KUR’ANCILAR

M. Hanefi Yağmur

[أَلَا إِنِّي أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ مَعَهُ أَلَا يُوشِكُ رَجُلٌ شَبْعَانُ عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ عَلَيْكُمْ بِهَذَا الْقُرْآنِ فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَرَامٍ فَحَرِّمُوهُ] “Şunu iyi biliniz ki bana kitap ile birlikte onun bir benzeri de verilmiştir. Dikkatli olun koltu­ğuna kurulan tok bir adamın: Sadece şu Kur'an size yeter, onda bulduğunuz helali helal, haramı da haram kabul ediniz, diye­ceği günler yakındır.”[1]

Sünnet inkârcıları, Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e itaat etmenin farziyetini kabul etmeyen, bunun için de hadis metinlerini, ravilerini ve tedvini gibi hususları eleştiren, karalayan, cehalete, sapıklığa dalmış kimselerdir. Bunların bir kısmı Sünnet’i açık bir şekilde inkâr ederken bir kısmı ise hadisleri Kur’an’a arz edecekleri ve buna göre kabul ya da reddedecekleri gerekçesine sarılarak ve uydurma bir hadisi de delil olarak gösterip kendilerini perdelemek suretiyle Sünnet’i inkâr etmektedirler. Her iki grup da “Allah’ın kitabı bize yeter!” sloganını kullanmaktadırlar. Ancak ikinci grupta olanlar diğerlerinden daha tehlikelidirler. Zira birinciler Sünnet’i doğrudan reddetme yoluna giderken ikinciler herhangi bir kurala bağlı kalmadan Sünnet’i kendi anlayışlarına göre Kur’an’a arz ettikleri ve kendi istedikleri şekilde sonuçlar çıkartmak suretiyle birçok kimsenin aklını karıştırmaktadırlar.

Farklı gerekçelerle ortaya çıkmış olmalarına rağmen “Kur’an’cılar” olarak isimlendirilen bu tür düşünce sahiplerinin kökleri İslâm'ın ilk asrına kadar uzanmaktadır. Yakın tarihte ise Hindistan’ı işgal eden İngilizler, Hindistan halkının İslâm'a ve Osmanlı halifesine olan bağlılıkları karşısında şaşkına döndüler. Özellikle Sultan Abdülhamid’in 1876 yılında tahta çıkmasının ve Hilâfet kurumu üzerinden İslâm ümmeti arasındaki bağları daha da kuvvetlendirmek için faaliyetlere başlamasının ardından[2] İngilizler, Hindistan Müslümanlarını bir taraftan İslâm’dan diğer taraftan da Osmanlı Hilâfeti’ne itaatten uzaklaştırmak için oryantalistler, misyonerler ve siyaset adamları[3] aracılığıyla çalışmaya başladılar. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Seyyid Ahmed Han başta olmak üzere Abdullah Cekrâlevî, Ahmedüddîn Amritsarî ve Gulam Ahmed Perviz gibi kişiler bu akıma öncülük ettiler. Kur’ancılar, mealciler veya Sünnet inkârcıları olarak isimlendirilen bir fitnenin ortaya çıkmasına yol açtılar.

Sünnet’e gerek olmadığı, tek başına Kur’an’ın her hususta yeterli olacağı iddiasında olan bu kimselere göre Sünnet, Allah’tan gelen bir vahiy değildir. Sadece insanların Allah Rasulü’ne nispet ettikleri sözler olup bunların aslı yoktur. Çünkü Allah sadece Kur’an-ı korumayı vadetmiştir, Sünnet’in korunacağını ise vadetmemiştir.[4]Biz ancak Allah’ın vahiy ile indirdiğine tabi olmakla emrolunduk. Bazı hadislerin Allah Rasulüne nispetinin şüpheye yer bırakmayacak kadar kesin olduğunu varsaymış olsak dahi yine de ona tabi olmamız gerekmez. Çünkü Sünnet vahiy değildir.[5] demek suretiyle Cekrâlevi ve takipçileri hiçbir hâlde Rasulullah’a tabi olunamayacağını iddia etme gafletine düşmüşlerdir. Sünnet’e tabi olunması ve gereğince hüküm verilmesi hâlinde Allah’a şirk koşulmuş olacağı gibi saçma bir iddiaya sarıldılar.[6] Sünnet’i inkâr cihetindeki düşüncelerini desteklemek için Kur’an ayetlerini istedikleri gibi yorumladılar ve daha birçok iddialar ortaya attılar.

Gerçekte onların bu düşüncelerinin arkasında yatan temel faktör İngilizlerin, Osmanlı Hilâfeti’nin yıkılması, İslâm ümmetinin param parça edilmesi ve İslâm'ın tahrif edilmesi hususundaki aşırı istekleridir. İkinci önemli husus ise Yahudilik ve Hristiyanlıkta olduğu gibi İslâm’ı, yaşanması mümkün olmayan, hayattan, insanın problemlerini çözmekten uzaklaştırılmış, tahrif edilmiş bir din, Müslümanları da kâfirlerin hükümlerine boyun eğen topluluklar hâline getirmektir.

Ancak durum kesinlikle onların söyledikleri gibi değildir. Zira Sünnet aynen Kur’an gibi vahiydir ve teşri kaynağıdır. Müslüman olarak bizler Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in sözüne, fiiline ve takririne uymak mecburiyetindeyiz. Çünkü Sünnet, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem'e ait söz, fiil ve ikrarlardır. Sahabeden mevkuf olarak varit olanlar da Sünnet’ten sayılır.[7] Sünnet olmadan Kur’an’ın anlaşılması ve yaşanması mümkün değildir. Bu husus birçok ayetle sabittir.

Allah Subhânehû, Sünnet’in Allah’tan gelen bir vahiy olduğunu bildirmektedir:

[قُلْ إِنَّمَا أَتَّبِعُ مَا يُوحَىٰ إِلَيَّ مِن رَّبِّي] “De ki: Ben ancak Rabbim tarafından bana vahyolunana uyarım!”[8]

[وَمَا يَنْطِقُ عَنْ الْهَوَى إِنْ هُوَ إِلا وَحْيٌ يُوحَى] “O hevâsından bir şey söylemez, O’nun söylediği ancak vahiydir.”[9]

[قُلْ إِنَّمَا أُنذِرُكُم بِالْوَحْيِ] “De ki: Ben ancak vahy ile uyarıyorum!”[10] 

Allah Azze ve Celle Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e Kur’an ile birlikte hikmetin de indirildiğini bildirmektedir:

[كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولًا مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ] “Size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size Kitap ve hikmeti öğretecek kendinizden bir elçi gönderdik!”[11]

[وَأَنْزَلَ اللَّهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ] “Allah sana Kitab’ı ve hikmeti indirdi.”[12]  

Taberî, Bakara Suresi 151. ayette geçen “hikmet” kelimesi hakkındaki bazı görüşlere yer verdikten sonra şöyle demiştir: “Bize göre bu görüşler arasında doğru olan şudur: Hikmet, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in açıklamaları ve bilgisi dışında insan aklının bilmesi mümkün olmayan Allah’ın hükümlerine ait ilimdir.”[13]

Allah Azze ve Celle birçok ayette Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e itaat edilmesini emrediyor.

[قُلْ أَطِيعُوا اللَّهَ وَالرَّسُولَ] “De ki Allah’a ve Rasul’e itaat edin.”[14]

[يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ] “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Rasul’e de itaat edin!”[15]

[مَّن يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ] “Kim Rasul’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”[16]

‎[ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا ۚ وَاتَّقُوا اللَّهَ ۖ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ] “Rasul size neyi getirdi ise onu alın, size neyi yasak ettiyse onu da terk edin. Allah’tan korkun. Şüphesiz ki Allah’ın azabı şiddetlidir.”[17] buyurmak suretiyle Sünnet’in aynen Kur’an gibi olduğunu bildirmektedir.

Kur’an’ı Kerim, Rasulullah’ın vermiş olduğu hükme teslim olmanın imanın gereği olduğunu bildirmektedir.

[فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّىٰ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا] “Hayır; Rabbine and olsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.”[18]

Kur’an-ı Kerîm, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in emrine muhalefet edilmesine karşı ikazda bulunuyor.

[فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ] “Artık onun emrine muhalefet edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya elem dolu bir azaba uğramaktan sakınsınlar!”[19]

Allah Subhânehû, Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem tarafından verilen hükme mümin erkek ve kadının muhalif bir tavır alma haklarının bulunmadığını belirtmekte ve şöyle buyurmaktadır:

[وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا] “Allah ve Rasulü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mümin erkek ve hiçbir mümin kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Rasulü’ne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[20]

İlim ehlinin tümüne göre Sünnet, Kur’an’ın, mücmelini beyan eder, mutlak olanını mukayyet, genel olanını tahsis eder, müşkil olanını netleştirir. Sünnet; namaz, oruç, zekât ve hac ibadetlerine ait ayetlerdeki genelliği detaylandırmış, tatbik keyfiyetini beyan etmiştir. Bu hususta birçok örnek vermek mümkündür. Bunlardan bazıları şunlardır:

Sünnet, Kur’an’daki müşkil lafızları açıklar.

[الَّذِينَ آمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُوا إِيمَانَهُم بِظُلْمٍ أُولَٰئِكَ لَهُمُ الْأَمْنُ وَهُم مُّهْتَدُونَ] “İman edip de imanlarına zulmü bulaştırmayanlar var ya…”[21] ayeti indiği zaman sahabeler, Arapçayı çok iyi biliyor olmalarına rağmen ayette geçen “zulüm” kelimesinin anlamı nedeniyle endişelendiler ve: “Ey Allah’ın Rasulü’ hangimiz nefsine zulmetmez ki?” dediklerinde Allah’ın Rasulü bu kelimenin zulüm anlamında olmadığını, şirk anlamında olduğunu onlara açıklamıştır.[22]

Kur’an-ı Kerîm birçok ayette namaz kılınmasını farz kılmış fakat bunu detaylandırmamıştır.

[إِنَّ الصَّلَاةَ كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ كِتَابًا مَّوْقُوتًا] “Şüphesiz ki namaz insanlara belli vakitlerde farz kılınmıştır.”[23] ayeti bu vakitlerin sayısını ve zamanlarını belirtmemiştir. Oysa Allah’ın Rasulü [صَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي] “Benim nasıl namaz kıldığımı gördüyseniz siz de öyle kılınız!”[24] buyurmak suretiyle namazın kılınış keyfiyetini, namazın vakitlerini, rekâtlarının sayısını ve rükünlerini göstermiştir.

Kur’an-ı Kerîm, zekâtı farz kılmış fakat hangi mallardan ve ne şekilde ve miktarlarda zekât verileceğini belirtmemiştir. Bu nedenle zekatla ilgili tüm detaylar Sünnet tarafından açıklanmış ve uygulanmıştır.

[وَكُلُوا وَاشْرَبُوا حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَكُمُ الْخَيْطُ الْاَبْيَضُ مِنَ الْخَيْطِ الْاَسْوَدِ مِنَ الْفَجْرِࣕ] “Fecrin beyaz ipliği, gecenin siyah ipliğinden sizce seçilinceye kadar yiyin, için.”[25] ayeti indiği zaman sahabeler yanlarına beyaz ve siyah iplik alıp yastıklarının altına koydular ve gece boyunca bunların birbirlerinden ayırt edileceği anı gözetlediler. Bu durum Rasulullah’a ulaşınca onlara: [إِنَّمَا ذَلِكَ سَوَادُ اللَّيْلِ وَبَيَاضُ النَّهَارِ] “Ayette bahsi geçen siyah ve beyaz iplik, gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığından ibarettir.”[26] şeklinde açıklama yapmıştır.

Kur’an-ı Kerîm, [وَأَحَلَّ اللَّهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبَا] “Allah alışverişi helal faizi ise helal kılmıştır.”[27] buyurmuş, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem ise [الذَّهَبُ بِالذَّهَبِ، وَالْفِضَّةُ بِالْفِضَّةِ وَالْبُرُّ بِالْبُرِّ وَالشَّعِيرُ بِالشَّعِيرِ وَالتَّمْرُ بِالتَّمْرِ وَالْمِلْحُ بِالْمِلْحِ مِثْلاً بِمِثْلٍ، يَدًا بِيَدٍ فَمَنْ زَادَ أَوِ اسْتَزَادَ فَقَدْ أَرْبَى الآخِذُ وَالْمُعْطِى فِيهِ سَوَاءٌ] “Altına karşılık altın, gümüşe karşılık gümüş, buğdaya karşılık buğday, arpaya karşılık arpa, hurmaya karşılık hurma, tuza karşılık tuz, eşit miktarda ve peşin olarak satılır. Her kim daha fazla verir veya alırsa muhakkak faiz uygulaması yapmıştır. Alanla veren bu hususta eşittir.” [28] buyurmak suretiyle faizli malları beyan etmiştir.

Kur’an, Nisa Suresi 23 ve 24. ayetlerde kendileri ile evlenilmesi helal olan ve haram olan kimseleri genel olarak beyan etmiş, [وَأُحِلَّ لَكُم مَّا وَرَاءَ ذَلِكُمْ أَن تَبْتَغُوا بِأَمْوَالِكُم مُّحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ] “Bunların dışında kalanlar ise iffetli yaşamak ve zina etmemek şartıyla mallarınızla (mehirlerini verip) istemeniz size helal kılındı!” buyurmak suretiyle diğer kadınlarla evlenilmesinin helal olduğunu belirtmiştir. Sünnet ise [لاَ يُجْمَعُ بَيْنَ الْمَرْأَةِ وَعَمَّتِهَا ، وَلاَ بَيْنَ الْمَرْأَةِ وَخَالَتِهَا] “Bir kadınla halası, yine bir kadınla teyzesi birlikte nikâhlanamaz!”[29] buyurmak suretiyle kadın ile halasının ve teyzesinin aynı anda aynı erkeğin nikâhı altında bulunmasını haram kılmıştır. Yine Efendimiz SallAllahu Aleyhi ve Sellem [يَحْرُمُ مِنَ الرَّضَاعَةِ مَا يَحْرُمُ مِنَ الْوِلاَدَةِ] “Doğum (kardeşlik) nedeniyle haram olan (evlilik) süt emme nedeniyle de haramdır!”[30] buyurmak suretiyle aynı anneden süt emen kimselerin birbirleriyle evlenemeyeceklerini belirtmiştir. Yine bir başka hadisinde ise “Mirasçıya vasiyet yoktur!”[31] buyurmak suretiyle, ölmeden önce mirasın taksimi konusunda bazı kayıtlar getirmiştir.

Kur’an-ı Kerîm bir taraftan ölü etini ve kanı haram kılarken[32] aynı zamanda deniz avını ve yenmesini helal kılmıştır.[33] Sünnet ise [هُوَ الطَّهُورُ مَاؤُهُ الْحَلاَلُ مَيْتَتُهُ] “Denizin suyu temiz, ölüsü de helâldir!”[34] hadisi ve [أُحِلَّتْ لَنَا مَيْتَتَانِ وَدَمَانِ فَأَمَّا الْمَيْتَتَانِ فَالْحُوتُ وَالْجَرَادُ وَأَمَّا الدَّمَانِ فَالْكَبِدُ وَالطِّحَالُ] “Bize iki ölü (hayvan) ile iki kan helal kılındı. İki ölü, balık ve çekirge; iki kan ise karaciğer ve dalaktır.”[35] hadisiyle ölü eti ve kan hakkındaki umumi ifadeyi tahsis etmiştir.

Yine Kur’an, mirasta erkeğe kadının iki katı verilmesini[36] emretmiş ve bu hususta herhangi bir ayrım yapmamıştır. Oysa sünnet ise [لاَ يَرِثُ الْمُسْلِمُ الْكَافِرَ وَلاَ الْكَافِرُ الْمُسْلِمَ] “Müslüman, kâfire mirasçı olamaz ve kâfir de Müslüman’a varis olamaz!”[37] buyurarak kâfir olmayı ve [الْقَاتِلُ لاَ يَرِثُ] “Katil, (öldürdüğü kimseye) mirasçı olamaz!”[38] hadisiyle de katil olmayı mirasa engel olan hususlardan saymıştır.

Kur’an, hırsızlık nedeniyle elin kesilmesine[39] hükmetmiş ve fakat bununla ilgili herhangi bir detaya yer vermemiştir. Sünnet ise çeyrek dinar (1,0625 gram altın) değerinden daha fazla olan hırsızlık nedeniyle ancak elin kesileceğini[40] ve bunun nereden ve hangi elden yapılacağını beyan etmiştir.

Kur’an-ı Kerîm [لَٓا اَجِدُ فٖي مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيَّ مُحَرَّماً عَلٰى طَاعِمٍ يَطْعَمُهُٓ اِلَّٓا اَنْ يَكُونَ مَيْتَةً اَوْ دَماً مَسْفُوحاً اَوْ لَحْمَ خِنْزٖيرٍ فَاِنَّهُ رِجْسٌ اَوْ فِسْقاً اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِهٖۚ] “Bana vahyolunanda, leş, akıtılmış kan, domuz eti ki pistir ve günah işlenerek Allah'tan başkası adına kesilen hayvandan başkasını yemenin haram olduğuna dair bir emir bulamıyorum.”[41] ayetiyle geride kalan tüm hayvanların etleri hakkında genel bir ifade kullanmıştır. Sünnet ise evcil eşeklerin,[42] azı dişi olan yırtıcı hayvanların ve avını pençesiyle parçalayan kuşların yenilmesini yasaklamıştır.[43]

Bu konuda örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte daha fazla detaya girmek bu makalenin hacmi bakımından uygun olmadığı için bu kadarı ile yetinmek istiyoruz.

İslâm âlimlerine göre Sünnet ile Kur’an arasında çok kuvvetli bir ilişki bulunmaktadır. Evzâî’ye göre Sünnet’in Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazla Kur’an’ın Sünnet’e ihtiyacı bulunmaktadır.[44] Sünnet’i inkâr etmenin ne kadar tehlikeli bir husus olduğu hususunda İmam Suyûtî şöyle diyor: “Her kim usûlde hüccet olarak bilinen Nebi SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisini söz ya da fiil olarak inkâr ederse kâfir olur, İslâm dairesinden çıkar.”[45]

Makalemizin başlangıcında olduğu gibi Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisi ile sözümüzü noktalamak istiyoruz.

[لَا أُلْفِيَنَّ أَحَدَكُمْ مُتَّكِئًا عَلَى أَرِيكَتِهِ يَأْتِيهِ الْأَمْرُ مِنْ أَمْرِي مِمَّا أَمَرْتُ بِهِ أَوْ نَهَيْتُ عَنْهُ فَيَقُولُ لَا نَدْرِي مَا وَجَدْنَا فِي كِتَابِ اللَّهِ اتَّبَعْنَاهُ] “Dikkat edin! Sizden birinizi; emrettiğim veya yasakladığım konulardan birisi kendisine ulaşınca koltuğuna yaslanmış durumda iken, bilmiyoruz Allah’ın kitabında ne bulursak ona uyarız (hadisleri tanımayız derken) bulmayayım!”[46]



[1] Ebû Davûd, Kitabu’s-Sünne.

[2] Özcan, Azmi, Hilâfet Maddesi, TDV

[3] Birışık, Abdülhamit, Kur’âniyyûn, TDV

[4]Ebu’l-Kemal, er-Raddü Alâ men yünkir hucciyyetü’s-Sünne, s. 403

[5] İlahibahş, Hadım Hüseyin, el-Kur’âniyyûn ve Şübühatuhüm Havle’s-Sünne, S. 214.

[6] A.g.e, s.219.

[7] En-Nebhâni, Takiyyüddîn, İslâm Şahsiyeti C1, S169. Köklü Değişim Yayıncılık, Ankara 2020.

[8] Araf Suresi 203

[9] Necm Suresi 3-4

[10] Enbiyâ Suresi 45

[11] Bakara Suresi 151

[12] Nisâ Suresi 113

[13] Taberi, Muhammed b. Cerir, Câmiu’l-Beyan An Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, C2, S577

[14] Âl-i İmran Suresi 32

[15] Nisâ Suresi 59

[16] Nisâ Suresi 80

[17] Haşr Suresi 7.

[18] Nisâ Suresi 65

[19] Nûr Suresi 63

[20] Ahzâb Suresi 36

[21] Enâm Suresi 82

[22] Müslim, Îman

[23] Nisâ Suresi 103

[24] Buhârî, Ezân, 18

[25] Bakara Suresi 197

[26] Buhârî, Savm, 16

[27] Bakara Suresi 275

[28] Müslim, Müsâkât, 82

[29] Buhârî, Nikâh, 28

[30] Müslim, Radâ", 2

[31] Nesâî, Vesâyâ, 5

[32] Mâide Suresi 3

[33] Mâide Suresi 96

[34] Nesâî, Sayd, 35

[35] İbn Mâce, Et"ıme, 31

[36] Nisâ Sures; 11

[37] Buhârî, Ferâiz, 26

[38] Tirmizî, Ferâiz, 17

[39] Mâide Suresi 38

[40] Buhârî, Kitabu’l-Hudud.

[41] Enâm Suresi 145

[42] Buhârî, Sayd, 28

[43] Müslim, Sayd, 16

[44] Şevkânî, İrşâdu’l-Fuhûl S. 33

[45] Es-Suyûtî, Miftâhu’l-Cenne Fi’l-ihticâci bi’s-sünne, S.5

[46] İbn Mâce, Mukaddime, 2. Ebû Davûd, Sünnet, 17


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz