“Asra, zamana andolsun ki, Gerçekten
insan, hüsrandadır. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı
tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Suresi)
Kalplerin birbirinden uzaklaştığı şu
günlerde, “mü’minler ancak kardeştir” kavlince kalplerimizi yakınlaştıran
Rabbimize hamdolsun. Rabbimizden, bildiklerimizi, söylediklerimizi ve
yaptıklarımızı hakkımızda hayırlı eylemesini niyaz ediyorum. Zamanımızı,
Allah’ın hoşnut olacağı salih amellerle doldurma izzetini bizlere vermesini,
zamanımızı, Rabbimizin hoşuna gitmeyecek münkerlere harcamaktan da bizleri
korumasını diliyorum.
Hepsi birbirinden değerli, İslâm
davasını omuzlamış, Allah’ın hükümlerini hayata hâkim kılmaya çalışan mü’min
kardeşlerim, kıymetli okuyucularımız, takipçilerimiz, Rabbimiz, Allah için
anlatmayı, Allah için dinlemeyi ve Allah için hayatımızda İslâm’ı yaşamayı
nasip etsin inşaAllah..
Makaleme başlamadan önce şunu
belirtmek isterim ki, içinde bulunduğumuz zaman diliminde, nice âlimler, nice
hocalar şu anda benim yazdığım gibi makaleler yazarak, sizin şu anda okuduğunuz
dergiye benzer dergileri okuyan Müslüman kardeşlerimize hitap ediyorlar, onlara
nasihatte bulunuyorlar. Ama ben üzülerek görüyorum ki, bu makaleler, bu
nasihatler, o dergilerde kalıyor, İslâm hayata inmiyor, hayatta yaşanmıyor.
Ben istiyorum ki, burada yazdığımız
ve sizlerle paylaştığımız konular, sadece bir makaleden ibaret kalmasın, bunu
hayatımıza indirgeyelim ve çevremizdeki insanlarla paylaşalım. Allah şimdiden
hepinizden razı olsun.
İçinde yaşadığımız hayat vakıasının
zihinlerimizde netleşmesi için biraz somutlaştırmak gerekirse, 1 metre uzunluğunda,
bir mendil genişliğinde bez parçası düşünelim. 1 metrenin, 100 cm olduğunu
hatırlayalım. Her 1 cm, 1 yıla karşılık gelsin. Yani 100 yıllık bir bez parçası
düşünüyoruz. Ortalama bir insan ömrü 75 yıldır değil mi? Bezin 25 yılını
kestik, yani 4’te 1’i gitti. Şu anda bu makaleyi okuyan okuyucularımızın
ortalama yaşının 25 yaş olduğunu varsayarsak, 75 yıllık bir parça kalan
bezimizin 3’te 1’i daha gitti. Kaldı 50 yıl. Bunun da ortalama 3’te 1’inin
uyuyarak geçirildiğini varsayıp, bunu da kesiyoruz. Kalan zamanımızın da 5’te
2’sini nafakamızı temin etmek için çalışarak geçiriyoruz. Geriye ne kadarlık
bir bez parçası kalıyor biliyor musunuz? Cebimize koyduğumuz bir mendil kadar!
Peki soruyorum. Bu kadar kalan ömrümüzü Allah’a adamayacak mıyız?
Kardeşlerim,
Ömür geçiyor. Evet, hepimiz
biliyoruz. Hepimiz öleceğiz. Bundan 50 yıl sonra bu makaleyi okuyan çoğu kişi
hayatta olmayacak. Madem bu durum bizler için bu kadar gerçek; neden önümüzde
kalan en fazla 50 yıllık ömrü, Allah için, Allah’ın rızasını kazanmak için
harcamayalım?
İman eden insan, tüm varlığını Allah Subhanehû ve Teâlâ’ya adamıştır.
Allah’ın rızasına kavuşmak için yaşar ve yaşamının her anında, her alanında
Allah’ın kendisiyle beraber olduğunun bilincindedir. Mü’min, Allah’ın
varlığının ve kudretinin idrakinde olduğundan, yaratılma gayesini ve Rabbinin
kendisinden beklediklerini bilir. Bu nedenle de dünya hayatında gayelerin
gayesi olarak, Allah’ın razı olacağı bir kul olmayı her durum ve her koşulda
kendisine gaye edinmiştir.
Biliyoruz ki İslâm’da kulluk ve
günlük hayat asla birbirinden ayrılamaz. Namazımızı kılıp, seccademizden
ayrıldıktan sonra Allah’a kulluk bitmez. Namazlarımız dâhil, hayatımızın her
anı Allah’ın huzurunda geçer. Bu sebeple hayatımızın her anını Allah’ın
rızasına kavuşmak için yaşamamız gerekir.
Yaşlı bir insandan bu yaşına kadar
nasıl hayat sürdürdüğünü anlatması istense, yaşam serüveni muhtemelen birkaç
saatte bitecektir. Kişi, Allah’a iman etmemiş ve Allah’ın hükümlerinden yüz
çevirerek yaşamış biri ise şöyle diyecektir: “Bunca yıl yaşadım ama hiçbir
şey anlayamadım. Ailem ve çocuklarım için, para kazanmak, mal mülk edinmek
amacıyla yıllarca çalıştım. Ancak artık bir ayağım çukurda, ölüp gideceğim.
Sonra... sanırım her şey bitecek…”
Bu kişinin büyük bir yanlış
içerisinde olduğu açıktır. Düşündüğü gibi ölüm hiçbir şeyi bitirmeyecektir.
“Keşke o (ölüm
her şeyi) kesip bitirseydi.” (Hakka
27) ayetiyle de bildirildiği gibi, tam aksine ölümle her şey yeni
başlayacaktır.
Hayatının merkezine Rabbinin rızasını
almış ve O’nun rızasını kazanmak için yaşamış bir insanın sözleri ise şöyle
olacaktır: “Beni âlemlerin Rabbi Allah yarattı ve kendisine kulluk ve ibadet
etmem için dünyaya gönderdi. Ben bu imtihan ortamında hayatım boyunca sınandım.
Şimdi yaşlılık geldi ve hayatım boyunca hiç aklımdan çıkarmadığım ve hazırlık
yaptığım ölümü artık daha yakın hissediyorum. Her işimde Allah’ın rızasını
gözettiğim için de O’nun benden razı olmasını ve izniyle Cennetini ümit
ediyorum…”
Allah, mü’minlere güzel bir hayat
yaşatacağını vaadeder. O güzel hayat tatilde ya da hayatın tadını çıkararak(!)
zevk içinde geçirilen bir hayat değildir. Mü’min için güzel hayat Rabbinin
rızası için çalışarak sürdürdüğü meşakkat dolu, birçok sınav dolu fakat huzur
dolu bir hayattır. Yalnızca Allah’a kulluk eden, yalnızca O’nun rızası için
yaşayan mü’minler, ahirette de “razı olunan ve razı edilen” olacaklardır ve
sonsuz barınma yurdu Cennet’te dünya hayatında ortaya koydukları salih ameller
neticesinde sayısız nimetler onları bekliyor olacaktır.
Sınırlı ve sınırlı olmasının yanında
kısacık olan insan ömründe, bugünün tabiriyle “dolu dolu” yaşamak için ne
yapılabilir? Hepimiz mutlaka şu şerzenişleri birçok insandan duymuşuzdur “yapacak
birçok işim var, planlarım var ama, hepsini ömrü hayatıma sığdırmakta
zorlanıyorum”.
Bu noktada, zaman yönetimi konusunda
uzmanlaşmış kişilerin tavsiyeleri genel çerçevede şu yorum üzerine
toplanacaktır; “Öncelik sıralaması yapmalısın! Hangi işine daha fazla kıymet
vermen gerektiğine karar vermelisin!”
Hatta bir üniversitedeki profesörün
öğrencileriyle yaptığı deney, örnek olarak anlatılır. Şöyle ki:
Profesör sınıfa girip karşısında
duran öğrencilerine kısa bir süre baktıktan sonra kürsüye yürür, kürsünün
altından kocaman bir kavanoz çıkartır.
Sonra yine kürsünün altından bir
düzine yumruk büyüklüğünde taş alır ve taşları büyük bir dikkatle kavanozun
içine yerleştirmeye başlar. Kavanozun daha başka taş almayacağına emin olduktan
sonra öğrencilerine döner ve “bu kavanoz doldu mu?” diye sorar.
Öğrenciler hep bir ağızdan “doldu”
derler. Profesör, kürsünün altından bir kova küçük çakıl taşı çıkartır ve
kavanozun ağzından yavaş yavaş döker. Sonra kavanozu sallayarak çakılların
büyük taşların arasına yerleşmesini sağlar. Sonra bir kez daha sorar: “Doldu
mu?” Öğrenciler “dolmadı herhalde…” derler. Profesör, taş dolu
kavanoza kum ekleyip tekrar sorar: “Doldu mu?” öğrenciler “hayır”
derler. Haklısınız der profesör ve kavanozun kalan boşluklarına masasındaki
sürahiden su ekleyerek deneyi tamamlar… Öğrencilerine “bu deneyin amacı
neydi sizce?” diye sorar. Öğrencilerden biri “zamanımız ne kadar dolu
görünürse görünsün daha ayırabileceğimiz zamanımız mutlaka vardır” der.
Profesör “hayır” der ve devam eder; “bu deneyin esas anlatmak
istediği, eğer büyük taşları baştan yerleştirmezsen, küçüklerden sonra
büyüklere yer kalmaz.”
Peki, nedir bu büyük taşlar? Onları
kavanoza öncelikle koymazsak bir daha yerleştirmeye fırsat bulamayacağımız
büyük taşlar nelerdir? Bunlara nasıl karar vereceğiz?
Bu soruya, tabii ki, tüm fikirleri
kendisine dayandırdığımız, hayatımızdaki problemlerimize çözümleri kendisinden
aldığımız İslâm ideolojisine göre cevap vereceğiz.
Büyük taşları belirlemek, amellerinde
öncelik sıralaması yapmak, kıymet derecelerini sınıflandırmak için bir Müslüman
amellerinin kıymetini kendisi belirleyemez. Kendi aklına göre; “bence şu
iyidir şu kötüdür, bu güzeldir öteki çirkindir” veya “bendeki hayırdır
sendeki şerdir” diyemez. Onu tayin eden Rasulü vasıtasıyla göndermiş olduğu
şerîatı ile Allahu Teâlâ’dır. Bundan dolayı haram olan bir işte birçok bireysel
ya da toplumsal menfaat olduğu görülse bile bir Müslüman o işe değer veremez ve
o işi yapamaz.
Yine aynı minvalde, bir Müslüman,
kıymetlerin derecelendirmesini de kendisi yapamaz. Onu da Allahu Teâlâ belirlemiştir.
Mendubu farzın önüne geçiremez. Farz-ı kifayeyi, farz-ı aynın önüne geçiremez.
Farz-ı ayn olan iki husus çatışırsa onda önceliği de kendisi tayin edemez.
Allahu Teâlâ, hangisini daha eftal ve öncelikli olarak göstermiş ise onu yapar.
Onun tercih alanı mubah olan hususlardır. O alandaki tercihini de onlarda
gördüğü yararlar açısından yapar. Mubahların dışında kalan hususlarda, zamana
ve mekâna, kolaylığa zorluğa, faydaya zarara bakarak amellerinde derecelendirme
yapıp o derecelendirmeye göre tercih yapma hakkına sahip değildir.
Dolayısıyla; amellerimize Rabbimizin
belirlemiş olduğu kıymetler ve kıymet derecelendirmesine göre bir çeki-düzen
vermemiz gerekiyor ki, O’nun rızasına nail olalım. Bu çerçevede aziz İslâm
davasını, Rabbimizin ona yüklediği kıymet derecesini göz önünde bulundurarak
içtenlikle yüklenelim ve onunla ilgili büyük-küçük her işi ihsan ile yaparak ve
bu yolda sabır ve sebat ile yürüyerek Rabbimizin bize vaadettiği af ve
mağfiretine, dünya ve ahirette yardımına müstahak olalım.
Allah hepimizi, ömrünü Allah’ın
rızasına kavuşmak üzere harcayanlardan eylesin!
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış