وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ
يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى
“Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o
taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim dar bir hayat vardır.” (Taha
Suresi 124)
Gelmiş geçmiş bütün
peygamberler gibi Rasul SallAllahu Aleyhi
ve Sellem de şahsında hem risaleti ve hem de yöneticiliği barındırmaktaydı.
Hatemü’l enbiya olarak Rabbine kavuştuğunda risalet görevi ebediyen sona erdi.
Ancak yöneticilik görevini kendisinden sonra biatle başa geçen halifeler
devraldı.
Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem hükmü kıyamete kadar geçerli olacak
olan İslâm dinini eksiksiz olarak tebliğ, beyan ve tatbik etmiştir. Bu bağlamda
çeşitli vesilelerle kendisinden sonra gelecek olan yöneticilerin özelliklerini,
yetki ve sorumluluklarını gerek fiili, gerek sözlü ve gerekse takriri olarak
beyan etmiştir.
“Benî İsrail'i peygamberler idare ederdi. Bir
peygamber vefat ettiğinde yerine başka bir peygamber geçerdi. Şu bir gerçektir
ki benden sonra peygamber yoktur. Ama halifeler gelecek hem de çok
olacaklardır…" (Müslim,
imare 44 H.No.1842) Hadisinde olduğu gibi; kendisinden sonra gelecek
olan yöneticileri halife olarak addeden de yine Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in kendisi idi.
Tarih Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’i tasdik
etti ve İslâm ümmetini halifeler yönetti. Tıpkı buyrulduğu gibi sayıları da pek
çok oldu. Ebu Bekir RadiyAllahu Anh
halife seçildiği Hicri 11. yıldan Hilâfet’in ilga edildiği 26 Recep 1342/
Miladi 3 Mart 1924 yılına kadar yüzden fazla halife varlık sahasına çıktı.
Bin üç yüz küsur yıla
tekabül eden bu zaman zarfında gayrimüslimiyle birlikte bütün bir İslâm ümmeti
izzet ve şeref içinde yaşadı. Yer yer bazı dâhili sorunlar yaşanmış olsa da
küffara karşı daima başı dik yaşadı. Hiçbir güç kanını heder, malını talan
etmeye teşebbüs bile edemedi.
Ta ki; Avrupai düşünceye
sahip İttihat ve Terakki hareketinin bir ulus inşasıyla başlayan serüveni, 13
Nisan 1909’da Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesiyle etkileri günümüze
kadar süren bir yıkıma dönüştü. Zihinden Avrupa’ya bağlı bu siyasi çete, sömürgeci devletlerin planları doğrultusunda
politikalar izleyerek Osmanlı Hilâfet Devleti’ni maceradan maceraya sürükledi.
Çanakkale savunması ümmetçe yürütülen son savaş oldu. Destanların
yazıldığı bu savaş da Hilâfet’in ilgasına mani olamadı. Avrupa’nın İslâm
coğrafyası üzerindeki siyasi emellerinin gerçekleşmesi adına Hilâfet’in ilga
olması gerekiyordu. Nihayet o uğursuz olay 3 Mart 1924’te gerçekleşti. Böylece ümmeti
Avrupa’nın hunharca saldırılarından koruyacak olan son kale de bertaraf ediliş
oluyordu.
Hilâfet’in
ilga edilmesi işgal kuvvetlerin İslâm coğrafyasındaki varlığını kalıcı hale
geldi. Nitekim Batı, yerli işbirlikçilerin eliyle İslâm ümmetini özünden
koparacak siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel programlar devreye soktu.
Hilâfet ilga edildiği
günden beri bu ümmet siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomik bağımsızlığını
kaybetti. Öyle ki; dayattıkları dış politikalar ümmetin arasına tel örgüler ve
mayın tarlaları döşetti. Ümmet elli küsur devletçik halinde birbirinden
bağımsız ve fakat ideolojik can düşmanı Batı’ya bağımlı bir hale geldi. Atanan
işbirlikçilerin eliyle İslâm dışı rejim ve sistemlerle yönetildi. İslâm şeriatı
rafa kaldırılarak küfür hükümleri tatbik edilmeye başlandı. Ümmet açlığın,
sefaletin ve ahlaksızlığın girdabına sürüklendi.
Nitekim Hilâfet sancağı
düşünce; Şam, Kahire, Bağdat düştü! İslâmabad, Keşmir, Kâbil, Tahran düştü!
Endülüs, Makedonya, Kosova, Bosna düştü! Kaşgar, Buhara, Taşkent düştü!
Fergana, Yemen, Kürdistan düştü! İstanbul düştü! Kudüs düştü! Mekke-i
Mükerreme, Medine-i Münevvere düştü! Hüküm düştü! Söz düştü! Adalet düştü!
Ümmet düştü! Bütün bir insanlık düştü!
Hilâfet düşünce; Ağrı Dağı
ağladı! Toroslar ağladı! Nil ağladı! Fırat ağladı!
Hilâfet düşünce; Taç Mahal
ağladı! Kurtuba ağladı! Ayasofya, Selimiye, Süleymaniye, Fatih ağladı! Mescidi
Nebevi, Mescidi Aksa ağladı! Kabe-i Muazzama ağladı!
Hilâfet düşünce; Kur’an
ağladı! Hadis ağladı! İcma, Kıyas, İçtihat ağladı! Alim Ulema ağladı! Fakih, muhaddis, müçtehit
ağladı! İlim irfan ağladı! Kültür medeniyet ağladı! İzzet, şeref, namus ağladı!
Hilâfet düşünce;
Berberiler, Malaylar, Gürcüler ağladı! Arnavutlar, Boşnaklar, Peştunlar ağladı!
Araplar, Türkler, Kürtler ağladı. Hilâfet düşünce Beni Âdem ağladı! Yer ağladı!
Gök ağladı!
Sömürgeci kâfir Batı’nın
pilot bölge olarak kullandığı Türkiye topraklarında olup bitenleri zikretmek, Hilâfet’in
ilga edilmesiyle bütün bir İslâm âlemini saran bela musibetin büyüklüğü
hakkında bize bir fikir verecektir.
Zira, cebren ve hile ile Hilâfet
ilga edilip dini hayattan koparma anlamına gelen laiklik ilan edildi. Türk
halkına rağmen Türk ulusu diye bir kavram ihdas edildi. Bu kavram üzerinden
ülke içinde ve ülke dışında ötekileştirilmiş halklar türetildi. Böylece İslâm’ın
kardeş yaptığı bu coğrafyanın kadim halkları daha önce hayattan kovdukları iki
büyük asli bela ile karşı karşıya geldiler. Varoluş sebepleri olan dinlerini
işlevsiz kılan laiklikle ve ulus kavramıyla maskelenen kavmiyetçilikle
karşılaştılar.
Avrupai bir kültür ve
medeniyet politikası ümmete dayatıldı. Onlarca yıl kesintisiz süren savaş hali,
halkı kıtlık ve açlığa mahkûm etmişti. Bu da yetmezmiş gibi, kapitalist ekonomi
politikası ve ağır vergilerle halk canından bezdirildi. Dahası başta harf inkılâbı olmak üzere
medeni hukuk, dil, tarih, kıllık kıyafet,
tatil günleri, ölçü ve tartı birimleri alanında dayatılan inkılâplarla Müslüman
halkların bin yıllık kökleriyle olan bağları koparıldı. Ezan susturuldu. Sırf
kıllık kıyafet kanununa muhalefetten dolayı insanlar hunharca katledildi.
Anadolu’da yaşayan halklar
olanca güçleriyle buna karşı durdular. Başta Hilâfet’in ilgasına, ardından
ihdas edilen Türk ulusu politikasına karşı çıktılar. Dayatılan yeni rejime
karşı halktan yükselen itirazlar bilahare isyanlara dönüştü. Şeyh Said, Anzavur, Yozgat, Zile, Konya, Çerkez Ethem, Koçkiri, Ağrı, Dersim İsyanı ve benzeri onlarca isyan baş gösterdi. Öyle yoğun bir tepki ile
karşılaşılmıştı ki, yerli işbirlikçiler yeni rejimi yerleştirmek adına halkı
adeta katliama tâbi tutuyordu. Kurulan İstiklal Mahkemeleri devreye sokularak
halk darağaçlarında şehit edildi. Gerçek şu ki; bu gün Afganistan, Suriye ve
Irak’ta yaşananları Anadolu Müslüman halkları doksan yıl önce yaşadı.
İşte Hilâfet’in ilgasının
ardından böyle dayatmalarla, emrivakilerle, baskıyla, cebir ve şiddet
kullanılarak bu laik, demokrat, ulusalcı cumhuriyet rejimi Anadolu halklarının
başına geçirildi. Daha henüz bir asrı bile doldurmamış bu süre zarfında her on
yılda bir darbelerle, darbe teşebbüsleriyle, elektronik muhtıralarla ve kumpaslarla
halkın reddettiği rejime balans ayarları verilmiştir.
Günümüze değin sürdürülen
kapitalist ekonomik politikalarla ülke yetmiş sente muhtaç bir şekilde
yönetilmiştir. Sürekli “Kritik bir dönemden geçiyoruz!” hikâyesiyle halk
uyutulmak istenmiş ve bu kritik günler sürekli hale gelmiştir.
Diyeceğim şu ki; Hilâfet
gerçek bağımsızlıktır. Hükümdür, Hilâfet adalettir, güven ve emandır. Hilâfet
rahmettir, izzettir, şereftir. Hilâfet
taçu’l füruz/farzların tacıdır. İslâm kitabının şirazesi, İslâm kubbesinin
kilit taşıdır. O düşünce bütün bir kubbe yere yıkılıp harabe olur.
İşte bugün İslâm ümmeti
olarak bize olan budur. Kilit taşımız ile birlikte kubbemiz başımıza
yıkılmıştır. Kubbeden ayakta kalan taşımız kalmamıştır. Bütün mahremlerimize
girilmiştir. Ülkemiz baştanbaşa ya fiilen veya dolaylı olarak işgal altındadır.
Evet! Hilâfet’in ilgasının
bedeli çok ağır oldu. Ümmet bedelini çok ağrı ödedi ve halen ödemeye devam
etmektedir. Ancak gerçek şu ki; şafak gecenin en karanlık olduğu anda söker!
Şimdi kap karanlık bir zaman diliminden geçiyoruz. Şafağın sökme anının yakın
olduğundan kuşku yoktur.
Zira geç de olsa ümmet
teşhisi koydu. Bu perişan halinin ana sebebinin Hilâfet’in yokluğu olduğunu
yaşayarak ders aldı. Tek çaresinin onu yeniden ikame etmek olduğunu yakinen
öğrendi.
Ümmetin bağrından kopup
gelen siyasi ve fikrî yetkinliğe sahip organizeli bir grup, nübüvvet metodu
üzere Hilâfet’i ikame için çoktan kolları sıvamıştır. İşte bakın Hizb-ut
Tahrir’in yiğitleri bu maksatla ümmetin kapısını çalmaktadır. Ümmet de
onları bağrına basmıştır.
Kim bilir belki yarın
belki yarından da yakın!..
Hamd âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
Yorumlar