Afrika
bölgesinin üzerinde oynanan oyunlar ve İslam ümmetinin sahip olduğu topraklar
üzerindeki sömürgeci hegemonya bir kâbus gibi ümmetin üzerine çökmüş durumda.
Hâlbuki 1783 yılında ABD henüz denizlere açılmaya başladığında, Osmanlı
sularına izinsiz girmesi hasebi ile Atlas Okyanusu’nun Cadiz açıklarında
Osmanlı gemileri tarafından ele geçirilmişti. Bu gemi, Boston limanına bağlı,
Kaptan Isaak Stevens'in idaresindeki Maria gemisi idi. Yaşadığı bu hadisenin
ardından ABD, Philadelphia limanına bağlı, Kaptan O’Brien'in Dauphin’i gönderdi
ve o da aynı akıbete uğradı. 1793 yılının Ekim ve Kasım aylarında 11 adet ABD
gemisi daha Osmanlı devletinin eline geçti. ABD, 5 Eylül 1795 yılında Osmanlı
devleti ile bir antlaşma yapmayı kabul etti. Yapılan antlaşmaya göre ABD,
Cezayir’deki esirlerin iadesi ve Cezayir sularında geçmesi karşılığında, 642
bin altın ve yılda 12 bin Osmanlı altını ödemeyi kabul etti. Böylece ABD yıllık
vergiye bağlanmış oldu. Bu, ABD’nin iki asrı aşkın tarihinde, yabancı bir dille
imzalanan tek anlaşması olduğu gibi, yabancı bir devlete vergi ödenmesini kabul
eden tek ABD belgesi olarak tarihe geçmişti.
Her ne kadar
bugün işgal ve sömürünün yaşandığı bu bölgeler tarif edilirken Ortadoğu ya da
Afrika diye ele alınsa da aslında daha önce bunlar birbirinden ayrı parçalar
değildi. Bu ismi bu bölgelere veren İngiltere’dir. Nasıl ki geçmişte Suriye veya Ürdün diye bir
devlet yoktu, Afrika bölgesinde de Mali diye bir devlet yoktu. Uzun yıllar
Afrika bölgesine “Bağımsızlık” verilmedi. Ancak 2. Dünya savaşından sonra peş
peşe “Bağımsızlık” verilmeye başlandı. Özellikle İngiltere bu konuda rahattı,
çünkü self determinasyon fikrini nasıl kullanacağını çok iyi biliyordu. Gerek
İngiltere gerekse Fransa’nın tek korkusu ABD’nin krediler yolu ile bu bölgelere
girmesi ve sömürgelerinin ellerinden çıkması endişesiydi.
Kâfir Batı’nın Afrika’ya bakışı sadece
sömürgeciliktir. Aynı zamanda Afrika, fikri olarak geri bırakılmış memleketler
topluluğudur. Afrika toprakları üzerinde ki hammaddeler, zirai ve hayvani
ürünler iki Afrika’ya yetip artacak kadar fazladır. 18. yüzyılın sonlarında ve
19. yüzyılda, sömürgeci devletler sömürmek için harekete geçtikleri zaman
savaşa konu olan yerlerden bir tanesi de Afrika Kıtası idi. Bu dönemde
sömürgeci devletlerarasında herhangi bir çatışma yaşanmadı. Çünkü her devlet
gücü nispetinde pastadan pay aldı. Bunun için sömürgeci devletlerin çoğu Afrika
içerisine yerleşti. Böylece Afrika, içerisinde İngiltere, Fransa, İspanya,
Hollanda, Almanya, İtalya, Portekiz ve Belçika’nın sömürgeleri oldu. Her zaman
olduğu gibi İngiltere burada aslan payına sahipti ondan sonra sırasıyla Fransa,
Belçika ve Portekiz vardır.
Öncelikle
Afrika bugün siyasi açıdan devletlerarası bir sorun halini almıştır. Şu anda
Avrupa ile ABD arasında sömürgeci çatışma söz konusudur. Bugün Mali’de
yaşananlar sömürgeci çatışmanın bir neticesidir. Ama tüm dünya “terörle
mücadele” edildiği yalanıyla aldatılmaktadır. Tüm dünya devletleri bunu
bilmesine rağmen süreci desteklemektedir. Şimdi Mali’de yaşanan siyasi süreci
anlamak için biraz geriye gidelim.
Fransa
Mali’de siyasi ortama hâkim bir devlet konumundadır. İki dönemdir devlet
Başkanlığı görevini yürüten Ahmedo
Toumani Toure Fransa’nın sadık adamlarındandır. 1992 yılında konulan Mali
Anayasasına göre üç dönem devlet Başkanı seçilmek yasaktır. Başkan Ahmedo Toumani Toure’nin görevinin bitmesine bir ay kala genç subaylar
tarafından askeri darbe gerçekleşmiş, gerekçe olarak ise devlet başkanının
“kuzey deki olaylar ile ilgili yetersizliği” gösterilmiştir. Aslında asıl neden
öncelikle seçimlerin engellenmesi ve ardından da Mali’de yeni bir siyasi ortamı
hazır hale getirmek için zaman kazanmaktır.
Yapılan darbeden en çok rahatsız olan ise Fransa ve İngiltere’dir. Bu
rahatsızlıklarını Güvenlik Konseyi’nde kararın çıkması için yoğunlaştırmışlar
ve nihayetinde de başarılı olmuşlardır. Tüm bu girişimler, Fransa ve İngiltere’nin Afrika’daki nüfuzlarını korumak için buna mecbur
olduğunu ve darbenin onların nüfuzunu kırmaya yönelik olduğunu göstermektedir.
İngiliz büyükelçinin darbeyi kınayan açıklamaları, Fransız Dış İşleri
Bakanı’nın Mali’ye yönelik tüm yardımların askıya alındığına yönelik
açıklamaları tüm bunlar Avrupa’nın darbeden rahatsız olduğuna işaret
etmektedir. Buna mukabil ABD’nin ise darbeyi destekler mahiyette açıklamalar yapması
ve yıllık gönderdiği yardımları iptal etmeyip 137 milyon dolarlık yardımı
göndermesi darbenin arkasında kimin olduğunu da bize göstermektedir.
Özellikle
2013’ün başlamasıyla birlikte dikkat edilirse “Terörle Savaş” manşetleri çok
daha fazla gündeme gelmeye ve kamuoyu yapılmaya başlandı. Cezayir’deki BP gaz
sahasına saldırı, özellikle İngiltere’yi çok rahatsız etmektedir. Çünkü bölgede
çok büyük emperyal planları olan İngiltere bölgeye ABD’nin girmesini hiçbir
şekilde istememektedir. Bunun için İngiltere Kuzey Afrika’yı yeni cephe hattı
olarak ilan etmektedir. İngiltere şuanda Mali işgaline destek çıkarken Cezayir
ve Libya’da ise asker sayısını artırmıştır.
İngiltere Başbakanı Cameron, Cezayir’de terörizmle savaşmak ve “bölgede
güvenliği geliştirmek” için güçlendirilmiş “askeri ortaklık” ilan etti.
Libya’da da işgal kuvvetlerini daha fazla arttırarak askeri eğitim sözü vererek
ülkenin sınırlarını güvenceye almak için destek sözü verdi.
Mali’de ki
olaylara Fransa ve İngiltere’nin bu kadar hızlı tepki vermesinin nedeni ile
alakalı isterseniz geçtiğimiz yıl yayınlanan bir İngiliz belgesine göz atalım.
Bu belge Enerji ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın yayınladığı İngiltere’nin
Enerji Güvenliği Stratejisi konulu rapordur. Belge İngiltere’nin gelecekteki enerji
güvenliğiyle ilgili nasıl bir durumda olduğunu gösteren bir belgedir. Belgede “Kuzey Denizi’ndeki fosil yakıt
rezervlerinin azalması, küresel talebin yükseldiği ve artan kaynak rekabetinin
olduğu bir zamanda İngiltere’yi artan şekilde ithalata bağımlı hale
getirmektedir.” Bu da İngiltere’yi “küresel pazarların riskleri ile baskılarına
daha fazla maruz bırakmaktadır”. (Timeturk) İşte tüm bu kan emici
kapitalist devletler, kendileri bir kriz yaşamamak için ümmetin sahip olduğu
zenginlikleri kendi zenginlikleri gibi görmekte ve diğer kapitalist devletler
ile sömürgecilik mücadelelerinde kara kıta Afrika’yı bir savaş alanına çevirmek
istemektedirler.
Mali
darbesinin akabinde Fransa büyük bir yara almış ve surda delik açılmıştır. Zira
Fransa Mali’deki siyasi nüfuzunu tekrar elde edemez ise Afrika ülkelerindeki
nüfuzu da aşamalı olarak son bulacaktır. Aynen Ortadoğu ülkelerinden kovulduğu
gibi. Bundan dolayı Mali devletinin “kendi egemenliğine” geri dönmesi için çok
ciddi bir şekilde çalışmaktadır. Bu çalışmanın neticesinde İngiltere ve Fransa
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde AFISMA
olarak adlandırılan Afrika liderliğinde uluslararası bir destek gücünün
başlangıçta bir yıllık olmak üzere Mali’de konuşlandırılmasını
onaylatmışlardır.
11 Ocak 2013 günü Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande, Fransız
Silahlı Kuvvetleri’nin, “İslamcı Silahlı Guruplara karşı olan savaşa
katılacağını” belirtmiş, Tevhid ve Ensar-ud Dîn cihad hareketlerinin
10.12.2012 tarihinde ele geçirdiği Mali’nin merkezinde bulunan Kuna şehrini
geri almak için yabancı güçler tarafından desteklenen askerî kampanya yoluyla
Mali Ordu Güçleri’ni destekleyeceğini ve onların Güneye ilerlemelerini
durduracağını vurgulamıştır. (Köklü Değişim)
ABD ise Mali
müdahalesini istemekle birlikte sessiz kalarak süreci desteklemiştir. ABD’nin
burada asıl hedefi ise Cezayir’dir. Yani Mali sorunundan hareket ederek
Cezayir’e nüfuz etmek istemektedir. Böylece sözde terörizme karşı kendisine bir
hareket noktası edinmiş olacaktır. Aynı, Talibanla mücadele etmek için kendisine
Pakistan’ı bir hareket noktası yaptığı gibi. Bundan dolayı Mali bahanesiyle
Cezayir’deki hareketlenmelerini iki katına çıkarmıştır. Yani ABD’nin burada
asıl önem verdiği ve nüfuzunu artırmak istediği ülke Cezayir’dir. Nitekim
Cezayir Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika daha önce Mali’de Siyasi çözümü
savunurken işgali onaylayan bir tutum içerisine girmiştir. Buteflika yaptığı
açıklamada “Mali’nin kuzeyindeki kriz
sebebiyle ülkesinin güvenliğinin tehlike altında” olduğunu söyledi.(Dünya
Bülteni) Tüm bu veriler bir araya geldiğinde ABD’nin gözünü kara kıta’ya dikmiş
olduğunu ve kaç kişinin ölümüne neden olursa olsun bu pastayı yıllardır sömüren
Avrupa’ya tek başına yedirmeyip aslan payının kendisine ait olduğunu
düşünmektedir.
Burada asıl
kahreden durum ise aynen Arap Birliği gibi Uluslar arası müdahaleye çağrı yapan
Afrika Birliği denilen kukla yapıdır. Yine İslam İşbirliği Teşkilatı denilen,
sözde Müslümanları temsil eden bu yapının Afrika’daki bu çatışmaya, bu işgale
onay vermesi ve desteklenmesidir.
Mali, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan İslamî beldelerden biridir. Yine
Mali, altın, fosfat, kaolin, boksit, uranyum gibi madenleri zenginlikleri olan
bir ülkedir. Dolayısıyla burada devletlerarası çatışma şiddetli bir şekilde
devam etmektedir. Zira burada sorun, ne Silahlı Gruplar sorunu nede sözde
"terörizm" sorunudur. Bilakis sorun, hummalı sömürgecilik çatışması
sorunu olup hepsi de iğrenç kapitalizmin iştahını kabartan ümmetin servetlerini
kemirmek isteyen vahşi Kapitalizm sorunudur. Dolayısıyla Fransa, Mali’de
nüfuzunu korumaktan başka bir şeye önem vermemektedir. ABD ise Mali’yi,
nüfuzunu civar ülkelere genişletmek ve buralara egemen olmak için hareket
edeceği dayanak noktası yapmak için çalışmaktadır.
Peki, tüm bu
gelişmelere Türkiye nasıl bakıyor? Nasıl bir tutum takınmıştır? Henüz
Fransa’nın hava bombardımanı gerçekleşmeden bir hafta önce beş günlük Afrika
turuna çıkan Başbakan Erdoğan ziyaret ettiği ülkelerde sömürgeci ülkeleri sert
bir dille eleştiriyordu. Başbakan konuşmasında “Biz Afrika’ya bakınca inci görmüyoruz” gibi süslü cümleler
kuruyordu. Ancak Nijer’de verdiği
demeçte Erdoğan “Bundan sonraki süreçte
de yine işbirliği içerisinde yapılacak müdahalenin şeklini de belirlemek
suretiyle bu adım atılırsa inanıyorum ki çözüm bekleyen Mali’nin imdadına
yetişmiş oluruz” diyerek operasyonu desteklemiştir. Erdoğan daha önce
ABD’nin ifade ettiği siyasi-diyalog çözümünü ifade ederken daha sonra yaptığı
açıklama da ise Uluslar arası müdahaleyi kabul eden açıklamalar yapmıştır.
Son olarak;
UNESCO’nun barış ödülü bu yıl Mali’yi işgal eden Fransız Cumhurbaşkanı Hollande
verilecekmiş. Ödül komitesinden yapılan açıklamada, jürinin, “özellikle Afrika halkıyla yaptığı
dayanışma ve Mali'ye yönelik askeri müdahale yüzünden” Hollande’ın bu yılki
ödüle layık görüldüğü bildirildi. (aa)
Bence UNESCO
bir sonraki ödülü tüm İslam beldelerindeki yöneticiler adına İslam İşbirliği
Teşkilatı’na vermelidir. Çünkü Batı İslam ümmetini bu kadar sömürmesine,
aşağılamasına, katletmesine rağmen siz yöneticiler nasıl oluyor da halkınızı bu
zillet duruma ikna ediyorsunuz, bunu nasıl başarıyorsunuz diyerek ödül
vermelidir.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış