RASÛL’Ü ANLAMAK VE YAŞAMAK!

Mustafa Küçük

“Andolsun, Allah’ın Resûlü’nde sizin için; Allah’a ve Ahiret Günü’ne kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[1]

 

Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;

Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi! 

Bir nefhada kurtardı insanlığı o ma'sum, 

Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi! 

Âlemlere, rahmetti, evet, Şer'î mübîni, 

Şehbâlini adl isteyenin yurduna gerdi.  ( M.Akif Ersoy)

Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in gönderiliş nedeni şirk ve zulmetin hüküm sürdüğü dünyaya son verip tevhidin hüküm sürdüğü bir dünya kurmaktı. Yeni bir dünya kurmanın ancak siyasi egemenlikle gerçekleşip kemale ereceğinden kuşku yoktur. Siyasi egemenliğin hükmettiği toplum ve üzerinde yaşadığı coğrafyanın birlikte devlet kelimesine karşılık geldiği açıktır. Bu durum insanın fıtraten medeni/sosyal bir varlık olduğu gerçeği ile örtüşmektedir. Buna göre Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in siretini/yürüyüşünü/hayatını İslâm Devleti’nin kuruluş yürüyüşü olduğu bilinciyle etüt etmeden Rasûl’ü anlamanın mümkün olamayacağı bilinmelidir. İşte bu bilinçle bu makalede bir nebze de olsa Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i anlamaya çalışacağım.

Hz. İsa Aleyhi’s Selam’ın doğumunun üzerinden takriben 570 yıl geçmişti. Allah Celle Celâlehû’nun gönderdiği Tevrat ve Zebur Yahudi ve Hıristiyan din adamları tarafından tahrif edilmiş, insanlık koyu bir cehaletin içine gömülüp kalmıştı. Karanlıklar içinde yüzen insanlığın yeniden bir ilahi ışığa, bir ilahi nura ihtiyacı vardı. Uzun bir fetret döneminden sonra Sünnetullah hükmünü icra etti. Hatem-ül Enbiya Muhammed Mustafa Aleyhi’s Salatu ve’s Selam İslâm nuruyla gönderildi.

Rabbu’l Âlemin yeryüzünün bütün medeniyetlerini kıskandıran bir kelime ile O’nun Risaletini ilan etmişti.اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ “Yaratan Rabbinin adıyla oku!”[2] Oku! Sana indirilen vahyi oku! Kendini oku! Kâinat kitabını oku! Kendin için oku! Ailen için, aşiretin için oku! Ve bütün bir insanlık için oku! Bütün okumalarını yaratan Rabbin adına yap. Bütün okumalarını mana-yı ismiyle değil, mana-yı harfi ile yap.

Ardından birkaç vahiy ifadesi daha indi:

قُمْ فَأَنذِرْ وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ وَثِيَابَكَ فَطَهِّرْ وَالرُّجْزَ فَاهْجُرْ وَلَا تَمْنُن تَسْتَكْثِرُ وَلِرَبِّكَ فَاصْبِرْ

“Kalk da uyar, Rabbini yücelt. Elbiseni temiz tut, kötü şeylerden uzak dur, yaptığın iyiliği başa kakma, Rabbin için sabret.”[3]

Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem  لَا اِلَهَ اِلَّا الله مُحَمَّدُ الرَّسُولُ الله “Allah'tan başka İlah yoktur. Muhammed (SallAllahu Aleyhi ve Sellem) Allah'ın Elçisidir.” şeklinde ifadesini bulan Kelime-i Tevhid’i davetine temel yaptı. Bu ifadeler Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bütün bir insanlığa seslenmesini emretmekle birlikte inmekte olan nurun maddî, manevi, soyut, somut bütün bir hayatı kuşattığını ilan etmekteydi. İtikat ve muamelata dair her ne varsa inen vahiy ifadelerinin kapsam alanında idi. Bireysel, ailevi, toplumsal, hayata dair ne varsa düzene sokma kuşatıcılığında ifadeler idi. Siyasi, sosyal, iktisadi, kültürel ve ahlaki olan her ne varsa hakkında hüküm vermeyi Allah ve Rasûlü’ne ait kılan bir anlayışı ortaya koymaktaydı. İman eden neye iman ettiğinin bilincinde idi. Tıpkı bunun gibi onu reddedenler de neyi reddettiklerinin farkında idiler. Nitekim onlar Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendilerinden kayıtsız şartsız bir teslimiyet istediğinin bilincinde idiler. Dahası O’nun bir yönetim kurmak ve bütün kuşatıcılığıyla hayatı Allah’ın indirdikleriyle yönetmek istediğini anlamışlardı. Bu yüzden hayata hükmetmek isteyen Mekke’nin Ebu Leheb ve Ebu Cehil gibi mütrefleri[4] İslâm’ın baş düşmanı kesilmişlerdi. Nitekim O’ndan önce de yaratıcının birliğinden bahseden Kuss bin Saide gibi hanifler olmuştu. Ancak onlar bu kadar tepki toplamamışlardı. Zira onlar hayata dair her şeyi Allah’a ait kılan, Kelime-i Tevhid kuşatıcılığından yoksun idiler.

فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ

 “Artık emrolunduğun şeyi kafalarını çatlatırcasına anlat ve müşriklerden yüz çevir.”[5] düsturu üzerine devam ettiği on yıllık bir fikrî davet ve kültürlendirme evresinden sonra Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem Rabbinden aldığı bir direktif ile nusret talebine yöneldi. Nitekim Ali RadiyAllahu Anh şöyle buyurmaktadır:

“Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e:  وَقُل رَّبِّ أَدْخِلْنِي مُدْخَلَ صِدْقٍ وَأَخْرِجْنِي مُخْرَجَ صِدْقٍ وَاجْعَل لِّي مِن لَّدُنكَ سُلْطَانًا نَّصِيرًا “De ki: Rabbim! Gireceğim yere doğrulukla girmemi sağla. Çıkacağım yerden de beni doğrulukla çıkar. Katından bana yardımcı bir kuvvet ver.”[6]  ayeti inzal olunca O, bundan böyle sadece İslâm’a davet etmekle yetinmedi. Bir de varsa ellerindeki gücü de kayıtsız şartsız kendisine teslim etmelerini talep etmeye başladı.”

İbni İshak ve İbni Sa’d gibi ilk dönem siyer kitaplarında geçtiği üzere Rasûl SallAllahu Aleyhi ve SellemRabbinden aldığı emir üzere onlarca kabile reisi ile siyasi temas gerçekleştirdi. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu aşamada gerçekleştirdiği temaslar esnasında gerçekleşen diyalogların içeriğinin yönetim endeksli olması bu bakımdan ilgi çekicidir. Taif yolculuğunun da bu bağlamda gerçekleşen bir girişim olduğu açıktır. Nihayet I. Akabe görüşmesinin ardından Mus’ab RadiyAllahu Anh’ın Medine’ye gönderilmesiyle İslâm hayata hükmedeceği yeri keşfetmiş oluyordu. Bir sene zarfında Medinelilerin gönlü İslâm’a açıldı. İslâm’ın girmediği ev kalmadı. II. Akabe Biatı’nda Ensar’ın Rasûl’ün şahsında İslâm’ın izzet ve şerefini koruyup kollayacaklarına söz vermeleri üzerine, Rasûl’ün işaretiyle Sahabeler bir bir Medine’ye hicrete koyuldular. Böylece Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de on iki yıl boyunca yetiştirdiği bürokratları devletin askerî gücü olan Ensar ile buluşturmuş oldu. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in de Medine’ye hicret etmesiyle bu süreç tamamlandı. Ardından sınırlar çizilip nüfus sayımını gerçekleştirdi. Dahası Medine’yi düşmanlardan korumanın tedbirlerini de aldı. Böylece İslâm Devleti’ni bil fiil kurmuş oluyordu.

İslâm ahkâmının tatbik edilmesiyle rahmet toplumsal bir boyut kazanmıştı. Nitekim insanlar fevç fevç İslâm’a girmeye başladılar.

Diğer taraftan Mekke ve çevresindeki müşriklerin İslâm’a açtıkları savaş ve Medineli Yahudilerin çıkardığı fitneler, karşı hamlelerle püskürtüldü. Ardından fetihler başladı ve birinci nesil İstanbul’un kapılarına dayandı. Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kurduğu İslâm Devleti on üç asır bil fiil hüküm sürdü. O’nun kurduğu devletin gerçekleştirdiği adalet, ilim, irfan ve kültür hamleleri ve bunların hayata yansımaları bu dünyanın en değerli varlıkları olmaya devam etmektedir.

İslâm’ın asırlar boyu süren hâkimiyeti büyük küfür güçlerinin içerdeki işbirlikçileriyle birlikte tezgâhladığı, biri ruhbanlık diğeri laiklik olmak üzere iki uç akımla sonlandırıldı.

İslâm’ın bugün yeniden ayağa kalkmak için seri hamleler gerçekleştirdiği inkâr edilemez. Yüzyıl önce birbirini besleyen ruhani ve laik düşüncelerle İslâm’ı hayattan koparmayı başaran güç, bugün aynı bâtıl inançlarla ayağa kalkmasını engellemeye çalışmaktadır. Dahası sahih olan İslâm düşüncesine aşırı yaftasını vurup, laik ve ruhani düşünceleri destekleyerek bunu yapmaktadır. Müslümanları ya ruhani yelpazeye sürükleyerek hayattan koparmakta ya da onları demokratlaştırarak dünyevileştirmektedir.

Hâlbuki Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem ne ruhani bir din ve ne de laik bir düşünce ile geldi. O mana ile maddeyi birbirinden ayırmayan İslâm nuruyla geldi. Bugün O SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i ve getirdiklerini Batı düşüncesinin etkisinden uzak, aslına uygun olarak anlamaya ne kadar da muhtacız.  O’nun kurduğudevletin yeniden bize kalkan olmasına ne kadarda ihtiyacımız var!

İslâm coğrafyası üzerinde Müslüman halkları ve ona tâbi olmak isteyen halkları yönetmek üzere Râşidî Hilâfet Devleti’nde Rasûl SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Halife olacak yiğitleri yeniden seçmeye ne kadar da muhtacız!

Essalatu vesselamu aleyke ya Rasûlullah!

 

[1] Ahzab Suresi 21    

[2] Alak Suresi 1

[3] Müdessir Suresi 2-7

[4] Mütref: Refah ve Nimet ehli

[5] Hicr Suresi 94

[6] İsra Suresi 80


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz