[أَلَا
إِنِّي أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ مَعَهُ أَلَا يُوشِكُ رَجُلٌ شَبْعَانُ
عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ عَلَيْكُمْ بِهَذَا الْقُرْآنِ فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ
مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ] “Şunu
iyi biliniz ki bana kitap ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir.
Dikkatli olun koltuğuna kurulan tok bir adamın: Sadece şu Kur'an size yeter,
onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz, diyeceği günler
yakındır.”[1]
Sünnet inkârcıları,
Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e itaat
etmenin farziyetini kabul etmeyen, bunun için de hadis metinlerini, ravilerini
ve tedvini gibi hususları eleştiren, karalayan, cehalete, sapıklığa dalmış
kimselerdir. Bunların bir kısmı Sünnet’i açık bir şekilde inkâr ederken bir
kısmı ise hadisleri Kur’an’a arz edecekleri ve buna göre kabul ya da
reddedecekleri gerekçesine sarılarak ve uydurma bir hadisi de delil olarak
gösterip kendilerini perdelemek suretiyle Sünnet’i inkâr etmektedirler. Her iki
grup da “Allah’ın kitabı bize yeter!” sloganını kullanmaktadırlar. Ancak
ikinci grupta olanlar diğerlerinden daha tehlikelidirler. Zira birinciler Sünnet’i
doğrudan reddetme yoluna giderken ikinciler herhangi bir kurala bağlı kalmadan Sünnet’i kendi anlayışlarına göre Kur’an’a arz
ettikleri ve kendi istedikleri şekilde sonuçlar çıkartmak suretiyle birçok
kimsenin aklını karıştırmaktadırlar.
Farklı gerekçelerle
ortaya çıkmış olmalarına rağmen “Kur’an’cılar” olarak isimlendirilen bu tür
düşünce sahiplerinin kökleri İslâm'ın ilk asrına kadar uzanmaktadır. Yakın
tarihte ise Hindistan’ı işgal eden İngilizler, Hindistan halkının İslâm'a ve
Osmanlı halifesine olan bağlılıkları karşısında şaşkına döndüler. Özellikle
Sultan Abdülhamid’in 1876 yılında tahta çıkmasının ve Hilâfet kurumu üzerinden
İslâm ümmeti arasındaki bağları daha da kuvvetlendirmek için faaliyetlere
başlamasının ardından[2]
İngilizler, Hindistan Müslümanlarını bir taraftan İslâm’dan diğer taraftan da
Osmanlı Hilâfeti’ne itaatten uzaklaştırmak için oryantalistler, misyonerler ve
siyaset adamları[3]
aracılığıyla çalışmaya başladılar. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Seyyid
Ahmed Han başta olmak üzere Abdullah Cekrâlevî, Ahmedüddîn Amritsarî ve Gulam
Ahmed Perviz gibi kişiler bu akıma öncülük ettiler. Kur’ancılar, mealciler veya
Sünnet inkârcıları olarak isimlendirilen bir fitnenin ortaya çıkmasına yol
açtılar.
Sünnet’e gerek
olmadığı, tek başına Kur’an’ın her hususta yeterli olacağı iddiasında olan bu
kimselere göre Sünnet, Allah’tan gelen bir vahiy değildir. Sadece insanların
Allah Rasulü’ne nispet ettikleri sözler olup bunların aslı yoktur. Çünkü Allah
sadece Kur’an-ı korumayı vadetmiştir, Sünnet’in korunacağını ise vadetmemiştir.[4]
“Biz ancak Allah’ın vahiy ile indirdiğine tabi olmakla emrolunduk. Bazı
hadislerin Allah Rasulüne nispetinin şüpheye yer bırakmayacak kadar kesin
olduğunu varsaymış olsak dahi yine de ona tabi olmamız gerekmez. Çünkü Sünnet
vahiy değildir.”[5]
demek suretiyle Cekrâlevi ve takipçileri hiçbir hâlde Rasulullah’a tabi
olunamayacağını iddia etme gafletine düşmüşlerdir. Sünnet’e tabi olunması ve
gereğince hüküm verilmesi hâlinde Allah’a şirk koşulmuş olacağı gibi saçma bir
iddiaya sarıldılar.[6]
Sünnet’i inkâr cihetindeki düşüncelerini desteklemek için Kur’an ayetlerini
istedikleri gibi yorumladılar ve daha birçok iddialar ortaya attılar.
Gerçekte onların bu
düşüncelerinin arkasında yatan temel faktör İngilizlerin, Osmanlı Hilâfeti’nin
yıkılması, İslâm ümmetinin param parça edilmesi ve İslâm'ın tahrif edilmesi
hususundaki aşırı istekleridir. İkinci önemli husus ise Yahudilik ve
Hristiyanlıkta olduğu gibi İslâm’ı, yaşanması mümkün olmayan, hayattan, insanın
problemlerini çözmekten uzaklaştırılmış, tahrif edilmiş bir din, Müslümanları
da kâfirlerin hükümlerine boyun eğen topluluklar hâline getirmektir.
Ancak durum
kesinlikle onların söyledikleri gibi değildir. Zira Sünnet aynen Kur’an gibi
vahiydir ve teşri kaynağıdır. Müslüman olarak bizler Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in sözüne, fiiline ve takririne uymak mecburiyetindeyiz.
Çünkü Sünnet, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e ait söz, fiil ve
ikrarlardır. Sahabeden mevkuf olarak varit olanlar da Sünnet’ten sayılır.[7]
Sünnet olmadan Kur’an’ın anlaşılması ve yaşanması mümkün değildir. Bu husus
birçok ayetle sabittir.
Allah Subhânehû,
Sünnet’in Allah’tan gelen bir vahiy olduğunu bildirmektedir:
[قُلْ
إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ مِن رَّبِّي] “De ki: Ben ancak Rabbim tarafından
bana vahyolunana uyarım!”[8]
[وَمَا
يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى] “O hevâsından bir şey söylemez, O’nun
söylediği ancak vahiydir.”[9]
[قُلْ
إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ] “De ki: Ben ancak vahy ile uyarıyorum!”[10]
Allah Azze ve
Celle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Kur’an ile birlikte
hikmetin de indirildiğini bildirmektedir:
[كَمَا
أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولًا مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا
وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ] “Size ayetlerimizi okuyacak, sizi
arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek kendinizden bir elçi gönderdik!”[11]
[وَأَنْزَلَ
اللَّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ] “Allah sana Kitab’ı ve hikmeti
indirdi.”[12]
Taberî, Bakara Suresi
151. ayette geçen “hikmet” kelimesi hakkındaki bazı görüşlere yer
verdikten sonra şöyle demiştir: “Bize göre bu görüşler arasında doğru olan
şudur: Hikmet, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in açıklamaları ve
bilgisi dışında insan aklının bilmesi mümkün olmayan Allah’ın hükümlerine ait
ilimdir.”[13]
Allah Azze ve
Celle birçok ayette Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e itaat
edilmesini emrediyor.
[قُلْ
أَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ] “De ki Allah’a ve Rasul’e itaat edin.”[14]
[يَا
أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ] “Ey iman
edenler! Allah’a itaat edin! Rasul’e de itaat edin!”[15]
[مَّن
يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ] “Kim Rasul’e itaat ederse Allah’a
itaat etmiş olur.”[16]
[ وَمَا
آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا ۚ وَاتَّقُوا
اللَّهَ ۖ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ] “Rasul size neyi
getirdi ise onu alın, size neyi yasak ettiyse onu da terk edin. Allah’tan
korkun. Şüphesiz ki Allah’ın azabı şiddetlidir.”[17] buyurmak suretiyle
Sünnet’in aynen Kur’an gibi olduğunu bildirmektedir.
Kur’an’ı Kerim, Rasulullah’ın
vermiş olduğu hükme teslim olmanın imanın gereği olduğunu bildirmektedir.
[فَلَا
وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّىٰ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ
لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا] “Hayır;
Rabbine and olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip,
sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul
etmedikçe inanmış olmazlar.”[18]
Kur’an-ı Kerîm, Rasulullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in emrine muhalefet edilmesine karşı ikazda
bulunuyor.
[فَلْيَحْذَرِ
الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ
عَذَابٌ أَلِيمٌ] “Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın
gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar!”[19]
Allah Subhânehû,
Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından verilen hükme mümin erkek
ve kadının muhalif bir tavır alma haklarının bulunmadığını belirtmekte ve şöyle
buyurmaktadır:
[وَمَا
كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ
يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ
فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا] “Allah ve Rasulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman,
hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendi işleri konusunda tercih
kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelirse şüphesiz ki o
apaçık bir şekilde sapmıştır.”[20]
İlim ehlinin tümüne
göre Sünnet, Kur’an’ın, mücmelini beyan eder, mutlak olanını mukayyet, genel
olanını tahsis eder, müşkil olanını netleştirir. Sünnet; namaz, oruç, zekât ve
hac ibadetlerine ait ayetlerdeki genelliği detaylandırmış, tatbik keyfiyetini
beyan etmiştir. Bu hususta birçok örnek vermek mümkündür. Bunlardan bazıları
şunlardır:
Sünnet, Kur’an’daki
müşkil lafızları açıklar.
[الَّذِينَ
آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُولَٰئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ
وَهُم مُّهْتَدُونَ] “İman edip de imanlarına zulmü bulaştırmayanlar var ya…”[21]
ayeti indiği zaman sahabeler, Arapçayı çok iyi biliyor olmalarına rağmen ayette
geçen “zulüm” kelimesinin anlamı nedeniyle endişelendiler ve: “Ey Allah’ın Rasulü’
hangimiz nefsine zulmetmez ki?” dediklerinde Allah’ın Rasulü bu kelimenin
zulüm anlamında olmadığını, şirk anlamında olduğunu onlara açıklamıştır.[22]
Kur’an-ı Kerîm
birçok ayette namaz kılınmasını farz kılmış fakat bunu detaylandırmamıştır.
[إِنَّ
الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَّوْقُوتًا] “Şüphesiz
ki namaz insanlara belli vakitlerde farz kılınmıştır.”[23]
ayeti bu vakitlerin sayısını ve zamanlarını belirtmemiştir. Oysa Allah’ın Rasulü
[صَلُّوا
كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي] “Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle
kılınız!”[24]
buyurmak suretiyle namazın kılınış keyfiyetini, namazın vakitlerini, rekâtlarının
sayısını ve rükünlerini göstermiştir.
Kur’an-ı Kerîm,
zekâtı farz kılmış fakat hangi mallardan ve ne şekilde ve miktarlarda zekât
verileceğini belirtmemiştir. Bu nedenle zekatla ilgili tüm detaylar Sünnet
tarafından açıklanmış ve uygulanmıştır.
[وَكُلُوا
وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ
الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِࣕ] “Fecrin beyaz ipliği, gecenin siyah ipliğinden sizce
seçilinceye kadar yiyin, için.”[25]
ayeti indiği zaman sahabeler yanlarına beyaz ve siyah iplik alıp yastıklarının
altına koydular ve gece boyunca bunların birbirlerinden ayırt edileceği anı
gözetlediler. Bu durum Rasulullah’a ulaşınca onlara: [إِنَّمَا ذَلِكَ سَوَادُ
اللَّيْلِ وَبَيَاضُ النَّهَارِ] “Ayette bahsi geçen siyah ve beyaz iplik, gecenin
karanlığı ile gündüzün aydınlığından ibarettir.”[26]
şeklinde açıklama yapmıştır.
Kur’an-ı Kerîm, [وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ
وَحَرَّمَ الرِّبَا] “Allah alışverişi helal faizi ise helal kılmıştır.”[27]
buyurmuş, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise [الذَّهَبُ
بِالذَّهَبِ، وَالْفِضَّةُ بِالْفِضَّةِ وَالْبُرُّ بِالْبُرِّ وَالشَّعِيرُ
بِالشَّعِيرِ وَالتَّمْرُ بِالتَّمْرِ وَالْمِلْحُ بِالْمِلْحِ مِثْلاً بِمِثْلٍ،
يَدًا بِيَدٍ فَمَنْ زَادَ أَوِ اسْتَزَادَ فَقَدْ أَرْبَى الآخِذُ وَالْمُعْطِى
فِيهِ سَوَاءٌ] “Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya
karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, tuza karşılık
tuz, eşit miktarda ve peşin olarak satılır. Her kim daha fazla verir veya
alırsa muhakkak faiz uygulaması yapmıştır. Alanla veren bu hususta eşittir.”
[28]
buyurmak suretiyle faizli malları beyan etmiştir.
Kur’an, Nisa Suresi
23 ve 24. ayetlerde kendileri ile evlenilmesi helal olan ve haram olan
kimseleri genel olarak beyan etmiş, [وَأُحِلَّ لَكُم مَّا وَرَاءَ
ذَلِكُمْ أَن تَبْتَغُوا بِأَمْوَالِكُم مُّحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ] “Bunların
dışında kalanlar ise iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla
(mehirlerini verip) istemeniz size helal kılındı!” buyurmak suretiyle diğer
kadınlarla evlenilmesinin helal olduğunu belirtmiştir. Sünnet ise [لاَ
يُجْمَعُ بَيْنَ الْمَرْأَةِ وَعَمَّتِهَا ، وَلاَ بَيْنَ الْمَرْأَةِ
وَخَالَتِهَا] “Bir kadınla halası, yine bir kadınla teyzesi birlikte
nikâhlanamaz!”[29]
buyurmak suretiyle kadın ile halasının ve teyzesinin aynı anda aynı erkeğin nikâhı
altında bulunmasını haram kılmıştır. Yine Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve
Sellem [يَحْرُمُ مِنَ الرَّضَاعَةِ مَا يَحْرُمُ مِنَ الْوِلاَدَةِ] “Doğum
(kardeşlik) nedeniyle haram olan (evlilik) süt emme nedeniyle de haramdır!”[30]
buyurmak suretiyle aynı anneden süt emen kimselerin birbirleriyle
evlenemeyeceklerini belirtmiştir. Yine bir başka hadisinde ise “Mirasçıya
vasiyet yoktur!”[31]
buyurmak suretiyle, ölmeden önce mirasın taksimi konusunda bazı kayıtlar
getirmiştir.
Kur’an-ı Kerîm bir
taraftan ölü etini ve kanı haram kılarken[32]
aynı zamanda deniz avını ve yenmesini helal kılmıştır.[33]
Sünnet ise [هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ الْحَلاَلُ مَيْتَتُهُ] “Denizin suyu temiz, ölüsü de
helâldir!”[34]
hadisi ve [أُحِلَّتْ لَنَا مَيْتَتَانِ وَدَمَانِ فَأَمَّا الْمَيْتَتَانِ
فَالْحُوتُ وَالْجَرَادُ وَأَمَّا الدَّمَانِ فَالْكَبِدُ وَالطِّحَالُ] “Bize
iki ölü (hayvan) ile iki kan helal kılındı. İki ölü, balık ve çekirge; iki kan
ise karaciğer ve dalaktır.”[35]
hadisiyle ölü eti ve kan hakkındaki umumi ifadeyi tahsis etmiştir.
Yine Kur’an,
mirasta erkeğe kadının iki katı verilmesini[36]
emretmiş ve bu hususta herhangi bir ayrım yapmamıştır. Oysa sünnet ise [لاَ يَرِثُ
الْمُسْلِمُ الْكَافِرَ وَلاَ الْكَافِرُ الْمُسْلِمَ] “Müslüman,
kâfire mirasçı olamaz ve kâfir de Müslüman’a varis olamaz!”[37]
buyurarak kâfir olmayı ve [الْقَاتِلُ لاَ يَرِثُ] “Katil,
(öldürdüğü kimseye) mirasçı olamaz!”[38]
hadisiyle de katil olmayı mirasa engel olan hususlardan saymıştır.
Kur’an, hırsızlık
nedeniyle elin kesilmesine[39]
hükmetmiş ve fakat bununla ilgili herhangi bir detaya yer vermemiştir. Sünnet
ise çeyrek dinar (1,0625 gram altın) değerinden daha fazla olan hırsızlık
nedeniyle ancak elin kesileceğini[40]
ve bunun nereden ve hangi elden yapılacağını beyan etmiştir.
Kur’an-ı Kerîm [لَٓا
اَجِدُ فٖي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّماً عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا
اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَماً مَسْفُوحاً اَوْ لَحْمَ خِنْزٖيرٍ فَاِنَّهُ
رِجْسٌ اَوْ فِسْقاً اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِهٖۚ] “Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış
kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen
hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum.”[41]
ayetiyle geride kalan tüm hayvanların etleri hakkında genel bir ifade
kullanmıştır. Sünnet ise evcil eşeklerin,[42] azı
dişi olan yırtıcı hayvanların ve avını pençesiyle parçalayan kuşların
yenilmesini yasaklamıştır.[43]
Bu konuda örnekleri
çoğaltmak mümkün olmakla birlikte daha fazla detaya girmek bu makalenin hacmi
bakımından uygun olmadığı için bu kadarı ile yetinmek istiyoruz.
İslâm âlimlerine
göre Sünnet ile Kur’an arasında çok kuvvetli bir ilişki bulunmaktadır. Evzâî’ye
göre Sünnet’in Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazla Kur’an’ın Sünnet’e
ihtiyacı bulunmaktadır.[44]
Sünnet’i inkâr etmenin ne kadar tehlikeli bir husus olduğu hususunda İmam
Suyûtî şöyle diyor: “Her kim usûlde hüccet olarak bilinen Nebi SallAllahu
Aleyhi ve Sellem’in hadisini söz ya da fiil olarak inkâr ederse kâfir olur,
İslâm dairesinden çıkar.”[45]
Makalemizin
başlangıcında olduğu gibi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in
hadisi ile sözümüzü noktalamak istiyoruz.
[لَا
أُلْفِيَنَّ أَحَدَكُمْ مُتَّكِئًا عَلَى أَرِيكَتِهِ يَأْتِيهِ الْأَمْرُ مِنْ
أَمْرِي مِمَّا أَمَرْتُ بِهِ أَوْ نَهَيْتُ عَنْهُ فَيَقُولُ لَا نَدْرِي مَا
وَجَدْنَا فِي كِتَابِ اللَّهِ اتَّبَعْنَاهُ] “Dikkat edin! Sizden birinizi;
emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış
durumda iken, bilmiyoruz Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri
tanımayız derken) bulmayayım!”[46]
[1]
Ebû Davûd, Kitabu’s-Sünne.
[2]
Özcan, Azmi, Hilâfet Maddesi, TDV
[3]
Birışık, Abdülhamit, Kur’âniyyûn, TDV
[4]Ebu’l-Kemal,
er-Raddü Alâ men yünkir hucciyyetü’s-Sünne, s. 403
[5]
İlahibahş, Hadım Hüseyin, el-Kur’âniyyûn ve Şübühatuhüm Havle’s-Sünne, S. 214.
[6]
A.g.e, s.219.
[7]
En-Nebhâni, Takiyyüddîn, İslâm Şahsiyeti C1, S169. Köklü Değişim Yayıncılık,
Ankara 2020.
[9]
Necm Suresi 3-4
[10]
Enbiyâ Suresi 45
[11]
Bakara Suresi 151
[12]
Nisâ Suresi 113
[13]
Taberi, Muhammed b. Cerir, Câmiu’l-Beyan An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, C2, S577
[14]
Âl-i İmran Suresi 32
[15]
Nisâ Suresi 59
[16]
Nisâ Suresi 80
[17]
Haşr Suresi 7.
[18]
Nisâ Suresi 65
[19]
Nûr Suresi 63
[20]
Ahzâb Suresi 36
[21]
Enâm Suresi 82
[22]
Müslim, Îman
[23]
Nisâ Suresi 103
[24]
Buhârî, Ezân, 18
[25]
Bakara Suresi 197
[26]
Buhârî, Savm, 16
[27]
Bakara Suresi 275
[28]
Müslim, Müsâkât, 82
[29]
Buhârî, Nikâh, 28
[30]
Müslim, Radâ", 2
[31]
Nesâî, Vesâyâ, 5
[32]
Mâide Suresi 3
[33]
Mâide Suresi 96
[34]
Nesâî, Sayd, 35
[35]
İbn Mâce, Et"ıme, 31
[36]
Nisâ Sures; 11
[37]
Buhârî, Ferâiz, 26
[38]
Tirmizî, Ferâiz, 17
[39]
Mâide Suresi 38
[40]
Buhârî, Kitabu’l-Hudud.
[41]
Enâm Suresi 145
[42]
Buhârî, Sayd, 28
[43]
Müslim, Sayd, 16
[44]
Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl S. 33
[45]
Es-Suyûtî, Miftâhu’l-Cenne Fi’l-ihticâci bi’s-sünne, S.5
[46]
İbn Mâce, Mukaddime, 2. Ebû Davûd, Sünnet, 17
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış