BAYRAM VE SILA-İ RAHİM

Murat Savaş

El-Hamdulillahi Rabb-il Âlemîn, e's Salatu ve's Selâmu Âlâ Seyyidinâ Muhammed ve Âlâ Âlihi ve Sahbihi ve Men Sâra Âlâ Derbihi İlâ Yevmi'd Dîn ve ba'd;

Kerim kardeşlerim, sevgili okurlar; mübarek Ramazan ayından sonra buruk Da olsa bir Ramazan Bayramını daha bizlere idrak etmeyi nasip ettiği için Allah Azze ve Celle’ye hamdolsun. Ramazan ayında oruç hususunda bizleri nasiplendirdiği gibi başka başarılar ve başka kazanımlarla da nasiplendirsin. İnşaAllah bir daha ki Ramazan ayına kalmadan Ümmet-i Muhammed’i bir Halife etrafında birleştirsin. Zira Ramazan yalnızca gündüzü aç geçirip, akşam iftar etmekten ve sabaha karşı sahurdan ibaret değildir. Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem; “iki günü bir olan ziyandadır” şeklinde buyurmaktadır.

Kerim kardeşler, sözüm özellikle İslâm’ı bir dava olarak yüklenmiş, İslâmî hayatı başlatmak için çalışan, İslâm’ı hayatın her alanında görmek isteyen ve bu amaç için insanlara davasını taşıyanlaradır. Sizler taşıdığı nur ile insanları hidayete ve kurtuluşa çağırırken o nurdan nasibini iyi almamış insanlar olamazsınız. Etrafı aydınlattığı halde kendi dibine gölge olan mum gibi yahut etrafı aydınlatıp kendini yakan ateş gibi olamazsınız? Bu hususta az da olsa şu ayetin muhatabı olmaktan sakınmamız gerekir:

“Siz Kitabın bir kısmını alıyor, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası dünyada rüsvalık ve Ahirette de ateşe atılmaktır.” (Bakara 85)

Dinimizde az da olsa ilim sahibi olana ve ilmiyle amil olanlara âlim denilmektedir. İmam Gazali âlimleri üç sınıfa ayırarak şöyle söylüyor:

1- Hem kendini hem de diğer insanları helak edenler.

2- Hem kendini hem de etrafındaki insanları saadete ulaştıranlar.

3- Başkalarını kurtardığı halde kendini helak edenler. Üçüncü şıktaki âlimler açıktır ki insanları iyiliğe çağırdığı halde kendisi onları terk eden kişidir. Bu durumda olan kişinin cehennemdeki durumu bakın nasıl teşbih ediliyor;

“Dünyada emr-i bil maruf ve neh-i anil münker yaptığı halde onu cehennemde görenler sorarlar, sen bize dünyada iyiliği emredip kötülükten de sakındırmaz mıydın, ne oldu da buraya girdin? O derki; evet ben size emri bil maruf ve neh-i anil münker yapardım ancak bunları kendim terk ederdim, der.” Bu hususla alâkalı Kur’an’ı Kerim’de ise şöyle geçmektedir;

“Siz başkalarına iyiliği emrediyor da kendinizi unutuyor musunuz? Hiç akletmiyor musunuz?” (Bakara 44)

Evet, kerim dostlar sözlerimin biraz acı olduğunun farkındayım ancak dost acı söyler kabilinden beni mazur görmenizi istirham ediyorum. Hem bu söylediklerim en çok kendi nefsime sonra da sizleredir. Yukarıda konu başlığını vermekle birlikte henüz konuya girmemiş olmamız bu konuda Müslümanların derin bir zaafiyet yaşadığından dolayıdır. Şimdi ey kardeşlerim bizler bu hususun düzelticileri, icabet edicileri ve dirilticileri olmayacak mıyız?

Evet kardeşlerim geleceğim konu, kendisine davet ettiğimiz İslâm’da önemli bir yer tutan, Allah’ın terk etmemize karşılık cehennemle tehdit ettiği sıla-i rahim konusudur.

Sıla; ulaşmak, kavuşmak manasına gelen “vusul” kökünden mastardır.

Rahim; kelime olarak rahmetten gelir. Rahmet; acımak, şefkat duymak manalarını taşır. Akrabalık, hısımlık, yakınlık, kuvvet, karabet gibi farklı kelimelerle dile getirilen beşerî yakınlığı ifade eder. (Fîrûzâbâdî, İbnü'l-Esir) Bir nesneyi bir nesneye ulaştırmak bitiştirmek ve eklemek manasındadır. Sıla-i rahim: Hısım akrabayı ziyaret emek ve onlarla görüşmek ve mektuplaşmak; alâkayı devam ettirmek, akrabanın kusurlarını affetmektir. Sözgelimi iş ve ikamet yerimiz akrabalardan uzaklarda ise zaman zaman ziyaretlerine gitmek, mektup yazıp telefon etmek, yakında ise arada sırada görüşmek, yardımımıza muhtaçsa yardım etmek, hastaysa ziyaret etmek, bir meselesi varsa ilgilenmek, sürurunda tebrik, üzüntüsünde teselli ve taziyede bulunmak, hâl hatır sormak, selam vermek vs. hepsi sıla-i rahme dahildir. Şu halde sıla-i rahmi, bu sayılanlardan sadece biri olarak anlamak büyük bir eksiklik olur. Âlimler sıla-i rahmin dereceleri olduğunu, en yüksek derecesinin nikâh düşmeyecek derecedeki yakın akrabalar arasında bulunduğunu, buna riayetin farz olduğunu söylerler. En aşağı derecesini de selamlaşma olarak ifade eden olmuştur. Bazı âlimler, miras babında zevi'l-erhâm (yakın akraba) denen bütün akrabaya farz olduğuna hükmetmiştir.

Rahim (akrabalık) Allah Azze ve Celle’nin isimlerinden bir isimdir. Rahim (akrabalık) arşta güzel bir dille şöyle konuşur: “Allah’ım! Benimle ilgi kuranla ilgilen, benden uzaklaşandan sen de uzaklaş.” Bunun üzerine Cenab-ı Allah; “Ben Rahman ve Rahim’im. Rahimi (akrabalığı) ismimden aldım. Kim ona bağlanırsa, onunla ilgilenirim. Kim onu terk ederse, ben de onu yüzüstü bırakırım.” buyurdu. (Bezzar)

Sıla-i rahim; Akraba ve yakınları ziyaret etme, hallerini ve hatırlarını sorma, gönüllerini alma anlamında bir İslâm ahlakı terimidir. Ancak daha çok ahlaki bir kural ve hak gibi görünen bu terim bundan da öte fertlere hukuki anlamda mükellefiyetler de yüklemektedir. Her Cuma hutbesinde duyarız;

“Allah adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya bakmayı emreder.” (Nahl 90)

İslâm’da insanlar arası ilişkilere önem verildiği gibi özellikle yakınlardan başlayarak anne ve babanın ve sırayla diğer akrabaların ziyaret edilip gözetilmesi prensibi son derece önemlidir.

Halid b. Zeyd (Ebu Eyyüb el-Ensarî) RadiyAllahu Anh’dan rivayet edildiğine göre bir adam Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e gelerek: “Ya Rasulullah; beni Cennet’e sokacak bir ibadet söyler misiniz?” dedi. Rasulullah şu cevabı verdi; “Allah’a ibadet eder ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve sıla-i rahim edersin” (Buhari, Zekât, 1).

Peygamber Efendimizin bu kadar önemle üzerinde durduğu ve yapıldığı zaman Müslümanların Cennet’e girmelerine vesile olacağını haber verdiği sıla-i rahim; her türlü hayır işlerinde akraba ve yakınların görülüp gözetilmesidir. Gerek ayetlerde, gerek hadislerde bunun namaz, zekât gibi farz ibadetlerden hemen sonra zikredilmesi İslâm’daki önemini göstermektedir. Âlimler sıla-i rahimde bulunmanın vacip olduğu görüşündedirler. Bunun, terk edilmesi, yani akraba ve yakınlarla olan ilişkinin kesilmesini büyük günah saymışlardır. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:

“Adını anarak karşılıklı istekte bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının” (Nisa 1)

“Onlar ki Allah’ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetirler (akrabalık bağlarını devam ettirirler ve iyilikte bulunurlar); Rablerine saygı beslerler ve kötü hesaptan korkarlar. Fakat Allah’ın tevhit akidesini kabullendikten sonra onu bozanlar ve Allah’ın bağlanmasını emrettiği bağları koparanlar (akrabalık bağlarını kesenler) ve yeryüzünü fesada verenler var ya; işte bunlar, lânet onlara ve yurdun kötüsü Cehennem de onlara” (Rad 21-25)

Ayet ve hadislerde geçen "rahim" (akraba) sözünün hangi derecede akrabaları içine aldığı hususunda farklı görüşler vardır. Bazılarına göre kendileriyle evlenilmesi haram olanlar; bazılarına göre vârisler akraba sayılır. Bazı âlimler de, mahrem olsun olmasın, kişinin bütün yakınları akrabadır (rahimdir) demişlerdir. Bu son görüş, toplumsal yardımlaşma bakımından daha kapsamlıdır.

Allah Azze ve Celle ve Peygamberi SallAllahu Aleyhi ve Sellem akrabanın görülüp gözetilmesini emrettiklerine göre, bunun nasıl yapılacağını iyi bilmek gerekir.

Sıla-i rahmin birkaç derecesi vardır. En aşağı derecesi akrabalarımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmak, karşılaştığımızda selamlaşmayı, hâl hatır sormayı ihmal etmemek, daima kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek ve hayır dilemektir. İkinci derece de ziyaretlerine gitmek ve çeşitli konularda yardımlarına koşmaktır. Bunlar daha çok bedenî hizmetlerdir. Özellikle yaşlıları zaman zaman yoklayarak, yapılacak işleri varsa onları takip etmek kendilerini sevindirecektir. Sıla-i rahmin üçüncü ve en önemli derecesi akrabalara malî yardım ve destek sağlamaktır.

Bu yardımlar herkesten beklenemez. Hasta ve yatalak bir kişiden akrabasını ziyaret etmesini istemek anlamsızdır. Fakir birisinden de başkalarına malî yardımda bulunmasını beklemek yanlıştır. Yalnız zengin, hali vakti yerinde bir Müslüman’ın sadece ziyaret ve hâl hatır sormakla bu görevi yerine getirebileceği de söylenemez. Böyle zengin birisi için sıla-i rahim, yoksul akrabalarına elinden geldiğince malî destekte bulunmaktır. Bu destek ödünç para vermekle olabileceği gibi karşılıksız malî yardımlar şeklinde de olabilir. Şu halde, yakınları görüp gözetmek deyince yukarıda belirtilen üç derecedeki yardımdan hangisine güç yetiriliyorsa onun yapılması anlaşılmalıdır. Birine gücü yeten birini, hepsine gücü yeten hepsini…

Yapabileceği görevi yapmamak Müslüman’ı bu konuda sorumlu kılar. Yukarıdaki ayeti kerimede, Allahu Teâlâ'nın bu görevi yerine getirmeyenlere yönelttiği lânet unutulmamalıdır. Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur:

“Her Cuma gecesi insanoğlunun amelleri Allah’a arz olunur: Yalnız sıla-i rahimde bulunmayanların amelleri kabul olunmaz.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 484)

Yine Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse akrabasını görüp gözetsin.” (Buharî, İlim, 37; Müslim, İmam, 74-77)

“Akrabalık, Arş’ta asılıdır. Der ki: Beni gözeteni Allah gözetsin; beni terk edeni Allah terk etsin.” (Müslim, Birr ve Sıla, 17)

“Akrabalık bağlarını kesip koparan kimse Cennete giremez.” (Buhari, Edeb, 11)

“Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin.” (Buhari, Edeb, 12)

“Ey insanlar, birbirinize selam verin, akrabanızı gözetin, yemeği yedirin! Geceleyin insanlar uyurken namaz kılın ki selâmetle Cennet’e giresiniz.” (Tirmizî, Et'ime, 45)

“Yoksula yapılan sadaka bir sadakadır. Bu sadaka akrabaya yapılmışsa iki sadaka demektir. Biri sadaka, diğeri sıla-i rahimdir ki bu da sadaka sayılır." (Tirmizi, Zekât, 26)

Akrabalarımız, özellikle hala, teyze, amca, dayı, gibi yakınlarımız aileden sayılır. Onları kendi yakınlarımız bilerek davranışlarımızı ayarlamakta büyük faydalar vardır. Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam; “Teyze, anne yerindedir” (Tirmizi, Birr, 5) buyuruyor. Amca da baba yerindedir. Bu kadar yakın olan kişilere karşı yerine getirilmesi gereken bazı ahlakî görevlerin bulunması tabiidir. Bu görevler arasında olan ziyaretlere özel bir yer ayrılmalıdır. Aşağıda anlatılacak genel ziyaret kurallarına uyarak yakınları, başta bayramlar olmak üzere, zaman zaman ziyaret etmek, mümkünse hediyeler götürmek güzel bir davranıştır. Yapılan ziyareti iade etmek de gerekir. Müslüman’ı ziyarete gelene gitmemek aradaki bağların daha çabuk kopmasına sebep olmaktır.

Ziyaretler akrabalar arasındaki sevgi bağlarını güçlendirir. Dargınlıkları sona erdirir. Sevinç ve üzüntülerin karşılıklı paylaşılmasına, sıkıntılara birlikte çareler aranmasına vesile olur. Özellikle yaşlılar toplumda yalnız kalmadıkları, çevrelerinde kendilerini seven, arayıp soran insanların bulunduğu inancı ile son yıllarını huzur ve mutluluk içinde geçirirler.

Sıla-i rahim konusunda dikkat edilecek hususlardan biri de şudur: İyilik, karşılık bekleyerek yapılmamalı, sadece görüp gözeten yakınlara karşı sıla-i rahimde bulunulmamalı; aksine, unutan, akrabalık bağlarını koparanlara karşı da bu görev yerine getirilmelidir. Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor; “İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi, tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisi ile ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir.” (Buharî, Edeb, 15)

İyilik her durumda düşünülmeli ve yapılmalıdır. Yoksul ve güçsüz iken iyilik ve yardımdan söz edip, zengin ve güçlü duruma yükselince başka türlü davranmak, fesat ve ahlaksızlıktan başka bir şey değildir.

Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor;

“Demek idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık bağlarını bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki Allah kendilerini rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör eylemiştir.” (Muhammed 22-23)

Bu çerçevede kerim kardeşler, anne baba en önde gelmekte ve bu konuda bize bazı mesuliyetler yüklenmektedir. Buna göre anne babaya itaat etmek, muhtaç iseler maddi destek olmak, zayıf ve yaşlı iseler onların kişisel ihtiyaçlarını gidermek ve gönüllerinin hoş tutulması üzerimize farzdır. Bizler anne ve babaya öf bile demeyi haram kılan bir dinin müntesipleriyiz. Nasıl olur da onlara karşı acı söz söyler, onlarla alâkayı keser ve onlara küsebiliriz? Bu konuda Müslümanlar derin bir zaafiyet yaşıyorlar. Kendisine haksızlık yapıldığını düşünerek, kendisine ilgisiz olduklarını düşünerek ya da buna benzer sebeplerden ötürü onlara dargın olabiliyorlar. Hâlbuki anne-baba evlatlarının hakkını gözetmese dahi evlat üzerindeki anne-baba hakkı düşmez. Diğer akrabalar da öyledir.

Ezcümle; güçlü bir dava taşıyıcısı diğer şer’î mesuliyetlerde olduğu gibi sıla-i rahim konusunda da mesuliyetini yerine getiren ve etrafına karşı önyargıları kıran kimsedir. Özellikle “onlar baba ile oğul, anne ile kız arasını açarlar ve ebeveyne karşı asidirler” imajını yok etmek sıla-i rahim konusuna bağlıdır. Haydi, o zaman bu mübarek Ramazan Bayramı’nı vesile edinerek akrabalık bağlarını kuvvetlendirmek adına bir başlangıç yapalım. Akraba ve arkadaşlar arasında karşı taraftan beklemeden varsa dargınlıkları giderelim. Zira Allah Zülcelal-i ve-l İkram şöyle buyurmaktadır;

“En yakın akrabalarını uyar. Sana tâbi olan müminlere kanadını indir. Eğer sana karşı gelirlerse, ‘ben yaptığınız şeylerden uzağım’ de.” (Şuara 214-215-216)

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz