El-Hamdulillahi Rabb-il Âlemîn, e's Salatu ve's Selâmu Âlâ Seyyidinâ Muhammed ve Âlâ Âlihi ve Sahbihi ecmain. Ve ba'd;
“Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır…”[1]
Kim diyebilir ki
hüsranda olmadığımızı; kalelerimiz kuşatılmış, namuslar kirletilmiş, onurlar,
kutsallar, her türlü mahremiyet çiğnenmiş ve her yanda Müslüman kanı akarken?
Nasıl kardeşlikten
bahsedilebilir; esareti kabul edip gâvurumsu davranışlarda bulunulur, zayıf
düşmüş yaşlılar, kadınlar ve çocuklar uğrunda yere çakılıp kalırken?
Nasıl liderlikten söz
edilebilir; kirletilen namuslara, aşağılanmış onurlara ve elleri ‘Allahu ekber’
diyerek havaya kalkan şühedanın toprağı sulayan kanlarına bakarken?
Ve derim ki ruveybida
yöneticiler ihanet kokarken, oruçlunun nefesinden imtina eden kültürlüler,
elitliğiyle övünen, gurur duyan ve üstünlük sayanlar varken!
Şerif Hüseyin’in yükünü
tüm Araplara yükleyen ama on Şerif Hüseyin’den daha fazla bütün Ümmete ihanet
eden diktatörlerin hamallığını yapan, tükürülecek yüzü bile olmayan ve zilleti
izzet zanneden zavallılar, korkaklar ve alçalmışlar varken!
Batı medeniyetine imanı
boğdurup onların dostluğunu yeğleyen, bizi Batı’ya şikâyet edenler ve
yanar-döner kıbleleri olanlar varken, ne kadar, ne zamana kadar?...
Evet, bugün birileri İslâm
Ümmeti’nin durumu ortadayken kalkınmışlıktan, liderlikten ve dünya devleti
olmaktan bahsediyor. Eğer kalkınma, liderlik ve gücün parametreleri
değişmediyse körlerin bile görebileceği bu inhitat çukurunu nasıl kalkınma
merdiveni sayabilirsiniz? Bunun bir tek cevabı var: Ya ihanet içerisindesiniz
ya da bütün ön bilgileriniz yanlış! Bir gün İstanbul’da sokakta Erol Taş’ı
gören iki vatandaş onu dövmeye kalkarlar. Erol Taş bunun sebebinin filmlerde
canlandırdığı karakter olduğunu anlayınca bu iki arkadaşa yemek ısmarlayıp
yemek boyunca gerçek karakterinin o olmadığını anlatır. Küçüklüğünden beri
eşeği aslan olarak öğrenmiş birisinin kendinden emin bir şekilde eşeğe aslan
demesi gibi bugün kaldırım taşlarını değiştirmenin, park ve bahçeler inşa etmenin
ve her yanı çiçeklerle donatmanın kalkınma olduğunu zanneden ve kalkınmanın
göstergelerini yanlış tanıyanlar Türkiye’nin kalkınmış bir dünya devleti
olduğunu söyleyenler var. Ya çökmüş bir hukuk sisteminiz, çelişkili bir
teşriniz ve açlık sınırının altında yaşayan milyonlarca vatandaşınız
varsa? Ya dış siyasetiniz ABD’nin
kuyruğuna takılıp kalmış, elinize kardeşkanı bulaşmış ve İslâm coğrafyasındaki
katliam ve zulüm karşısında koltuğunuza çakılıp kalmışsanız? Ya da İslâm’dan
başka adalet olmadığını kavrayamamış, kalkınmanın sırrını anlayamamış ve
Batı’dan geçen hiçbir yolun İslâm kavşağına çıkmadığını tecrübe edememişseniz?
Evet, sanırım bizim gibi siz de 28 Receb’i yaşıyorsunuz.
Türkiye 28 Receb’i
yaşıyor; halkıyla, yönetimiyle, cahiliyle, aydınıyla, elitiyle, avamıyla,
taşıyla ve toprağıyla birlikte. Adalet mülkün (yönetim) temeli olmaktan çıkmış;
binlerce suçlu hak ettiği cezayı çekmediği gibi yüzlerce suçsuz insan zindan
köşelerinde hayatını devam ettiriyor. Delil mi, isim mi soruyorsunuz; işte Yakup
Köse, Şah-ı Merdan Sarı ve ismini hiç duymadığınız onlarca kişi; Soner Uçan,
Bülent Pamuk ve Ahmet Savaş gibi. Eğitim ve sınav sistemi çürük; son zamanlarda
eğitim görevlisine varıncaya kadar birçok eğitimli kişinin cinayet, şiddet ve
benzeri suçlar işlemesi sadece eğitimsiz insanların suç işlediği tezini
çürütmüş ya da verilen eğitimin bozuk olduğunu ortaya koymuştur. Sınav soruları
çalınmış, yanlış sorular sorulmuş ve istenen istenilen makama ulaştırılmıştır.
İşte bilerce paralel mensubunun varlığı. Halk arasında bu, dayısız bir yere
gelinmez olarak kalıplaşmıştır. Siyasal sistem bozuk; sadece demokratik
partilere müsaade edilerek bu halkın parasıyla demokratik hedeflerin
propagandası yapılmakta, küfür eder gibi, koynunda yılan besler gibi her taraf
demokratik parti, demokratik hedef ve demokratik boş vaatlerle dolup
taşmaktadır. Medya sistemi bozuk; Müslümanların değerleriyle dalga geçen,
yozlaştıran ve asimile eden bir yöntemle medya kuruluşları halktan, İslâm’dan
ve tarihten munfasıl diziler, sinemalar ve programlar yayınlıyor. Daha ne
anlatayım Türkiye 28 Receb’i yaşıyor.
Ortadoğu 28 Receb’i
yaşıyor; Filistin Yahudi işgalinde, Suriye Esed zaliminin insafına terk
edilmiş, Irak ABD işgalinin izlerini silemiyor, kan, gözyaşı ve feryatlar hiç
dinmedi. Petrol ve nüfuz savaşları hep Ortadoğu üzerinde…
Orta Asya 28 Receb’i
yaşıyor; on yıllarca süren komünizm zulmünden sonra Kerimovlar çöreklenmiş
Müslümanların başına. Binlerce masum yaşlı, kadın demeden zindanlara
doldurulmuş, tahliye ümidine bile sahip değiller. İslâmî hayatı istemek
suçundan Andican katliamları yaşatılıyor Müslümanlara.
Dünya 28 Receb’i
yaşıyor; adalet, nur ve hidayeti taşıyan bir İslâm Devleti’nden yoksun,
kapitalist ideolojinin istilasında ve menfaatperest insanların ayakları
altında. Zulümler kol geziyor her bir ülkede. Mafya devletler kuşatmış bütün
sokakları, ekonomik krizler, siyasi krizler, darbeler ve bir lokma ekmek
peşinde yarım kalan göç dalgaları. Kadın ve insan tüccarları, faiz lobileri,
derin devlet ve militarist yapıların gölgesinde yaşamaya çalışan halklar,
savaşların ortasında kalan çocuklar ve ezilmişliğin acısını yaşayan kadınlar
var. Alternatifsiz bırakılmış, tek kutuplu bir dünya var artık alternatif
ortaya koyanın terörist ilan edildiği.
Çocuklar 28 Receb’i
yaşıyor; uçurtmaları şarapnel parçalarına takılmış, kapsülleri misket gibi oynayan,
annesiz, şefkatsiz ve yuvasız kalmışları var. Mürebbisi medya olmuş, beşikten mezara
demokrasiyi talim etmek zorunda kalan, Türküm parolasını söylemedikçe kabul
görmeyen ve devlet yuvalarında tacize uğrayanları var.
Gençlik 28 Receb’i
yaşıyor; esrar ve uyuşturucu bataklığına itilmiş, çapkın ergen profili
öğretilmiş ve küçük yaşta çalışmak zorunda bırakılmışları var. Geleceğin emanet
edileceği bugünün gençlerine dün neyi öğrettik ki Fatih’in yirmi yaşında
İstanbul’u fetih ettiğini söyleyerek onlardan olgunluk bekliyoruz? Onlar genç
kızların kalplerini fethetmekle meşguller. Olgunluktan, vefadan, akliyetten ve
yiğitlikten yoksun bir gençlik. Onlara göre yiğitlik filmlerdeki mafya
babalarının özentisinden öteye gitmeyen kavga ve şiddetten ibaret. Artık ayak
parmaklarının ucuna basarak İslâm ordusuna katılmaya çalışan, fetih planları
yapan ve genç yaşta âlim olan gençler yok. Dizilerin sürükleyip götürdüğü,
bataklıklara düşmüş ve kâfirleri sevip onlara özenen gençlerimiz var. Bazı
akranları ellerinde sapan taşlarıyla ‘İsrail’ tankları önünde göğsünü siper
ederken daha namus kavramını kavrayamamış, hayatı idrak edememiş ve kendi
elleriyle ayaklarına kurşun sıkan gençlerimiz var.
Kadınlar 28 Receb’i
yaşıyor; reklam objesi olmaktan kurtulamayan dünya kadınları her ülkede sıkıntı
ve keder içinde. Tecavüze uğrayanı, yavrusu elinden alınanı ve göğsüne
yaslanacağı yiğidi hapsedileni hiç eksik olmuyor, özellikle İslâm
coğrafyasında. Ekonomik hürriyet adına köleleşmiş bazıları evden işe, işten
eve. Bazıları savaşı yaşıyor ya eşi ya yavrusu ya da babasını kurban verirken. Bu
da yetmiyor kendisi de gidiyor savaşın kurbanları yanına. Barut kokusundan
başka bir de Mutasım hasreti kokuyor elbiselerinde. Belli ki ne Mutasımlar
kalmış ne de Ömerler. Rabbimiz bizleri bu zalim beldeden kurtar, bize katından
bir yardımcı gönder diyecekler ama etrafta ne bir Mansur kalmış ne de
tükürülecek bir yüz. Tükürse şimdiki yönetici ve güç sahiplerinin yüzüne
tükürüğüne yazık olur kirlenir belki de, öyle kara, öyle kirli ve öyle
yüzsüzler ki. Zaten iğne atsan yere düşmez danışman ve koruma ordusundan isabet
bile almaz ki.
Yaşlılar 28 Receb’i
yaşıyor; zaten tüketilmiş ömürleri kuyruklarda son buluyor, üç-beş kuruş emekli
maaşı alacak da evine ekmek götürecek. Dört yılda bir seçim gelecek de en
azından zam ve ikramiye vaadi duyacaklar, hiç alamasalar da bir umut.
Üzerlerinde oyunlar oynanacak zam ve din kullanılarak, yöneticileri artık
ağzına hep besmele alacak elhamdulillah diyecek, elhamdulillah faiz oranını
düşürüp faiz kullananı çoğalttık, helali hoş olsun!
Ey İslâm Ümmeti’nin
esareti, korkaklığı, alçaklığı ve zilleti kabul etmeyen cesur evlatları! Ey
şeyh Said’in, Selahattin Eyyubi’nin, Fatih Muhammed Han’ın ve Abdülhamid’in
torunları! Bugün 28 Recep 1436 (17 Mayıs 2015) İslâm Hilâfet Devleti’nin
kaldırılıp yerine kokuşmuş Batı hadaratından olan demokrasi ve cumhuriyetin
getirilişinin hicri 94. yılı. İslâm Ümmeti olarak 94 yıldır açlık, sefalet,
zillet ve karanlığı en koyu kıvamıyla yaşıyoruz. Dünyaya meydan okuyan
yöneticilerin yerini cesaret yoksunu, basiret fakiri, mal-mülk zengini
yöneticiler aldı. Dili kılıçtan keskin, bakışları basiret dolu, ilmi derin âlimlerin
yerini dilsiz, amelsiz ve cahilin önde gideni feraset fukaraları aldı. Mescid-i
Aksa işgalden kurtarılıncaya kadar gülmeyi kendine haram eden, gemileri yakan
komutanların yerini kışlalara çakılıp kalan ve İslâmî değerler üzerinde raks
eden korkak komutanlar aldı.
Kerim okurlar, bugün 28
Recep 1436, bizler güvenilir insanların ihanetle suçlandığı, hain insanların
güvenilir addedildiği bir dönemde yaşıyoruz, bizler 28 Receb’i yaşıyoruz. Artık
İslâm Ümmeti inhitat çukurunun en dibine inmiş durumda. Önceki kavimlerin helak
edilmesine sebep olan şirk, homoseksüellik, yol kesicilik ve büyüklenmek gibi
her türlü bozukluğu, zina, fuhuş, içki, kumar ve şans oyunları gibi Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın haram kıldığı
işleri yasal ve serbestçe yapabilen bir toplumda yaşıyoruz. Ancak bu iğrenç
bozukluk insanların bozulmasından değil, insanlar arasındaki alakaların
bozulmasından ileri geliyor. Bu alakalar ise fikirler, duygular ve nizamlardan
müteşekkildir. Dolayısıyla fikirlerin, duyguların ve nizamların değişmesi
olmadıkça toplumun değişmesi mümkün değildir. Fertlerin değişmesi, İslâm’dan
uzaklaşması ve bozulması toplumun bozulmasından kaynaklanıyor. Şu halde
toplumun değişmesi ancak bir İslâm Devleti ile olur ki o devlet II. Râşidî Hilâfet
Devleti’dir.
Bugün 28 Receb’i
yaşıyoruz; İslâm Ümmeti’nin kalkanının kırıldığı, kutsallarının çiğnendiği,
dünya ve ahretinin heder edildiği gün. Bugün 28 Recep kalkansız, korumasız ve
çobansız kalışımızın 94. yılı. Daha ne kadar İslâm beldelerinin işgal
edilmesini, ırzlarımızın kirletilmesini ve kardeşlerimizin kanının akıtılmasını
seyredecek, kutsallarımızın çiğnenmesine göz yumacağız? Daha ne kadar kurtuluş
ve kalkınmayı hain, fasık ve zalim yöneticilere havale edecek, işgal edilmiş
beldelerin kurtarılması için gaipten mehdi ve ordular bekleyeceğiz? Hidayet,
nur ve aydınlık dolu sırat-i müstakim yerine Batılıların başını çektiği
karanlık ve dalalet yolunu mu takip edeceğiz? İnsanların Allah’a kul olmak
yerine kula kulluk etmesine razı mı olacağız? Vizyonumuzu, misyonumuzu ve
hedeflerimizi kâfirlerin belirlemesine boyun mu eğeceğiz? Kerim kardeşlerim İslâm
Ümmeti’nin bu kötü ahvalini daha uzun uzun anlatmaya gerek yok, zira her şey
ortada.
Ey İslâm Ümmeti’nin
evlatları; sizler kurtuluş ve kalkınmanın, huzur ve refahın, izzet ve üstünlüğün
ancak İslâm Hilâfet Devleti ile gerçekleşeceğini, bunu Allah Azze ve Celle’nin
omuzlarımıza yüklediği bir vacip olduğunu ve bu yolu takip etmekten başka dünya
ve ahret için bir çıkış olmadığını biliyorsunuz. Bu amaca ulaşmak için de yine
nebevi hareket metodunun takip edilmesi gerektiğini, bunun dışına çıkanların
akıbetini de biliyorsunuz. İşte Mısır’da İhvan hareketi, “en büyük
yanlışımız ABD’ye güvenmek” diye açıklama yaptı. Demokratik yollarla İslâmî
hedeflere ulaşılmayacağı bir kez daha tecrübe edilmiş oldu. Nebevi hareket
metodunda kapalılık ve karışıklık olmadığı gibi bu metot gizlenmeyi, yuvarlak
konuşmayı, takiyyeyi ve davetin kapalılık ve netlik arasında taşınmasını kabul
etmez. Bilakis açıklık ve netlik içerisinde vazıh bir dille insanlara ve
kamuoyuna davetin ulaştırılmasını gerektirir. Maldan, candan ve uykudan feragat
etmeyi, fedakârlığı, azmi ve cesareti gerektirir. Açık olmayı, açıkta olmayı ve
İslâm Ümmeti’ni sevmeyi gerektirir.
Evet, bugün 28 Receb’i
yaşıyoruz, gelin bu yolda hep birlikte yürüyelim, uykumuzu azaltıp amellerimizi
çoğaltalım. Hedefimiz yüksek, metodumuz vazıh olsun. Bir daha 28 Receb’i
yaşamamak için 28 Recep’te kaybettiğimiz devletimize, Hilâfetimize geri
dönelim. Selam ve dua ile.
[1]
Asr Suresi 1-2
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış