KORONA SONRASI İÇİN SİYASİ ÖNGÖRÜLER

Ahmet Sivren

Koronavirüs pandemisi artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösterdi. Dünya bir an önce bu salgından kurtulmanın yollarını ararken başka türlü bir arayışa daha girdi; pandemi sonrasında yeni dünya düzeni nasıl şekillenecek? Kapitalizm varlığını sürdürebilecek mi? Pandemi süresince hiç de iyi bir sınav veremeyen uluslararası kurumların ve yöneticilerin akıbeti ne olacak?

Sağlıkçılar koronadan kurtulmanın çaresini, pandemiyi bitirecek aşıyı bulmaya çalışırken siyasi uzmanlar, stratejistler de dünyanın geleceğini tanzim edecek yeni dünya düzenini konuşmaya başladılar. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, NATO ve Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların varlığı ve geleceği de bu sorgulamadan nasibini alıyor.

Anadolu Ajansı muhabirinin “küreselleşme?”, “uluslararasıcılık”, “neo-liberalizm”, “uluslararası işbirliği” “hukuki düzenlemeler” vb. bağlamında yönelttiği sorulara uzmanların verdiği cevaplardaki ortak vurgu; AB gibi birliklerin dağılabileceği, NATO vb. kurumların varlığının iyiden iyiye sorgulanacağı, küreselleşmenin yerine ülkelerin kendi sınırları içerisine çekileceği, yönetimlerin demokratik ve özgürlükçü hareket anlayışlarının yerini daha kısıtlayıcı bir yönetim anlayışının alacağı şeklinde oldu.[1]

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Nail Alkan, küreselleşmenin sonuna gelindiğini, Avrupa Birliği'nin (AB) zannedildiği gibi birlik, beraberlik ve dayanışma ruhu taşımadığının ortaya çıktığını söyledi. İngiltere’nin başlattığı “exit” fırtınasına işaret eden Alkan, diğer AB devletlerinin de birlikten ayrılmayı düşünebileceklerini ifade etti.

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yaşar Onay ise Rusya'nın, tıbbi destek adıyla Avrupa’nın içlerine kadar asker göndermesinden dolayı NATO'nun varlığının ciddi bir şekilde sorgulamaya açılacağını ifade etti. Böyle bir dönemde 40 bin ABD’li askerin Almanya’da konuşlanmasını sadece “tatbikat” diye açıklamanın inandırıcı olmadığına dikkat çekti ve “Covid-19 sonrasında ulus devletler yeniden belirgin güç olma konumlarını daha etkili bir şekilde koruyacaklar, AB, NATO gibi ekonomik ve askerî ittifakların varlığı tartışılacak ve belki de bu yapılar dağılabilir.” dedi.

Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilal Sambur da BM, AB, İslam İşbirliği Teşkilatı, Afrika Birliği, Dünya Sağlık Örgütü, Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü ve Uluslararası Para Fonu gibi kurumların böyle bir salgın karşısında çok başarısız bir sınav verdiğini, A, B, C gibi planları ve stratejileri olmadığının çok net bir şekilde ortaya çıktığını belirtti.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Âdem Sözüer, koronavirüs döneminde eğitim-öğretim dâhil hemen her alanda faaliyetlerin dijital yöntemlerle yürütüldüğünü ve bunun hukuk alanında da yansımaları olacağına dikkati çekti.

Dijital çağın getirdiği değişimin öneminin çok daha iyi anlaşıldığına vurgu yapan Sözüer, “Dijitalleşmenin hayatın her alanında getirdiği değişimler korona sonrası artarak devam edecektir. Bunun hukuk alanındaki etkileri de çok yönlü olarak ortaya çıkacaktır. Dijital teknolojilere sahip firmaların var olan gücünün daha da artması muhtemeldir. Bu durum ise demokrasi ve kişi özgürlükleri açısından sorunlar doğurabilir.” dedi.

Galatasaray Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Faik Demir, yeni tip koronavirüsün; doğanın, teknolojiden ve bunun kölesi olmuş insandan intikamı olduğunu belirterek, “Kendi yaşam alanlarını yok eden insan, sonunda, kendisi de yok olma duygusuyla karşı karşıya kaldı. Çaresizlik tüm dünyaya çöktü, zengin-fakir, güçlü-zayıf, gelişmiş-geri kalmış hiç fark etmedi.” dedi. Demir ayrıca, “İlk aşama, koronavirüsten kurtulma ve bu sorunun bertaraf edilmesidir. İkinci aşama koronavirüs sonrası devletlerin ve toplumların yaralarının sarılması, eski yaşama yani gündelik yaşama dönülmesidir. Ama esas sorun son aşamada; yani 'Neden bu sorun yaşandı, neden çözülemedi ve nerede yanlış yaptık?' sorularının cevaplarının aranmasında yaşanacaktır. İnsan aslında bu aşamada gördüğümüz gibi ciddi bir insanlık sınavından da geçmektedir. Bu sınavın sonucu da incelenecektir. Hangi hasletleri kaybettik ve acaba teknoloji robotu yaratmanın yanında insanı da mı robota çevirdik? 'İnsan ne kadar insan?' diye durup düşüneceğiz.” ifadelerini kullandı.[2]

Türkiye’den bazı uzmanların görüşleri bu yönde iken dünyadan farklı uzman ve stratejistler de bu konulardaki görüşlerini belirtiyorlar.

Örneğin, ABD Eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın, Wall Street Journal'da yayımlanan makalesi de bu minvaldeki bir görüş bildirimi…[3] Kissinger’ın, tükenmiş kapitalist sistemin hazin sonunu geciktirme adına ortaya koyduğu çıkış yolu tavsiyelerini sıraladığı makalesi, âdeta bir itiraf niteliğinde. Çünkü Kissinger’ın, tespitleri açısından dikkatleri çeken makalesinde korona salgınının küresel sistemi sonsuza kadar değiştireceği öngörülüyor. Bu öngörüde bir değişime hazırlıklı olunması ve ABD’nin bu değişimde liderlik pozisyonunu devam ettirmesinin gerekliliğine de vurgu yapılıyor.

Kissinger “ABD, bugün yaşanan siyasi bölünmenin gölgesinde, salgının yayılmasından kaynaklanan uluslararası boyut ve küresel ölçekte benzeri görülmemiş engellerin üstesinden gelmek için etkili ve vizyon sahibi bir hükümete ihtiyaç duymaktadır.” dedi. “Etkili ve vizyon sahibi bir hükümet”…?

Kissinger, dünya liderlerinin salgının neden olduğu krizle tamamen ulusal düzeyde uğraştıklarına, bununla birlikte acilen “Korona sonrası düzene geçmek için paralel bir proje başlatmak” zorunda olduklarına vurgu yaptı.

Liberal küresel düzenin ilkelerinin korunması ve bu işin liderliğinin de ABD tarafından yapılması gerektiğini söyleyen Kissinger “Bugün dünya liderlerinin karşılaştığı tarihsel zorluk, aynı anda hem krizi yönetmek ve hem de geleceği inşa etmektir. Gerçek şu ki bu mücadeledeki başarısızlık dünyayı tutuşturabilir.” diyerek küresel liberalist/kapitalist sistemin geleceğini tehdit eden bir değişime işaret ediyor. Şüphesiz Kissinger’ın “dünyayı tutuşturmasından” endişe ettiği değişim, korona salgınının yıkıcı etkisinden daha ziyade küresel kapitalist sistemin karşısına çıkacak ve onun varlığına son verecek yeni bir dünya düzenidir.

Pandeminin, ABD’nin dünyanın lideri olduğu gerçeğinin bir kez daha sorgulanmasını sağladığı muhakkak. Mortgage krizinin bugüne ulaşan etkisi, Afganistan’da Taliban karşısında verilen ciddi askerî ve ekonomik zayiat, Suriye’de verilen savaşın halka izah edilemeyen faturası ve tüm bunların üzerine bir de korona pandemisinin Amerikan halkında oluşturduğu ekonomik, sosyal ve psikolojik etki… tüm bunlar, Trump’ın yeniden başkan seçilmesinin önünde ciddi bir engel olarak duruyor.

Peki, mesele Amerikan başkanlık seçimleri kadar lokalize edilecek bir seviyede mi? tabii ki değil! Durum, Trump’ın başkanlığından ziyade Amerika’nın bayraktarlığını yaptığı kapitalizmin geleceği ile direkt alakalı bir durum. “Amerikan rüyası” diye tabir edilen özgürlük mefhumunun ciddi yara aldığı bir süreçten bahsediyoruz. Dünya halklarının hayallerine zerk edilen muasır medeniyetin yaşadığımız zaman diliminde nasıl tuzla buz olduğunu canlı yayınlarla 7/24 izliyor insanlar…

Uzman görüşleri ve stratejistlerin öngörüleri ışığında şunu söyleyebiliriz ki; korona pandemisi sonrası dünya, yeni bir küreselleşme tarifinin yapıldığı bir sürece doğru evrilecek. İnsanlar, küreselleşme ile âdeta ülke sınırlarının kalktığı ve “küçük bir köy” hâlini alan dünyanın devletlerarasındaki “geçirgenliğin” zararını gördüklerinden belli bir süre küreselleşme noktasında çekingen davranacaklardır. Zira Çin’in bir kentinde çıkan virüsün dünyanın tamamını etkisi altına alması, sütten dili yanan insanların yoğurdu üfleyerek yiyeceği anlamına geliyor, ister istemez.

Süreç, küreselleşmenin sorgulanması yanında kapitalizmin de ciddi bir muhakemeye tâbi tutulacağı bir doğrultuda seyrediyor. Her ne kadar ulus devlet anlayışı küreselleşme karşısında bir alternatif gibi dursa da korona ile mücadelede verilemeyen sınav sonrasında ulus devletler de hanelerinde eksi bir not gördüler. 

Korku ve panik havasının, ruh hâllerine yaptığı olumsuz baskıyı görüp, bilip yaşayan insanlar, devletlerinin kendilerine nasıl da işe yaramaz bir paçavra muamelesi yaptığını da müşahede etti bu süreçte… Mültecileri, göçmenleri, “ötekileri” geçtik; kendi asli vatandaşına bile kıymet vermeyen bir Batı var şu an insanlığın karşısında! Salgınla birlikte sağlık sistemindeki tıkanıklık gün yüzüne çıkmış, insanın ücretsiz karşılanması gereken tedavi hakkı bu süreçte bile “çağdaş” devletlerce ücret mukabili sağlanmıştır(!); sağlanabildiği kadar… Üstüne üstlük insanların bireysel özgürlük alanları ciddi manada kısıtlanmış ve sosyal hayata da belli bir “mesafe” zorunluluğu getirilmiştir.

Devletlerin yönetim anlayışlarında da esaslı birtakım değişiklikler yaşanmış, Batılı toplumlarca kutsal addedilen özgürlük anlayışı, ciddi manada törpülenerek daha otokratik bir yönetim hüküm sürmüştür. Korona sonrası süreçte de böylesi bir yönetim anlayışının devam etmesi mümkün görünmektedir. Zira korona öncesi süreçte herhangi bir sınırlandırmaya tâbi tutulmayan özgürlük anlayışının, toplum hayatında ve dünya genelinde çok ciddi travmalara sebebiyet verdiği açıkça görüldü. Özgürlüğü kanıksamış ve hayatının vazgeçilmezi addetmiş toplumlarda özgürlükten mütevellit hırs, ihtiras ve sapkınlıklar, sadece Batılı toplumları ifsat etmekle kalmamış yansımaları tüm dünyayı etkiler olmuştur. Ancak yöneticileri bu sapkınlıklardan daha ziyade insanlardaki arayış tedirgin edecektir. Halklarda uyanacak hesap sorma bilinci ve hak talepleri yöneticilerin hareket alanını kısıtlayacak, onları yönetimde daha baskıcı bir tutum benimsemeye itecektir. Halkın baskısı yöneticileri, yöneticilerin baskısı da halkı tetikleyecektir.

Korona sonrası süreçte; devletlerinin yetersiz kalmasını, can ve mal emniyetini sağlayamamasını sorgulayan halkların yönetimlere karşı bir başkaldırıya kalkışması, ciddi sokak eylemleriyle yöneticilerini protesto etmeleri sürecin getirisi olarak karşımıza çıkabilir. Bu karşılıklı baskılama ise insanları siyasal sistem bağlamında başka alternatifler aramaya sevk edecektir.

Yine bu dönemde Avrupa Birliği’nde ciddi bir kırılma ve dağılma gözlenmesi de mümkün. “Birlik”ten daha ziyade birbirlerinin düşmanı gibi davranan AB devletlerini korona musibeti birleştiremediği gibi aksine onların kalplerindeki dağınıklığı tüm dünyaya göstermiş oldu.

[تَحْسَبُهُمْ جَم۪يعًا وَقُلُوبُهُمْ شَتّٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَعْقِلُونَۚ] “Sen onları derli toplu sanırsın, hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Böyledir, çünkü onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.”[4]

Aynı şekilde BM, NATO, IMF gibi birlik ve kurumlar hakkında da bir sorgulama olacağı muhakkak. Zira toplumların ve devletlerin sıkıntılı anlarında kendilerine güvenecekleri ve destek görecekleri uluslararası oluşumlar olarak varlık gösteren bu kurumlar, korona sürecinde kendilerinden bekleneni veremediler maalesef. Koronanın ortaya çıkardığı hakikatle anlaşıldı ki bu kurumların varlık sebepleri Amerika’nın âli menfaatleri minvalinde hareket etmek, ABD’nin sömürü politikasına hizmet etmektir.

Velhâsıl; inşaAllah önümüzdeki koronasız günlerde insanlık ciddi bir yol ayrımına girecek ve hem kendi ulus devletlerini hem toplum ve devletleri üzerinde hüküm süren uluslararası kurumları ciddi bir muhasebeye tâbi tutacaktır. Bu süreçte küresel liberalist/kapitalist sistemin alternatifi olarak zamana hitap edecek global bir sistem dünya halklarının karşısına çıkarılmadığı müddetçe insanların yapacağı muhasebe, maalesef yapması gereken etkiyi yapamayacaktır.

O hâlde Müslümanlar, ideolojik arayış içerisine girmiş insanlığın karşısına İslâm’ı, kapsamlı ve kuşatıcı bir şekilde çıkarmalı ve O’nun insanın, hayatın ve kâinatın kendisiyle sükûn bulacağı bir hayat nizamı olduğunu en yüksek perdeden haykırmalıdır. Aksi hâlde hem Müslümanların hem de diğer tüm insanların kokuşmuş kapitalist nizamdan ve onun şekillendirdiği sapkın, acımasız ve zalim yöneticilerden, devletlerden kurtulması mümkün olmayacaktır!


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz