Dile kolay 93 sene…
Neredeyse 1 asır…
İslâm Ümmeti ve Hilâfet’siz,
Halife’siz, korumasız geçen 93 sene…
Şu günlerde İslâm Hilâfet
Devleti’nin ilgasının Hicrî 93. sene-i devriyesini idrak etmekteyiz mealesefi’ş
şedid... Malum olduğu üzere Osmanlı Hilâfet Devleti, batılı güçlerin ve onların
yerli işbirlikçilerinin azami gayretleri neticesinde Hicrî 28 Recep 1342
el-muvafık Miladi 3 Mart 1924 tarihinde varlığı ilga edildi. Senelerce
Müslümanlar, tek bir bayrak, tek bir devlet çatısı altında güven içerisinde hayatlarını
idame ettirmişlerdi. Çünkü onların/Müslümanların İslâm’ın tatbikinden ödün
vermeyen bir devletleri, başka bir ifadeyle yönetim nizamları vardı. Yine
Müslümanların zor zamanlarında kendisine yaslanarak destek buldukları koskoca İslâmî
bir devletleri vardı. Müslüman kadınların namuslarına uzanan ellere uzanan
kılıçları vardı. Zulmeden zalime haddini
bildirecekleri orduları vardı. “Kenar-ı
Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu bir gün adli ilahi sorar bana onu” diyen Halifeleri
vardı. Zalimlere, “zulmetmeyi durdurmazsan duyacağın şey göreceğin şey
olacaktır” diyerek heybetiyle düşmana korku salabilen sesleri vardı. “Vücudumu
lime lime edebilirsiniz ama ben yine de size mukaddes topraklardan bir karış
dahi vermem” diyerek İslâm topraklarını koruyan kalkanları, az bir menfaat
karşılığında satmayan onurlu Halifeleri vardı. “Ey bulut yağmurunu nereye
düşürürsen düşür en nihayetinde o topraklar haraç olarak bize geri dönecektir”
anlayışına sahip Fatih ruhlu komutanları vardı.
Evet VARDI…
Artık bu saydıklarımın
hepsi geçmişte kaldı. Geçmişte kaldı çünkü tarih yukarıdaki mezkûr tarihi
gösterdiğinde artık yoktu. Müslümanların devleti olan Hilâfet ilga edildi.
Peki, kardeşlerim, Hilâfet
Devleti’nin Müslümanların hayatındaki yeri nedir? Eğer bu soruyu farklı bir vecih
ile soracak olursak, Müslümanlar Hilâfet Devleti’nin ilgasıyla neler
kaybettiler? Evet, Hilâfet’in ilgasıyla neler kaybettiğimizi bilmek bize her
şeyden önemlisi Hilâfet’e duyulan ihtiyacı hissettirecek ve azimlerimizin
artmasını sağlayacaktır.
Müslümanlar İslâm Hilâfet
Devleti’nin ilgasıyla;
1-Allah’ın rızasından
uzaklaştılar.
2-Kendilerine ait olan
değerlerine sahip çıkamaz oldular.
Konunun izahını
detaylandırırsak şöyledir;
1-Allah’ın rızasından
uzaklaştılar.
İnsanoğlunun hayatta
varoluş gayesi hiç kuşkusuz Allah Azze
ve Celle’ye kulluktur. Bu
dünya hayatı insanoğlunun imtihan arenasıdır. Sınavın başka bir adıdır kulluk…
Dünya hayatına gönderiliş gayesi Allah’a kul olmak, olabilmektir. Bunu Allah Subhanehû
ve Teâlâ Zariat Suresi’nde şu kavliyle beyan eder;
“Ben cinleri ve
insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariat 56)
Günümüzde Müslümanlar
nezdinde Allah Azze ve Celle’ye kulluk mükellefiyeti konusunda bir ihtilafın
olduğunu zannetmiyorum. Şunu demek istiyorum; hangi Müslüman’a sorsak bu
dünyaya kulluk vazifesi için gönderildiğini ikrar eder. Lakin esas sıkıntı ya
da problem addedebileceğimiz husus, kulluğun keyfiyetidir.
Eğer kulluk keyfiyeti
konusu çözülür ya da anlaşılır hale gelirse kulluk konusunda başarı adına büyük
bir engel ortadan kalkmış olacaktır. Yani kulluk konusunda muvaffakiyet
sağlanmış olacaktır. Kulluk keyfiyeti konusundaki kastım kulluğun nasıl
yapılacağıdır. Yani kısacası asıl mesele kulluğun nasıl yapılacağını bilmek
meselesidir. İşte ihtilaf konusu da budur. (Bununla birlikte burada mezhepsel
ihtilafların beraberinde getirdiği görüş farklılıklarını kast etmediğimi
hatırlatmak isterim.)
Kulluğun keyfiyeti
konusuna değinmeden evvel, kullukta arzulanan esasın Allah’ın razı olduğu şekilde
olmasıdır. Allah’ın razı olmadığı kulluk, kulluk değildir.
Peki, Allah’ın razı
olduğu kulluk nasıl elde edilir? Hangi kulluktan ya da kulluk formatından Allah
razıdır? Özlü soracak olursak; Allah Azze ve Celle bizden nasıl razı
olur?
Kullukta rıza-ı ilahiye
mazhar olabilmek ancak, bizler için seçtiği ve razı olduğu dinin hayata tatbik
edilmesi ve hâkim kılınması ile mümkündür.
“Bugün
sizin için dininizi kemâle erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din
olarak İslâm’ı seçtim/razı oldum.” (Maide 3)
Allah Azze ve Celle
bizler için İslâm Dini’ni seçmiş ve de ancak bu dinden razı olacağını beyan etmiştir.
Yani Allah’ın rızası bu dinin varlığında geçer. İslâm Dini’nin varlığından
kastım ise hayatımızdaki etkinliğidir.
Hani en başında demiştim
ya Müslümanlar İslâm Hilâfet Devleti’nin ilgasının ardından Allah’ın rızasından
uzaklaştılar. Evet bu tezin ispatı mahiyetinde ne ile yönetildiğimize bakmak
yeterli olacaktır diye düşünüyorum. Öyle değil mi? Hem Allah’ın razı
olabilmesinin yegâne yolu O’nun dininin hayata tatbiki ve hâkimiyetiyle
olabilirliğini iddia edeceğiz, hem de Allah Azze ve Celle’nin dini
günümüzde/yaşadığımız hayat arenasında hiçbir etkinliği olmayan tam aksine
teorik bir din olmaktan öteye gitmeyecek/geçmeyecek. Bu tenakuz değil de nedir?
Allah’ın rızasını kazanma gayreti içerisinde olacaksın ama sen bir vadide, İslâm
hayat nizamı olarak bir vadide. Bu tenakuz değil midir?
İnanın kardeşlerim
Allah’ın rızası bu şekilde kazanılmaz. Raflarda tozlanmaya itilmiş İslâm Dini
hayatımıza indirgenmedikçe, hayatımızı düzenleyen nizama kaynaklık etmedikçe
Allah’ın rızası kazanılmaz. Allah Azze ve Celle hükmetmedikçe,
hayatımızı tanzim etmedikçe hangi kazanımdan bahsedilebilir ki? Kulluğun başarı
kodları olan helaller ve haramlar, Allah’ın helalleri ve haramları olmadıkça
hangi memnuniyetten ve rıza-ı ilahiden bahsedilebilir ki?
Bahsedilemez. Çünkü
denklem çok basit;
Kısaca şu şekilde
formülize etmek mümkün, Allah’a kulluk, Allah’ın razı olduğu şekilde olmalıdır.
Allah’ın razı olduğu ya da olacağı kulluk ise ancak seçtiği ve razı olduğu
dinin hayata tatbik edilmesi ve hâkimiyetiyle mümkündür. Bu dini hayata kâmil
manada tatbik edebilmenin ve hâkim kılmanın yolu ise ancak Hilâfet’tir.
Dikkat edilirse birçok
defa “kâmil manada tatbik etmek” ifadesini kullandım. Bunu söylerken de şunu
kastettim aslında; Allah bizlerden dine ait bazı ahkâmlarını alıp, bazılarını
yok saymamızdan razı olmaz. Böyle bir ayrım yapmamız, yani bazılarını alıp
bazılarını da yok saymamız zımnen şunu ifade eder aslında; “Allah Azze ve
Celle’nin namaz ahkâmına dair düzenlemesine eyvallah ama ictimai ya da ne bileyim
ukubat nizamına yönelik düzenlemesi için ise Allah hükmetmese de olur…”
Bu yaklaşım ve anlayış
caiz olmadığı kadar akıbet açısından dünyada perişanlık, ahirette ise elim bir
azaptır. Bunu Allah Azze ve Celle’nin şu kavlinden anlamak mümkün:
“Yoksa
siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Oysa içinizden
böyle yapanların cezası dünya hayatında perişanlıktan başka bir şey değildir.
Onlar Kıyamet Günü de en ağır azaba çarptırılacaklardır. Allah yaptıklarınızdan
habersiz değildir.”
(Bakara 85)
Öyleyse maksat Allah’ı
razı etmekse ki gayelerin gayesi odur şüphesiz… Bu ancak İslâm’ın hiçbir
noksanlık göstermeden, kâmilen tatbik edilmesi ile mümkündür.
1-Kendilerine ait olan
değerlerine sahip çıkamaz oldular.
İsterseniz bu başlığın
detaylarına Müslümanların yaşadıkları vahim tabloyu resmederek başlayalım.
Müslümanlara ait ne kadar değer varsa bugün biz onlara sahip çıkamıyoruz. Zulüm mekân değiştirebiliyor evet ama
mazlumun adı hiç ama hiç değişmiyor 90 küsur yıldır... Müslüman, Müslüman ve
yine Müslüman…
Değerlerimize,
mukadderatlarımıza, kanımıza, malımıza kısacası bize ait ne varsa sahip çıkamıyoruz.
Bunların en başında kutsal topraklardan olan Mescidi Aksa gelmektedir. Ki
Mescidi Aksa, Müslümanlar nazarında İsra hadisesinin yaşandığı rivayet edilen
Recep ayında daha da bir kıymet kazanır. Çünkü Kudüs mübarekliğini şu ayetten
ve hadis rivayetinden almaktadır:
“Bir gece, (Muhammed) kulunu
Mescidi Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa’ya götüren Allah,
noksan sıfatlardan münezzehtir.” (İsra 1)
Yine Rasul SallAllahu
Aleyhi ve Sellem Kudüs’ün mübarek oluşuna ilişkin şöyle buyurmuştur:
“Şu üç mescit dışında,
başkasına ziyaret için seyahate çıkılmaz: Mescidi Haram, Mescidi Aksa ve şu
benim mescidim.”
İşte bu naslardan Filistin topraklarının sıradan topraklar olmadığı, bilakis Allah’ın
mübarek kıldığı topraklar olduğu anlaşılmaktadır.
Özellikle bugünlerde
Mescidi Aksa’nın mahzunluğu yürekleri dağlamaktadır. Gasıp Yahudi varlığı
Filistin topraklarını işgalin 66. senesini sevinçle kutlamaktadır şu
günlerde... Koruyanı kollayanı yoktur. Sahipsizdir mübarek toprak…
Kan ağlıyor Kudüs… Feryat
ediyor Kudüs… Ve kurtarılmayı bekliyor Kudüs…
Bugün yüzümüzü nereye ve
hangi tarafa dönersek dönelim her yerde oluk oluk Müslüman kanı akıtılmaktadır.
Suriye’de ortalama her 10 dakikada bir Müslüman katledilmektedir. Yine Irak’ta
ortalama günde 110 Müslüman katledilmektedir. Orta Afrika, Arakan ve daha
ismini zikretmediğimiz nice beldelerden gelen katliam haberleri. Bacılarımıza
yapılan tecavüzlerin haddi hesabı yok.
Hâlbuki bizler biliyoruz
ki bir Müslümanın katledilmesi, Allah katında dünyanın yok olup gitmesinden
daha azamdır. Bakınız bu konuyla alakalı olarak Allah’ın Rasulü ne buyururlar:
“Nefsim elinde olan
Allah’a yemin olsun ki, bir Mümin’in katledilmesi, Allah katında dünyanın yok
olmasından daha azamdır ”
Ama maalesef kardeşlerim
bugün bizler,
-Bir günde binlerce
Müslüman kardeşimizin hunharca katledildiğine şahit oluyoruz.
-Bacılarımızın ırzlarına
tecavüz edildiğine şahit oluyoruz.
-Tecavüze uğramamak için
denize atlayıp boğulan bacılarımızın varlığına şahit oluyoruz.
-Irzlarını korumak için
yüksek yerlerden atlayıp ölmek isteyen bacılarımızın varlığına şahit oluyoruz.
-Kâfirler tarafından diri
diri toprağa gömülen körpecik bebeklerin çığlıklarına şahit oluyoruz.
-Suriye’de günlerce
açlığa, susuzluğa terk edilen çocukların feryadına şahit oluyoruz.
-Soğuktan tir tir
titreyen, “üşüyorum ve açım anne” diyerek açlıktan ağlayan, soğuktan
donarak ölen çocukların varlığına şahit oluyoruz.
-Müslüman beldelerindeki
hapishanelerde “Va Mutasıma” nidalarının varlığına ve yükseldiğine şahit
oluyoruz.
-Yine hapishanelerden “elinize
geçen bütün imkânlarla bu hapishaneye saldırın, hem kâfirleri hem de bizleri
öldürün. Pis kâfirlerin bizlere yaptıkları bu utançla yaşamak istemiyoruz.
Burayı yerle yeksan edin. Bu utançla yaşamaktansa ölmeye razıyız” şeklinde
feryat eden bacılarımızın çığlıklarına şahit oluyoruz.
-Yine bizler Müslümanlar
olarak,
-Başörtüsüne uzanan
ellere engel olamıyoruz.
-Bacılarımızın
namuslarını koruyamıyoruz.
-“Bizi Allah için bu
pisliklerin elinden kurtaracak kimse yok mu” nidalarına, yakarışlarına cevap veremiyoruz.
-Oluk oluk Müslüman kanı
akıtılmasına mani olamıyoruz.
-Mescidi Aksa’nın işgal
edilmesine, altının kazılmasına engel olamıyoruz.
Kısacası kardeşlerim
değerlerimize sahip çıkamıyoruz. Niçin? Bunun bir tek nedeni vardır kardeşlerim
oda; Allah’ın Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in şu hadisi
şeriflerinin hayatımızda yer bulmuyor olmasıdır:
“İmam bir kalkandır
onunla savaşılır, onunla korunulur.” (Buhâri )
Bu hadisi şerif
hayatımızda varken başka bir ifadeyle yer buluyorken Müslümanların hali böyle
değildi. Nasıl mıydı? Bunu hepinizin bildiği meşhur iki örnekle anlatmak
istiyorum. Her ne kadar hepinizce malum örnekler olsa da kalkanın
ehemmiyetini anlatmak adına uygun örnekler olduğunu düşündüm.
Osmanlı Hilâfet
Devleti’nin içerisinde bulunduğu mali krizden faydalanmak maksadıyla para karşılığında
Filistin’in bir parçasına hâkim olmak isteyen kâfirler bunun için girişimlerde
bulunurlar ve Halife Abdülhamid’e Dr. Theodor Herzl aracılığıyla Filistin’i
satmasını isterler. Abdülhamid’in malum sözleri şöyledir: “Doktor Herzl’e bu konuda ciddi adımlar
atmamasını nasihat ediniz. Zira ben Filistin toprağının tek bir karışından dahi
vazgeçemem!.. Orası benim şahsi mülküm değildir… Bilakis İslâm Ümmeti’nin
mülküdür. Halkım bu topraklar uğrunda cihad etti ve orayı kanlarıyla suladı…
Yahudilerin milyonları kendilerine kalsın!.. Eğer bir gün Hilâfet Devleti
parçalanacak olursa işte o gün, onlar Filistin’i bedelsiz alabilirler. Ancak
ben hayatta olduğum müddetçe, Filistin’in Hilâfet Devleti’nden koparıldığını
görmektense bedenimin lime lime koparılmasını tercih ederim ki bu olmayacak bir
iştir. Biz hayatta kaldığımız müddetçe, cesetlerimize neşter vurulmasına asla
razı olmam.”
Halife Abdülhamid
seneler öncesinden ne kadar da haklı ve yerinde söylemiş, Filistin Hilâfet’in yıkılmasıyla
gasp edildi. Halen de Raşit bir Halife’nin eliyle tez zamanda kurtarılmayı
bekliyor.
İkinci örneğim ise Harun
er Reşid’dendir.
İslâm’ın üstünlüğünü
kabul etmeyip normalde cizye vermeye devam eden Bizans Devleti kralı Nakforus İslâm
Hilâfet Devleti Halifesi Harun er Reşid’e bir mektup yazarak şu sözlere yer
vermiştir. “Bizans Kralı Nakforus'dan, Arap Kralı Harun’a; İşbu
dibaceden(girişten) sonra, gerçek şudur ki: Benden önceki selefim kraliçe,
seni satrançtaki şah yerine, kendini ise piyon yerine koyarak esasen senin ona
ödemen gereken miktarlarda sana paralar ödemiş bulunmaktadır. Bu ise
kadınların dayanıksız ve aptal olmalarından kaynaklanan bir sonuçtur.
Dolayısıyla bu mesajım sana ulaşır ulaşmaz, O'nun sana ödemiş bulunduğu malları
derhal bana iade et ve canını bu suretle elimden kurtarmaya bak. Aksi halde
aramızdaki sorunu kılıç halleder!”
Harun Nakforus'un mesajını
okuyunca öfkesi o dereceye vardı ki hazır bulunanlardan hiç biri ne O'nun
yüzüne bakabiliyor ne de kendisiyle konuşmaya cesaret edebiliyordu. Huzurunda
bulunanlar O'ndan korkmaya başladılar. Sonra bir kalem isteyerek Bizans Kralına
hitaben şunları yazdı:
“Bismillahirrahmanirrahim,
Emîr-ül müminin Harun'dan Rum köpeği Nakforus'a, seni kâfire kadının oğlu!
Mektubunu okudum. Cevabımı, haber almana gerek kalmadan bizzat gözlerinle göreceksin!
(cevabım duyduğun şey değil gördüğün şey olacaktır.)”
Maalesef bugün kâfirlere korku salacak
Halifemiz yok. Hilâfet’in yıkılışının üzerinden takriben 33 bin gün geçti.
Hâlbuki şeriatın Halife’nin nasbı için verdiği süre ki 2 gece 3 gündüzdür ve hepimizce
malumdur. Her Müslüman’ın Hilâfet’in ikamesi için çalışması farzdır ve bunun
delilleri İslâm’da malumdur.
Şöyle bir seslenişle makalemi sonlandırmak
istiyorum.
-Allah’ın dinini kâmil
manada, razı olduğu bir şekilde mi yaşamak istiyoruz?
-Zulümler artık bitsin mi
istiyoruz?
-İslâm hayata hâkim mi
olsun istiyoruz?
-Öyleyse haydi Müslüman!
-Haydi, uyan Müslüman!
Uyan ki dünya kâfirlere dar, Müslümanlara geniş gelsin.
-Haydi, ayağa kalk
Müslüman! Kalk ki tarih bizi hayrın öncüleri diye yazsın.
-Haydi, ayağa kalk
Müslüman! Kalk ki nesillerimiz senin öncülüğünde ölüm uykusuna mahkûm olmasın.
-Haydi, kıyam et Müslüman!
Kıyam et ki “La
İlahe İllallah Muhammede’r Rasulullah” sancağı senin elinle semaya çekilsin.
-Haydi, hakkı haykır
Müslüman! Haykır ki mustazafların yüzü gülsün, kâfirlerin ise korkudan kalpleri
ürpersin.
-Haydi, nida et Müslüman!
Nida et ki yer ve gök Ali’lerin, Musab’ların, Bilal’lerin, Hamza ölmediğine,
Allah’ın aslanlarının varlığına şahit olsun.
-Haydi, çalış Müslüman!
Çalış ki Allah’ın vaadi, Rasulü’nün müjdesi olan Raşidî Hilâfet senin ellerinle
ikame edilsin.
“Sonra da Nübüvvet Minhacı üzere (Raşidî)
Hilâfet olacaktır”
Allah’ın dini uğrunda,
Allah’ın adı anıldığında sağına soluna bakınmadan, ayağa kalkıp “BEN” varım
diyen Müslüman kardeşlerime benden selam olsun…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış