28 RECEP’İ YAŞAMAK

Murat Savaş

El-Hamdulillahi Rabb-il Âlemîn, e's Salatu ve's Selâmu Âlâ Seyyidinâ Muhammed ve Âlâ Âlihi ve Sahbihi ecmain. Ve ba'd;

“Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır…”[1]

Kim diyebilir ki hüsranda olmadığımızı; kalelerimiz kuşatılmış, namuslar kirletilmiş, onurlar, kutsallar, her türlü mahremiyet çiğnenmiş ve her yanda Müslüman kanı akarken?

Nasıl kardeşlikten bahsedilebilir; esareti kabul edip gâvurumsu davranışlarda bulunulur, zayıf düşmüş yaşlılar, kadınlar ve çocuklar uğrunda yere çakılıp kalırken?

Nasıl liderlikten söz edilebilir; kirletilen namuslara, aşağılanmış onurlara ve elleri ‘Allahu ekber’ diyerek havaya kalkan şühedanın toprağı sulayan kanlarına bakarken?

Ve derim ki ruveybida yöneticiler ihanet kokarken, oruçlunun nefesinden imtina eden kültürlüler, elitliğiyle övünen, gurur duyan ve üstünlük sayanlar varken!

Şerif Hüseyin’in yükünü tüm Araplara yükleyen ama on Şerif Hüseyin’den daha fazla bütün Ümmete ihanet eden diktatörlerin hamallığını yapan, tükürülecek yüzü bile olmayan ve zilleti izzet zanneden zavallılar, korkaklar ve alçalmışlar varken!

Batı medeniyetine imanı boğdurup onların dostluğunu yeğleyen, bizi Batı’ya şikâyet edenler ve yanar-döner kıbleleri olanlar varken, ne kadar, ne zamana kadar?...

Evet, bugün birileri İslâm Ümmeti’nin durumu ortadayken kalkınmışlıktan, liderlikten ve dünya devleti olmaktan bahsediyor. Eğer kalkınma, liderlik ve gücün parametreleri değişmediyse körlerin bile görebileceği bu inhitat çukurunu nasıl kalkınma merdiveni sayabilirsiniz? Bunun bir tek cevabı var: Ya ihanet içerisindesiniz ya da bütün ön bilgileriniz yanlış! Bir gün İstanbul’da sokakta Erol Taş’ı gören iki vatandaş onu dövmeye kalkarlar. Erol Taş bunun sebebinin filmlerde canlandırdığı karakter olduğunu anlayınca bu iki arkadaşa yemek ısmarlayıp yemek boyunca gerçek karakterinin o olmadığını anlatır. Küçüklüğünden beri eşeği aslan olarak öğrenmiş birisinin kendinden emin bir şekilde eşeğe aslan demesi gibi bugün kaldırım taşlarını değiştirmenin, park ve bahçeler inşa etmenin ve her yanı çiçeklerle donatmanın kalkınma olduğunu zanneden ve kalkınmanın göstergelerini yanlış tanıyanlar Türkiye’nin kalkınmış bir dünya devleti olduğunu söyleyenler var. Ya çökmüş bir hukuk sisteminiz, çelişkili bir teşriniz ve açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca vatandaşınız varsa?   Ya dış siyasetiniz ABD’nin kuyruğuna takılıp kalmış, elinize kardeşkanı bulaşmış ve İslâm coğrafyasındaki katliam ve zulüm karşısında koltuğunuza çakılıp kalmışsanız? Ya da İslâm’dan başka adalet olmadığını kavrayamamış, kalkınmanın sırrını anlayamamış ve Batı’dan geçen hiçbir yolun İslâm kavşağına çıkmadığını tecrübe edememişseniz? Evet, sanırım bizim gibi siz de 28 Receb’i yaşıyorsunuz.

Türkiye 28 Receb’i yaşıyor; halkıyla, yönetimiyle, cahiliyle, aydınıyla, elitiyle, avamıyla, taşıyla ve toprağıyla birlikte. Adalet mülkün (yönetim) temeli olmaktan çıkmış; binlerce suçlu hak ettiği cezayı çekmediği gibi yüzlerce suçsuz insan zindan köşelerinde hayatını devam ettiriyor. Delil mi, isim mi soruyorsunuz; işte Yakup Köse, Şah-ı Merdan Sarı ve ismini hiç duymadığınız onlarca kişi; Soner Uçan, Bülent Pamuk ve Ahmet Savaş gibi. Eğitim ve sınav sistemi çürük; son zamanlarda eğitim görevlisine varıncaya kadar birçok eğitimli kişinin cinayet, şiddet ve benzeri suçlar işlemesi sadece eğitimsiz insanların suç işlediği tezini çürütmüş ya da verilen eğitimin bozuk olduğunu ortaya koymuştur. Sınav soruları çalınmış, yanlış sorular sorulmuş ve istenen istenilen makama ulaştırılmıştır. İşte bilerce paralel mensubunun varlığı. Halk arasında bu, dayısız bir yere gelinmez olarak kalıplaşmıştır. Siyasal sistem bozuk; sadece demokratik partilere müsaade edilerek bu halkın parasıyla demokratik hedeflerin propagandası yapılmakta, küfür eder gibi, koynunda yılan besler gibi her taraf demokratik parti, demokratik hedef ve demokratik boş vaatlerle dolup taşmaktadır. Medya sistemi bozuk; Müslümanların değerleriyle dalga geçen, yozlaştıran ve asimile eden bir yöntemle medya kuruluşları halktan, İslâm’dan ve tarihten munfasıl diziler, sinemalar ve programlar yayınlıyor. Daha ne anlatayım Türkiye 28 Receb’i yaşıyor.

Ortadoğu 28 Receb’i yaşıyor; Filistin Yahudi işgalinde, Suriye Esed zaliminin insafına terk edilmiş, Irak ABD işgalinin izlerini silemiyor, kan, gözyaşı ve feryatlar hiç dinmedi. Petrol ve nüfuz savaşları hep Ortadoğu üzerinde…

Orta Asya 28 Receb’i yaşıyor; on yıllarca süren komünizm zulmünden sonra Kerimovlar çöreklenmiş Müslümanların başına. Binlerce masum yaşlı, kadın demeden zindanlara doldurulmuş, tahliye ümidine bile sahip değiller. İslâmî hayatı istemek suçundan Andican katliamları yaşatılıyor Müslümanlara.

Dünya 28 Receb’i yaşıyor; adalet, nur ve hidayeti taşıyan bir İslâm Devleti’nden yoksun, kapitalist ideolojinin istilasında ve menfaatperest insanların ayakları altında. Zulümler kol geziyor her bir ülkede. Mafya devletler kuşatmış bütün sokakları, ekonomik krizler, siyasi krizler, darbeler ve bir lokma ekmek peşinde yarım kalan göç dalgaları. Kadın ve insan tüccarları, faiz lobileri, derin devlet ve militarist yapıların gölgesinde yaşamaya çalışan halklar, savaşların ortasında kalan çocuklar ve ezilmişliğin acısını yaşayan kadınlar var. Alternatifsiz bırakılmış, tek kutuplu bir dünya var artık alternatif ortaya koyanın terörist ilan edildiği.

Çocuklar 28 Receb’i yaşıyor; uçurtmaları şarapnel parçalarına takılmış, kapsülleri misket gibi oynayan, annesiz, şefkatsiz ve yuvasız kalmışları var. Mürebbisi medya olmuş, beşikten mezara demokrasiyi talim etmek zorunda kalan, Türküm parolasını söylemedikçe kabul görmeyen ve devlet yuvalarında tacize uğrayanları var.

Gençlik 28 Receb’i yaşıyor; esrar ve uyuşturucu bataklığına itilmiş, çapkın ergen profili öğretilmiş ve küçük yaşta çalışmak zorunda bırakılmışları var. Geleceğin emanet edileceği bugünün gençlerine dün neyi öğrettik ki Fatih’in yirmi yaşında İstanbul’u fetih ettiğini söyleyerek onlardan olgunluk bekliyoruz? Onlar genç kızların kalplerini fethetmekle meşguller. Olgunluktan, vefadan, akliyetten ve yiğitlikten yoksun bir gençlik. Onlara göre yiğitlik filmlerdeki mafya babalarının özentisinden öteye gitmeyen kavga ve şiddetten ibaret. Artık ayak parmaklarının ucuna basarak İslâm ordusuna katılmaya çalışan, fetih planları yapan ve genç yaşta âlim olan gençler yok. Dizilerin sürükleyip götürdüğü, bataklıklara düşmüş ve kâfirleri sevip onlara özenen gençlerimiz var. Bazı akranları ellerinde sapan taşlarıyla ‘İsrail’ tankları önünde göğsünü siper ederken daha namus kavramını kavrayamamış, hayatı idrak edememiş ve kendi elleriyle ayaklarına kurşun sıkan gençlerimiz var.

Kadınlar 28 Receb’i yaşıyor; reklam objesi olmaktan kurtulamayan dünya kadınları her ülkede sıkıntı ve keder içinde. Tecavüze uğrayanı, yavrusu elinden alınanı ve göğsüne yaslanacağı yiğidi hapsedileni hiç eksik olmuyor, özellikle İslâm coğrafyasında. Ekonomik hürriyet adına köleleşmiş bazıları evden işe, işten eve. Bazıları savaşı yaşıyor ya eşi ya yavrusu ya da babasını kurban verirken. Bu da yetmiyor kendisi de gidiyor savaşın kurbanları yanına. Barut kokusundan başka bir de Mutasım hasreti kokuyor elbiselerinde. Belli ki ne Mutasımlar kalmış ne de Ömerler. Rabbimiz bizleri bu zalim beldeden kurtar, bize katından bir yardımcı gönder diyecekler ama etrafta ne bir Mansur kalmış ne de tükürülecek bir yüz. Tükürse şimdiki yönetici ve güç sahiplerinin yüzüne tükürüğüne yazık olur kirlenir belki de, öyle kara, öyle kirli ve öyle yüzsüzler ki. Zaten iğne atsan yere düşmez danışman ve koruma ordusundan isabet bile almaz ki.

Yaşlılar 28 Receb’i yaşıyor; zaten tüketilmiş ömürleri kuyruklarda son buluyor, üç-beş kuruş emekli maaşı alacak da evine ekmek götürecek. Dört yılda bir seçim gelecek de en azından zam ve ikramiye vaadi duyacaklar, hiç alamasalar da bir umut. Üzerlerinde oyunlar oynanacak zam ve din kullanılarak, yöneticileri artık ağzına hep besmele alacak elhamdulillah diyecek, elhamdulillah faiz oranını düşürüp faiz kullananı çoğalttık, helali hoş olsun!

Ey İslâm Ümmeti’nin esareti, korkaklığı, alçaklığı ve zilleti kabul etmeyen cesur evlatları! Ey şeyh Said’in, Selahattin Eyyubi’nin, Fatih Muhammed Han’ın ve Abdülhamid’in torunları! Bugün 28 Recep 1436 (17 Mayıs 2015) İslâm Hilâfet Devleti’nin kaldırılıp yerine kokuşmuş Batı hadaratından olan demokrasi ve cumhuriyetin getirilişinin hicri 94. yılı. İslâm Ümmeti olarak 94 yıldır açlık, sefalet, zillet ve karanlığı en koyu kıvamıyla yaşıyoruz. Dünyaya meydan okuyan yöneticilerin yerini cesaret yoksunu, basiret fakiri, mal-mülk zengini yöneticiler aldı. Dili kılıçtan keskin, bakışları basiret dolu, ilmi derin âlimlerin yerini dilsiz, amelsiz ve cahilin önde gideni feraset fukaraları aldı. Mescid-i Aksa işgalden kurtarılıncaya kadar gülmeyi kendine haram eden, gemileri yakan komutanların yerini kışlalara çakılıp kalan ve İslâmî değerler üzerinde raks eden korkak komutanlar aldı.

Kerim okurlar, bugün 28 Recep 1436, bizler güvenilir insanların ihanetle suçlandığı, hain insanların güvenilir addedildiği bir dönemde yaşıyoruz, bizler 28 Receb’i yaşıyoruz. Artık İslâm Ümmeti inhitat çukurunun en dibine inmiş durumda. Önceki kavimlerin helak edilmesine sebep olan şirk, homoseksüellik, yol kesicilik ve büyüklenmek gibi her türlü bozukluğu, zina, fuhuş, içki, kumar ve şans oyunları gibi Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın haram kıldığı işleri yasal ve serbestçe yapabilen bir toplumda yaşıyoruz. Ancak bu iğrenç bozukluk insanların bozulmasından değil, insanlar arasındaki alakaların bozulmasından ileri geliyor. Bu alakalar ise fikirler, duygular ve nizamlardan müteşekkildir. Dolayısıyla fikirlerin, duyguların ve nizamların değişmesi olmadıkça toplumun değişmesi mümkün değildir. Fertlerin değişmesi, İslâm’dan uzaklaşması ve bozulması toplumun bozulmasından kaynaklanıyor. Şu halde toplumun değişmesi ancak bir İslâm Devleti ile olur ki o devlet II. Râşidî Hilâfet Devleti’dir.

Bugün 28 Receb’i yaşıyoruz; İslâm Ümmeti’nin kalkanının kırıldığı, kutsallarının çiğnendiği, dünya ve ahretinin heder edildiği gün. Bugün 28 Recep kalkansız, korumasız ve çobansız kalışımızın 94. yılı. Daha ne kadar İslâm beldelerinin işgal edilmesini, ırzlarımızın kirletilmesini ve kardeşlerimizin kanının akıtılmasını seyredecek, kutsallarımızın çiğnenmesine göz yumacağız? Daha ne kadar kurtuluş ve kalkınmayı hain, fasık ve zalim yöneticilere havale edecek, işgal edilmiş beldelerin kurtarılması için gaipten mehdi ve ordular bekleyeceğiz? Hidayet, nur ve aydınlık dolu sırat-i müstakim yerine Batılıların başını çektiği karanlık ve dalalet yolunu mu takip edeceğiz? İnsanların Allah’a kul olmak yerine kula kulluk etmesine razı mı olacağız? Vizyonumuzu, misyonumuzu ve hedeflerimizi kâfirlerin belirlemesine boyun mu eğeceğiz? Kerim kardeşlerim İslâm Ümmeti’nin bu kötü ahvalini daha uzun uzun anlatmaya gerek yok, zira her şey ortada.

Ey İslâm Ümmeti’nin evlatları; sizler kurtuluş ve kalkınmanın, huzur ve refahın, izzet ve üstünlüğün ancak İslâm Hilâfet Devleti ile gerçekleşeceğini, bunu Allah Azze ve Celle’nin omuzlarımıza yüklediği bir vacip olduğunu ve bu yolu takip etmekten başka dünya ve ahret için bir çıkış olmadığını biliyorsunuz. Bu amaca ulaşmak için de yine nebevi hareket metodunun takip edilmesi gerektiğini, bunun dışına çıkanların akıbetini de biliyorsunuz. İşte Mısır’da İhvan hareketi, “en büyük yanlışımız ABD’ye güvenmek” diye açıklama yaptı. Demokratik yollarla İslâmî hedeflere ulaşılmayacağı bir kez daha tecrübe edilmiş oldu. Nebevi hareket metodunda kapalılık ve karışıklık olmadığı gibi bu metot gizlenmeyi, yuvarlak konuşmayı, takiyyeyi ve davetin kapalılık ve netlik arasında taşınmasını kabul etmez. Bilakis açıklık ve netlik içerisinde vazıh bir dille insanlara ve kamuoyuna davetin ulaştırılmasını gerektirir. Maldan, candan ve uykudan feragat etmeyi, fedakârlığı, azmi ve cesareti gerektirir. Açık olmayı, açıkta olmayı ve İslâm Ümmeti’ni sevmeyi gerektirir.

Evet, bugün 28 Receb’i yaşıyoruz, gelin bu yolda hep birlikte yürüyelim, uykumuzu azaltıp amellerimizi çoğaltalım. Hedefimiz yüksek, metodumuz vazıh olsun. Bir daha 28 Receb’i yaşamamak için 28 Recep’te kaybettiğimiz devletimize, Hilâfetimize geri dönelim. Selam ve dua ile.



[1] Asr Suresi 1-2


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz