SULTANU’L ULEMA İZZ BİN ABDİSSELAM

Abdullah İmamoğlu

Topluma doğruyu-yanlışı göstermede ve yine toplumu belirli bir doğrultuda kanalize etmede âlimlerin etkisi ve ağırlığı tartışılmaz bir gerçektir. Belki de yaşadığımız şu günlerde toplum olarak iyiden iyiye hissettiğimiz gerçek muttaki âlimlerin yokluğudur. Başka bir ifadeyle “kaht-ı ulema.” Zihinlerde oluşacak soruların önüne geçebilmek adına bir gerçeği en başından ifade etmekte fayda var; ilim sahibi olmak muttaki âlim olmaktan farklıdır. Yaşadığımız coğrafyada ilim sahibi kimselerin varlığından bahsedebilirken âlimden bahsetmek çok da kolay değil maalesef. İlim sahibi ile âlim arasındaki fark ise; ilim sahibi kimse fetvalarıyla statükoyu memnun etmeyi amaçlarken âlim, o konuyla alakalı Allah’ın hükmünü ortaya koyar statükoya rağmen… Yine aralarındaki fark; ilim erbabı takiyyeye icabet ederken yani zalime zulmünü haykırma noktasında takiyyeye müracaat ederken âlim, canına mal olacağını bilse bile zalime zalim demekten geri kalmaz.

Gerçek âlimlere ciddi manada ihtiyaç duyduğumuz asrımızda faydalı olur ümidiyle duruşuyla, fetvalarıyla ve hakkı söylemesiyle maruf, âlimlerin sultanı (Sultanu’l Ulema) İzz bin Abdisselam’ı siz okuyucularıma tanıtmak istiyorum. Öncesinde âlimlerin toplum içerisindeki etkilerine kısa da olsa değinecek olursak şöyle ki;

Vakıada yeri olan, vakıada gördüklerimizle, yaşadıklarımızla daha da bir anlam kazanan ve ağırlığı olan Araplara ait bir sözü paylaşmak yerinde olacaktır. “Âlim düşürse âlem düşer.” Bu ümmetin, âlimlere ihtiyacı var, âlimlerden de beklentileri vardır. Ümmet âlimlerden cennet yolunu açmalarını ister. Müslümanlar âlimlerden hakkıyla yol göstermelerini beklerler. Ümmet âlimlerden liderlik bekler. Bu ümmet artık zalimlerin hasmı, mazlumların hamisi olan âlimlerin arkasında yürümek ister. Müslümanlar artık Batı’nın değil İslâm’ın aşığı âlimler görmek ister. Batılı kâfirlerin değil, Allah’ın istediği şekilde hükümler veren âlimler görmek ister. Müslümanlar dili Kur’an’la ıslanmış, fikriyatı ve zihniyeti İslâm’la donanmış öncü âlimlere hasrettir. Bu Ümmet artık ilmiyle amil olmayan değil de “Kur’an’ın emrettikleriyle yaşayamayacaksam Kur’an hamilinin en bedbahtı olayım.” diyen Salim ibn Ubey gibi ilmiyle amil olan âlimlere hasrettir. Kısacası İslâm ümmeti artık zayıfığıyla beraberinde Müslümanları da düşürmeyecek âlimler arzu etmektedir. Âlimlerin toplum nazarındaki konumuna dair nassların bazıları şöyledir:

Allah Subhânehu ve Teâlâ âlimler hakkında şöyle buyurmuştur:

 إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ العُلَمَاءُ 

“Kulları içinde ancak âlimler Allah’tan(hakkıyla) korkar.”[1]

Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise âlimleri şu sözleriyle betimlemiştir:

 العُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ

“Âlimler enbiyanın varisleridir.”[2]

Şimdi ise âlimin ehemmiyetini bir iki misal üzerinden anlatmak istiyorum: “İmamı Azam Ebu Hanife bir gün yolda yürürken bir çocuğun çamura düştüğünü gördü. İmamı Azam ona ‘bundan sonra düşmemek için daha dikkatli ol’ dedi. Çocuk ardından İmam Ebu Hanife’nin tesiri altında kalacağı şu muhteşem cevabı verdi: Ey İmam! Benim düşmem çok mühim bir iş değildir. Tekrar ayağa kalkmam da kolaydır. Hem ben düştüğüm zaman yalnız başıma düşmüş olurum. Ancak senin düşmenle bütün âlem düşmüş olur. Sakın siz düşmeyin’ dedi. İmamı Azam çocuğun bu sözleri üzerine ağladı.”

Bir başka misalde: “Öğrencisinden ayrılacak olan hoca, öğrencisinden dua ister. ‘Bizi de dualarından unutma’ der öğrencisine.  Aldığı cevap şaşırtıcıdır. ‘Ben bugüne kadar kendime/kendim için dua etmedim ki hocam! Hep sizler için dua ettim.’ Bu cevaba mukabil hoca merakını gizleyemez ve hemen sorar: ‘Evlat kendin için değil de bizler için dua ediyor olman hangi sebeptendir?’ Cevap manidar. Hem de ziyadesiyle manidar. ‘Hocam eğer siz sapıtırsanız bütün ümmet sapıtır da ondan.”

Yukarıdaki misalde de geçtiği üzere çocuğun endişe duyduğu husus bugün bizim başımıza gelmiştir. Yani âlimlerin düşmesiyle birlikte ümmet de düşmüştür. Çünkü âlim olmak; orucu bozan hâllerin konuşulması kadar başımızdaki yöneticilerin kâfirlerle işbirliği yapıyor olmalarının haram oluşuna fetva vermeyi de gerektirir. Eşcinsellerin hayâsızca yürüyüşlerinin, gayri ahlaki ve gayri meşru işlerin asıl müsebbibinin küfür nizamı olan demokrasi olduğunu haykırmayı gerektirir. Çorapsız namaz kılınır mı kılınmaz mı sorusuna fetva yayınlamak kadar başımızdaki yöneticilerin ABD ile stratejik anlaşma yapmalarının haram oluşuna hükmetmeyi de gerektirir.  

Özellikle getirdiğim misallerin âlimlerin toplum üzerindeki etkisini anlatmak adına faydalı ve yeterli olduğunu düşünüyor ve asıl konuma İzz bin Abdisselam’ı anlatmaya geçmek istiyorum. Tabii ki burada amacımız muttaki âlim İzz bin Abdisselam’ın biyografisini baştan sona en ince ayrıntısına kadar anlatmak değildir. Buna ne makalenin hacmi el verir ne de formatı…

İsmi, Abdülazîz bin Abdüsselam, künyesi Ebu Muhammed’dir. Lakabı İzzeddîn ve Sultanu’l Ulema yani âlimlerin sultanıdır. (H.578) 1182 senesinde  Dımeşk’te doğdu. (H.660) 1262 senesinde Kahire’de vefat etti. Hani bir âlimi tanıtırken sarf edilen “küçük yaşta Kur’an hafızlığını tamamlamış, ilme olan merakıyla ailesinin dikkatini çekmiştir.” gibi klişe cümleler vardır ya işte bunu İzz bin Abdisselam için sarf etmek mümkün değildir. Çünkü İzz bin Abdisselam’ın ilme olan ilgisi ve yoğunlaşması kendisi 27 yaşındayken başından geçen bir olayın akabinde başlamıştır. Çok geç yaşta ilim tedris etmeye başlamış olmasına rağmen kısa süre içerisinde ilimde çok önemli yerlere gelerek 45 yaşında Emevî Camii’ne imam ve hatip tayin edildi. Şeyh İzz bin Abdisselam’ın ilme olan rağbetinin hikâyesi çok ilginçtir. Tarih kitaplarında rivayet edildiğine göre İzz bin Abdisselam’ın fakirlik içerisinde sürdürdüğü bir hayatı vardı. Şeyh, Dımeşk Camii’nin Kellase denen bölümünde uyurdu. Çok soğuk bir gecede boy abdesti ihtiyacı doğdu. Acele kalktı ve Kellase bölümündeki havuzda (buzu kırarak) duş aldı. Üşüdüğünden dolayı çok acı çekti. Sonra dönüp uyudu. Fakat aynı şey tekrar başına geldi. Yine gecenin soğuğuna rağmen cami havuzuna girip duş aldı. Tabii ki bu birkaç defa tekerrür edince soğuk suda abdest almaktan ötürü yataklara düşecek kadar hastalandı. Hastalığını işiten o dönemin âlimlerinden birisi ziyaretine geldiğinde, soğuk suda gusül abdesti almaktan ötürü hastalandığını duyunca buna hiç gerek olmadığını, böyle bir durumda teyemmümle abdest alınabileceğinin fetvasını verince, İzz bin Abdisselam hayata yeni bir pencere açmaya karar verir. Bilmediğini, birçok konunun cahili olduğunu fark eden Şeyh o günden sonra hayatını ilim öğrenmeye vakfeder.

İzz bin Abdisselam ilim tahsili aşamalarından sonra ömrünün sonuna kadar dönemin iki büyük ilim ve kültür merkezi niteliğini taşıyan Şam ve Kahire’de tedrisatta bulunmuştur. Şam’da Aziziye ve Gazali medreselerinde, Kahire’de ise Salihiyye medresesinde müderrislik yapmıştır. Bunun yanı sıra Emevî Camii ve Amr b. As Camii gibi birçok camide ders halkaları oluşturarak eğitim faaliyetini sürdürmüştür.[3]

Onun ilimde geldiği noktayı ifade etmek adına zamanın Mısır müftüsü Hafız el Münzirî’nin sarf etmiş olduğu şu söz yeterlidir:  “O Mısır’a gelmeden önce fetva veriyorduk, onun olduğu yerde fetva vermek ona aittir.[4]

Şimdi bazı başlıklar çerçevesinde şeyhin bazı yönlerini tanımaya çalışalım inşaAllah.

Şeyhin Cömertliği

Şeyhin hayatındaki şu olay onun cömertliğinin ne boyutta olduğunu gözler önüne sermektedir. İzz bin Abdisselam Dımeşk’te olduğu bir zaman, büyük bir kıtlık olur. Bu kıtlıktan ötürü de insanlar bağ bahçe neleri varsa ucuz fiyata satarlar. Hanımı, imama gerdanlığını vererek, bir bahçe almasını ister. İmam eve döndüğünde hanımı sorar: “Bahçeyi aldın mı beyim?” İmam: “Evet cennette bir bahçe aldım. İnsanların sıkıntıda olduğunu görünce o gerdanlığı sadaka vermek için bozup parasını fakirlere verdim.” der. Eşi hiç itiraz etmeden: “Allah hayrını kabul etsin.” der. Çok fakir olmasına rağmen çok sadaka verirdi. Şeyhten bir şey isteyen olduğunda geri çevirmemek adına sarığından bir parça koparıp verdiği rivayet edilir.

Şeyhin Fetvalarda Statükonun Değil, Allah’ın Rızasını Kastetmesi

Şeyhin, fetvalarını kimseyi hoşnut etmek gayesiyle değil de Allah’ın rızasına nail olabilmek gayesiyle verdiğini ispat eder nitelikte bir örneği paylaşmak istiyorum. İzz bin Abdisselam, fetva vermede acele etmez çok titiz davranırdı. Yanlış fetvaları ilan vererek düzeltmekten de çekinmezdi. Nitekim bir defasında verdiği fetvanın hatalı olduğunu anlamış Kahire’de tellal çağırtarak, “Her kim, İzz bin Abdisselam’ın şu fetvasını işittiyse bilsin ki bu fetva hatalıdır ve artık onunla amel etmesin.” diye söz konusu fetvanın yanlışlığını ilan ettirmiştir.[5] Bu davranışı onun ne denli hakkı arzuladığını, halk nezdindeki itibarının sarsılması endişesi taşımadığını göstermesi bakımından çok önemlidir.

Şeyhi diğerlerine nazaran barizleştiren hatta âlimlerim sultanı yapan en önemli özelliği fetvalarını kişilere göre değil Allah’ın rızası doğrultusunda vermesiydi. Şam'da Melik Salih İmaduddin İsmail, haçlılarla anlaşma yaparak Sakîf, Sayda, Safd ve bazı kaleleri onlara bıraktığında aynı şekilde Haçlıların Şam'a girip silah almalarına izin verilince şeyh, silah satışının haram olduğuna hükmedip yapılanın haram olduğunu sultanın yüzüne haykırdı. Bununla da yetinmeyen İzz bin Abdisselam esnafları bir bir gezerek şöyle bir fetva yayınladı: “Bugünden sonra topraklarımıza girip çıkan Haçlılara hiçbir şey satılmayacak ve hiçbir şey alınmayacaktır.[6] Hatta kılıç üreten esnaflara giderek özellikle onlara Haçlılar için kılıç yapmanın ve satmanın haram olduğu fetvasını verdi ve bu hususa dikkat etmeleri gerektiğini telkininde bulundu. Buna riayet etmedikleri taktirde Allah katında zulme ortak olmaktan ötürü zalim olacaklarını açıkça beyan etti. Aynı günlerde bir terzi, “Ey şeyh, Haçlılar bana elbise diktirmeye geliyorlar. Ben Haçlılara elbise dikersem zulme ortak olur muyum?” diye sorar. İz bin Abdisselam’ın cevabı keskindir: “Hayır, sen zulümlerine ortak olmazsın. Sana iğne iplik satan zulme ortak olur, sen zalimin ta kendisi olursun.

Cuma günleri sultana yapılan duayı kesip, “Allah'ım! Bu ümmete doğru, sağlam bir durum ortaya çıkar ki senin dostların aziz, düşmanların zelil olsun.” diye dua etmeye başladı.[7] Bunun üzerine hükümdar, şeyhi fetva ve hutbe okuma görevlerinden azledip kendisine zulüm ve baskıya başladı. Şeyh ise hakkı söylemeye devam ediyor ve ne pahasına olursa olsun Allah’ın razı olacağı fetvayı vermeye devem ediyordu. Şeyhin zulüm karşısında susmanın şeytanlaşmak olduğunu söylemesi kararlılığının en bariz özelliğindendir aslında… Şam'dan çıkarılıncaya kadar bu baskılar devam etti. Bunun üzerine İzz bin Abdisselam, bir merkebe ailesini bir merkebe de eşyalarını yükleyip hicret etti. Onun Kahire'ye hicret etmeden önce Şam'da ve Beytu’l Makdis’te hapsedildiği kaynaklarda zikredilen bilgiler arasındadır.[8]

İzz bin Abdisselam, Mısır’a göç ettiğinde el-Melikü’s Salih Necmeddin Eyyüb (ö.646/1248) tarafından güzel bir şekilde ağırlanmış ve Mısır’ın baş kadılığı, metruk camilerin ıslah ve onarımı görevinin yanı sıra, Mısır’ın en büyük camisi olan Amr b. el-As Camii hatipliğine de getirilmiştir. Şeyh burada da hiçbir makam ve mevki kaygısı taşımadan ve hiç kimseden korkmadan gerçekleri söylemeye devam etmiştir.

Şeyhin İdarecilere Hakkı Söylemesi/Hakkı Söylemek Âlimin Şanındandır

Belki de İzz bin Abdisselam’ı, zamanında yaşamış âlimlere kıyasla farklı kılan en önemli tarafı idarecilere karşı hakkı söylemek olmuştur. Çünkü bildiği doruları söylemek, kınayıcının kınamasına aldırış etmeden hakikatleri söylemek âlimin şanındandır. Bunun durumun örneklerinden bir tanesini buraya taşımak istiyorum. Bu olayı meşhur öğrencilerinden el-Bacî anlatıyor:

Sultanu’l Ulema Rahmetullahi aleyh bir bayram günü sultanla bayram­laşmak üzere saraya gitti. Saraya girince, bütün herkesin sultanla bay­ramlaşmak için hazır bulunduğunu, amirlerin ve ulemanın, sultanın önünde yerlere kadar eğildiğini gördü. İzz bin Abdisselam, sultanı, bir tazim kelimesi olmadan ismi ile çağırarak: Ya Eyyüb! Allahu Teâlâ kıyamet gününde sana ‘Sana bütün Mısır memleketini verdim. Yani seni oraya sultan yaptım. Sen ise hükmün altındaki topraklarda içki satılma­sına müsaade ettin derse, o zaman senin tutanağın ne olacak.’ diye sordu. Sultan Eyyüb: ‘Sen bunu gördün mü?’ diye sorunca, İzz bin Abdisselam ‘Evet, falan yerde, falan dükkanda açıktan açığa içki satılı­yor ve daha başka birçok kötü işler oluyor. Sen bu memleketin sultanısın, niye bunlara mani olmuyorsun.’ dedi. Oradakilerin hepsi bu sözleri duydu. Sultan: ‘Efendim! Bunlar, benim zamanımda olan şeyler değildir. Babam zamanından kalan şeylerdir.’ dedi. Bunun üzerine İzz bin Abdisselam ‘Hayır (onların aklî ve naklî hiçbir delilleri yoktur, ancak) şöyle dediler: Biz, atalarımızı bir din üzerinde bulduk. Biz de onların iz­lerince giderek hidayet buluruz.[9] mealindeki ayet-i kerimeyi okudu ve ‘Kendi akıllarınca bunu tutanak olarak gö­rürler. Hâlbuki bunlar hüccet değildir. Bunlarla hiçbir zaman kurtuluşa erişilemez. Yani benim zamanımda değil de, babamın zamanından beri satılıyordu, demekle kurtulunmaz.’ dedi. Bunun üzerine sultan, derhal o içki satılan dükkânı kapattırdı. El-Bacî, İzz bin Abdisselam´a ‘Na­sıl oldu da siz o kadar insanın içinde sultana o sözleri söylediniz?’ diye sorunca ‘Sultan kibirlenmesin ve gururlanmasın diye söyledim.’ cevabını verdi. O tekrar ‘Sultandan korkmadınız mı?’ diye sordu. O da ‘Allahu Teâlâ’nın bana verdiği heybetten dolayı, sultan benim yanımda küçücük kaldı.’ diye cevap verdi.”

Şeyhin sultanlar karşısındaki dirayetini ve şecaatini anlatan başka bir misal paylaşmak isterim. Şeyhin cenazesine Mısır ve Şam Sultanı Zahir Rükneddin Baybars (ö. 676/1277), emirler, askerler, kadılar, âlimler ve halktan büyük bir topluluk katılmıştır.[10] Bu büyük kalabalığı gören Sultan Baybars, “Şüphesiz iktidarımın temelleri bugün daha da sağlamlaşmıştır. Çünkü herkesin kendisine başvurup sözünü dinlediği bu yaşlı âlim bir işaretiyle bile tahtımı devirebilirdi”[11] diyerek onun geniş halk kitleleri üzerindeki etkisi sebebiyle sultanlar nezdindeki otoritesini itiraf etmiştir. Hatta tarih kitaplarında Baybars’ın şeyhi sürgün etme kararı aldığında geniş halk kitlesinin şeyhle birlikte hareket etmesi, hatta bazılarının saraya yürümesiyle Baybars’ın, gelip elini öpmesi durumunda sürgün kararından vazgeçeceğini söylemesi üzerine Şeyhin cevabı tam da Sultanu’l Ulema’ya ve şanına yakışır türdendi: “Bırak senin elini öpmeyi elimi öpmenden bile razı gelmem.

Şeyhi, sultanların âlimi değil de âlimlerin sultanı yapan işte tam da budur.

Şeyhin hakkı söylemek konusunda başka bir misali de diğerleri kadar enteresandır. Aybek et-Türkmanî’nin öldürülmesiyle Memluk tahtına henüz on beş yaşında bir çocuk olan Melik Mansur Nureddin Ali geçmişti (655/1257). Bu sırada Naibü’s Saltanat/hükümdar vekili olan Seyfeddin Kutuz, yaklaşan Moğol tehlikesine karşı Mısır âlimlerini istişare için toplamıştı. İstişare neticesinde heyette, devlet hazinesinin savaş masraflarını karşılayacak yeterlilikte olmaması sebebiyle savaş hazırlıklarının yapılabilmesi için halktan fazladan vergi alınması kanaati hâsıl oldu. Bunun üzerine Şeyh İzz bin Abdisselam yine söylenmesi gerekeni söyledi: “Nureddin Ali azledilsin ve yerine Seyfeddin Kutuz sultan tayin edilsin. Zira düşmanın kapımıza dayandığı bir sırada onlarla savaşmak her Mısırlıya farzdır. Hazinenin durumuna gelince; öncelikle sultanın, emirlerin (ailelerinin) ve askerlerin ellerindeki değerli mallar/takıları/lüks eşyaları hatta kılıçlarınızdaki takılı süsler bir araya getirilerek satılsın. Eğer, bunlar ihtiyacı karşılayamazsa o zaman halktan yeni vergiler alınır. Sizi temin ederim ki Moğollarla yapacağınız savaşta Allah sizleri zafere ulaştıracaktır.”[12]

İzz bin Abdisselam’ın bu önerisi meclis tarafından kabul görmüş ve Nureddin Ali azledilerek yerine Seyfeddin Kutuz sultan tayin edilmiştir. Nitekim savaş hazırlıklarına hemen başlayan Muzaffer Seyfeddin Kutuz, Ayn-ı Calût mevkiinde Moğollara karşı önemli bir zafer elde etmiştir (658/1260). Bu zafer, devletin temellerini sağlamlaştırmış ve İslâm dünyasını da Moğol istilasından kurtarmıştır.[13]

Görüldüğü üzere İzz bin Abdisselam şecaati ve basireti ile devlet siyasetine yön verebilen kararlılığa sahipti. Başta da ifade ettiğim gibi Sultanu’l Ulema İzz bin Abdisselam’ı anlatmaya ne makalemin hacmi el verir ne de formatı. Kısacası İzz bin Abdisselam kimdir diye sorulduğunda şöyle cevap verilebilir: “Sultanların/ Yöneticilerin/ İdarecilerin âlimi değil âlimlerin sultanıdır.”  

İzz bin Abdisselam’ın yaşadığı dönemde Şam ve Kahire, eğitim ve öğretim bakımından İslâm tarihinin en parlak ve hareketli şehirlerindendi. Tahsil hayatına geç sayılabilecek bir yaşta başlayan İzz bin Abdisselam, elverişli ve zengin bir ilmî ortamda dönemin önde gelen âlimlerinin rahle-i tedrisatından geçerek tefsir, hadis, fıkıh, usul, kelam, dil ve belagat gibi değişik alanlarda yeterliliğe ulaşmıştır. Telif ettiği eserler, yetiştirdiği talebeler ve üstlendiği görevlerle örnek bir âlim olarak tarihteki yerini almıştır.

İzz bin Abdisselam’ın bir âlim aynı zamanda bir eğitimci olarak sonraki nesillere kazandırdığı en büyük eserlerden bir tanesi de günümüzde fıkıh kitaplarında müstakil bir ilim başlığı olma özelliğini taşıyan kavaid-i külliye yani külli kaidelerdir. İzz bin Abdisselam’ın Kavâ‘idü’l-Ahkâm fî Mesâlihi’l-Enâm adlı eseri, dini ilimlerdeki derecesini en güzel bir şekilde ortaya koyan, yazıldığı zamandan günümüze kadar ilim erbabının takdirine mazhar olan ve araştırmacıların önemli başvuru kaynaklarından biri olma niteliği taşıyan, ayrıca sonraki nesillerde yazılacak olan usul kitaplarındaki kaideler konusuna kaynaklık teşkil eden bir eserdir. Kavâid ilmi denince akla gelen isimlerin başında şüphesiz İzz bin Abdisselam gelmektedir. Dileğimiz asrımızda da İzz bin Abdisselam gibi kendisinden sonraki nesillere bırakabileceği hayırlı eserleri olan âlimlerimizin/eğitmenlerimizin olması ve çoğalmasıdır.



[1] Fâtır 28

[2] Ebû Dâvud ve Tirmizî, Ebû’d Derdâ Radıyallahu Anh kanalıyla tahriç ettiler

[3] İbn Kesîr, el-Bidâye

[4]  Dâvûdî, Tabakât, C. I, s. 321

[5]  Sübkî, Tabakât, C, VIII, s. 214

[6] Sübkî, Tabakât, C. VIII

[7] Sübkî, Tabakât, C. VIII, s. 243

[8] İbn Kesîr, el-Bidâye, C. XVII, s. 441

[9] Zuhruf Suresi 22

[10] İbn Kesîr, el-Bidâye, C. XVII

[11] Sübkî, Tabakât, C VIII

[12] Subki, Tabakât, VIII/215-216

[13] İbn Hacer, Tağliku’t-Ta’lik, Mukaddime, s.26-28;


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz