ân’daki içtimaiyat ilgili hükümlerin gerektirdiği devlet, devletü’l İslâm’dır.  Bu devleti ikame eden de bizzat Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’dir.36 Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem kurduğu devleti imana dayandırarak muhkemleştirdi. İmana dayanan devletten de adalet neşet etti. Hz. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh Müslümanlara; “Sizin işlerinizi üstlenecek, size namaz kıldıracak, düşmanlarınıza karşı savaşacak ve size emredecek bir adam gerekir.” hitabından sonra sahâbeler devlet idaresinde hilafet nizamında karar kıldılar. Bu hususta icma ettiler.37 Hilafet; İslâm’ın cevheridir, saadetin de mihveridir. İnsan olmak, insan ve Müslüman kalmak için din nasıl Allah’ın bir nimeti ise hilafet ve ümmet öyle Allah’ın nimetleridir.38 Dolayısıyla azâmetli bahtsız bir cihanın, sahipsiz kavimlerin, imamesi kopmuş ve her bir tanesi bir tarafa dağılmış tesbih gibi yetim kalmış ümmetin reçetesi; “el-Hilafetü’r Raşide”dir. Hilafet nizamına ihtiyaç duyulmayan hiçbir mekân ve zaman yoktur. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali (Allahû Teâlâ hepsinden razı olsun) “Hilafet” makamını ihya edip Müslümanlara halife oldular.  Hilafete gerek olmasaydı bu mübarekler neden Halife oldular? Haşa, dinde olmayan bir şey mi icat ettiler? Hilafetin dinde yeri olmadığını bu mübarekler -haşa- bilemediler de hilafet düşmanları mı bildi? Müslümanlar dinlerinden, imanlarından vazgeçemedikleri gibi, hilafetten de vazgeçemezler. Hilafet olmazsa insanlık ve Müslümanlık olmaz. Hilafet nizamı; insan olmanın, insan ve Müslüman kalmanın vazgeçilmezidir. Hilafet nizamından vazgeçilen her yerde insanlık ve Müslümanlık tehlikededir. Cihana cihanşümul olan hilafet nizamını hâkim kılmak, insanlığı ve Müslümanlığı tehlikeden kurtarmaktır.


1 - Bk. İbn Manzûr, Lisânü’l- Arab, “DVL” md.

2 - Âl-i İmrân Sûresi/140

3 - el-Haşr Sûresi/7

4 - Bk. Wensinck, el-Mu’cemü’l-müfehres, “DVL” md.

5 - Ö. Demir, M. Acar, Sosyal Bilimler Sözlüğü, İstanbul 1992, “Devlet” md.

6 - Ebü’l-mealî Abdülmelik b. Abdillâh el-Cüveynî, el-Gıyasî, Katar 1401, Sh: 22

7 - Mikdad b. Abdillâh, en-Nafi’ yevme’l-haşr, Tahran 1365, Sh: 40

8 - el-Bakara  Sûresi/124

9 -  Hud 11/17, el-Ahkaf 46/12

10 - el-İsra 17/71

11 - et-Tevbe 9/12

12 - Sahih-i Buharî, “Zekat”, 16

13 - Sünen-i Tirmizî, “Ahkâm”, 4.

14 - Bk. İbn Manzûr, Lisânü’l- Arab, “HLF” md.

15 - Bk. M. Fuad Abdülbaki, el-Mu’cemü’l-müfehres, “HLF” md.

16 - msl. bk. el-Bakara 2/30, Yunus 10/14

17 - Sâd Sûresi/26

18 - Bk. Wensinck, el-Mu’cemü’l-müfehres, “HLF” md.

19 - Bk. İbn Manzûr, Lisânü’l- Arab, “EMR” md.

20 - en-Nisa Sûresi/59

21 - Bk. Wensinck, el-Mu’cemü’l-müfehres, “EMR” md.

22 - Bk. Sahabe Devri Siyasî Hadiselerinin Kelamî Problemlere Etkileri, 17-18. Bu ilkeler Kuran kaynaklı olup şu ayetlerde ifade edilmiştir: Şura, 38; Ali İmran, 159; Mümtehine, 12; Fetih, 10; Maide, 8; Enam, 152; Nahl, 90; Mümtehine, 8; Nisa, 58-59; Necm Sûresi/ 39; Müddesir Sûresi/ 38

23 - İbni Haldun, Mukaddime, I/542-543

24 - Dayf, Şevki, el-Asru’l-cahilî, Kahire 1960, s. 62; Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm, Kahire 1975, Sh: 9; Aselî, Bessam, Amr b. el-Âs, Sh: 123, Beyrut/1991

25 - Zuhruf Sûresi/18

26 - el-Medhalî, Rebî’ b. Hâdî ‘Umeyr: Avnü’l-Bârî Beyânü Mâ Tezammenehü Şerhu’s-Sünneti li’l-İmâmi’l-Berbehârî, Sh: 56, 62 Cezayir: Dâru’l-Muhsin/1432

27 -  Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü (Pakalın, M. Z.), I/ 511, İstanbul/ 1983 Millî Eğitim Basımevi.

28 - Mâlikbin Nebî, Müşkilatü’s-Sikâfe,Terc:Abdüssabûr şâhîn,Sh: 121

29 - Mâlikbin Nebî, Fikretu’l-İfrikiyyeti’l-Asyaviyyefi Dav’i Mu’temeri Bandung, Terc:Abdüssabûr şâhîn, Dâru’l-Fikr, Dimaşk, 1981,Sh: 212

30 - Mâlik b. Nebî, Vichetu’l-âlemi’l-İslamî, Sh: 125, Terc. Abdüssabûr şahin, Darul-Fikr, Dimeşk (şam), 1986, Sh: 125

31 - en-Neml Sûresi/34

32 - el-Kehf Sûresi/79

33 - bk. M. Ziyauddin er-Reyyis, en-Nazariyyatu’s-Siyasiyyeti’l-İslâmiyye, Kahire 1979, Sh: 114 vd.

34 - el- İslâmü ve Devletü (Dr. Muhammed el Behiyy) Sh: 8, Kahire/ 1981

35 -  Nizamu Siyaseti Fil İslâm/İhsan Abdulmun’im Abdül Hadî Samara, Sh: 19, Amman/ 2000

36 - Nizamu’l İslâmi Fil Hükmi ve devleti (Muhammed el- Mübarek) Sh: 12, Beyrut/ 1981

37 - İdaretü Devleti Fil İslâm (Muhammed Mahmud Ali Sabah, Sh: 133, Filistin/ 2011

38 - en-Nekîr alâ Munkiri’n-Ni’meti mine’d-Dîni ve’l-Hilâfati ve’l-Ummeti (Şeyhulislâm Mustafa  Sabrî), Beyrut/ 1991, Dâru’l-Kâdirî.


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz