Sekülerizm: Dünyacılık
(dünyayı sevme, ahireti unutma) olarak bilinir. Genel olarak laiklikle eş
anlamlı bir kavramdır. Türkçeye Fransızcadan geçmiş bir sözcüktür. Temel anlamı,
dine dayanmama ve din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak
tanımlanır. Laiklik'in tarihçesine baktığımızda ilk, orta ve yeniçağlarda
kurulan devletlerin hepsi dinsel temellere dayanıyordu. Egemenlik, dine
dayanınca din adamları devlet yönetiminde etkindi ve dinsel kurallarda
yönetimde temel ilkeleri oluşturuyordu. Statik ruhani kuralların düşünce
özgürlüğünü boğması, dolayısıyla ilerlemeyi durdurması yüzyıllarca süren Ortaçağ
karanlığına yol açmıştı. Eski çağlardan beri din insanın günlük yaşamında,
toplumsal düzeninde ve devlet yönetiminde etkili olmuştu. Özellikle Hıristiyanlık,
Ortaçağ Avrupa sonlarına kadar her alanda etkili olmuştu. Papalar, krallara
hükmedebiliyor, papaz, rahip ya da keşiş gibi din adamlarının, Hıristiyan dinin
kurallarına göre insanın yaşamını yönlendirebiliyorlardı.
16. yüzyıl da ise dinde reform
olmaya başladı. Edebiyat, sanat ve bilim olarak adlandırılan Rönesans dönemiyle
birlikte, bir atılım dönemi de 15. yüzyıl ve 16. yüzyılda gerçekleşti. Böylece
Hıristiyanlık dünyasında, din yaşamın birçok alanında etkisini yitirmeye
başladı. Özellikle eğitim ve öğretim alanında yenileşme odu. 1789 Fransız
ihtilaliyle birlikte, laiklik yavaş yavaş devletin bütün kurumlarında ve
toplumda kendini kabul ettirdi. Laikliğin bu şekilde bütün kurumlara girmesinin
temel nedeni, dinsel statüdekilerin halkı sömürmeleriydi. Halkın, eğitim-öğretim
ve düşüncelerini engellemeleriydi. Hatta cennetten toprak satarak, aforoz
ederek, halkı her alanda perişan etmeleriydi. Birçok bilim, sanat adamını
düşüncesinden dolayı idam etmeleriydi. Halkın düşünce hürriyetleri diye bir
alternatifleri yoktu. Artık din sadece ruhani bir alanda varlığını sürdürecek,
hayata kesinlikle müdahale etmeyecekti. Böyle bir uygulamaya gidilmesinin temel
nedeni, bozulmuş Hıristiyan dininin, din adamları tarafınca menfaat olarak
kullanılmasıydı. Avrupa’da dinde yenilikler gerçekleşirken, İslam aleminde
böyle bir reform gerçekleşmemişti. 16. yüzyılda İslam Devleti’nin temsilcisi
olan Osmanlı Hilafet Devleti, dünyada süper güç durumundaydı. İslam Devleti,
süper güç bile olmasaydı, bu kavramı almaya neden olacak bir durum yoktu. Çünkü
İslam dini, hayatın her alanına çözüm getirmiş; siyasi, iktisadi, içtimai ve
cezai alanda hayata mükemmel çözümler sunmuştu.
Peki ne oldu da, bu
derece mükemmel olan dinin, hayattan arınmasına sebep oldu? İngilizlerin
kurduğu yeni Osmanlılar (Jön Türkler) olarak bilinen İttahat Terakki Cemiyeti,
Osmanlının hukuki, siyasi ve askeri gücünü kırmak için her alanda rezilce çalışmışlardır.
Osmanlı Hilafet Devleti’nin hukuki gücünü kırmak için Tanzimat ve Islahat Fermanlarını
yayınladılar. Siyasi gücünü kırmak içinde, İslamiyet’in siyasi dehasıyla Avrupayı
titreten Halife Abdülhamid’i tahttan indirdiler. Oysaki batılılar bile siyaseti
Halife Abduhamitten öğrendiklerini söylerler. Alman İmparatoru Wilhem, Halife
Abdulhamid’in nefretiyle dolu iken, siyaseti ondan öğrendiğini söyler. Prens
Bismarck ise dünyada 100 gram akıl varsa %90 Abdulhamitte, %5 bende, %5 ise
bütün siyasilerdedir der ve Abdulhamid’i, asrın en büyük siyasi dehası ilan eder.
O halde soruyorum, bu dehayı tahtan indirenlerde % kaç akıl vardır? Halbuki Halife
Abdulhamid, Osmanlının 300 milyon dış borcunu 30 milyona indirmişti. Mason
İttahat Terakki ise (1909-1918) 9 yıllık dönemde, Osmanlının 30 milyon dış
borcunu 400 milyona çıkararak, Osmanlının ekonomi gücünü kırarak, Batıya
bağımlı hale getirmeyi başarmıştı. Üstad N. Fazıl, Abdulhamid’e hakaret (kızılsultan)
edenlere şöyle cevap veriyor: “36 Türk
hükümdarı arasında belki en büyüğü ve tarihi hakkı muazzam bir zat mevzuunda
yahudi, dönme, mason, kosmopolite ve emperyalizma ajanlariyle el ele, İttihat
ve Terakki eşkiyasının imal ettiği ve Cumhuriyet rejimi boyunca devamına şahit
olduğumuz yalancı tarihe paydos! .. Dünyada her şeyin sahtesi görülmüş, fakat
ilim ve tarihin devamlı yalancısına rastlanmamıştır!” (Necip Fazıl: Ulu Hakan
2 Abdulhamid Han).
İttahat Terakki,
Trablusgarb Savaşı ve Balkan Savaşlarını kaybetmemize neden olduğu gibi, 1913
yılında, Babı Ali baskınını yapıp hükümeti ele geçirerek, Abdulhamid’in 33
yıllık faaliyetlerini dile getiren 500 yıllık kütüphaneyi (İstanbul’da) yakmış
sonrasında ise Birinci Dünya savaşına girecek hiçbir neden yokken, sırf Alman
hayranı ve ajanı olan Enver Paşa önderliğinde savaşa girilmiş, Osmanlının
parçalanmasına neden olmuştur. (Kemal Arkum: İttahat ve Teraki sy 87) Bu
ajanlar, Sarıkamış’ta binlerce İslam askerini şehit ederek, Osmanlının askeri
güçünü kırmıştılar. Mondros Antlaşmasını da imzalayarak(Rauf Orbay), Osmanlı
İslam Devleti’nin toprağını satarak, savaş sonunda ise ülkeden Alman gemisiyle
utanmadan kaçtılar. Sonuç olarak Osmanlı İslam Devleti, bu hainler yüzünden yenilmisti.
4 Temmuz 1918 yılında, Halife
Vahideddin ateşten gömlek giymişti/giydirilmişti. Mondros Antlaşması’nın
maddelerini görüpte yırtan ilk kişi, Halife Vahideddindir. Mondros Antlaşması’ndan
sonra, İtilaf Devletleri bütün yurdu kuşatmış, işgal etmekteydi. Halk kendi
bölgesini savunmaya başlamıştı. Anadolu’daki halk, alim, hoca, medrese talabeleri
önderliğinde savaşıyordu. Ama düzensiz birlikler halinde. Vahideddin kendi Anadoluya
gitmek, Kuvayı Milliyeyi birleştirmek istiyordu. Ama gidemezdi. Çünkü işgal altındaki
İstanbul (Hilafetin merkezinin) İngilizler tarafından işgal edilip, saf dışı
bırakılıp, Osmanlı İslam Devleti’ne son verebilirlerdi. Bir diğer neden ise,
çıkan bir habere göre, İngilizler Ayesofyaya çan takma niyetindeydi. Bu çan
takma haberinden sonra, Halife Vahideddin, emrindeki ve onu korumakla görevli
700 kişilik askeri Ayasofya önüne menzilleyerek; bırakın benim hayatı mı siz
Ayasofyayı koruyun, en ufak bir İngiliz müdahalesi olursa, emir beklemeden son
kurşuna kadar savaşın emrini vermişti. (İsmail Çolak: Son Osmanlı Vahdettin syf
42) Ama birini Anadoluya göndermeliydi. Bu, kim olabilirdi. Seyit Abdulhakim ve
diğer ulemanın görüşünü alan Halife Vahideddin, kesin karar aldı. Milli
mücadele Anadoluda başlamalıydı. Ama kimin gönderileceği kesin değildi. Halife
Vahideddin, Serasker Feyzi Paşadan, Milli Mücadeleyi başlatacak kumandanların isimlerini
ister. Feyzi paşa, 10 komutanın ismini verir, ama bunların içinde M. Kemal yoktur.
Halife Vahideddin Feyzi Paşaya, niye listede M. Kemal yok diye sorunca? Feyzi Paşa:
M. Kemal Cumhuriyetçidir, Halife ve Saltanat yanlısı değil, ondan listeye
almadım der. Halife Vahideddin, M. Kemal, milleti mi teşkilandırıp, vatanı
kurtaracaksa, Kuvayı Milliyeyi başarıya götürecekse, göndermekten başka çare
yok der. Halife Vahideddin’in M. Kemal’i Anadoluya göndermesinin temel nedeni
ise M. Kemal ile Almanya gezisinde, M. Kemal’in Vahideddi’nin güvenini
kazanması ve askeri alanda başarılı olduğunu düşünmesidir. Lakin M. Kemal’in
1917 yılında Filistin, 1918 yılında Suriye cephelerini, izin almadan terk eden,
120.000 askeri başsız bırakıp süngülenerek öldürülmelerine neden olan ve 60.000
askerimizin esir alınarak Mısır´a gönderilmesine neden olan fakat bu gerçekleri
değil de, tam tersini telgrafla saraya bildiren kişi olduğunu Halife Vahideddin
fark edememiştir. Bu gerçeklerden bihaber olan Vahideddin de başarılı, muzaffer
komutan zannettiği M. Kemal´i Anadoluya göndermek istemiştir. ( Erciyes Tarih
Bölümü Öğretim üyesi (T.T.K. Başkanı) Prof. Dr. Metin Hülagü: Son Padişah Vahdeddin).
Dönem Pontuslulara karşı Kuvay-ı
Milliyecilerin aman verdirtmediği bir dönemdir. Pontuslularda, İngilizlerden
yardım istemektedirler. Bunu bahane eden Vahideddin, İngilizlerden M. Kemali Anadoluya
göndermek için izin ister. Aslında Vahideddinin niyeti Kuvayı Miliyeyi
başlatmaktır, Pontus meselesini bahane etmiştir. İngilizlerin bu ard niyetinden
Vahideddin’in bihaber olmalarıda normaldir. M. Kemal ise Anadoluya gitmek
istemez, Anadoluya gitmesini sağlayan ise Kazım Karabekirdir. Karabekir, 19
Nisan 1919 da Trabzon’a çıkar ve dağınık birlikleri tek çatı aldında
birleştirmeye çalışarak, orduya komutanlık eder. ( Kazım Karabekir: İstiklal
Harbimizin Esaslari) M. Kemal için izin alan Halife Vahideddin, M. Kemal’e 40
bin tl vererek Anadoluya gönderir. Tarihçi Kadir Mısıroğlu 40 bin tl’nin Halife
Vahideddi'nin kendi parası (savaş atı satarak temin etmişti) olduğunu belirtir ve
devlet olarak 400.000 bin tl daha verilerek M. Kemal’in Anadoluya gönderildiğini
anlatır. M. Kemal Vahideddi'nin huzurunda, Halife ve Saltanata bağlı kalacağına,
Kuvayı Milliyeyi başarıya götürmek için çalışacağına –Kur’ana el basarak-,
yemin ederek, 19 Mayıs 1919’da Samsuna çıkar.
Çok büyük yetkilerle Anadoluya giden M. Kemal’in,
Halifenin izni ile gönderildiği halk tarafından çoktan öğrenilmiştir. M. Kemal,
Anadoluda Hilafet ve Saltanatı kurtarmak için geldiğini söylemesiyle, halkı
kısa bir zaman dilimde tek çatı altında toplamayı başarmıştır. En büyük slogan şüphesiz
Hilafettir. Tarihçi Yavuz Bahadıroğlu, Kayıt
Dışı Tarihimiz kitabında; “Gerçektende
İstiklal savaşımızın motivasyon kaynağı Hilafettir. Dağıtılan tüm bildirimlerde
ve yapılan tüm konuşmalarda, Halifeyi kurtarma misyonu ön plandaydı. Yıllar
boyu süren savaşlardan yorgun düşmüş bir milleti, tekrar ayağa kaldırıp zafere
ulaştıran motivasyon kaynağı şüphesiz Hilafetir. Eğer Hilafet ve Halife
sloganları olmasaydı, yorgun bitkin Müslüman Anadolu halkının savaşacak güçü
yoktu. Hilafet söylemleri Anadolu halkına heyecan vemişti.” ifadelerini
kullanmıştır. M. Kemal Anadoludayken, Vahideddin ona Hattı Hümayun gönderek; “Hilafet, Saltanat ve hükümet kararıyla
tayin olduğunu mıntıka da asayişi sağlayarak ve aykırı hallerin meydana
gelmesini engelleyerek, topyekün korkulu şeylerin define ceht ve gayret
gösterek, milletin saldırgan ellerden kurtulmasını sağlamak için tek vücut
halinde davranılmasını selamımla bereber, asker, memur ve halka bildirilmek
üzere idare et.” ( Kemal Arkun: Sultan Vahideddin Han syf 155) şeklinde
bildirmiştir. Bu bildiriyi öğrenen İngilizler, İstanbul’da evleri ateşe
verdiler. İngilizler, artık Halife Vahideddi'nin Kuvayı Milliye için, M. Kemal’i
Anadoluya gönderdiğini öğrenmiştiler. İstanbul hükümetine baskı yaparak, M.
Kemal’in geri çağırılmasını istediler. Bu arada Halife Vahideddin, M. Kemal’e
gizli bir belge gönderek, görevinden ayrılmasını bildirdi ve artık M. Kemal
kongrelere sivil katılacaktır.
M. Kemal, Amasya Genelgesi
ve Erzurum Kongresinden sonra Halifenin üzerine düşen görevi yapmadığını
bildirerek müthiş derecede, Halife ve İstanbul hükümeti aleyhine çalışmaya
başlar. Bunun temel nedeni ise; 1920 Erzurum Kongresinde, İngiliz Yarbayı
Rawlinson’un yaptığı bir tekliftir. Cumhuriyeti ilan edin, İngiltere size
yardım edecektir. Kazım Karabekir, bu teklifin halkın ve İstanbul hükümetini
aleyhlerine kışkırtmaya yönelik bir oyun olduğu fikrindeydi ve uyanık
olunmalıydı (Mustafa Armağan: Kazım Karabekir Gözünde Yakın Tarihimiz syf 131)
Ancak Kazım Karabekir’e kulak vermeyen M. Kemal, Cumhuriyeti ilan etme yoluna
koyulmuştu. Erzurum Kongresinden sonra, M. Kemal Halife’den bağımsız kararlar
almaya başlar ve milli iradeden bahseder. Yani artık halkın egemenliğine
geçişin işareti verilmiştir. Artık İtilaf Devletleri yurttan çekilme kararı
almıştır. Çünkü yeni bir sitemin temeli atılmalı ve meşru sayılmalıydı. 1.
Dünya Savaşında İngiltere, Fransa, İtalya vb. (İtilaf Devletleri) ile savaştığımız
halde Kuvayı Milliyece hiçbiriyle savaşılmamış, tek kurşun bile atılmamıştı.
Sadece Yunanlılar ile savaşılmıştı. İngilizler, Ankara meclisine; İstanbul’u
işgal ettiği halde isteklerinin kabul edilmesi halinde, yurtan çekileceklerini
bildirmişlerdi. Artık Osmanlıyı yok edip yeni bir devlet kurulmalıydı. Lozan Antlaşmasına,
İstanbul ve Ankara hükümeti birlikte çağırılıp, Ankara hükümetinin atacağı
adımlarda meşru hale getirilmeye çalışıldı. Bunun için ilk önce Saltanatı
kaldırdılar. M. Kemal ve adamları İngilizleri arkalarına alarak, Halife Vahideddini
İngiliz gemisiyle Malaya gönderdiler. Bunu, İngilizler çoktan tertiplemişti.
Luort Corjon, Anadolu harekatının başarıya (kendi istedikleri gibi) gidilebilmesinin
tek yolu Halife Vahideddin’in yurt dışına sürülmesidir der. Vahideddin haindir
diyenlere, Üstad Necip Fazıl Vatanperver Vahideddin kitabında şöyle cevap
veriyor: “Vahideddin hain değildir.
Bilakist vatanperver ve Türk İstiklal savaşını kazanmamıza sebeb oldu. Eğer o
olmasıydı, İstiklal savaşı olmayacaktı. Aynı kitapta Üstad; Vahideddi’nin ince
siyaset yollarına başvurarak, kurtuluş tohumu atmış, Anadoluya uyanış ve
kurtuluş için her türlü imkanı sağlayıp M. Kemal’i Anadoluya göndermişti.”
Vahideddin’in Anadoluya geçmemesinin nedenini ise; Üstad N. Fazıl: “İngilizler bütün bir ecdadı, hazinesini
mahvedeceğini, yağmalayacağını ve şehrin bir daha alınmayacağını bildiği için,
yüreği yana yana Anadoluya geçmemiş ama Anadolu harekatını maddi ve manevi
bütün imkanlarıyla desteklemiştir. Ona, kim vatan haini diyorsa, kendisi vatan
hainidir.” (Necip Fazıl: Vahideddin) şeklinde açıklar.
Bu tarihi olayları
anlatmamın nedeni, Cumhuriyet tarihi boyunca Halife ve Hilafete laik Kemalistlerin
hain, ajan, işbirlikçi demeleriydi. Nasıl olurda, M. Kemal’i Anadoluya
gönderderen, kendi parasıyla 40.000 tl veren Halife Vahideddin hain olabilir? Sultan
Vahideddin hain mi? Değil mi? konulu bir programa konuşmacı olarak katılan laik
Kemalist Erdoğan Aydın, laik Kemalist Ankara Türk Dili, Tarih ve Coğrafya
Fakültesi Başkanı Prof. Dr. Yavuz Ercan ve Üstad Kadir Mısıroğlu bu konuyu
tartıştılar. Kemalistler, Vahideddin’in hain olduğunu kanıtlayacak herhangi bir
belge ortyaya koymadıkları gibi Kadir Mısıroğlu’nun Vahideddin hain olmadığını
bütün tarihi belgelerle kanıtlamasına rağmen biz, Vahideddin’e hain değil
dersek, o zaman M. Kemal’e hain dememiz lazım ki bizim bunu kabul etmemiz
imkansızdır. Sonuç itibariyle Halife Vahideddin hain değil, gerçek bir
kahramandır, ülkeden kaçmadı, zorla kaçırılmıştır şeklinde itiraf etmek
durumunda kalmışlardır.
Evet, Halife, apar topar
yurt dışına sürüldükten sonra, M. Kemal meclise danışmadan İsmet İnönüyü Lozan’a
göndermişti. Lozan’dan dönen İsmet İnönüyü, Eskişehir tren garında, M. Kemal ve
Latife hanım karşılar. M. Kemal İnönüye; İngilizler bizden ne istediler diye sorunca?
İnönü: 4 büyük madde istediler. Bunlar 1) Hilafet ilga edilmeli 2) Halifenin
malına el konulmalı 3) Halife ve ailesi yurt dışına gönderilmeli 4) Türkiye
Laik Cumhuriyet olmalıdır. ( Latife Hanım: Lozan Antlaşması ve Gizli Maddeler
Anı kitabı) der. Ne hazin değil mi önce milli mücadelede Yunanlıyla savaş,
sonra git İngilizlerle antlaşma yap. Bu maddeleri gerçekleştirmek çok zordu.
Hatta imkasızdı. Çünkü birinci Büyük Millet Meclisi, Hilafet ve Halife yanlısıydı
ve İslam için mücadele etmişlerdi. Bunların en büyük savunucusu ise Kazım
Karabekir’di. Ondan çoğunluğu kendi yanına çekmek için, Birinci Büyük Millet
Meclisini kapatıp İkinci Büyük Millet Meclisini açarak mecliste çoğunluğu elde
ettiler. İkinci Meclis açılır açılmaz, 23 Nisan 1923 yılında Cumhuriyeti ilan
etme yoluna gittiler. 22 Kasım 1922' den beri devam eden Lozan görüşmeleri, 24
Temmuz 1923 yılında resmi olarak imzalandı. Lozan’da sadece 4 büyük madde
istenmemişti. Kıbrıs, Suriye, Batum, Batı Trakya, Musul, Kerkük ve Süleymaniye
İtilaf Devetlerine bırakılmıştı. (Yavuz Bahadıroğlu: Kayıt Dışı Tarihimiz)
Ve bunca maddi ve manevi
kayıptan sonra, Lozan’a çıkıp başarı demek ne kadarda akıl mantık dışıdır değil
mi? Kimine göre Lozan başarı, kimine göre hezimet ise de bana göre; İslam
Ümmetine yapılan en büyük ihanettir. Sonuç olarak İngilizlerin istediği 4
maddeden biri (Cumhuriyetin ilanı) gerçekleşmişti; ama Ankara Hükümeti Hilafeti
kaldıracak cesareti bulamadı. Çünkü Hilafeti kaldırmak onların sonu olacaktı.
1923 yılından sonra, mecliste geri kalmışlığımızın nedeni İslam olarak dile
getirilmeye başlanarak, İslam aleyhine konuşulmaya başlanılmıştı. Kazım Karabekir,
İsmet İnönü’nün ve diğerleri'nin bu şekilde hareket etmesinin Lozandan sonra
başladığını biliyordu. Artık komutanların araları açılmış, kimin hangi safta
olduğu beli olmuştu. Mecliste büyük çoğunluğu elde eden bu laik kesim, 3 Mart
1924 Hilafeti ilga ettiler. Halife ve Osmanlı ailesini yurt dışına gönderdiler
ve Halifenin malına el koydular. Lozanda istenen 4 büyük madde nasılda aşama
aşama gerçekletirilmiş değil mi? Hilafetin kaldırıldığını, Kazım Karabekir
haberlerde (İstanbul’da) öğrenmişti. Müdahale etmek istedi ama artık çok geçti.
Hilafetin ilga edilmesi
İslam Ümmetinin başının kesilmesi demektir, artık Müslümanlar başsız kalmıştı.
Allah Rasülünün;
إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ
يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ
“Halife bir kalkandır;
ancak onun arkasında savaşılır, onun arkasından korunur.” hadisine ihanet edilmişti. Artık bizi koruyacak bir kalkanımız kalmadı. Sömürgeci
kafirler, o günden sonra İslam Ümmetini katletmeye başladılar, mallarını
mülklerini, servetlerini çaldılar, hâlâda çalıyorlar. Binlerce Müslüman kadının
ırzına geçtiler. Yemen, Hicaz, Çeçenistan, Afganistan, Pakistan, Cezayir, Keşmir,
Irak, Filistin vb. ve hâlâ devam eden Suriye katliamınıda Müslümanlar kafirler ve
işbirlikçileri tarafından katledilmekte. Bu katliamların sorumlusu, şüphesiz
Hilafeti kaldıranlardır. Mustafa Armağan, “Hilafetin
İlga Edilmesini İngilizler mi istedi” yazısında şunları söyler: “Artık İngiltere ve müttefiklerinin, baskı
ve zorlamaları yüzünden Hilafetin kadırıldığını açıkça söylenilmeli, bunun çok
isteniyorsa, o günler için zorunlu olduğu, başka bir türlü bu devletin yaşatılmayacağını
itiraf edilmeli ki toplumda gerçekleri bilsin.” Uğur Mumcu “Kazım Karabekir
Anlatıyor” kitabında: M. Kemal ile Kazım Karabekir’in, arasının açılmasının en
büyük nedeninin M. Kemal’in 1923’te Karabekir’e “Dini ve namusu olan bir millet asla kalkınamaz yok olmaya makumdur.
Onun için dini ve namusu kaldırmalıyız ki kalkınalım” sözü olduğunu
anlatır. 1925’te ise Şeyh Sait, Hilafeti geri getirmek için kıyama kalkışmışsa
da hıyanete uğramasından dolayı başarılı olamamıştır.
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış