18. yüzyıla kadar
mesleki eğitim olması gerektiği gibi iş yerinde, işbaşında yaparak yaşayarak
alınırdı. İslâm toplumunda da durum aynıydı. Ahilik teşkilatı vb. günümüzün
deyimiyle sivil toplum teşkilatları meslek ve sanata hazırlama ve meslek ve
sanat edindirme faaliyetini yürütürlerdi. Kendi içinde geliştirdikleri
mekanizmalarla işin ahlak, terbiye ve edep boyutuna göz kulak olurlardı.
Çocuk medrese
öncesi eğitimini çoğu kez ailesinden alırdı. Medrese çağına gelmiş ve eğer
mesleğe değil de fıkıh, Kur’an, hadis, tefsir, tarih, mantık, hendese, aritmetik,
kimya vb. hayata dair ilimler tahsil edecekse çevresinde bu nevi ilimlerin
verildiği bireysel ve kurumsal merkezlere yönelirdi. Bu söz konusu bireysel ve
kurumsal çevreler İslâm toplumunda her zaman bolca bulunmuşlardır. Örgün eğitim
kurumları çağdaş deyimiyle okullar eğitim-öğretim faaliyetini belli düşünme
kalıpları üzerinden yürüttüğü için bugün daha yeni yeni zararları keşfedilmeye
başlanmıştır. Kaldı ki; ülkenin doğru yönetilip siyaset edilmesi eğitim ve
öğretim faaliyetinin gidişatını doğrudan etkilemiştir.
İşte bu makalede
belli bir döneme karşılık gelse de İbn Teymiye’nin hayatı üzerinden İslâm
tarihinde eğitim-öğretim faaliyetleri, yetiştirdiği insan unsuru üzerindeki
etkileri ve doğurduğu sonuçlarını harmanlamış olacağım. Ayrıca İslâm’ın
gölgesinde yetişen bir âlimin içinde yaşadığı toplumla, yönetimle ve hayatla ne
kadar içi içe olduğuna şahit olacağız.
İbn Teymiye’nin
doğup büyüdüğü ve mücadele ettiği atmosferi daha iyi anlayabilmek adına 65
yıllık ömrünü tükettiği dönemde siyasi egemenliğin seyrine kısaca bir göz atmak
gerekir. Nitekim Şeyh Rahimehullah’ın doğumundan 13 yıl önce Mısır ve
Biladüşşam’a Memlüklüler egemen olmuştu. Moğolları kesin bir şekilde yenilgiye
uğratan Sultan Seyfüddin Kutuz’un ardından Rükneddin Baybars devlet idaresini
eline aldı. O da Moğollara ve Haçlılara karşı arka arkaya zaferler kazandı.
İbn Teymiye
doğduğunda Mısır ve Biladüşşam’a Baybars idaresi hâkim idi. Baybars öldüğünde
İbn Teymiye 15 yaşını doldurmuş bir genç idi. Baybars’ın 18 yıllık
hâkimiyetinin ardından Mısır ve Biladüşşam yönetimi sekiz kez el değiştirdi.
Diğer bir ifade ile hicri 644 yılından 709 yılına kadar 15 yıl zarfında Mısır
devlet idaresine 8 sultan egemen oldu. Bu süre zarfında Mısır, Biladüşşam ve
Hicaz bölgesine güçlü bir şekilde egemen olan yegâne sultan Mansur Seyfeddin
Kalavun oldu.
Hicri 709 yılında
Mansur Kalavun'un oğlu ve İbn Teymiye’nin muassırı Melik Nasır Muhammed b. Kalavun
devlet idaresini ele aldı.[1]
İbn Teymiye’nin tam
adı Ebu'l-Abbas Takıyyuddîn Ahmed bin Abdülhalîm bin Mecdüddîn bin Abdüsselâm
bin Teymiye’dir. İbn-i Teymiye H. 661 / M. 1263 de Harran’da doğmuştur. H. 728 / M. 1328’de Şam’da vefat
etmiştir.
İbn Teymiye Rahimehullah
Kuzey Irak’ın Moğolların istilasına uğradığı, memleketi Harran’nın da bu
istilaya maruz kaldığı, pek çok aile gibi ailesinin de Moğolların zulmünden
kurtulmak için Şam’a doğru yola çıktığı, her tarafın Moğolların dehşet izlerini
taşıdığı bir dönemde büyüdü.
Daha çocuk iken
Moğol istilası yüzünden ailesiyle birlikte göç ettiklerinde Şam’ı şerif bilim
ve kültür açısından çok önemli bir merkez idi. Çağdaşı olan âlimler dedesi
Mecduddin için mutlak müctehid olduğunu kaydetmektedirler. Aynı şekilde
babasının da büyük bir âlim olduğu ve Şam’a gelir gelmez Sükkerriyye
Mederesesi’nde müderrislik yapmaya başladığı ve İbn Teymiye’nin ilk eğitimini
burada aldığı bilinmektedir.
İbn Teymiye ailesi
tarafından küçük yaşlardan itibaren bilinçli bir şekilde mesleki eğitimden
ziyade ilim tahsil etmeye yönlendirilmiştir. Talebesi İbn Abdulhadi hocasının
Şam’da iki yüzden fazla âlimin dersine katıldığını ve bunların arasında çok
büyük âlimlerin mevcut olduğunu kaydeder.
İbn Teymiye Kur'an
tahsili ile ilme başlamış, özellikle Kur’an’ı ezberlemiş ve daha sonra hadis
ilmine yönelmiştir. Aynı zamanda Arap dili ve edebiyatı konusunda müstesna bir
seviyeye erişmiş, Arap tarihiyle de yakından ilgilenmiştir. Dahası Sibeveyh'in
Arapça grameri ile ilgili ortaya koyduğu eşsiz eserinin bazı hatalarını tespit
ederek Arap diline ne denli hâkim olduğunu ispatlamıştır. Yaptığı tenkitler baz
alındığında felsefe ve mantık ilimleriyle ilgi de araştırmalar yaptığı
anlaşılmaktadır. Henüz 21 yaşındayken babası vefat ettiğinde babasının ders
verdiği halakaya hocalık yapmış olması dirayet ve yetkinliğini ortaya
koymaktadır.
Kendisine ait şu
ifadeler ihlasına ve ileride başaracağı büyük icraatların habercisidir: "Bir
ayeti yüz kadar tefsirden mütalaa eder, sonra Allah'tan anlayış ister ve şöyle
dua ederdim ‘Ey Adem'e ve İbrahim'e öğreten Allah’ım bana da öğret.’ Bazen de
tenha bir mescide giderdim. Toprağa yüzümü sürer ve Allah'a şöyle dua ederdim: ‘Ey
İbrahim'e ilim veren Allah’ım! Bana de ince anlayış ve ilim ver."
İbn-i Teymiye Rahimehullah
fakih ve muhaddis olmakla birlikte itikadi konularda da görüşler serdetmiştir.
Nitekim yaşadığı dönemlerde yaygınlık kazanmış olan sufiliğe karşı isim
vermeden genel manada eleştirilerde bulunmuştur. Bu konuda bazı risaleler telif
ederek halkın beklentilerini karşılamıştır. Nitekim itikadi konularda akli, felsefe
ve mantıki yorumlardan kaçınmış ve böylece ortaya koyduğu düşüncelerin
Eş'ariyye mezhebine ters düşmesine rağmen bunları beyan etmekten çekinmemiştir.
Eş'ariyye mezhebine bağlı olan idarecilerin ve halkın büyük tepkisini göğüslemeyi
de bilmiştir.
İbn Teymiye Rahimehullah
üretim araçları ve hayat araç gereçlerinin değişmesiyle ortaya çıkan yeni
problemlerin çözümsüz kaldığı, batıl inanç fraksiyonlarının cirit attığı,
tasavvuf ve tarikatların göz boyama ve sihirbazlık gibi dalavereci gösterilere
kadar düştüğü ve halkın mugalataya kurban gittiği bir dönemde Kitap ve Sünnet’i,
ilim ve irfanı, lügat, fıkıh, hadis, tefsir ve tarihi gerçek manada özümsemiş
bir âlim olarak içinden çıktığı topluma rahmet olmuştur.
Diğer taraftan
Moğol istilasına karşı aktif tavır alması, halkı savaşa katılmaya çağırması
O’nu çağdaşı olan birçok âlimden farklı kılmıştır. Hayata müdahil olan ve suya
sabuna dokunan bir kişiliğe sahip olması hasebiyle seveni ve düşmanı çok olan mücahit
âlim kimliğini ona kazandırmıştır.
İbn Teymiye’nin
yetiştiği ortam ve yaptığı tahsil ona yönetim otoritesinin gücünden kokmayan,
onlara bağlılık gösterenlerin çokluğundan etkilenmeyen, yanlışlarını tenkit ve
demagojilerini deşifre edebilen bir kişilik kazandırmıştı. Nitekim İslâm
toplumunda meydana gelen fikrî donukluğu ateşlemiş, zamanına kadar gelen
müktesebata saygı duymakla beraber mezheplerin oluşturduğu blokajı aşarak
içtihat mekanizmasını faal hâle getirmiştir.
Mesela; Şeyh Rahimehullah’ın
yaşadığı dönemde Mısır Vahdet-i Vücûd düşüncesinin merkezlerinden biri idi. İbn
Teymiye ise vaaz ve irşadında bu inancı kesin bir şekilde reddediyordu. Bunun
üzerine Mısır’ın ünlü tarikat şeyhi İbn Atâullah el-İskenderî İbn Teymiye’yi
resmen şikâyet eder. Adliyede dava açılarak mesele görüşülürken İbn Teymiye bu
davaya bizzat katılarak kendini savunur ve mahkemeyi ikna eder. Arkasından Rasul
SallAllahu Aleyhi ve Sellem dahil
Allah’tan başka hiçbir kimseden yardım dilenemeyeceğine dair görüşleri yaydığı
suçlaması yapılır. Onun bu düşüncesine katılan dönemim âlimleri de ona destek
olur. Hapse atılmaya delil bulunamayınca Şam’a göç etmesi istenir. Lakin göç
ettiği aynı gün geri getirildiğinde ortalık yatışsın diye kendi isteğiyle
hapishaneye girmeyi kabul eder. Bir süre sonra Salihiye Medresesi’nin fakih ve
kadıları yaptıkları bir toplantıda görüş birliği ile aldıkları bir kararla İbn
Teymiye’yi serbest bırakırlar. Böylece halkın ona olan ilgi ve sevgisi bir kat
daha artar.
İbn Teymiye’nin
kendisini Moğollarla savaşmaya ikna ettiği Nasır Muhammed b. Kalavun İbn
Teymiye’nin faziletini ve samimiyetini görmüştü. Ne var ki sultan kendisini
huzursuz eden birtakım siyasi nedenlerden dolayı Hicri 708’de saltanattan
çekilmeyi tercih eder. Böylece siyasi rakibi olan Rükneddin Baybars Câşengir’in
Mısır’ın sultanı olmasının önündeki engel kalkmış olur. İbn Teymiye’nin çağdaşı
Şeyh Nasır el-Müncebâ ise yeni sultanın has adamı idi. İbn Teymiye’nin yaydığı
düşünceler Şeyh Nasr el-Müncebâ’nın anlayışlarına açıkça aykırı düşmekteydi. Yani
siyasi ve fikrî ortam İbn Teymiye’nin aleyhine dönmüş oluyordu.
Çok geçmeden İbn
Teymiye’nin aleyhine resmî karar çıkarıldı. Bu kararda İskenderiye’ye
sürülmesine ve gözaltında tutulmasına hükmedilmişti. Karar Hicri 709. Safer
ayında uygulanmaya konuldu. Bu kararla Şeyh Rahimehullah’ın İskenderiye’deki
fanatik tasavvufçular tarafından bir faili meçhule kurban gitmesi amaçlanmıştı.
Şey Rahimehullah
orada da emr-i bi’l maruf ve nehy-i ani’l münker görevine devam eder. Kitap ve
Sünnet’en istinbat ettiği görüşlerle halkı irşat eder. Beklenenin aksine Şeyh Rahimehullah
İskenderiye’de de çok sevilir. Nitekim kardeşi ve aynı zamanda hapishane
arkadaşı olan Şerefüddin İbn Teymiye Şamlılar için yazdığı bir mektupta şöyle
diyor: “İskenderiye halkı muhterem kardeşime büyük ilgi gösterdi. Onların
kalbinde ona karşı büyük bir saygı var. O her zaman müminlerin gözlerini
aydınlatan ve düşmanlara darbe olan Kitap ve Sünnet’i yayma işi ile
uğraşmaktadır. Şeyhe saygı ve sevgi, halk ve müminlerin gönlünde yerleşmiştir.
Hâkim, kadı, fıkıhçı, müftü ve şeyhler topluluğu şöyle dursun, her şeyden
habersiz cahillerden başka herkes onun etrafında toplandı ve ona güven duyan
bir topluluk oluşturdular. Onun sözlerini beğenmekteler, onun verdiği emirleri yerine getirmekteler.”[2]
11 ay gibi kısa bir
süre sonra Muhammed b. Kalavun tekrar yönetimi ele geçirince Şeyh Rahimehullah
yeniden Kahire’ye davet edilir. Kendisi için muhteşem bir karşılama meresimi
tertip edilir.
Merasim sona erince
Nasır Muhammed b. Kalavun zimmilerin ek bir ödeme karşılığında beyaz sarık
giymelerine izin veren kanunun yürürlükte kalması konusunda İbn Teymiye’den
fetva isteyince salona büyük bir sessizlik hâkim olur. Şey Rahimehullah
büyük bir öfke ve hiddetle bunun derhal son bulmasını ister. Nitekim sultan söz
konusu uygulamaya son verir.
Yeni yönetim nezdinde
kadir ve kıymeti iyi takdir edilen İbn Teymiye bunu fırsat bilerek asla
düşmanlarından intikam almaya tenezzül etmemiştir. Melik Nasır b. Kalavun, Rükneddin Câşengîr zamanında Melik Nasır ve
taraftarları hakkında ölüm fetvalarını verenlerin öldürülmesi ile ilgili İbn
Teymiye’den fetva isteyince o bunu şiddetle bunu reddeder. Af yolunu seçmesi
konusunda onu ikna eder.
İbn Teymiye’nin
Mısır’daki en müzmin muhalifi Mâliki mezhebi kadısı İbn Mahlûf şu itiraflarda bulunur: “İbn Teymiye gibi
anlayışlı, iyi niyetli birini tanımadım. Zira biz saltanatı, devleti onun
aleyhine çevirdik ve kışkırttık. Fakat o söz sahibi olup fırsat eline geçince
intikam almadı. Bizi tamamen affetti. Bununla da kalmadı bizi savundu.”[3]
Tıpkı bunun gibi
tasavvufçular tarafından bir çapulcu güruhu kışkırtılarak Şey Rahimehullah’a
saldırılmaları tertiplendi. İbn Teymiye tartaklanır ve dövülür. Bunun üzerine mahalle
halkı bunu yapan çapulculardan intikam almak ister. Lakin İmam Rahimehullah
buna izin vermez. Hakkını onlara helal ettiğini beyan eder.
İbn Teymiye’nin
esas ağırlık verdiği konu kuşkusuz İslâm fıkhı idi. İbn Teymiye ailece Hanbelî
mezhebine bağlı olmasına rağmen şöyle diyordu: "Hadis sahih ise o benim
mezhebimdir." Nitekim onun müçtehitliği konusunda dönemin çoğu âlimleri
ittifak etmiştir. Nitekim bazen meşhur dört fıkhi mezhebin görüşlerinden farklı
içtihatları da oluyordu. O Rahimehullah bunları açıklamakta tereddüt
etmezdi. Bu saf ve temiz karakteri idareciler kaldıramadı. İbn Teymiye birkaç
aylığına Şam kalesine hapsedip serbest bırakıldı. Ancak muhalif gruplar boş
durmadı. Eski bir fetvasını güncelleyerek idare ile aralarını açmakta başarılı
oldular ve tekrar hapsedildi. Ancak bu daha önce yaşadığı hapis süreçlerinden
daha acımasızdı. Şeyh’in hapishanede okuyup yazmasına da engel olundu. Böylece
imam, müçtehit ve mücahit İbn Teymiye Rahimehullah geride maalesef çoğu
zamanımıza ulaşmayan 300 eser bırakarak ümmetin hayırlı bir evladı olarak
1328'de hapsedildiği Şam-ı Şerif zindanında yakalandığı bir hastalık sonucunda
ruhunu Rahman’a teslim etti.
En meşhur eseri, Münteka’l-Ahbâr
isimli kitabıdır. Ayrıca Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e dil
uzatanlara karşılık Essârimül Meslûl Alâ Şâtimirresûl (Peygambere Sövene
Yalınkılıç Hücum) risalesini kaleme almıştır.
[1]
el-Bidâye ve'n-Nihâye, c.13, s.276
[2]
el-Bidâye ve’n-Nihâye, c.14, s.50
[3]
Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslâm Önderleri Tarihi
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış