Koronavirüs
pandemisi artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösterdi. Dünya bir an
önce bu salgından kurtulmanın yollarını ararken başka türlü bir arayışa daha
girdi; pandemi sonrasında yeni dünya düzeni nasıl şekillenecek? Kapitalizm
varlığını sürdürebilecek mi? Pandemi süresince hiç de iyi bir sınav veremeyen
uluslararası kurumların ve yöneticilerin akıbeti ne olacak?
Sağlıkçılar
koronadan kurtulmanın çaresini, pandemiyi bitirecek aşıyı bulmaya çalışırken
siyasi uzmanlar, stratejistler de dünyanın geleceğini tanzim edecek yeni dünya
düzenini konuşmaya başladılar. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği,
NATO ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların varlığı ve geleceği de bu
sorgulamadan nasibini alıyor.
Anadolu Ajansı
muhabirinin “küreselleşme?”, “uluslararasıcılık”, “neo-liberalizm”,
“uluslararası işbirliği” “hukuki düzenlemeler” vb. bağlamında
yönelttiği sorulara uzmanların verdiği cevaplardaki ortak vurgu; AB gibi
birliklerin dağılabileceği, NATO vb. kurumların varlığının iyiden iyiye sorgulanacağı,
küreselleşmenin yerine ülkelerin kendi sınırları içerisine çekileceği,
yönetimlerin demokratik ve özgürlükçü hareket anlayışlarının yerini daha
kısıtlayıcı bir yönetim anlayışının alacağı şeklinde oldu.[1]
Ankara Hacı Bayram
Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler
Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Nail Alkan, küreselleşmenin
sonuna gelindiğini, Avrupa Birliği'nin (AB) zannedildiği gibi birlik,
beraberlik ve dayanışma ruhu taşımadığının ortaya çıktığını söyledi.
İngiltere’nin başlattığı “exit” fırtınasına işaret eden Alkan, diğer AB
devletlerinin de birlikten ayrılmayı düşünebileceklerini ifade etti.
İstanbul
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim
Üyesi Prof. Dr. Yaşar Onay ise Rusya'nın, tıbbi destek adıyla Avrupa’nın içlerine
kadar asker göndermesinden dolayı NATO'nun varlığının ciddi bir şekilde
sorgulamaya açılacağını ifade etti. Böyle bir dönemde 40 bin ABD’li askerin
Almanya’da konuşlanmasını sadece “tatbikat” diye açıklamanın inandırıcı
olmadığına dikkat çekti ve “Covid-19 sonrasında ulus devletler yeniden
belirgin güç olma konumlarını daha etkili bir şekilde koruyacaklar, AB, NATO
gibi ekonomik ve askerî ittifakların varlığı tartışılacak ve belki de bu
yapılar dağılabilir.” dedi.
Ankara Yıldırım
Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilal Sambur da BM, AB, İslam
İşbirliği Teşkilatı, Afrika Birliği, Dünya Sağlık Örgütü, Ekonomik Kalkınma ve
İşbirliği Örgütü ve Uluslararası Para Fonu gibi kurumların böyle bir salgın
karşısında çok başarısız bir sınav verdiğini, A, B, C gibi planları ve
stratejileri olmadığının çok net bir şekilde ortaya çıktığını belirtti.
İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Âdem Sözüer, koronavirüs
döneminde eğitim-öğretim dâhil hemen her alanda faaliyetlerin dijital
yöntemlerle yürütüldüğünü ve bunun hukuk alanında da yansımaları olacağına
dikkati çekti.
Dijital çağın
getirdiği değişimin öneminin çok daha iyi anlaşıldığına vurgu yapan Sözüer, “Dijitalleşmenin
hayatın her alanında getirdiği değişimler korona sonrası artarak devam
edecektir. Bunun hukuk alanındaki etkileri de çok yönlü olarak ortaya
çıkacaktır. Dijital teknolojilere sahip firmaların var olan gücünün daha da
artması muhtemeldir. Bu durum ise demokrasi ve kişi özgürlükleri açısından
sorunlar doğurabilir.” dedi.
Galatasaray
Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Faik Demir, yeni tip
koronavirüsün; doğanın, teknolojiden ve bunun kölesi olmuş insandan intikamı
olduğunu belirterek, “Kendi yaşam alanlarını yok eden insan, sonunda,
kendisi de yok olma duygusuyla karşı karşıya kaldı. Çaresizlik tüm dünyaya
çöktü, zengin-fakir, güçlü-zayıf, gelişmiş-geri kalmış hiç fark etmedi.”
dedi. Demir ayrıca, “İlk aşama, koronavirüsten kurtulma ve bu sorunun
bertaraf edilmesidir. İkinci aşama koronavirüs sonrası devletlerin ve
toplumların yaralarının sarılması, eski yaşama yani gündelik yaşama
dönülmesidir. Ama esas sorun son aşamada; yani 'Neden bu sorun yaşandı, neden
çözülemedi ve nerede yanlış yaptık?' sorularının cevaplarının aranmasında
yaşanacaktır. İnsan aslında bu aşamada gördüğümüz gibi ciddi bir insanlık
sınavından da geçmektedir. Bu sınavın sonucu da incelenecektir. Hangi
hasletleri kaybettik ve acaba teknoloji robotu yaratmanın yanında insanı da mı
robota çevirdik? 'İnsan ne kadar insan?' diye durup düşüneceğiz.”
ifadelerini kullandı.[2]
Türkiye’den bazı
uzmanların görüşleri bu yönde iken dünyadan farklı uzman ve stratejistler de bu
konulardaki görüşlerini belirtiyorlar.
Örneğin, ABD
Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın, Wall Street Journal'da yayımlanan
makalesi de bu minvaldeki bir görüş bildirimi…[3]
Kissinger’ın, tükenmiş kapitalist sistemin hazin sonunu geciktirme adına ortaya
koyduğu çıkış yolu tavsiyelerini sıraladığı makalesi, âdeta bir itiraf
niteliğinde. Çünkü Kissinger’ın, tespitleri açısından dikkatleri çeken
makalesinde korona salgınının küresel sistemi sonsuza kadar değiştireceği
öngörülüyor. Bu öngörüde bir değişime hazırlıklı olunması ve ABD’nin bu
değişimde liderlik pozisyonunu devam ettirmesinin gerekliliğine de vurgu
yapılıyor.
Kissinger “ABD,
bugün yaşanan siyasi bölünmenin gölgesinde, salgının yayılmasından kaynaklanan
uluslararası boyut ve küresel ölçekte benzeri görülmemiş engellerin üstesinden
gelmek için etkili ve vizyon sahibi bir hükümete ihtiyaç duymaktadır.”
dedi. “Etkili ve vizyon sahibi bir hükümet”…?
Kissinger, dünya
liderlerinin salgının neden olduğu krizle tamamen ulusal düzeyde
uğraştıklarına, bununla birlikte acilen “Korona sonrası düzene geçmek için
paralel bir proje başlatmak” zorunda olduklarına vurgu yaptı.
Liberal küresel
düzenin ilkelerinin korunması ve bu işin liderliğinin de ABD tarafından
yapılması gerektiğini söyleyen Kissinger “Bugün dünya liderlerinin
karşılaştığı tarihsel zorluk, aynı anda hem krizi yönetmek ve hem de geleceği
inşa etmektir. Gerçek şu ki bu mücadeledeki başarısızlık dünyayı
tutuşturabilir.” diyerek küresel liberalist/kapitalist sistemin geleceğini
tehdit eden bir değişime işaret ediyor. Şüphesiz Kissinger’ın “dünyayı
tutuşturmasından” endişe ettiği değişim, korona salgınının yıkıcı etkisinden
daha ziyade küresel kapitalist sistemin karşısına çıkacak ve onun varlığına son
verecek yeni bir dünya düzenidir.
Pandeminin, ABD’nin
dünyanın lideri olduğu gerçeğinin bir kez daha sorgulanmasını sağladığı
muhakkak. Mortgage krizinin bugüne ulaşan etkisi, Afganistan’da Taliban
karşısında verilen ciddi askerî ve ekonomik zayiat, Suriye’de verilen savaşın
halka izah edilemeyen faturası ve tüm bunların üzerine bir de korona
pandemisinin Amerikan halkında oluşturduğu ekonomik, sosyal ve psikolojik etki…
tüm bunlar, Trump’ın yeniden başkan seçilmesinin önünde ciddi bir engel olarak
duruyor.
Peki, mesele
Amerikan başkanlık seçimleri kadar lokalize edilecek bir seviyede mi? tabii ki
değil! Durum, Trump’ın başkanlığından ziyade Amerika’nın bayraktarlığını
yaptığı kapitalizmin geleceği ile direkt alakalı bir durum. “Amerikan rüyası”
diye tabir edilen özgürlük mefhumunun ciddi yara aldığı bir süreçten
bahsediyoruz. Dünya halklarının hayallerine zerk edilen muasır medeniyetin yaşadığımız
zaman diliminde nasıl tuzla buz olduğunu canlı yayınlarla 7/24 izliyor
insanlar…
Uzman görüşleri ve
stratejistlerin öngörüleri ışığında şunu söyleyebiliriz ki; korona pandemisi
sonrası dünya, yeni bir küreselleşme tarifinin yapıldığı bir sürece doğru
evrilecek. İnsanlar, küreselleşme ile âdeta ülke sınırlarının kalktığı ve
“küçük bir köy” hâlini alan dünyanın devletlerarasındaki “geçirgenliğin”
zararını gördüklerinden belli bir süre küreselleşme noktasında çekingen
davranacaklardır. Zira Çin’in bir kentinde çıkan virüsün dünyanın tamamını
etkisi altına alması, sütten dili yanan insanların yoğurdu üfleyerek yiyeceği
anlamına geliyor, ister istemez.
Süreç,
küreselleşmenin sorgulanması yanında kapitalizmin de ciddi bir muhakemeye tâbi
tutulacağı bir doğrultuda seyrediyor. Her ne kadar ulus devlet anlayışı
küreselleşme karşısında bir alternatif gibi dursa da korona ile mücadelede
verilemeyen sınav sonrasında ulus devletler de hanelerinde eksi bir not
gördüler.
Korku ve panik
havasının, ruh hâllerine yaptığı olumsuz baskıyı görüp, bilip yaşayan insanlar,
devletlerinin kendilerine nasıl da işe yaramaz bir paçavra muamelesi yaptığını
da müşahede etti bu süreçte… Mültecileri, göçmenleri, “ötekileri” geçtik; kendi
asli vatandaşına bile kıymet vermeyen bir Batı var şu an insanlığın karşısında!
Salgınla birlikte sağlık sistemindeki tıkanıklık gün yüzüne çıkmış, insanın
ücretsiz karşılanması gereken tedavi hakkı bu süreçte bile “çağdaş” devletlerce
ücret mukabili sağlanmıştır(!); sağlanabildiği kadar… Üstüne üstlük insanların
bireysel özgürlük alanları ciddi manada kısıtlanmış ve sosyal hayata da belli
bir “mesafe” zorunluluğu getirilmiştir.
Devletlerin yönetim
anlayışlarında da esaslı birtakım değişiklikler yaşanmış, Batılı toplumlarca
kutsal addedilen özgürlük anlayışı, ciddi manada törpülenerek daha otokratik
bir yönetim hüküm sürmüştür. Korona sonrası süreçte de böylesi bir yönetim
anlayışının devam etmesi mümkün görünmektedir. Zira korona öncesi süreçte
herhangi bir sınırlandırmaya tâbi tutulmayan özgürlük anlayışının, toplum
hayatında ve dünya genelinde çok ciddi travmalara sebebiyet verdiği açıkça
görüldü. Özgürlüğü kanıksamış ve hayatının vazgeçilmezi addetmiş toplumlarda
özgürlükten mütevellit hırs, ihtiras ve sapkınlıklar, sadece Batılı toplumları
ifsat etmekle kalmamış yansımaları tüm dünyayı etkiler olmuştur. Ancak
yöneticileri bu sapkınlıklardan daha ziyade insanlardaki arayış tedirgin
edecektir. Halklarda uyanacak hesap sorma bilinci ve hak talepleri
yöneticilerin hareket alanını kısıtlayacak, onları yönetimde daha baskıcı bir
tutum benimsemeye itecektir. Halkın baskısı yöneticileri, yöneticilerin baskısı
da halkı tetikleyecektir.
Korona sonrası
süreçte; devletlerinin yetersiz kalmasını, can ve mal emniyetini
sağlayamamasını sorgulayan halkların yönetimlere karşı bir başkaldırıya
kalkışması, ciddi sokak eylemleriyle yöneticilerini protesto etmeleri sürecin
getirisi olarak karşımıza çıkabilir. Bu karşılıklı baskılama ise insanları
siyasal sistem bağlamında başka alternatifler aramaya sevk edecektir.
Yine bu dönemde
Avrupa Birliği’nde ciddi bir kırılma ve dağılma gözlenmesi de mümkün.
“Birlik”ten daha ziyade birbirlerinin düşmanı gibi davranan AB devletlerini
korona musibeti birleştiremediği gibi aksine onların kalplerindeki dağınıklığı
tüm dünyaya göstermiş oldu.
[تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ] “Sen onları derli toplu sanırsın,
hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir
topluluktur.”[4]
Aynı şekilde BM,
NATO, IMF gibi birlik ve kurumlar hakkında da bir sorgulama olacağı muhakkak.
Zira toplumların ve devletlerin sıkıntılı anlarında kendilerine güvenecekleri
ve destek görecekleri uluslararası oluşumlar olarak varlık gösteren bu
kurumlar, korona sürecinde kendilerinden bekleneni veremediler maalesef.
Koronanın ortaya çıkardığı hakikatle anlaşıldı ki bu kurumların varlık
sebepleri Amerika’nın âli menfaatleri minvalinde hareket etmek, ABD’nin sömürü
politikasına hizmet etmektir.
Velhâsıl; inşaAllah
önümüzdeki koronasız günlerde insanlık ciddi bir yol ayrımına girecek ve hem
kendi ulus devletlerini hem toplum ve devletleri üzerinde hüküm süren
uluslararası kurumları ciddi bir muhasebeye tâbi tutacaktır. Bu süreçte küresel
liberalist/kapitalist sistemin alternatifi olarak zamana hitap edecek global
bir sistem dünya halklarının karşısına çıkarılmadığı müddetçe insanların
yapacağı muhasebe, maalesef yapması gereken etkiyi yapamayacaktır.
O hâlde
Müslümanlar, ideolojik arayış içerisine girmiş insanlığın karşısına İslâm’ı,
kapsamlı ve kuşatıcı bir şekilde çıkarmalı ve O’nun insanın, hayatın ve
kâinatın kendisiyle sükûn bulacağı bir hayat nizamı olduğunu en yüksek perdeden
haykırmalıdır. Aksi hâlde hem Müslümanların hem de diğer tüm insanların
kokuşmuş kapitalist nizamdan ve onun şekillendirdiği sapkın, acımasız ve zalim
yöneticilerden, devletlerden kurtulması mümkün olmayacaktır!
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış