HASBİHÂL ADABI VE DİKKAT EDİLMESİ GEREKENLER

Murat Savaş

İslâm tarihinde Sahabe, Tabiîn, Tabei’t Tabiîn ve günümüze kadar uzanan davet çalışmalarında sürekli bazı kişiler ön saflarda olmuş ve yaptıklarıyla insanların kendilerine gıpta ile bakmalarına sebep olmuştur. Bu insanlar dost insanların sevgi ve dostluklarını kazanırken aynı zamanda kâfirlerin ve kâfirlere uşaklık eden hainlerin de düşmanlık ve nefretlerini üzerlerine celp etmişlerdir. Öncü insanların İslâm tarihinde maruz kaldıkları musibetler malumunuzdur. Öncü insanların en önemli dönemi şüphesiz Sahabeler dönemidir. Ancak bu dönemin de devletsiz oldukları Mekke dönemi daha çok fedakârlıkların, maldan, candan ve ehlinden feragat etmenin yaşandığı dönemdir. Zira bu dönem İslâm’a girenler için Allah’tan başka dayanılacak hiçbir eman ve güvencenin olmadığı dönemdir. Çünkü insanları kula kullukta Allah’a kulluğa davetin metodu olan İslâm Devlet’i bu dönem yoktur. Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ “İmam kalkandır, onun arkasında korunulur ve onun arkasında savaşılır.” dediği Halife henüz yoktur. İşte böyle bir dönem olan Mekke dönemi sayıları az olsa da en çok anılan ve büyük işlere büyük çabaları ile imza atmış öncülerin var olduğu dönemdir.

İsimleri ve yaptıkları malum olan Mekke Dönemi tarihte kalmış bir dönem değildir. 13 asırlık İslâm iktidarının ardından 3 Mart 1924 günü Müslümanlar İslâm Devleti’ni yitirmişler ve yeni bir Mekke dönemiyle karşı karşıya kalmışlardır. Dolayısıyla Mekke Dönemi’nde verilen mücadelenin metot olarak aynısı verilmedikçe ve Mekke Dönemi öncülerinin davette benzerleri olunmadıkça İslâm tekrar hayata hâkim kılınamaz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in siyasi bir hareket olarak üç merhaleli ve Medine’de İslâm Devlet’i ile sonuçlanan 13 yıllık nebevi hareket metodu karış karış takip edilmelidir.

Kerim kardeşlerim, yaklaşık bir asra yaklaşan bu zillet dolu dönemin ilk çeyreğinden itibaren İslâm’ı hayata hâkim kılma çalışmaları başlamış ve az da olsa doğru metodu keşfedip üzerinde yürüyen hareketler de olmuştur.

Müslümanlar süreç içerisinde iyice olgunlaşan bu metodu anlamaya ve takip etmeye başlamışlardır. İşte bu anlayış İslâm’ı hayata hâkim kılmak için mücadele eden siyasi bir partinin ete kemiğe bürünmesine ve kamuoyunda hissedilmesine sebep olmuştur. Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya hamd-u senalar olsun ki artık böyle bir hareket ve kurtuluşumuzun anahtarı var. Bunun idrakinde olanlar bu yolda bu hareketle birlikte ilerliyor ve her geçen gün varlığını hissettiriyorlar. İslâm Ümmeti’ne İslâm ile liderlik etmek için var olan bu harekette de şüphesiz ilk seferinde olduğu gibi bazı kişiler barizleşmekte ve yaptıklarıyla ön planda olmaktadır. Bu kişiler İslâm Ümmeti’nin teveccühünü kazandığı gibi kendi yol arkadaşlarının da teveccüh ve sevgisini kazanıyorlar. Kimileri hain yöneticilere uzatıp kendilerini cezaevine götüren bir mektup ile kimileri küfür hükümleriyle hükmeden mahkemelerin hâkimlerine söylediği bir söz ile kimileri de zindan köşelerini medrese-i Yusufiye’ye çevirmesi ile davet arkadaşlarının sempatisini kazanıyor. Bazıları Allah’ın lütfu ile insan hayrete düşürecek başarılara imza atarak, bazıları şehadete varan işkencelere tahammül ve sabrederek bazıları da hak sözü medya önünde kamuoyuna haykırarak gösterdiği cesaret ile hepimizin takdirini celp ediyor. Öncü olmak bazen binlerce insanı etkileyen hitabet ile bazen dakik ve derin siyasi analizi ihtiva eden bir makale ile bazen de hikmet dolu alınan bir karar ile kendini gösteriyor.

Örneklerini daha da çoğaltabileceğimiz öncülük emareleri gösteren büyük ve küçüklerimiz doğal olarak hepimizin sevgi ve gıptasını celp ediyor. Doğal olarak da bu sevgi o insanlar ile hasbihâl etme ve onlarla daha çok vakit geçirme isteğini beraberinde getiriyor. Kim istemez ki böyle örnek bir İslâm şahsiyeti ile uzun uzun hasbihâl etmeyi, onun dizinin dibinde oturmayı ve onu misafir etmeyi ya da ona misafir olmayı? Kim istemez ki herkesin gıpta ettiği bir insanla karşılaştığında onunla uzun uzun sohbet etmeyi, onunla resim çektirmeyi ya da ona sorular sorup güzel cevaplarını dinlemeyi?

Ancak son derece masum ve doğal olan bu istek beraberinde bazı sorunları da getiriyor. Bu öncü şahsiyetler ile planlı ya da tesadüfî karşılaştığımızda onunla hasbihâl etmenin süresi, boyutu ve konusu ne olmalı, ne kadar onu dinlemeli ne kadar biz konuşmalıyız? Şüphesiz ki her konuda olduğu gibi bu konuda da bağlanmamız gereken bazı ölçüler ve kaideler var. En ufak ve basit konularda dahi şifa ve rahmet olarak çözümler getiren İslâm’ın bu konuyu es geçtiğini zannetsek bile hakikat öyle değildir. Belki ölçülü olunması aklımıza gelmeyecek kadar masum bir istek olduğundan dolayı, belki kendimiz açısından bir sıkıntı görmediğimizden dolayı ve belki de kardeşimize olan sevgi ve samimiyetimizden dolayı gözden kaçırdığımız bu konuda da İslâm’ın hükümleri mevcut.

Şimdi hep birlikte dört alt başlık altında kısa kısa çözümünü inceleyeceğimiz bu konunun şer’î ve aklî gerekliliğine geçeceğim ancak öncelikle herkesin bunun çözüme muhtaç bir sorun olduğunu iyice anlaması ve kabul etmesi gerekiyor. Evet, bu bir sorundur, hem de büyük bir sorun. Bilinmesi gerekir ki davette öncü olan bu insanlar plansız, gelişi güzelhareket eden ve saatlerce boş vakti olan insanlar değildir. Zaten plansız, gelişigüzel hareket eden ve saatlerce boş vakti olan insanlar davette öncü olamazlar. Yaptıkları fedakârlık, elde ettikleri başarı ve üretken olmaları kendilerini barizleştirmiştir. Takdir edersiniz ki bu şeyler emek harcamayı, bu işlere vakit ayırmayı ve ön hazırlık yapmayı gerektirir. Bizim sadece işin takdim edilme boyutunu görmemiz son derece normaldir ancak bu işler sanıldığı gibi sadece herkesin gördüğü şeklinden ibaret değildir. Belki de bizim gördüğümüz bu şey uzun bir çalışmanın sadece son ve takdim edilen kısmıdır. Örneğin bir yöneticinin sadece bizim gördüğümüz kararlar alma kısmı esasında işin en kolay kısmıdır. Zira bir yöneticinin bir konuda karar alması öncelikle o şey hakkında araştırma yapmasını, üzerinde tefekkür etmesini, önceden planlar hazırlamasını ve aldığı kararların takip edilmesini gerektirir. Örneğin konferanslar veren bir yazarın verdiği konferans uzun ve meşakkatli bir işin sadece son ve pişirilmiş hâlidir. Böyle bir kimsenin ne kadar âlim olursa olsun önceden hazırlanması, araştırma yapması, kitaplar okuması ve en güzel neticeyi alabilmek için daha farklı birçok emek harcaması gerekir ve hakeza…

Bu durumun bir emsaline Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in döneminde de rastlıyoruz. Doğal ve şer’î olarak Ashap Peygamber efendimizi çok seviyorlar ve bu sevginin gereği olarak da O’nu korudukları, O’na itaat ettikleri ve müşkül meselelerin çözümü için O’na müracaat ettikleri gibi, O’nunla vakit geçirmek, O’na bakmak ve hasbihâl etmek için yanında olmak istiyorlardı. Zira Allah Cellet Kudretuhu şöyle buyuruyordu:

قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ

“De ki: Babalarınız, oğullarınız, eşleriniz, hısım akrabanız, kesata uğramasından korktuğunuz ticaretiniz, hoşlandığınız meskenleriniz eğer size Allah’tan, Rasulü’nden ve Allah yolunda cihat etmekten daha sevimli ise artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin.” (Tevbe 24) Ve şöyle buyuruyordu; “Nebi, mü’minlere nefislerinden daha yakındır…” (Ahzab 6) Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem de kendisini sevmeyle alakalı şöyle buyurmuştur:

“Sizden birisi beni annesinden, babasından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe tam iman etmiş olmaz.” (Buhari)

Sahabeler işte bu ve benzeri naslar gereği Rasulullah efendimizi sevmişler ve onu korumak için her şeyi yapmışlardır. Uhud Savaşı’nda efendimizi arkasından vurmaya çalışan bir müşriğin darbelerine vücudunu siper edip şehit olan Semmas b. Osman el Mahsumi değil miydi? Yine Uhud Savaşı’nda keskin nişancının attığı oklara Rasul efendimizi korumak için elleriyle engel olan ve bu yüzden elleri felç olan Talha b. Ubeydullah değil miydi?

Yine Sahabeler Rasulullah efendimizin Mescid-i Nebevi’de kamuya açık sohbetlerinde bulunmasının dışında O’nunla özel görüşmek ve O’nu ziyaret etmek istiyorlardı. Ancak bu durum efendimize sıkıntı veriyordu. Çünkü her insan gibi O’nun da dinlenmesi, ailesiyle vakit geçirmesi ya da yönettiği devlet işleriyle alakalı planlar ve hesaplar yapması söz konusudur. Zira efendimiz sadece ruhani boyutta bir peygamber değil aynı zamanda devlet yönetiminde bulunan siyasi bir lider, sorumlulukları olan bir baba ve eşti. Her ne kadar efendimiz bu sıkıntısını ahlakından dolayı dile getiremese de Allah Subhanehu ve Teâlâ bu sıkıntıya işaret ediyordu.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا نَاجَيْتُمُ الرَّسُولَ فَقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيْ نَجْوَاكُمْ صَدَقَةً

“Ey iman edenler, Nebi ile gizli (özel) konuştuğunuz zaman, gizli konuşmanızdan önce bir sadaka verin…” (Mücadele 12) Her ne kadar bu ayeti kerime nasih olsa da Rasul efendimizin lüzumsuz şeyler için değerli vaktini almanın yanlışlığına dikkatlerimizi celp ediyor.

Yine şu ayeti kerime de bu konuda oldukça açıktır:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ إِلَّا أَن يُؤْذَنَ لَكُمْ إِلَى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِرِينَ إِنَاهُ وَلَكِنْ إِذَا دُعِيتُمْ فَادْخُلُوا فَإِذَا طَعِمْتُمْ فَانتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِسِينَ لِحَدِيثٍ إِنَّ ذَلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْيِي مِنكُمْ وَاللَّهُ لَا يَسْتَحْيِي

“Ey iman edenler! Peygamber'in evlerine, yemeğe çağırılmaksızın vakitli vakitsiz girmeyin; fakat davet edilseniz girin ve yemeği yiyince dağılın. Yemekten sonra sohbet etmek için oturup kalmayın da dağılın. Bu hâliniz Nebi’yi üzüyor, O’da size bir şey söylemeye çekiniyordu. Allah gerçeği söylemekten çekinmez…” (Ahzab 53) Bu ayetin nüzul sebebi olarak Rasul efendimizin verdiği düğün yemeği sonrası Sahabelerin dağılmayıp sohbete dalmaları rivayet ediliyor. Makalemizin konusu günümüzdeki liderlerimiz ve sevdiğimiz öncü insanlar olsa da bu ayetler de zaten Peygamber efendimizi yüceltmek için inzal edilmiş değildir. Bir beşer, bir lider ve davet işlerinde en önde olan birinin vaktinin ziyan edilmesiyle ilgili birer şifadır onlar.

Şimdi yukarıdaki naslar kapsamında az önce bahsettiğim dört başlığı birlikte inceleyebiliriz.

Yöneticilik-idarecilik mevkiinde olan kişilerin planı çerçevesinde onlarla buluştuğumuzdaki tavrımız: İster İslâm Devleti olup onun yöneticileri ve idarecileri olsun, ister bir konuda seçilmiş bir emir olsun isterse İslâmî siyasi bir partinin liderliğinde olsun fark etmez bu konumda olan insanların planlayıp düzenlediği toplantılarda katılımcıların son derece disiplinli ve düşünceli hareket etmesi gerekir. Bazı kimseler bazı buluşmalarda orada kendisinden daha başka insanların da olduğu hâlde ve üstelik bu buluşmada bir yönetici bulunduğu hâlde sürekli kendisinin konuşmasını seviyor ve bunu yapıyor ne yazık ki. Hem de bu toplantıyı kendisi düzenlemediği hâlde. Kerim kardeşler davet taşıyıcısı her şeyi bilmeyebilir ancak İslâm şahsiyeti her şeyi olduğu gibi bunu da düşünmek zorundadır. Bu tür toplantıların gayesizce yapıldığını mı, yoksa iştirak eden yöneticinin söyleyecek sözü olmadığını mı zannediyoruz?

Bu tür toplantılarda söz verilmedikçe konuşulmamalı, söz verildiğinde de sözü uzatmadan kısaca konuşup sözü sahibine bırakmalıyız. Burada bulunan yöneticiye gösterilecek saygı onun kutsiyetinden değil davetin kutsiyetindendir. Yöneticinin saatlerce boş vaktinin olmadığını hatırlayarak ölçülü olunması gerekir. Sonuçta bu buluşmayı planlayan kişinin bir planı, bir gayesi ve bir derdi var ki bu iş gerçekleşti.

Bu tür toplantılarda dikkat edilecek bir diğer husus da program bittiğinde müsaade varsa hemen çıkılması ve gereksiz oturup kalınmamasıdır. Allah için sevdiğimiz insanlardan Allah için ayrılmasını da bilmemiz gerekiyor. Umulur ki Allah bizleri Cenneti’nde cem eder…

Yönetici ya da ilmiyle öncülerden olan kişilerle tesadüfî karşılaşmalarda tavrımız: Böyle durumlarda yine bu insanın boş vaktinin olmadığını ve plan ve çalışmaları olduğunu düşünerek kısa bir selamlaşma ve hâl hatır sorduktan sonra eğer o kişinin ısrarı olmazsa hemen müsaade istenmeli ve kardeşimizi kendi haline bırakmalıyız. Ona bir çay ya da yemek ısmarlamak güzel bir şeydir ancak böyle bir talebimiz olursa ve eğer o da ret ederse ısrarcı olunmaması gerekir.

Öncü insanların ziyaret edilmesindeki tavrımız: Ziyaretleşmek güzel ve Sünnet olan bir şey olmakla birlikte davet işleri haricinde bu kişiler mümkün olduğu kadar az ziyaret edilmeli, illaki ziyaret edilecekse önceden haber verilmelidir. Zira çat kapı ziyaret gerçekleştirdiğimiz zaman o kişinin önceden planladığı bir işi olabilir. Eğer ziyaret için müsaade edilmezse de darılma ve kırılma olmamalıdır. Çünkü hem davet işleri gereği böyle kimselerin fazla vakti bulunmaz hem de böyle insanları herkes ziyaret etmek isteyebilir. Bütün ziyaretleri kabul ettiğinde onun davete ayıracak hiçbir vakti kalmaz.

Öncü insanların bizleri ziyaret ettiğinde tavrımız: Böyle durumlarda önce o kişinin ziyaretten bir kastının olup olmadığı anlaşılmaya çalışılır ki eğer bir kasıt gereği ziyaretimize gelmişse sözü ona bırakıp amacına ulaşmasını sağlamalıyız. Eğer ziyaretin amacı sırf hasbihâl etmekse o zaman boş sözler değil de onun ilminden ve tecrübesinden istifade etmeye dayalı verimli konular konuşalım. Fikrî liderlik demek yönetici ve âlimlerimize saygı ve hürmet göstermeyeceğimiz anlamına gelmez. Ona ikram, hürmet ve sevgimizi ikram etmenin yanı sıra nasihatlerine kulak vermemiz, boş ve soru sormak için sorulan sorulardan uzak durmalıyız. Müsaade istediklerinde de kalması için ısrar etmemeli ve onu kendi hâline bırakmalıyız.

Son söz olarak, hepimizin bilmesi gerekir ki Sahabeler sırf Rasul Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın dizinin dibinde oturup kalmadılar ve gereği kadar sohbet, gereği kadar hasbihâl ve gereği kadar ziyaretin sonunda İslâm’ı hayata hâkim kılmak için mücadele sahasına indiler. Aynı şeyler sadece Peygamber efendimiz ile olan münasebetlerle sınırlı da değildi. İşte Saad b. Muaz, Medine’de bulunan davetin öncülerinden olan Musab b. Umeyr’in RadıyAllahu Anhuma karşısında iman ettikten sonra O’nun dizinin dibine oturup kalmıyor ve öğrendiği ve tattığı iman şerbetini kavmine de tattırmak için hemen amel sahasına iniyordu. İman edenlerin ilk sorduğu soru; “Şimdi benim ne yapmam lazım?” Selam ve dua ile…


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz