1- Cumhuriyet
öncesi dönemde, Kürt halkının Anadolu ve Kürdistan bölgesinde toplumsal ve
siyasi durumu nasıldı? Farklı birçok kavmi içerisinde barındıran Osmanlı
Hilâfet’i Kürtlere karşı negatif ayrımcılık yapmış mıdır? Osmanlı döneminde
ortaya çıkan Kürt ayaklanmaları kavmiyetçilik temelli ayaklanmalar mıdır?
Osmanlı döneminde “milliyetçilik”
akımından etkilenenler, daha çok, Batılı fikirlerle temas yoğunluğu olanlardır.
Genç Osmanlılar ve İttihat Terakki’nin elit kadrosuna bakıldığında bu görülür.
Dolayısıyla, o dönemde gündem belirleyecek güce sahip bir elit kitlesi olmayan
Kürt etnisitesinin, Batılı milliyetçilik akımından (örneğin Türk unsurlara
göre) daha az etkilendiği kanaatindeyim. Bu yüzden, Kürtlerin yoğun olarak
yaşadığı bölgelerde eğer bir itiraz veya isyan söz konusu olmuşsa bunun “milliyetçilik”
temelli olduğunu söylemek zordur.
2- Cumhuriyetin ilk
döneminde yaşanan Şeyh Said kıyamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kürt Meselesi
olarak konuşulan ve tartışılan sosyal ve siyasi olgu üzerinde bu kalkışmanın
bir etkisinin olduğunu düşünüyor musunuz? Şeyh Said kıyamını başlatan sebep
nedir? Kürtçülük müdür yoksa Hilâfet’in yıkılması mı?
Şeyh Said
Ayaklanması’nı da “milliyetçilik” temelli bir kalkışma olarak değerlendirmek
mümkün değil bence. O dönemde, Anadolu’daki birçok irili ufaklı kalkışma
girişiminde olduğu gibi, bu ayaklanmada da “dinî” hissiyatın belirleyici
olduğunu düşünüyorum.
3- Kürt Meselesi ve
terör sorunu aynı mı yoksa farklı farklı şeyler midir? Her ikisinin çıkış
noktasını değerlendirdiğinizde Kürt Meselesi ve terör sorununun kaynaklarını
hangi faktörler temelinde açıklarsınız?
“Kürt Meselesi”
denilen şey, benim nazarımda, esasen, “milliyetçilik” meselesiyle ilgilidir.
Yani eğer bir “Kürt Meselesi” varsa aynı zamanda bir “Türk Meselesi” (veya
benzeri türde başka etnik meseleler) de vardır! Dolayısıyla, burada asıl, “milliyetçilik”
ve onun doğurduğu sorunlar üzerinde durmak gerekiyor. Bu, bir nevi etki-tepki
meselesidir. Siz kendi kavmî özelliklerinizi ne kadar vurgularsanız, başka
kavimlerin de benzer hissiyatlarını depreştiriyorsunuz. Ondan sonra da
meselenin önü alınamıyor. Terör ise başka bir konudur. Milliyetçilikle
bağlantısı vardır, ama onu aşan boyutları da vardır. Zulmün derecesiyle ilgili
olabileceği gibi “dış güçler” denilen unsurla da irtibatlandırılabilir.
4- Gerek Türkiye'de
gerek İran, Irak ve Suriye gibi ülkelerde Kürt Meselesi gündeme geldiğinde,
konu sürekli olarak dış güçler ve sömürgeci devletler ile ilişkilendirilir. ABD
ve Avrupa Birliği ülkeleri ile Kürt Meselesi arasındaki ilişki sizce nedir? Bu
Batılı ülkeler neden Kürt Meselesini sürekli gündemde tutmaya çalışmaktadırlar?
Mesele bir “terör
sorununa” dönüşmüşse, dünyanın her yerinde olduğu gibi, burada da karışanı çok
olur. Bu doğaldır. Zira ulus devletlere dayalı küresel sistemde ülkelerin “çıkarları”
bu tür sorunlara müdahil olmayı meşrulaştırabiliyor. Bunu, sadece PKK için
değil, IRA ve ETA gibi örgütler için de düşünmek mümkündür. Bu türden
örgütlerin, başka ülkelerce kendi “çıkarları” doğrultusunda kullanılmak istenmesi,
şaşılacak bir husus değildir.
5- ABD’nin, PKK ve
Suriye’deki PYD-YPG gibi gruplara yüksek miktarda silah desteği sağladığı
deklare edildiği hâlde, Türkiye’nin ABD’yi müttefik olarak görmesi ya da bu
meselenin Türk-Amerika ilişkilerine bir sorun olarak yansımamasını nasıl
değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin bu çelişkiyi çıkarlar temelinde açıklamaya
çalışması sizce ilkeli bir dış politika mıdır?
Terör meselesinin
Türkiye-ABD ilişkilerinde çok büyük bir krize dönüşmemesi, esasen, “güçler
dengesi” ile ilgili bir husustur. Türkiye, ABD’nin stratejik müttefikidir ve bu
husus yarım asrı geçkin bir zamandır böyledir. Ülke yöneticilerinin bölgesel
bir mesele yüzünden bu müttefiklik ilişkisini bitirmesi, o yüzden, “zor”dur!
Yani bunun için başka bazı (ağır) bedeller ödemek gerekir. Batı ittifakına
bağlılığını ilan etmiş bir yönetimden böyle bir şeyi beklemek herhâlde mümkün
olmasa gerekir! Bunun için başka bir şey gerekir ki o da “zihniyet”
değişimidir. AK Parti’nin ilk 10 yıllık iktidarı döneminde zaten böyle bir şey
yoktu. Parti, Batı ittifakı ile tam uyum içinde çalışıyordu. Sonra konjonktür
değişti; Batı ile ilişkiler bozuldu. Fakat bu dönemde dahi, AK Parti’de bir
zihniyet değişimi olduğu söylenemez. O yüzden, NATO’dan çıkma tartışmaları
olduğunda, parti yönetimi istekli davran(a)mıyor. Çünkü bu, bedelli bir iştir!
AK Parti yönetiminin de o bedeli ödeme lüksü/cesareti yok görünüyor!
6- Terör sorunu, oy
kaygısı ve seçim kazanma planı üzerine yürütülen günlük politikalarla bugüne
kadar çözülemedi. Buna rağmen aynı yöntem ve metotlarla çözülmeye çalışılmasını
nasıl izah ediyorsunuz?
Çözüm süreci
bağlamında Ankara’da bir vakıf tarafından düzenlenen “akil adamlar”
toplantılarının birine ben de izleyici olarak katılmıştım. Orada hemen herkes
umutlu iken, bendeniz özetle, meselenin kolay çözülemeyeceğini, zira “çözüm
için asıl yapılması gerekenlerin yapılmadığını” söylemiş, gerekçe olarak da
“siyasi kaygılarla hareket edilmesini” göstermiştim. Oysa mesele, temelde,
ideolojik (ve sosyolojik) karakterlidir. Buralardan başlayarak ve özellikle de
halkın aktif rızası ve katılımı olmadan yapılacak girişimler akim kalır.
Nitekim öyle de oldu. “Siyasi” kaygılar belirleyici oldu ve 2015 Haziran
seçimlerinden sonra süreç tam tersine evrildi. Bunu öngörmek zor değildir, zor olan,
bunu dillendirmektir! Ama Türk siyasetinde öncelenen şeyler hep “çıkarlar”
olduğu için, bu deneyim de nihayetinde sonuçsuz kaldı. Meseleye hâlihazırda “terörle
mücadele” olarak bakılması, 90’lı yıllara dönüşü simgeliyor. Bu da iktidar
bloğunun siyasal amaçlarıyla ilgilidir. Meselenin bu şekilde çözülemeyeceğini
aslında herkes biliyor. Ama yapılması gerekenleri yapmak maliyetli! O nedenle,
Türk politikacıları buna cesaret edemiyor. Edermiş gibi görünenlerin de bir
süre sonra gerçek amaçları gün yüzüne çıkıyor.
7- Türkiye’deki
siyasi parti, sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderlerinin Kürt Meselesi ve
terör sorununun çözümünde üstlenmesi gereken rol nedir? Neler Yapılmalı?
“Kürt Meselesi”
olarak ifade edilen sorun, kanaatimce, önce, “ideolojik” açıdan çözülmeli. Yani
meselenin fikrî boyutu belirleyicidir. Kimlik meselesine etnisite temelinden
bakıldığında, bir çözüm olması bence imkânsız. Bu noktada olabilecek maksimum
şey, Kürt coğrafyasında da bir ulus-devletin kurulmasıdır. Diyelim ki böyle bir
devlet kuruldu. Mesele çözülmüş mü olacak? Hayır, daha da katmerli hâle
gelecek! Çünkü ulus devletlere bir tane daha eklenmesi demek, birbiriyle telif
edilemez “ulusal çıkarların” çoğalması demektir. Bu da kaçınılmaz biçimde “çatışma”
ihtimalini artırır. O yüzden, (daha önceki bir yazımda da ifade ettiğim gibi),
Kürtlerin bu işleri bırakması, akıllarını başlarına alması gerekiyor. Tabii
Türklerin de! Yeni bir ulus devlet kurmanın kimseye yararı yoktur. Çözüm, “ortak
idealler” etrafında birleşmektir. Peki, Türkler ve Kürtler arasında “ortak
ideal” var mı? Tabii ki var, İslâm! Her iki kavim de büyük ölçüde “Müslüman”dır.
Ama sorun, bu Müslümanlığın “geleneksel” olması, “kimlik” belirleyeni olmaktan
çıkmış olmasıdır. Eğer Müslümanlık, bu iki kavmin kimliğinin belirleyeni hâline
gelmiş olsa, bence bu sorun kendiliğinden çözülür! Burada devletlerin, siyasi
partilerin veya sivil toplum örgütlerinin bence yapabileceği fazla bir şey yok!
Çünkü bunların hikmet-i vücudu, büyük ölçüde, sorunu “etnisite” temelinde
görmekle alakalı. “Kanaat önderleri” kim bilmiyorum ama eğer bunlar, bu veya
başka konularda bir “fikri olan” kişiler ise bu önderlerin çözümde daha etkili
olabileceği söylenebilir. Çünkü her şey fikirle başlar. Mesele önce akıllarda
ve kalplerde çözülecek. Yani insanlar çözüme ikna edilmeli. Aksi hâlde, siyasal
girişimler sonuçsuz kalır. Bu ise ancak, insanların kalplerini ılıştıracak,
ısıtacak çabalarla mümkün olur. Kürdü, Türkü, Çerkezi, Lazı, vs. birbirine
nasıl ısındırabilirsiniz? Üstelik ayrıştırıcı “milliyetçilik” akımının zararlı
etkilerine hâlâ açıklar iken? Bunu ancak İslâm başarabilir. Bu kavimlerin ortak
paydası İslâm’dır. Eğer Müslüman coğrafyasında yaşayan kavimler, İslâmi açıdan “bilinç”
kazanabilseler, bu (ve benzeri) birçok meseleyi kolaylıkla çözerler. Benim
kanaatim ve inancım bu yönde.
8- Erken seçim ya
da 2023 için ittifaklar üzerinden Kürt Meselesinin gündeme taşınması çözüme
katkı sunabilir mi?
Erken seçim veya
2023 yılında yapılacak seçimler temelinde meseleye çözüm aramak, baştan yanlış
zaten. Bu, “siyasi” çıkarın yine belirleyici olması demek. Birbiriyle
uzlaşamayan siyasi tarafların olduğu bir vasatta, siyasi çıkar gütmek,
birleştirici değil ayrıştırıcı bir şeydir! Akıl var, mantık var. O nedenle,
eğer mesele yine bu bağlamda ele alınırsa bir çözüm olması bence zor.
9- Kürt Meselesinin
sizce HDP ve terör sorunu üzerinden konuşulması doğru mudur? HDP Müslüman Kürt
halkını ne kadar temsil ediyor?
HDP, Türkiye
coğrafyasında yaşayan Kürtlerin belirli bir bölümünün desteğini almış bir
parti. PKK ile irtibatlı veya iltisaklı mı? Eğer “resmî” açıdan bakılırsa,
değil. Zira öyle olsaydı, çoktan kapatılmış olması gerekirdi. Ama aralarında
bir “ilişki” olduğunu da herkes biliyor! HDP’nin TBMM’de bulunması, aslında
rejimin güttüğü bir politikanın gereğidir. Bence PKK’nın şiddet kartının
mutedil bir düzeyde tutulması için HDP’nin mecliste bulunmasına göz yumuluyor.
Bu bir politik tercihtir ve bütün dünyada muhalefeti absorbe etme yöntemi
olarak kullanılır. Eğer şartların değişmesi sonucu bazı ülkelerde buna da
tahammül edilemiyorsa, orada yönetici elitler radikalleşmiş demektir. Bunun
neticesi de genellikle şiddet düzeyinin artması olur. Şiddet ise şiddeti
doğurur. Bence buradan sağlıklı bir netice çıkmaz. HDP’nin Müslüman Kürt
halkını temsil edip etmemesi meselesine ise başka bir açıdan bakmak lazım.
Kanaatimce burada niyetlerle veya görüntülerle hareket etmek değil, resmî
belgeler ve beyanlar üzerinden bir değerlendirme yapmak en sağlıklı olanıdır.
Yani partinin tüzük ve programı bu konuda belirleyici olmalı. Türkiye’de
partiler, Siyasi Partiler Kanunu’na göre kurulup faaliyet gösterdikleri için,
parti tüzük ve programlarında “yasaklı” alanlara girmemeye çalışırlar. Bu
nedenle, tüzük ve programların “gerçek” amaç ve niyetleri çok fazla
yansıtmadığı da söylenebilir. Ama sonuçta, HDP’nin de diğer partiler gibi,
Batılı/modern siyasi ilkeler doğrultusunda siyaset yaptığı açıktır. Başka bir
ifadeyle, siyaset yaparken, HDP de (tıpkı diğer partiler gibi) “İslâmi gayeler”
gütmemektedir. Tüzük ve programına bakıldığında bu görülür. O hâlde, tüzük ve
programında İslâmi bir gaye gütmediğini deklare etmiş bir partinin “Müslüman
Kürt halkını temsil etmesi” nasıl mümkün olacak? Bu soru, aslında AK Parti ve
Saadet Partisi (veya benzeri diğer partiler) için de geçerlidir. Bunların tüzük
ve programında da böyle bir şey yoktur. O hâlde “muhafazakâr” tabana hitap eden
bu partilerin de “Müslüman Türk halkını temsil ettiğine” dair iddianın da
benzer şekilde sorgulanması gerekir. Tabii burada “Müslüman Türk halkı” veya “Müslüman
Kürt halkı” derken ne kast ediliyor, onun da izahı gerekiyor. Biliyoruz ki,
Müslüman dünyasındaki halkların genelinin İslâm’a dair bilgisi azdır ve
sorunludur. Başka bir deyişle, bu halklar İslâm’a “geleneksel” olarak
bağlıdırlar. İslâm, onların kimliklerinin belirleyeni olmaktan çıkalı çok
olmuştur. Hâl böyle iken, bu halkların siyasal alanda temsilcilerinin bir “İslâm
davası” gütmesi de zaten muhal olmaktadır. Sizin önce bir İslâmi talebiniz
olacak ki, siyasetçi de ona göre siyaset yapsın! Siz İslâm istemiyorsunuz, bu
konuda bir bilinciniz yok! Sonra kalkıp siyasetçiden İslâmi politikalar
gütmesini bekliyorsunuz! Bu, olabilecek bir şey değildir. O nedenle, Müslüman dünyasının
genelinde öncelikle halkların İslâmi açıdan bilinçlendirilmesi gerekir. Bu
gerçekleşmeden, siyaset alanında “İslâmi” gayeler güdülmesi mümkün olmaz. Bu
da, “Müslüman Toplumun” kurulmasının, “Müslümanca siyasetten” daha
öncelikli/önemli olduğu anlamına gelir. O nedenle, bendeniz, hâlihazırdaki
siyasi partilerin (buna HDP, AK Parti ve Saadet Partisi’nin yanı sıra, diğer
partileri de katıyorum) “geleneksel” olarak “Müslüman” olan halkların “bazı”
siyasi taleplerini karşıladıklarını, ama “İslâmi siyasetin gereklerini
karşılamadıklarını düşünüyorum. Bence önemli olan İslâmi siyasetin gerekleri
olduğu için, diğerini karşılayıp karşılamadıkları beni çok fazla
ilgilendirmiyor.
10- Kürt Meselesi
ve terör sorununun çözümünde, bugüne kadar konuşulan ve uygulanan güvenlikçi
yaklaşım, ulusçu ve kimlikçi yaklaşım, liberal ve demokratik yaklaşımları
değerlendirdiğinizde sorun ile bu yaklaşımlar arasında nasıl bir ilişki
görüyorsunuz? Soruna İslâmi bir çözümün katkısını nasıl görüyorsunuz? Bu
sorunun İslâmi çözümü nedir?
Kanaatimce, çözüm
İslâm’dadır. Son asırda ortaya çıkan “milliyetçi”, “liberal”, “demokratik”, “sosyalist”
ve diğer önerilerin işe yaramadığı, zaten, tecrübe edilerek görülmüştür.
Müslüman dünyasında hâlâ bu akımlardan medet umanlar varsa, bunun nedeni,
Müslümanların kusurlarıdır. Müslümanlar, bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye
coğrafyasında da sahici manada bir İslâmi siyaset takip edememektedirler. Bu,
öncelikle, onların “ideolojik” zaaflarından kaynaklanmaktadır. Bu noktadaki
zaaflar halledilmeden, siyaset alanında başarılı olmak mümkün değildir. O
nedenle, sorunun çözümünde, Müslümanların “İslami bilince” sahip olmaları
hayati önem taşıyor. Bu ise zaman alacak bir iştir. Bilincin kitleleşmesi kolay
olmaz. Öncelikle, düşünsel açıdan güçlü olunmalı. Sonra bu bilinç, organizasyon
gücüne dönüşecektir. Bu da yetmez; ardından “siyasal mücadele” gerekir.
Mücadelenin sonucu başarı da başarısızlık da olabilir. Fakat toplumsal tabana
dayalı siyasi mücadeleler, şartları karşıladıklarında, genel olarak başarılı
olmuşlardır. Bunu [اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى
يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ] “Bir kavim kendi nefsinde olanı değişmedikçe, Allah da
onlara verdiği nimeti değiştirmez.” [Rad Suresi 11] ayetiyle de
izah edebiliriz. Biz kendimizi değiştirirsek, Allah bizim hâlimizi de
değiştirir. Niye değiştirmesin ki?! Allah hayrı isteyene hayrı verir. Kural
budur. O yüzden, bendeniz, “Kürt Meselesi” olarak tabir edilen sorunun
çözümünün, esas itibarıyla, İslâmi açıdan bilinçlenmekle ilişkili olduğunu
düşünüyorum. Bu noktada ne kadar gelişme olursa, çözüme de o kadar yaklaşırız.
Genel bir değerlendirme yapıldığında, her geçen gün, bu açıdan “yavaş fakat
olumlu” gelişmeler olduğunu görüyoruz. Müslüman halklar, örneğin bir asır
öncesi kadar “cahil” ve “yoksul” değiller! Hâlihazırdaki değişim, “kitlesel
dönüşüm” için henüz yeterli değil ama trend devam ederse, inşallah o da
olacaktır. Önemli olan, trendin devamıdır. Bunu sağlamanın yolu ise, “düşünsel/ideolojik”
alanı beslemektir. Fikren ne kadar güçlenirsek, siyaseten de o kadar
güçleniriz. Benim çözüme dair genel önerim özetle bu.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış