HİLÂFET’İ İLGA ETMENİN BEDELİ!

Mustafa Küçük

وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى

“Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim dar bir hayat vardır.” (Taha Suresi 124)

Gelmiş geçmiş bütün peygamberler gibi Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem de şahsında hem risaleti ve hem de yöneticiliği barındırmaktaydı. Hatemü’l enbiya olarak Rabbine kavuştuğunda risalet görevi ebediyen sona erdi. Ancak yöneticilik görevini kendisinden sonra biatle başa geçen halifeler devraldı.

Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem hükmü kıyamete kadar geçerli olacak olan İslâm dinini eksiksiz olarak tebliğ, beyan ve tatbik etmiştir. Bu bağlamda çeşitli vesilelerle kendisinden sonra gelecek olan yöneticilerin özelliklerini, yetki ve sorumluluklarını gerek fiili, gerek sözlü ve gerekse takriri olarak beyan etmiştir.

“Benî İsrail'i peygamberler idare ederdi. Bir peygamber vefat ettiğinde yerine başka bir peygamber geçerdi. Şu bir gerçektir ki benden sonra peygamber yoktur. Ama halifeler gelecek hem de çok olacaklardır…" (Müslim, imare 44 H.No.1842)  Hadisinde olduğu gibi; kendisinden sonra gelecek olan yöneticileri halife olarak addeden de yine Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendisi idi.

Tarih Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i tasdik etti ve İslâm ümmetini halifeler yönetti. Tıpkı buyrulduğu gibi sayıları da pek çok oldu. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh halife seçildiği Hicri 11. yıldan Hilâfet’in ilga edildiği 26 Recep 1342/ Miladi 3 Mart 1924 yılına kadar yüzden fazla halife varlık sahasına çıktı.

Bin üç yüz küsur yıla tekabül eden bu zaman zarfında gayrimüslimiyle birlikte bütün bir İslâm ümmeti izzet ve şeref içinde yaşadı. Yer yer bazı dâhili sorunlar yaşanmış olsa da küffara karşı daima başı dik yaşadı. Hiçbir güç kanını heder, malını talan etmeye teşebbüs bile edemedi.

Ta ki; Avrupai düşünceye sahip İttihat ve Terakki hareketinin bir ulus inşasıyla başlayan serüveni, 13 Nisan 1909’da Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle etkileri günümüze kadar süren bir yıkıma dönüştü. Zihinden Avrupa’ya bağlı bu siyasi çete, sömürgeci devletlerin planları doğrultusunda politikalar izleyerek Osmanlı Hilâfet Devleti’ni maceradan maceraya sürükledi. Çanakkale savunması ümmetçe yürütülen son savaş oldu. Destanların yazıldığı bu savaş da Hilâfet’in ilgasına mani olamadı. Avrupa’nın İslâm coğrafyası üzerindeki siyasi emellerinin gerçekleşmesi adına Hilâfet’in ilga olması gerekiyordu. Nihayet o uğursuz olay 3 Mart 1924’te gerçekleşti. Böylece ümmeti Avrupa’nın hunharca saldırılarından koruyacak olan son kale de bertaraf ediliş oluyordu.

Hilâfet’in ilga edilmesi işgal kuvvetlerin İslâm coğrafyasındaki varlığını kalıcı hale geldi. Nitekim Batı, yerli işbirlikçilerin eliyle İslâm ümmetini özünden koparacak siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel programlar devreye soktu.

Hilâfet ilga edildiği günden beri bu ümmet siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik bağımsızlığını kaybetti. Öyle ki; dayattıkları dış politikalar ümmetin arasına tel örgüler ve mayın tarlaları döşetti. Ümmet elli küsur devletçik halinde birbirinden bağımsız ve fakat ideolojik can düşmanı Batı’ya bağımlı bir hale geldi. Atanan işbirlikçilerin eliyle İslâm dışı rejim ve sistemlerle yönetildi. İslâm şeriatı rafa kaldırılarak küfür hükümleri tatbik edilmeye başlandı. Ümmet açlığın, sefaletin ve ahlaksızlığın girdabına sürüklendi.

Nitekim Hilâfet sancağı düşünce; Şam, Kahire, Bağdat düştü! İslâmabad, Keşmir, Kâbil, Tahran düştü! Endülüs, Makedonya, Kosova, Bosna düştü! Kaşgar, Buhara, Taşkent düştü! Fergana, Yemen, Kürdistan düştü! İstanbul düştü! Kudüs düştü! Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere düştü! Hüküm düştü! Söz düştü! Adalet düştü! Ümmet düştü! Bütün bir insanlık düştü!

Hilâfet düşünce; Ağrı Dağı ağladı! Toroslar ağladı! Nil ağladı! Fırat ağladı!

Hilâfet düşünce; Taç Mahal ağladı! Kurtuba ağladı! Ayasofya, Selimiye, Süleymaniye, Fatih ağladı! Mescidi Nebevi, Mescidi Aksa ağladı! Kabe-i Muazzama ağladı!

Hilâfet düşünce; Kur’an ağladı! Hadis ağladı! İcma, Kıyas, İçtihat ağladı!  Alim Ulema ağladı! Fakih, muhaddis, müçtehit ağladı! İlim irfan ağladı! Kültür medeniyet ağladı! İzzet, şeref, namus ağladı!

Hilâfet düşünce; Berberiler, Malaylar, Gürcüler ağladı! Arnavutlar, Boşnaklar, Peştunlar ağladı! Araplar, Türkler, Kürtler ağladı. Hilâfet düşünce Beni Âdem ağladı! Yer ağladı! Gök ağladı!

Sömürgeci kâfir Batı’nın pilot bölge olarak kullandığı Türkiye topraklarında olup bitenleri zikretmek, Hilâfet’in ilga edilmesiyle bütün bir İslâm âlemini saran bela musibetin büyüklüğü hakkında bize bir fikir verecektir.

Zira, cebren ve hile ile Hilâfet ilga edilip dini hayattan koparma anlamına gelen laiklik ilan edildi. Türk halkına rağmen Türk ulusu diye bir kavram ihdas edildi. Bu kavram üzerinden ülke içinde ve ülke dışında ötekileştirilmiş halklar türetildi. Böylece İslâm’ın kardeş yaptığı bu coğrafyanın kadim halkları daha önce hayattan kovdukları iki büyük asli bela ile karşı karşıya geldiler. Varoluş sebepleri olan dinlerini işlevsiz kılan laiklikle ve ulus kavramıyla maskelenen kavmiyetçilikle karşılaştılar.

Avrupai bir kültür ve medeniyet politikası ümmete dayatıldı. Onlarca yıl kesintisiz süren savaş hali, halkı kıtlık ve açlığa mahkûm etmişti. Bu da yetmezmiş gibi, kapitalist ekonomi politikası ve ağır vergilerle halk canından bezdirildi.   Dahası başta harf inkılâbı olmak üzere medeni hukuk,  dil, tarih, kıllık kıyafet, tatil günleri, ölçü ve tartı birimleri alanında dayatılan inkılâplarla Müslüman halkların bin yıllık kökleriyle olan bağları koparıldı. Ezan susturuldu. Sırf kıllık kıyafet kanununa muhalefetten dolayı insanlar hunharca katledildi.

Anadolu’da yaşayan halklar olanca güçleriyle buna karşı durdular. Başta Hilâfet’in ilgasına, ardından ihdas edilen Türk ulusu politikasına karşı çıktılar. Dayatılan yeni rejime karşı halktan yükselen itirazlar bilahare isyanlara dönüştü. Şeyh Said,  Anzavur, Yozgat,  Zile, Konya, Çerkez Ethem,  Koçkiri, Ağrı, Dersim İsyanı ve benzeri onlarca isyan baş gösterdi. Öyle yoğun bir tepki ile karşılaşılmıştı ki, yerli işbirlikçiler yeni rejimi yerleştirmek adına halkı adeta katliama tâbi tutuyordu. Kurulan İstiklal Mahkemeleri devreye sokularak halk darağaçlarında şehit edildi. Gerçek şu ki; bu gün Afganistan, Suriye ve Irak’ta yaşananları Anadolu Müslüman halkları doksan yıl önce yaşadı.

İşte Hilâfet’in ilgasının ardından böyle dayatmalarla, emrivakilerle, baskıyla, cebir ve şiddet kullanılarak bu laik, demokrat, ulusalcı cumhuriyet rejimi Anadolu halklarının başına geçirildi. Daha henüz bir asrı bile doldurmamış bu süre zarfında her on yılda bir darbelerle, darbe teşebbüsleriyle, elektronik muhtıralarla ve kumpaslarla halkın reddettiği rejime balans ayarları verilmiştir.

Günümüze değin sürdürülen kapitalist ekonomik politikalarla ülke yetmiş sente muhtaç bir şekilde yönetilmiştir. Sürekli “Kritik bir dönemden geçiyoruz!” hikâyesiyle halk uyutulmak istenmiş ve bu kritik günler sürekli hale gelmiştir.  

Diyeceğim şu ki; Hilâfet gerçek bağımsızlıktır. Hükümdür, Hilâfet adalettir, güven ve emandır. Hilâfet rahmettir, izzettir, şereftir.  Hilâfet taçu’l füruz/farzların tacıdır. İslâm kitabının şirazesi, İslâm kubbesinin kilit taşıdır. O düşünce bütün bir kubbe yere yıkılıp harabe olur.

İşte bugün İslâm ümmeti olarak bize olan budur. Kilit taşımız ile birlikte kubbemiz başımıza yıkılmıştır. Kubbeden ayakta kalan taşımız kalmamıştır. Bütün mahremlerimize girilmiştir. Ülkemiz baştanbaşa ya fiilen veya dolaylı olarak işgal altındadır.

Evet! Hilâfet’in ilgasının bedeli çok ağır oldu. Ümmet bedelini çok ağrı ödedi ve halen ödemeye devam etmektedir. Ancak gerçek şu ki; şafak gecenin en karanlık olduğu anda söker! Şimdi kap karanlık bir zaman diliminden geçiyoruz. Şafağın sökme anının yakın olduğundan kuşku yoktur.

Zira geç de olsa ümmet teşhisi koydu. Bu perişan halinin ana sebebinin Hilâfet’in yokluğu olduğunu yaşayarak ders aldı. Tek çaresinin onu yeniden ikame etmek olduğunu yakinen öğrendi.

Ümmetin bağrından kopup gelen siyasi ve fikrî yetkinliğe sahip organizeli bir grup, nübüvvet metodu üzere Hilâfet’i ikame için çoktan kolları sıvamıştır. İşte bakın Hizb-ut Tahrir’in yiğitleri  bu maksatla ümmetin kapısını çalmaktadır. Ümmet de onları bağrına basmıştır.

Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın!..

Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.

 


Yorumlar

  1. Bilal Aydoğan

    Kaleminize sağlık. Hakikatleri içeren bir yazı olmuş.

  2. Bilal Zincirkiran

    Ümmet 3 mart 1924 ile ne kaybettiğini bu yazı ile anlar inşallah.

  3. Gökhan Savas

    Allah razı olsun yazınız için

  4. Fatih ERŞAHİN

    Kesinlikle okunması gereken bir yazı

Yorum Yaz