مَا لَنَا أَلاَّ نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّهِ وَقَدْ هَدَانَا سُبُلَنَا وَلَنَصْبِرَنَّ
عَلَى مَا آذَيْتُمُونَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
“Hem bize yollarımızı dosdoğru
göstermişken, neden Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyetlere de
mutlaka sabredeceğiz. Tevekkül edenler ise, artık ancak Allah’a tevekkül
etsin.” (İbrahim
12)
Tevekkül; kayıtsız şartsız Allah’a
güvenmeyi ifade eder. Doğru bir Allah tasavvuru doğru bir tevekkül anlayışına
götürür. Doğru bir tevekkül anlayışı kişiye Allah’a kulluk yolunda bitmek
tükenmek bilmeyen bir enerji, güç ve kuvvet bahşeder. İslam’a davet yolunda,
karşılaşılması kaçınılmaz zorluklara karşı göğüs germe kudretini verir.
Ümmetin fikren inhitata düşmesi
beraberinde İslam’ın temel mefhumlarının gerçek mahiyetinden uzaklaşmasını
getirmiştir. Özellikle Hilafet’in ilgasıyla İslam’ın siyasal ve sosyal hayatı
yönetme konumunu kaybetmesi, ümmetin tarihinde bir kırılmanın yaşanmasına neden
olmuştur. Hilafet’in ardından İslam coğrafyasında kurulan ve kendilerini
İslam’a karşı konumlandıran siyasi rejimler, eğitim ve kültür politikalarını
İslam’la savaş ve temel mefhumlarını dejenere etme konsepti üzerine kurdular.
Bu siyasi, fikrî ve kültürel saldırıdan olumsuz etkilenen temel kavramlardan
biride kuşkusuz Allah’a tevekkül mefhumudur.
Sözlükte; vekil edinmek anlamına
gelen tevekkül mefhum olarak kayıtsız şartsız Allah’a güvenmeye karşılık
gelmektedir. Bu tanımdaki kayıtsız ve şartsız kelimelerinin altını özellikle
çizmek gerekir. Zira bu kelimeler; Allah Celle Celâlehû’ya güvenmenin
O’na iman ile eşzamanlı olarak ortaya çıktığını, dahası yer, zaman ve miktar
bazında iman ve güvenin arasına hiçbir rezerv, ihtiyat ve çekincenin
giremeyeceğini vurgulamak için sarf edilmişlerdir. Yani nasıl ki, Allah Celle Celâlehû mutlak manada her şeye
kadirdir, O’na iman eden kul her zaman, her yerde ve her halinde tam ve
eksiksiz bir güvenle O’na dayanır ve güvenir. İmanında şüpheye düşmediği sürece
kulun hiçbir hali onu Rabbine tam bir güvenle dayanmaktan alıkoyamaz. Nitekim
güven mercii Allah Subhanehû ve Teâlâ
olunca güvenmenin niteliğine ilişecek en ufak bir zaaf tevekkülü ortadan
kaldıracaktır. Allah Subhanehû ve Teâlâ
bizden tam bir iman, teslimiyet ve tevekkül talep ederek şöyle buyurmaktadır:
قُلْ هُوَ الرَّحْمَنُ آمَنَّا بِهِ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا…
“De ki; O, Rahman'dır. Biz, O'na
inandık ve O'na tevekkül ettik…” (Mülk 29)
Diğer bir ifadede;
وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ
“Kim Allah'a güvenirse O, ona
yeter.” (Talak 3)
diye buyrulmuştur.
Nitekim Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte tevekkülü kuşanan sahabe RadiyAllahu
Anhum İslam’a davetin getirdiği zorluklara, işkence ve boykotlara
direnmenin eşsiz örneklerini sergilediler. Sahabe-i kiram; Resul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in yakın çevresinden ve kendi kabilesinden gelen sosyal ve
fiziki baskılara nasıl sabrettiğini, daveti terk etme karşılığında vaat edilen
mevki-makam ve dünyalık tekliflerini nasıl elinin tersiyle çevirdiğini görüyor,
O’nun Rabbine olan bu kayıtsız şartsız bağlılığını örnek alarak karşılaştıkları
eza ve cefaya minnetsiz göğüs geriyorlardı. Allah Azîmü’ş Şan’ın onları karanlıklardan
aydınlığa çıkaracağına, onları yalnız bırakmayacağına, İslam’ı muhakkak hâkim
kılacağına dair inançlarında şüpheye yer yoktu.
Resul SallAllahu Aleyhi ve
Sellem işkence altında inim inim inleyen Yasir, Ammar ve Sümeyye RadiyAllahu
Anhum’ya uğrayıp; “Sabredin ey Yasir ailesi, yeriniz Cennet’tir.”
dediğinde onların imanları pekişir, azimleri katmerleşirdi. Sahabelerin o
katıksız iman ve kayıtsız şartsız tevekkülleriydi ki onları, Bedir Savaşı’nda
kendilerinden üç misli daha büyük bir orduyla savaşmaktan geri bırakmadı.
Hendek Savaşı’nda Resul SallAllahu Aleyhi ve Sellem elindeki balyoz ile
sarp kayaları parçalarken bir avuç Sahabeye istikbaldeki fetihleri
müjdelediğinde onlar bu müjdelere gönülden iman ediyor reel politik analizler o
katıksız iman ve güvenlerine işlemiyordu.
Kuşkusuz İslam tarihi buna benzer
binlerce şeref tablolarıyla doludur. Tarık bin Ziyad’ın Cebeli Tarık’ta
gemileri yakarak İspanya’yı ve Fatih Sultan Mehmed’in gemileri karadan
yürüterek İstanbul’u fethetmeleri binlerce tablodan sadece iki örnektir. Allah’a
iman ve güvenin ortaya çıkardığı bu şeref tabloları tarih boyunca tekrarlanıp
durdu.
İslam’ı yaşama ve yaşatma
noktasında bize sonsuz bir güç veren bu sahih anlayış yerini şarta ve kayda
bağlı bir güven anlayışına bırakınca her şey ters yüz oldu. Rüzgârımız gitti,
gücümüz kayboldu.
Laik bakış açısının ümmete aşılamak
için çırpındığı tevekkül anlayışı; “Elinden gelen her şeyi yaptıktan sonra
Allah’a güven.” şeklinde ifadesini bulmaktadır. Rejim kendi varlığını
sağlama almak adına güttüğü Din Eğitimi Politikasıyla bu anlayışı
yaygınlaştırmayı ve tahrif ettiği İslam’ın diğer mefhumlarıyla birlikte fakültelerde
ilahiyat tahsili adı altında toplumsallaştırmayı bir görev addetmiştir.
Allah’a iman ile güven arasına
ihtiyatı yerleştiren bir anlayış! Düşüne biliyor musun? Allah’a inanacaksın ve
fakat O’na güvenmen için bazı şartları yerine getirmen gerekecek! Olacak şey
değil!
Kaldı ki Allah’a iman ile eş
zamanlı gerçekleşen tevekkülün yeri sebeplere tevessül etmekten öncedir. Bir iş
hususunda daha henüz Allah’a güvenmeye karar vermemiş bir bireyin sebeplere
başvurmakta isteksiz ve hantal olacağından kuşku yoktur. Buna karşılık Allah’ın
kendisine yardım edeceğinden kuşku duymayan kişinin sebeplere başvurma azim ve
gayretinin şahlandığı bir vakıadır. Zira Allah’a kayıtsız şartsız güven; kişiyi
daha bir aşk ve şevkle sebeplere başvurmaya sevk eder. Allah’a kayıtsız şartsız
güvenen kişinin gündelik hayatın zorluklarına ve dünyanın bela ve musibetlerine
karşı sağlam bir direnci olur. Bedeni yorulsa bile iç âlemi huzur doludur. “HasbünAllah”
der her zorluğun hakkından gelir. Ne ki; tevekkülünde gevşeklik olan kişinin
hayatı endişe ve kaygılarla doludur. Sebeplere başvuracak takati dahi kendinde
bulamaz. Zira akıbetinden emin değildir.
Özellikle günümüzde İslam’a daveti
yüklenen ve onu Hilafet’i ikame etmekle taçlandırarak Allah’ın rızasına nail
olmanın peşinden koşan bir kulun yegâne güç kaynağı tevekkülden gayrısı olamaz. Davetçi Hilafet’i ikame etmek için bir salih amel
işlemeye davrandığında çoktan tevekkülü kuşanmıştır. O kayıtsız şartsız Allah’a
güvendir ki davetçinin azim ve kararlılığını pekiştirir ve gayretini kat be kat
artırır. Öyle ki herkes onda sıra dışı bir performans ve heyecan müşahede eder.
İşte ondaki bu cevval ve faal halet-i ruhiye Allah’a sonsuz güvenin bir
yansımasıdır. İşte bakın Rabb-ül âlemin mütevekkil kullarını şu sözlerle nasıl
onurlandırmaktadır:
إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ
وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَانًا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
“Müminler ancak o kimselerdir ki,
Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını
arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.“ (Enfal 2)
إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“…Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri
sever.” (Al-i
İmran 159)
İşte; seküler rejimin elindeki
devlet imkânlarını kullanarak, realist ve akılcı hezeyanlarla zedelediği bir
tevekkül anlayışını, Müslüman bir ülkede kamuoyu haline getirmeye çalışıyor
olması masumane bir teşebbüs ve icraat değildir.
Bu nedenle ilim erbabı tarafından
rızık meselesi gibi tevekkül meselesinin de imanın altı esasına ilhak edilmesi
uygun görülmüştür. Gerçek şu ki; şeksiz, şüphesiz bir iman ile birlikte
kayıtsız şartsız bir güven, İslami şahsiyete sahip birey, aile, cemaat,
hareket, parti, devlet ve toplumun inşa ve ikamesinin teminatı olacaktır.
لَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ
فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ
“Onlar öyle kimselerdir ki, halk
kendilerine: İnsanlar size karşı ordu toplamışlar, onlardan korkun,
dediklerinde, bu söz onların imanını artırdı ve: Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!
dediler.” (Ali
İmran 173)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış