El-Hamdulillahi
Rabb-il Âlemîn, e's Salatu ve's Selâmu Âlâ Seyyidinâ Muhammed ve Âlâ Âlihi ve
Sahbihi ve Men Sâra Âlâ Derbihi İlâ Yevmi'd Dîn ve ba'd;
Kerim
kardeşlerim, sevgili okurlar; mübarek Ramazan ayından sonra buruk Da olsa bir
Ramazan Bayramını daha bizlere idrak etmeyi nasip ettiği için Allah Azze ve
Celle’ye hamdolsun. Ramazan ayında oruç hususunda bizleri nasiplendirdiği
gibi başka başarılar ve başka kazanımlarla da nasiplendirsin. İnşaAllah bir
daha ki Ramazan ayına kalmadan Ümmet-i Muhammed’i bir Halife etrafında
birleştirsin. Zira Ramazan yalnızca gündüzü aç geçirip, akşam iftar etmekten ve
sabaha karşı sahurdan ibaret değildir. Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem;
“iki günü bir olan ziyandadır” şeklinde
buyurmaktadır.
Kerim
kardeşler, sözüm özellikle İslâm’ı bir dava olarak yüklenmiş, İslâmî hayatı
başlatmak için çalışan, İslâm’ı hayatın her alanında görmek isteyen ve bu amaç
için insanlara davasını taşıyanlaradır. Sizler taşıdığı nur ile insanları
hidayete ve kurtuluşa çağırırken o nurdan nasibini iyi almamış insanlar
olamazsınız. Etrafı aydınlattığı halde kendi dibine gölge olan mum gibi yahut
etrafı aydınlatıp kendini yakan ateş gibi olamazsınız? Bu hususta az da olsa şu
ayetin muhatabı olmaktan sakınmamız gerekir:
“Siz Kitabın bir kısmını alıyor,
bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanların cezası dünyada
rüsvalık ve Ahirette de ateşe atılmaktır.” (Bakara 85)
Dinimizde
az da olsa ilim sahibi olana ve ilmiyle amil olanlara âlim denilmektedir. İmam
Gazali âlimleri üç sınıfa ayırarak şöyle söylüyor:
1-
Hem kendini hem de diğer insanları helak edenler.
2-
Hem kendini hem de etrafındaki insanları saadete ulaştıranlar.
3-
Başkalarını kurtardığı halde kendini helak edenler. Üçüncü şıktaki âlimler
açıktır ki insanları iyiliğe çağırdığı halde kendisi onları terk eden kişidir.
Bu durumda olan kişinin cehennemdeki durumu bakın nasıl teşbih ediliyor;
“Dünyada emr-i bil maruf ve neh-i anil münker
yaptığı halde onu cehennemde görenler sorarlar, sen bize dünyada iyiliği
emredip kötülükten de sakındırmaz mıydın, ne oldu da buraya girdin? O derki;
evet ben size emri bil maruf ve neh-i anil münker yapardım ancak bunları kendim
terk ederdim, der.”
Bu hususla alâkalı Kur’an’ı Kerim’de ise şöyle
geçmektedir;
“Siz başkalarına iyiliği emrediyor da
kendinizi unutuyor musunuz? Hiç akletmiyor musunuz?” (Bakara
44)
Evet,
kerim dostlar sözlerimin biraz acı olduğunun farkındayım ancak dost acı söyler
kabilinden beni mazur görmenizi istirham ediyorum. Hem bu söylediklerim en çok
kendi nefsime sonra da sizleredir. Yukarıda konu başlığını vermekle birlikte
henüz konuya girmemiş olmamız bu konuda Müslümanların derin bir zaafiyet
yaşadığından dolayıdır. Şimdi ey kardeşlerim bizler bu hususun düzelticileri,
icabet edicileri ve dirilticileri olmayacak mıyız?
Evet
kardeşlerim geleceğim konu, kendisine davet ettiğimiz İslâm’da önemli bir yer
tutan, Allah’ın terk etmemize karşılık cehennemle tehdit ettiği sıla-i rahim
konusudur.
Sıla; ulaşmak, kavuşmak
manasına gelen “vusul” kökünden mastardır.
Rahim; kelime olarak
rahmetten gelir. Rahmet; acımak, şefkat duymak manalarını taşır. Akrabalık,
hısımlık, yakınlık, kuvvet, karabet gibi farklı kelimelerle dile getirilen
beşerî yakınlığı ifade eder. (Fîrûzâbâdî, İbnü'l-Esir) Bir nesneyi bir nesneye
ulaştırmak bitiştirmek ve eklemek manasındadır. Sıla-i rahim: Hısım akrabayı
ziyaret emek ve onlarla görüşmek ve mektuplaşmak; alâkayı devam ettirmek,
akrabanın kusurlarını affetmektir. Sözgelimi iş ve ikamet yerimiz akrabalardan
uzaklarda ise zaman zaman ziyaretlerine gitmek, mektup yazıp telefon etmek,
yakında ise arada sırada görüşmek, yardımımıza muhtaçsa yardım etmek, hastaysa
ziyaret etmek, bir meselesi varsa ilgilenmek, sürurunda tebrik, üzüntüsünde
teselli ve taziyede bulunmak, hâl hatır sormak, selam vermek vs. hepsi sıla-i
rahme dahildir. Şu halde sıla-i rahmi, bu sayılanlardan sadece biri olarak
anlamak büyük bir eksiklik olur. Âlimler sıla-i rahmin dereceleri olduğunu, en
yüksek derecesinin nikâh düşmeyecek derecedeki yakın akrabalar arasında
bulunduğunu, buna riayetin farz olduğunu söylerler. En aşağı derecesini de
selamlaşma olarak ifade eden olmuştur. Bazı âlimler, miras babında zevi'l-erhâm
(yakın akraba) denen bütün akrabaya farz olduğuna hükmetmiştir.
Rahim (akrabalık) Allah Azze ve Celle’nin isimlerinden bir
isimdir. Rahim (akrabalık) arşta güzel bir dille şöyle konuşur: “Allah’ım! Benimle ilgi kuranla ilgilen,
benden uzaklaşandan sen de uzaklaş.” Bunun üzerine Cenab-ı Allah; “Ben Rahman ve Rahim’im. Rahimi (akrabalığı)
ismimden aldım. Kim ona bağlanırsa, onunla ilgilenirim. Kim onu terk ederse,
ben de onu yüzüstü bırakırım.” buyurdu. (Bezzar)
Sıla-i rahim; Akraba ve
yakınları ziyaret etme, hallerini ve hatırlarını sorma, gönüllerini alma anlamında
bir İslâm ahlakı terimidir. Ancak daha çok ahlaki bir kural ve hak gibi görünen
bu terim bundan da öte fertlere hukuki anlamda mükellefiyetler de
yüklemektedir. Her Cuma hutbesinde duyarız;
“Allah adaleti, iyilik yapmayı ve akrabaya bakmayı emreder.” (Nahl 90)
İslâm’da insanlar arası
ilişkilere önem verildiği gibi özellikle yakınlardan başlayarak anne ve babanın
ve sırayla diğer akrabaların ziyaret edilip gözetilmesi prensibi son derece
önemlidir.
Halid b. Zeyd (Ebu Eyyüb
el-Ensarî) RadiyAllahu Anh’dan
rivayet edildiğine göre bir adam Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’e gelerek: “Ya Rasulullah;
beni Cennet’e sokacak bir ibadet söyler misiniz?” dedi. Rasulullah şu
cevabı verdi; “Allah’a ibadet eder ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar,
zekât verir ve sıla-i rahim edersin” (Buhari, Zekât, 1).
Peygamber Efendimizin bu
kadar önemle üzerinde durduğu ve yapıldığı zaman Müslümanların Cennet’e
girmelerine vesile olacağını haber verdiği sıla-i rahim; her türlü hayır
işlerinde akraba ve yakınların görülüp gözetilmesidir. Gerek ayetlerde, gerek hadislerde
bunun namaz, zekât gibi farz ibadetlerden hemen sonra zikredilmesi İslâm’daki
önemini göstermektedir. Âlimler sıla-i rahimde bulunmanın vacip olduğu
görüşündedirler. Bunun, terk edilmesi, yani akraba ve yakınlarla olan ilişkinin
kesilmesini büyük günah saymışlardır. Cenab-ı Hakk şöyle buyuruyor:
“Adını anarak karşılıklı istekte bulunduğunuz Allah'tan ve
akrabalık bağlarını kesmekten sakının” (Nisa 1)
“Onlar ki Allah’ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetirler
(akrabalık bağlarını devam ettirirler ve iyilikte bulunurlar); Rablerine saygı
beslerler ve kötü hesaptan korkarlar. Fakat Allah’ın tevhit akidesini
kabullendikten sonra onu bozanlar ve Allah’ın bağlanmasını emrettiği bağları
koparanlar (akrabalık bağlarını kesenler) ve yeryüzünü fesada verenler var ya;
işte bunlar, lânet onlara ve yurdun kötüsü Cehennem de onlara” (Rad 21-25)
Ayet ve hadislerde geçen
"rahim" (akraba) sözünün hangi derecede akrabaları içine aldığı hususunda
farklı görüşler vardır. Bazılarına göre kendileriyle evlenilmesi haram olanlar;
bazılarına göre vârisler akraba sayılır. Bazı âlimler de, mahrem olsun olmasın,
kişinin bütün yakınları akrabadır (rahimdir) demişlerdir. Bu son görüş,
toplumsal yardımlaşma bakımından daha kapsamlıdır.
Allah Azze ve Celle ve Peygamberi SallAllahu Aleyhi ve Sellem akrabanın
görülüp gözetilmesini emrettiklerine göre, bunun nasıl yapılacağını iyi bilmek
gerekir.
Sıla-i rahmin birkaç
derecesi vardır. En aşağı derecesi akrabalarımıza karşı tatlı sözlü, güler
yüzlü olmak, karşılaştığımızda selamlaşmayı, hâl hatır sormayı ihmal etmemek,
daima kendileri hakkında iyi şeyler düşünmek ve hayır dilemektir. İkinci derece
de ziyaretlerine gitmek ve çeşitli konularda yardımlarına koşmaktır. Bunlar
daha çok bedenî hizmetlerdir. Özellikle yaşlıları zaman zaman yoklayarak,
yapılacak işleri varsa onları takip etmek kendilerini sevindirecektir. Sıla-i
rahmin üçüncü ve en önemli derecesi akrabalara malî yardım ve destek
sağlamaktır.
Bu yardımlar herkesten
beklenemez. Hasta ve yatalak bir kişiden akrabasını ziyaret etmesini istemek
anlamsızdır. Fakir birisinden de başkalarına malî yardımda bulunmasını beklemek
yanlıştır. Yalnız zengin, hali vakti yerinde bir Müslüman’ın sadece ziyaret ve
hâl hatır sormakla bu görevi yerine getirebileceği de söylenemez. Böyle zengin
birisi için sıla-i rahim, yoksul akrabalarına elinden geldiğince malî destekte
bulunmaktır. Bu destek ödünç para vermekle olabileceği gibi karşılıksız malî
yardımlar şeklinde de olabilir. Şu halde, yakınları görüp gözetmek deyince
yukarıda belirtilen üç derecedeki yardımdan hangisine güç yetiriliyorsa onun
yapılması anlaşılmalıdır. Birine gücü yeten birini, hepsine gücü yeten hepsini…
Yapabileceği görevi
yapmamak Müslüman’ı bu konuda sorumlu kılar. Yukarıdaki ayeti kerimede, Allahu
Teâlâ'nın bu görevi yerine getirmeyenlere yönelttiği lânet unutulmamalıdır. Hz.
Peygamber de şöyle buyurmuştur:
“Her Cuma gecesi
insanoğlunun amelleri Allah’a arz olunur: Yalnız sıla-i rahimde bulunmayanların
amelleri kabul olunmaz.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 484)
Yine Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle
buyurmuştur:
“Allah’a ve ahiret
gününe iman eden kimse akrabasını görüp gözetsin.” (Buharî, İlim, 37; Müslim,
İmam, 74-77)
“Akrabalık, Arş’ta
asılıdır. Der ki: Beni gözeteni Allah gözetsin; beni terk edeni Allah terk etsin.” (Müslim, Birr ve Sıla,
17)
“Akrabalık bağlarını
kesip koparan kimse Cennete giremez.” (Buhari, Edeb, 11)
“Her kim rızkının bol
olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin.” (Buhari, Edeb, 12)
“Ey insanlar,
birbirinize selam verin, akrabanızı gözetin, yemeği yedirin! Geceleyin insanlar
uyurken namaz kılın ki selâmetle Cennet’e giresiniz.” (Tirmizî, Et'ime, 45)
“Yoksula yapılan sadaka
bir sadakadır. Bu sadaka akrabaya yapılmışsa iki sadaka demektir. Biri sadaka,
diğeri sıla-i rahimdir ki bu da sadaka sayılır." (Tirmizi, Zekât, 26)
Akrabalarımız, özellikle
hala, teyze, amca, dayı, gibi yakınlarımız aileden sayılır. Onları kendi yakınlarımız
bilerek davranışlarımızı ayarlamakta büyük faydalar vardır. Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam; “Teyze,
anne yerindedir” (Tirmizi, Birr, 5) buyuruyor. Amca da baba yerindedir.
Bu kadar yakın olan kişilere karşı yerine getirilmesi gereken bazı ahlakî
görevlerin bulunması tabiidir. Bu görevler arasında olan ziyaretlere özel bir
yer ayrılmalıdır. Aşağıda anlatılacak genel ziyaret kurallarına uyarak
yakınları, başta bayramlar olmak üzere, zaman zaman ziyaret etmek, mümkünse
hediyeler götürmek güzel bir davranıştır. Yapılan ziyareti iade etmek de
gerekir. Müslüman’ı ziyarete gelene gitmemek aradaki bağların daha çabuk
kopmasına sebep olmaktır.
Ziyaretler akrabalar
arasındaki sevgi bağlarını güçlendirir. Dargınlıkları sona erdirir. Sevinç ve
üzüntülerin karşılıklı paylaşılmasına, sıkıntılara birlikte çareler aranmasına
vesile olur. Özellikle yaşlılar toplumda yalnız kalmadıkları, çevrelerinde
kendilerini seven, arayıp soran insanların bulunduğu inancı ile son yıllarını
huzur ve mutluluk içinde geçirirler.
Sıla-i rahim konusunda
dikkat edilecek hususlardan biri de şudur: İyilik, karşılık bekleyerek yapılmamalı,
sadece görüp gözeten yakınlara karşı sıla-i rahimde bulunulmamalı; aksine,
unutan, akrabalık bağlarını koparanlara karşı da bu görev yerine
getirilmelidir. Hz. Peygamber SallAllahu
Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor; “İyiliğe benzeri ile karşılık veren kişi,
tam anlamıyla akrabasını görüp gözetmiş olmaz. Hakiki sıla, kişinin kendisi ile
ilgiyi kesenleri görüp gözetmesidir.” (Buharî, Edeb, 15)
İyilik her durumda
düşünülmeli ve yapılmalıdır. Yoksul ve güçsüz iken iyilik ve yardımdan söz
edip, zengin ve güçlü duruma yükselince başka türlü davranmak, fesat ve ahlaksızlıktan
başka bir şey değildir.
Cenab-ı Hakk şöyle
buyuruyor;
“Demek idareyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat
çıkaracak, akrabalık bağlarını bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi? Onlar öyle
kimselerdir ki Allah kendilerini rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve
gözlerini kör eylemiştir.” (Muhammed 22-23)
Bu çerçevede kerim
kardeşler, anne baba en önde gelmekte ve bu konuda bize bazı mesuliyetler
yüklenmektedir. Buna göre anne babaya itaat etmek, muhtaç iseler maddi destek
olmak, zayıf ve yaşlı iseler onların kişisel ihtiyaçlarını gidermek ve
gönüllerinin hoş tutulması üzerimize farzdır. Bizler anne ve babaya öf bile
demeyi haram kılan bir dinin müntesipleriyiz. Nasıl olur da onlara karşı acı
söz söyler, onlarla alâkayı keser ve onlara küsebiliriz? Bu konuda Müslümanlar
derin bir zaafiyet yaşıyorlar. Kendisine haksızlık yapıldığını düşünerek,
kendisine ilgisiz olduklarını düşünerek ya da buna benzer sebeplerden ötürü
onlara dargın olabiliyorlar. Hâlbuki anne-baba evlatlarının hakkını gözetmese
dahi evlat üzerindeki anne-baba hakkı düşmez. Diğer akrabalar da öyledir.
Ezcümle; güçlü bir dava
taşıyıcısı diğer şer’î mesuliyetlerde olduğu gibi sıla-i rahim konusunda da
mesuliyetini yerine getiren ve etrafına karşı önyargıları kıran kimsedir.
Özellikle “onlar baba ile oğul, anne ile
kız arasını açarlar ve ebeveyne karşı asidirler” imajını yok etmek sıla-i
rahim konusuna bağlıdır. Haydi, o zaman bu mübarek Ramazan Bayramı’nı vesile
edinerek akrabalık bağlarını kuvvetlendirmek adına bir başlangıç yapalım.
Akraba ve arkadaşlar arasında karşı taraftan beklemeden varsa dargınlıkları
giderelim. Zira Allah Zülcelal-i ve-l İkram şöyle buyurmaktadır;
“En yakın akrabalarını uyar. Sana tâbi olan müminlere
kanadını indir. Eğer sana karşı gelirlerse, ‘ben yaptığınız şeylerden uzağım’
de.” (Şuara 214-215-216)
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış