ERDOĞAN’IN DİYARBAKIR ZİYARETİ NE ANLAMA GELİYOR?

Aydın Usalp

16 Kasım Cumartesi günü Başbakan Recep T. Erdoğan, içinde birçok bakan, milletvekili ve sanatçıların da bulunduğu kalabalık bir heyetle bir takım açılışlar yapmak, tolpu nikah törenine katılmak gerekçesi ile Diyarbakır’a geldi. Aynı gün Başbakan’ın daveti üzerine, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ve KDP başkanı Mesut Barzani de kalabalık bir heyetle Diyarbakır’a gelerek Erdoğan’ın mitingine katıldı.

Medyada geniş bir şekilde yer bulan, öncesinde ve sonrasında gazetecilerin ilgi odağı haline gelen ve bir çok polemik ile devam eden bu gezi, gerek zamanlaması açısından ve gerekse bünyesinde birçok ilki barındırdığı için kendisinden oldukça söz ettirmeyi başardı.

Bu ziyaretin zamanlaması ile ilgili öneminden önce yaşanan ‘ilk’lere baktığımızda, ziyarette Barzani’nin olması en önemli ilklerdendi. Daha önce hatırlanacağı gibi, Barzani Eylül 2012 de AK Parti’nin büyük kongresine katılmıştı. Ancak bir devlet protokolü ile karşılanması, federatif bir devlet başkanı sıfatı ile ağırlanması yaşanan bir ilkti. Öyle ki miting alanında Türkiye bayraklarının yanında Kürdistan Bölgesel Yönetimin bayrakları da sallanıyordu.

Diğer taraftan, Başbakan’ın Diyarbakır Büyükşehir Belediyesini ziyaret etmesi, başkan Osman Baydemir ve BDP’li milletvekilleri ile samimi pozlar eşliğinde sohbeti de ilklerden olduğu söylenebilir.

Her ne kadar ziyaret sonrası muhalefetin etkisi ile söylemlerinde çarpıtma yoluna gitse de Başbakan, halka hitaben konuşmasında ilk defa Kürdistan kelimesini telaffuz etti. Konuğu Mesut Barzani’nin sıfatını, ne ona konuk olduğu Erbil’de (Mart 2011) ne de Barzani’nin AK Parti Büyük Kongresi’ne katılıp, Kürtçe konuşma yaptığı sırada bile telaffuz etmemişti. Diyarbakır’da konuşurken önce ‘Kuzey Irak Kürdistan Bölgesi’ sözcüklerini kullandı; konuşmasının sonunda ise ‘Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı’ dedi.

Benzer şekilde daha sonra kendisinin bir hayali olduğunu söylediği genel af meselesini de dolaylı olarak ilk defa vurgulamış oldu. Yine hakkındaki soruşturmalardan dolayı yaklaşık 37 yıl yurt dışında yaşayan Kürt ses sanatçısı Şivan Perwer’in yurda gelişi de ilkler arasında yer aldı.

Başbakan’ın bu Diyarbakır gezisinin zamanlaması açısından önemine bakılınca ilk öne çıkan husus; ağır aksak yürüyen, yer yer bitti bitecek denilen “Barış Süreci”ne bir hız katmak olduğu açıktır.

Her ne kadar ilişkilendirilmese de yapılan açılışların ve gezi boyunca verilen mesajların Mart 2014’te yapılacak olan yerel seçimler ile ilişkisi de inkâr edilemez. Başbakan’ın Diyarbakır’ı çok istediği herkesçe malumdur.

Ziyarete Barzani’nin eşlik etmesi iç siyasete dair bazı kazanımları öncelemekle birlikte, hükümetin son zamanlarda komşu devletler ile iyi gitmeyen ilişkilerine olumlu bir hava katma amacı olduğu bir gerçektir.

Diğer bir husus ise Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ticari ilişkileri geliştirmek ve buna bağlı olarak Barzani ile bir takım antlaşmalar yapmak da Diyarbakır’da gerçekleşmiştir.

Bu genel bilgilerden sonra ziyaretin ne anlama geldiğini, ziyaretin içeriğine ve amaçlarına yönelik analizleri maddeler halinde sıralayalım.

1-AK Parti kurulduktan sonra iktidar olmak için toplumun en çok kanayan yaralarını dillendirdi. Daha önceki bütün partileri deneyen halk, hiçbirinin derde derman olmadığını anlamıştı. Genel itibari ile muhafazakâr bir zihniyete sahip olan Türkiye halkı, İslami motifli kişilerin kurduğu AKP’nin söylemlerine bakarak onu iktidara getirdi. Tek başına iktidar olan AKP, ittifak yaptığı egemen güçlerin sağladığı sıcak para akışı, enflasyonu belirleyen kıstaslarla oynayarak ekonomide kısmen gerçek kısmen de sanal bir canlılık sağladı. Avrupa Birliği ile müzakereler hızlanmış ve buna bağlı olarak birçok uyum yasaları çıkmıştı. Bu adımları olumlu birer değişiklik olarak değerlendiren halk, önceki iktidarlar ile kıyas yapmak suretiyle AKP’yi ikinci defa iktidara getirdi. AKP’nin ikinci iktidarı döneminde, gerek bir takım özgürlükleri artırmaya yönelik yasal düzenlemeleri yapması, ekonomide istikrarlı bir görüntü oluşturması, devlet kurumları ve ordu içindeki Ergenekon gibi jakoben Kemalist yapılar ile uğraşması, yeni anayasa yapmanın gerekliğine vurgu yapması ve demokratik açılım ile Kürt meselesine yaklaşımı, AKP’yi üçüncü defa iktidara taşıyan esasi unsurlar oldu. Ancak gelinen noktada kendisini tekrar iktidara taşıyacak argümanlar gerekmektedir. Gezi olaylarında, kendisine muhalefet edenlerin kendisini düşürmek için birleşebileceğini ve değişik yollara başvurabileceğini gördü. Vaatleri arasında yer alan yeni anayasa yapılamadı. Daha önce başlattığı “Demokratik Açılım”ın daha bir makyajlı hali olan “Barış Süreci” istediği gibi gitmemektedir. Suriye meselesi ile komşu devletlerle sıfır sorunlu politikaları tersyüz oldu. Şimdilerde perde arkasındaki iktidar ortakları ile çekişme halindedir. Erdoğan, bütün bu olumsuzlukları bertaraf etmek ve genel seçimlerin bir provası olan yerel seçimler öncesi “Barış Süreci”ni etkinleştirme çabası içindedir.

2-Diyarbakır Kantar kavşağında halka seslenen Erdoğan’ın bütün konuşmasının ana teması “Barış Süreci”ne yönelikti. PKK daha ana rahminde bile değilken, ulusalcılık mücadelesini yapan, Kürtler nazarında belli bir kıymeti bulunan, Kürt ulusal hareketlerinden olan KDP’nin başkanını konuk etmesi ve beraber platforma çıkması, onu bir Kürdistan yönetimi başkanı olarak sıfatlandırması da bu sürece ne kadar önem verdiğini Kürtlere yansıtmaya çalıştı. Aynı zamanda PKK’nin, Kürtlerin tek lideri ve temsilci gibi gösterdiği Öcalan’a karşı, Kürtlerin başka liderlerinin de olduğu mesajını da verdiği anlaşılabilir. Erdoğan, sürece verdiği önemi ve bu sürecin kendisi ile çözüme kavuşacağı mesajını, yurda girmesi yasaklı Şivan Perwer ve Ahmet Kaya üzerinden vermeye çalıştı. Belki de en önemli çıkışı genel af imasında bulunmasıydı. Yani gelecekte yine iktidar olduğu takdirde bunu yapabileceğini ima etmiştir. Genel af, özellikle siyasi tutuklular için af meselesi, yürütülen bu “Barış Süreci”nin tamamlanması açısından olmazsa olmazlardandır. Ancak süreç daha kırılganlığını atamamışken af meselesi hükümetin gündemine gelmez. Diğer bir husus, genel af meselesi siyaseten halktan daha büyük bir talep karşılığında verilebilir. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı ya da Başkan olmak istediği zaman gibi.

3-En son çıkartılan ‘demokratik paket’ ile sürece ilişkin kamuoyunda oluşturulan beklentiler karşılanamayınca, sürecin bir tarafı olan PKK kanadından sürece yönelik AK Parti’nin bir oyalama taktiği içinde olduğu propagandasına karşılık Diyarbakır gezisi ve bu gezi ile bir takım ilklerin yaşanması kaçınılmaz olmuştu. Erdoğan’ın Büyükşehir Belediyesini ziyaret etmesi bu bağlamda Kürt halkına verdiği sıcak bir mesaj olmuştur.

4-Dikkat edildiğinde görülecektir ki Kürt meselesi ile ilgili bütün adımlarda ve sürdürülen bu süreçte AKP, hep aynı taktiği izlemektedir. Bu taktik; Kürt meselesinin çözümüne dair bütün olumlu adımlarda AKP, karşı tarafın yani örgütün mücadele neticesinde kazanılan haklar olduğu görüntüsünü vermemeye çalışmaktadır. Bu meselede şimdiye kadar yapılanları AKP, demokrasi havariliği ile hep demokratik adımlar olarak kendisine mal ettiğini, verdiği hakları kendisinden birer lütuflar olarak addetmeye çalıştığı aşikardır. Oluşturmaya çalıştığı kamuoyu ile ancak kendisinin bu meseleyi çözebileceğini ifade etmektedir.

5-Bu gezinin ve gezideki mesajların önümüzdeki yerel seçimlere de bir yatırım olduğu söylenebilir. Bu ziyaretinde Erdoğan, her ne kadar seçim propagandası yapmadı ise de; seçim öncesi tekrar Diyarbakır’a gelmesi kuvvetle muhtemel olup, bu gezideki argümanları o zaman kullanacağı aşikârdır. Son on yılda sadece iki partiye oy veren Kürt halkının, bu süreç ile AK Parti’nin oy oranlarını ne kadar artıracağı hususu başka bir makalenin konusu olabilecek geniş bir analizi gerektirmektedir. Çünkü bölgede AKP ile ortak bir tabanı olan yeni bir parti kuruldu. Hüda-Par’ın bu yerel seçimlerde AKP’den ayrı bir aday çıkartması halinde AKP’nin bir önceki yerel seçimlerde aldığı oyu bile alamaması ihtimali çok yüksektir. Ancak Erdoğan’ın Diyarbakır’ı şiddetle istemesi, önümüzdeki günlerde çeşitli sürprizler ile karşılaşmamızı olağan kılmaktadır. Sadece Diyarbakır değil, bölge belediyelerinin tamamına yakını BDP’nin almaması için Erdoğan büyük çaba sarf edecektir.

6-Erdoğan’ın Barzani’yi konuk etmesi ve geziye ortak kılmasının, iç siyaset ve sürece ilişkin mesajının yanında daha başka bir içeriğe de sahiptir.

a-Öncelikle Türkiye ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında bir kaç yıldır artan bir ticari ilişki söz konusudur. Bu ticari ilişkide ihraç eden ülke daha çok Türkiye olmaktadır. Merkezi Irak yönetimi ile sorunlarını gidermeye çalışan Kürdistan yönetimi, petrollerini Türkiye’ye ve Türkiye üzerinden ihraç etmek istemektedir. Tabi bu durum, İran petrol ve doğalgazına büyük oranda bağımlı olan Türkiye için de önemli bir gelişmedir. Barzani ile ilişkilerin gelişmesinde bu hususun önemli bir payı vardır.

b-Diğer bir husus, Suriye meselesi yüzünden Erdoğan’ın Irak Başbakanı Maliki ile aralarının açıldığı bilinmektedir. Ancak ABD’nin araya girmesi ile son zamanlarda ilişkilerde bir düzelmeye gidildiği, yeniden ticari ilişkilerin kurulması ve bu ticaretin ancak Barzani üzerinden mümkün olduğu gerçeği söz konusudur. Benzer bir gerekçe ile Irak’ın petrol ihracatında Türkiye önemli bir köprüdür.

c-Erdoğan’ın Barzani ile yakınlaşmasının bir diğer nedeni de PYD’dir. Suriye’deki Kürt partilerin birçoğu Barzani’nin etkisi altındadır. Suriye’de olaylar başlayınca, PKK kendisine yakın olan PYD’yi hızlı ve kısa sürede etkin bir hale getirdi. Özellikle PYD’nin askeri kanadını oluşturan ve halkı örgütleyip silahlandıran bizzat PKK’dir. PKK nasıl ki Türkiye’deki bütün Kürt hareketleri devre dışına itmeye çalıştı ve halen bunu yapmaya devam ediyorsa, aynı şekilde söz konusu diskalifiye çalışmalarını Suriye Kürtleri arasında da yaptı. Böylece PYD’de Suriye’deki Kürtlerin tek temsilcisi olarak kendisini ilan edip diğerlerini dışlayınca PYD/PKK ile Barzani arasında bir çekişme meydana geldi. Hâlihazırda PYD’nin varlığından rahatsız olan Erdoğan ile Barzani’nin ortak bir noktası olmuş olmaktadır.

d-Yine tarihte ilk defa yapılması düşünülen Kürt Ulusal Kongresinin sürekli olarak ertelenip bir türlü yapılamamasında Barzani’nin rolü büyüktür. “Yeni Dünya Düzeni”nde Kürtlerin sahip olacağı statü ve bu statüde öncü rol alma gayretinde olan Barzani, her ne kadar ana akım düşünce de şu anki Türkiye hükümeti ile zıt uçlarda ise de diğer rakiplerine göre daha etkin olmak için egemen güçlerin “stratejik ortağı” olan Türkiye’ye yakın durmaya çalışmaktadır.

7-Son olarak, bütün bu hususların yanında, Orta Doğunun yeniden şekillendiği veya şekillendirildiği bu zaman diliminde, Kürtlerin yaşadığı coğrafyanın stratejik yönü ve son otuz yıldır Kürtlerde oluşan ulus bilinci nedeni ile artık Kürtleri hesaba katmak, geleceğe dair planların içinde kendilerine bir rol biçmek kaçınılmaz olmuştur. Adına “barış” denilen bu süreç, gerek AK Parti’nin iktidarının devamı için ve gerekse Orta Doğu üzerindeki emelleri açısından egemen güçler için önemi tartışılmaz. Diyarbakır gezisinin anlam ve önemi de bu açıdan değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu kısa analizlerden sonra siz okurlarımıza ve sizlerin aracılığı ile bütün Müslüman kardeşlerime şunu tekrar hatırlatmak isterim. İslam devletinin fillen yıkılması ve Hilafetin kaldırılması akabinde, İslam ümmeti kurtlar sofrasına düşmüş bir av durumuna geldi. Kalkansız kalan ümmet, kafir batı devletlerin elinde, ölmediği halde adete üzerinde eğitim yapılan masadaki kadavraya dönüştü. İstedikleri gibi kesip biçtiler. Sınırlar koydular, mayınlar döşediler, birbirine düşürdüler. Kendi yaşam tarzlarını ve kültürlerini Müslümanlar için esas kıldılar. Ancak kendilerine tanıdıkları hakları Müslümanlara hiç tanımadılar. İslam ümmetini; hak, hürriyet, demokrasi, cumhuriyet vb. gibi kavramlarla zehirlerken, aslında ümmetin onlar gibi olmasını da istemediler. Yoksa onlar kimleri köle gibi çalıştıracaklardı? Kimlerin mallarını sömüreceklerdi? Yeni silahlarını kimler üzerinde deneyeceklerdi? Böylece İslam ümmeti ne kendi özünde kalabildi ne de dillerinden düşürmedikleri kendisine hedef olarak gösterilen “muasır medeniyet seviyesine” çıktı.

Kürdü ile, Türkü ile, Arabı ve Acemi ile Ümmet olarak yaşadığımız bütün acıların müsebbibi bu kafirler ve onların kokuşmuş fasit nizamlarından başkası değildir. Ulusçuluk üzerine devletleri inşa eden onlar. Ümmet üzerinde diktatörleri diken onlar. İmha ve asimilasyonlar onların icatları. Savaş çıkartan, taraflara silah veren ve sonrada sinsice bir arabulucu rolüne bürünen onlar. Ölümcül hastalıkları üretip yayan, yeterince kana ve leşe doyduktan sonra kişiyi ölümden kurtarıp özürlü bırakacak ilaçlar da onlardan.

Bütün bunların farkında olarak, onları, nizamlarını ve çözümlerini elimizin tersi ile iterek, kurtuluşun yegâne reçetesi olan Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın biz insanlar için seçtiği dini ile yeniden bir hayat, bir toplum inşa etmek için gayret edelim.


“Yoksa onlar cahiliye hükmünü/nizamını mı istiyorlar? Oysa akladen bir toplum için Allah’ın hükmünden/nizamından daha güzel bir hüküm var mıdır?” (Maide 50)


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz