Batı İslâm ve Hilâfet’e Neden Karşı?

Abdulkadir Şen

Yüzlerce farklı milletin yaşadığı ve 300’e yakın ülkenin bulunduğu dünyada farklı ırk, din, kültür ve uluslara göre bir rekabetin ve hatta yer yer çatışmanın olduğu bir hakikattir. Ancak bütün bu farklılık, zenginlik ve çeşitliliğe rağmen dünya üzerinde etkin bazı inanç ve medeniyetlerin diğerlerine göre daha baskın, daha etkin, daha fazla asabiyet ile birbirine bağlı ve daha güçlü olduğu rahatlıkla söylenebilir. Huntington medeniyeti “Halkların en yüksek kültürel gruplaşması, insanları diğer türlerden ayırmasa da halkların en geniş kültürel kimliği” olarak değerlendirmektedir. Bazı medeniyetlerin geçmişte güçlenip günümüzde zayıfladığı, yerlerini bir diğerine bıraktığı, yeryüzünün yükselen ve düşen güçlerinin bulunduğu ve bunların birbirini etkilediği görülmektedir. Milletlerin yükselişi ve düşüşü belirli kurallara bağlıdır ve bu kurallar yüzyıllar geçse de benzer özellikler arz etmektedir. Medeniyetlerin kaderi birbiri ile bağlantılıdır ve kardeşlerin dahi birbirine rakip olabildiği, çekişebildiği ya da çarpışabildiği bir dünyada, medeniyetler arasında da kaçınılmaz bir çatışma gerçeği durmaktadır. 

Günümüzde İslâm medeniyeti, Batı medeniyeti, (Hıristiyan Batı) Çin ve Hint Medeniyeti, gibi medeniyetler yükselmekte ve birbiri ile ittifak, çekişme, rekabet ya da çatışma temelli ilişki kurmaktadır. Ancak, İslâm Hilâfeti’nin ilga edildiği son yüzyıl boyunca dünyaya hâkim tek gücün Batı olduğu görülmektedir. Batı 13. yüzyıla dek süren Haçlı Seferleri’nden günümüze kadar asıl düşmanı ve “öteki” olarak İslâm dünyasını görmüş, tehdit algısında da İslâm’ı baş rakip ve tehdit olarak tanımlamıştır. Bu, İslâm dünyasının Batı’ya rakip ya da alternatif olması dolayısıyla değildir. Bilakis Batı aslında İslâm dünyasında bulunması gereken otoriteyi gasp etmiştir ve bu gasp ve sömürüsünden sahte güç ve içi boş bir takım değerlerini koruyup, dayatmayı amaçlamaktadır.

Batı dünyası ile İslâm Hilâfeti arasında var olduğu günden bu yana devam eden çatışmanın dini, siyasi, iktisadi nedenleri bulunmaktadır ve Batı dünyası günümüzde de doğrudan ve dolaylı yöntemlerle İslâm Hilâfeti’nin ya da buna benzer bir alternatif politik birliğin gerçekleşmemesi için elinden geleni yapmaktadır.

Bu çatışmayı incelemeden önce “Batı” kavramı ile neden bahsettiğimize değinmek yerinde olacaktır. Batı olarak ifade edilen kavram ile genelde  “Yeni Dünya Düzeni” ifade edilmektedir. Bu dünya düzeni ise II. Dünya Savaşı sonrasında güçlü ülkelerin zayıf ülkeleri nazikçe ve diplomatik yollarla sömürdüğü kurum olmakla eleştirilen, sadece 5 ülkenin veto yetkisinin bulunduğu BM’nin kurulması ve ardından inşa edilen uluslararası ve uluslar üstü kurumlar ile bu adaletsiz ilişkinin kurumsallaşıp kökleşmesine tekabül eder. Bu durumda, Doğu’da olan Rusya, Çin, İsrail, Güney Kore, Suudi Arabistan gibi ülkeler coğrafi olarak “Doğulu”, aidiyet olarak “Batılı” olurlar. Ünlü Sosyolog Edward Said de bu görüştedir. 

Batı dünyası bu yönü ile kendi içerisinde sistematize ettiği bir dünya düzeni kurmuştur ve bu dünya düzeni açık bir şekilde İslâm’ı ve hatta İslâmî olan her şeyi devre dışı bırakmakta, onu düşman kategorisinde değerlendirmekte ve hatta reddetmektedir. Kısacası Batı ile İslâm arasında bir çatışma vardır ve Hilâfet sistemi İslâm siyasi sisteminde en üst düzey otoriteyi temsil etmekte, bu da doğal olarak Batı dünyasında Hilâfet karşıtı retorik ve eylemlerin arkasındaki asıl motivasyon kaynağı olarak durmaktadır.

İslâm’ın ön gördüğü dünya sistemi ile Batı dünyasında kabul gören sistem arasındaki farklılıklar zorunlu olarak sadece iki farklı dünya görüşünün çıkar çatışması ya da rekabetine dayanmaz. Bilakis iki sistem ve tecrübe arasındaki farklılığın sonuçlara dayalı rekabet ve çatışmanın yanında kökeni açısından da varoluşsal bir farklılık arz ettiği ortadadır. Öncelikle dinin yanlış yorumlanıp, dini kuralların bir baskı aracına dönüştürülerek Batı halkları için bir kâbusa dönüştürülmesi tecrübesini kilise uygulamalarıyla yaşayan ve Rönesans Dönemi sonrasında sadece dine değil bütünüyle manevi olan her şeye karşı bir reaksiyon geliştiren modern Batı düşüncesi özü itibariyle sekülerdir. Hatta laikliğin bir çözüm olarak İslâm dünyasına uyarlanması konusunda ilk itiraz edilecek konulardan biri belki de İslâm dünyasının hem böylesi bir baskıcı dini tecrübe yaşamamış olması hem de dine karşı topyekûn bir tutum geliştirmemiş olmasıdır. Batı’da laiklik ile yoğrulmuş bulunan bilimsel düşüncenin (özellikle de siyasi düşünce) bir çelişki arz eder biçimde özünde Protestan ahlakı barındırıyor olması, İslâm’ın dünya görüşü ile çatışan ayrı bir boyuttur. Bu çatışmalara kapitalizm tecrübeleri, faize dayalı dünya ekonomik sistemi, materyalist yaşam biçimi, çoğunlukla tarihi kökenleri olan kin ve düşmanlıklar ile çıkar ve güç mücadelesi de eklendiğinde İslâm’ın siyasi ve dini bir kurum olarak vazgeçilmez bulduğu Hilâfet mekanizmasını Batı’nın neden tehdit olarak algıladığı daha açık biçimde ortaya çıkar. Batı ile İslâm arasında devam eden çatışmanın sadece dini kökenleri bulunmamaktadır. Batı materyalist ve modern olduğu kadar Protestan ve yerine göre köktencidir. George W. Bush’un 11 Eylül sonrası Afganistan işgalini ilan ettiği konuşmasında tüm dünya önünde ve İslâm’a karşı geleneksel Batı öfkesini ve tarihi düşmanlığı da uyandırmak amacıyla “Bu bir haçlı savaşıdır.” demesi ve çok sayıda Batılı liderin de savaşa haçlı savaşı tanımlaması yapması çatışmanın dini yönüne işaret etmektedir. Bush bu açıklamasında El Kaide’yi Ortadoğu’dan İspanya’ya, Kafkaslardan Balkanlara uzanan bir İslâm Hilâfeti kurma planı ile suçlamaktadır ve “Dünya onların nefret dolu ideolojisi ile yönetilecek.” diyerek de dünyaya korku pompalamıştır.

Batı ile İslâm dünyası arasında yaşanan çatışmaya dair siyasi ve iktisadi bakışın özü itibariyle çatışmanın bir inanç savaşı olduğu yönünü gizlemeye çalıştığı görülmektedir. Bu bilinçli ya da bilinçsiz olsun böyledir. Çatışmanın dini yönüne aşırı vurgu ise siyasi ve ekonomik yönünü ihmal etmek olarak değerlendirilebilir. Oysa muhtemel bir Hilâfet sisteminin başarısı Batı için hem inanç açısından hem de ekonomi ve siyaset açısından kabul edilebilir değildir ve karşıt reaksiyonu besleyecektir.

Batı zihni dünyayı merkez ve periferi olarak ikiye ayırmaktadır. Merkez periferi (çevreyi)  sürekli biçimde yönetir, değiştirir ve dönüştürür. II. Dünya Savaşı sonrasında şekillenen bu yenidünya düzenine bir takım mukavemetler gelişmiştir. Batılı düşünürlerden William Blum Doğu’nun Batı’ya 5 temel isyanından bahseder ve bunları aşağıdaki gibi sıralar:

1- Uluslararası sistemin parçası olmak ve kurumlara üyelik talebi.

2- Sömürgeciliğe isyan, ırksal isyan.

3- Özgürlük ve onur arayışı.

4- Küresel sisteme iktisadi İsyan.

5- Kültürel sömürgeciliğe isyan.

Blum Batı’ya yönelik bu 5 temel isyanın en tehlikelisinin sonuncusu olduğunu ve halkların Batı tarafından kendilerine dayatılan kültür ve dünya görüşlerini benimsemeyip buna meydan okumaya eğilimli olduklarını belirtmektedir. Arap Baharı ve özellikle de Suriye krizinin Batı’nın İslâm dünyasını tanımlama/şekillendirme projelerine bir isyan niteliği taşıdığı da sıklıkla dile getirilmiştir.

Batı dünyası bir yandan kendisine alternatif olacak her gücü hedefe oturtup, sindirmeye çalışırken, diğer yandan kendini en mütekâmil medeniyet ve insanlığın ulaşabileceği son nokta olarak sunmaktadır.

1990’lı yılların sonunda yoğun olarak tartışılan ancak daha sonraları kuramına ciddi eleştiriler yöneltilen Tarihin Sonu kitabının yazarı Francis Fukuyama dünyanın Amerikan değerlerine göre yeniden şekillenmesinin aslında medeniyetin tüm ülkelerde yaygınlaşması olduğunu ve Amerikan değerlerinin evrenselliğini sorgulayanların hatalı olduklarını savunarak bu tek tipleşmeden övgüyle söz etmektedir. Ona göre, yaygınlaşan küresel Batı kültürü insan ırkının ulaştığı son noktayı temsil etmektedir. Batı kültürü, Batı değerleri, Batı medeniyeti gibi terimleri kullanırken Batı’nın tam olarak ne olduğu sorunsalı gündeme gelmektedir. Bu konudaki araştırmalarıyla bilinen Huntington Batı’nın her ne kadar pusula yönüne işaret etse de Hristiyan Avrupa ve Amerika anlamına geldiğini düşünmektedir.

Fukuyama Tarihin Sonu isimli kitabının giriş bölümünde Liberal Demokrasi’nin insanoğlunun ilerleyişinde son noktayı oluşturuyor olabileceğini, diğer birçok dünya görüşünü etkisizleştirerek tüm dünyada etkin olan bu anlayışın insanlığın ulaştığı son nokta olarak yeni bir rakibinin olamayacağını iddia etmektedir. Bu görüşün fazla iddialı olduğu hatta teoriyi mutlak gerçek olarak göstermekle eleştirildiği bilinmektedir. Küreselleşme ile beraber kültürel değerlerin, insanların, paranın ve bilginin devasa akışkanlığının tüm dünyada Batı merkezli dünya görüşünü yaygınlaştırdığı ve kültürel bir tek tipleş-tir-meye kapı araladığı görüşü Fukuyama’nın teorileriyle ciddi oranda gündeme gelmiştir.

Tıpkı Liberal demokrasinin insanlık tarihinin en son ve en mükemmel buluşu olduğunu ve bunun evrensel gerçeği temsil eden bir Batı ürünü olduğunu iddia eden Fukuyama gibi Huntington da Batı siyasal medeniyetinin en üretken ve en mükemmel sistem olduğunu iddia etmekte ve bu görüşünü “Başka hiçbir medeniyet önemli bir siyasal ideoloji yaratamamıştır.” sözleriyle dile getirmektedir. Ancak ona göre dünyada artık Batı’da ortaya çıkan medeniyet içi siyasal düşünceler değil din ve kültür çatışmaların temel nedeni olacaktır.

Küreselleşmenin yaygınlaşması da dünyaya kimin değerlerinin hüküm süreceği tartışmasını gündeme getirmektedir. Küreselleşme geliştikçe hiç şüphesiz yaygınlaştırdığı değerler Batılı değerler olmakta ve Batı bundan politik ve iktisadi fayda sağlamaktadır.

Kumaravadivelu’ya göre kültürel küreselleşme dünyadaki kültürel akışkanlığın artması olarak tanımlanabilir. “Dünyada insanlar ve kültürleri-fikirleri, değerleri, yaşam biçimleri arasındaki ilişki daha önce hiç olmadığı kadar gelişmekte ve derinleşmektedir.” Dünyanın artık küresel bir mahalle olduğuna değinen yazar; televizyon, sinema, internet gibi araçlarla eskiden yabancı olan kültürlerin artık bize o kadar da yabancı olmadığına değinmektedir.

Kumaravadivelu’nun sınıflandırmasıyla Benjamin Barber, Francis Fukuyama ve George Ritzer gibi araştırmacılar küreselleşmenin kültürler üzerinde homojenleşme etkisine neden olacağını savunmaktadırlar. Bu düşünceye göre Amerikan tarzı tüketicilik bu sürecin başat etkenidir. Samuel Huntington, Anthony Giddens ve John Tomlinson gibi uzmanlar ise tam tersi bir süreç olan kültürel heterojenleşmeyi savunmaktadırlar. Üçüncü bir grup olan Robbie Robertson, Roland Robertson ve Arjun Appadurai ise bu iki etkinin beraberce kültürleri etkiliyor oldukları tezini savunmaktadırlar.

Shomoossi ve arkadaşlarının aktarımıyla Appadurai küreselleşmenin kalbinde homojenleşme ile heterojenleşme tansiyonunun bulunduğunu belirtmektedir. Politik bilimci Benjamin Barber tarihçi Francis Fukuyama ve sosyolog George Ritzer gibi düşünürler, küreselleşme ile beraber dünyada Amerikan tarzı tüketici kültürün başat rol üstlendiği bir tek tipleşmenin gerçekleştiğini düşünmektedirler. Hiper-küreselciler olarak tanımlanan bazı düşünürler de küreselleşme ile beraber küresel bir kültürün ortaya çıktığını savunmaktadırlar. Bu kesim, oluştuğunu savundukları küresel kültürün Batı değer motifleriyle süslenmiş olmasını olumlu bir gelişme olarak algılamaktadırlar. Ritzer dünyanın kültürel açıdan tek tipleşmesini dünyanın McDonaldlaşması olarak değerlendirmekte ve tıpkı McDonald şirketinin tüm dünyadaki restoranlarında servislerin, giyim şeklinin, ürünlerin ve sunum tarzlarının aynı olması gibi bu süreçle dünya insanlarının da üretkenliğini yitiren robotlara dönme tehlikesini gündeme getirmektedir. McDonald şirketinin örnekliği standart yemek servisleriyle hem bir tüketim kültürünü sembolize ettiği hem de yemek kültürüne etkisi dolayısıyladır.

Cihad ve McDünya isimli kitabın yazarı Amerikalı siyasal kuramcı Benjamin Barber ise küreselleşmenin tek tipleştirici etkisine karşı dünyanın birçok yerinde lokal tepkilerin gerçekleştiği ve fundamentalist olarak tanımlanan örgütlerin bu kültürel Batılılaşmaya meydan okumalarının küreselleşmenin aynı zamanda kültürel çatışmaları da ürettiği tezini desteklediğini savunmaktadır. Yazar birbirinden farklı kültür ve değerler taşıyan halk kitlelerinin giderek daha fazla tekdüzeleşen, kapitalizmin popüler kültürden yaşam biçimine kadar ürettiği yeni ürünleri sorgulamayan tüketicilere dönüştüğü görüşündedir.

Batı’nın güçlendiği ve dünya sisteminin lideri olduğu, İslâm dünyasının bir duraklama ve gerileme dönemine girdiği İslâm Hilâfeti’nin ilga edilmesi sürecinden günümüze İslâm dünyasının yeniden bir Hilâfet nizamı tesis etmesi ihtimali her zaman Batı açısından öncelikli tehdit konusu olagelmiştir. Eğitimden, siyasete, medyadan, ekonomiye, mikro ve makro ilişkilerden İslâm dünyasında yaşanan yerel ve bölgesel çatışmalara dek tüm ilişki ve çatışmalarda İslâm coğrafyasının yeniden Hilâfet temelli politik bütünlüğünü elde edeceği korkusu mutlaka hatırı sayılır bir etkide bulunmuştur. İslâm dünyası Ortadoğu kavramında atfedildiği gibi artık birilerinin “Orta’sının Doğu’su” olmayı reddetmektedir ve küreselleşme basitçe İslâm dünyasında Batı tandanslı değerler ve yaşam biçimlerinin yaygınlaşmasının yanında ümmetçi düşünceyi de yaygınlaştırmaktadır. Gelecek yüzyılın ana çatışma ve tartışma konusunun dünya sisteminde Batı liderliğindeki seküler güçlerin mi yoksa İslâm dünyasının mı söz sahibi olacağı ya da kimin ne denli söz sahibi olacağı konusu üzerinde yoğunlaşacağını şimdiden öngörmek mümkündür.

Kaynakça

Barber, R B.(1995). Jihad vs. McWorld, New York: Ballantine Books

Fukuyama, F. (1992) The End of History and The Last Man, New York, Macmillan

Huntington, S. (2008) Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, Okuyanus Yay, İstanbul. (Mehmet Turan, Çev)

Kumaravadivelu, B. (2008) Cultural Globalization and Language Education. Yale University

Ritzer, G. (1983) The McDonaldization of Society. Journal of American Culture, V.6, No: 1,

Steger, B. M. (2004)           Küresellşeme, (Abdullah Ersoy, Çev.) Dost Yay. Ankara

Said, E. (1977) Orientalism. Penguin,  London

Shomoossi, N. ve Marzban, A.(Nisan 2010) Dominance of Americanization in a Translation Task:  A Pilot Study in the Iranian University Training. Journal of Language and Linguistic Studies Vol.6, No.1

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz