KARAR VERİN; SEMBOLİK Mİ, SEKÜLER Mİ?

Dr. Abdurrahim Şen

Soğuk savaşın bitiminden sonra tek kutuplu dünya daha bir hızlı dönü(şü)yor. 2001’de yaşanan 11 Eylül hadisesinin ardından işgal ve güvenlik öncelikli politikalar, Batı’nın Doğu’da batışının habercisi oldu. 2008’de patlak veren ekonomik kriz, kapitalist ekonomileri derinden sarstı. 2010’da başlayan ayaklanmalar kaynaklarıyla kapitalistlerin iştahını kabartan Ortadoğu’da Amerika’nın önemli partnerlerini kaybetmesine neden oldu. Amerika devrim dalgasının üzerine binip sörf yaparak yönünü değiştirebildiğini düşünse de ayaklanmalara neden olan kronik sorunlar çözülmediği gibi katmerleştiğinden, halkların yeni bir devrim dalgasıyla daha büyük bir tsunamiye neden olabileceği öngörüleri üzerine konuşuluyor. Derken, artık birçok uzmanın dünyanın geleceğiyle ilgili kırılma noktasına işaret ettikleri bir olay yaşandı: Aksa Tufanı. Uzmanlar, 7 Ekim’in, öncesini sonrasından geri dönülmez biçimde ayıracağını söylüyor. Artık dünya eski dünya olmayacak! Mevcut dünyanın sürdürülebilir olmadığını kanıtlayan pratikler olarak karşımızda duruyor. Bütün bunlar bir gerçeğe dünyayı hızla yaklaştırıyor: Hilâfet!

Hilâfet, kehanet değil artık yeni dünyanın gerçeği; Kaçınılması İmkânsız Devleti. Her ne kadar Türkiye dahil İslâm dünyasında siyasi elitler, entelektüel çevreler ve konvansiyonel medya bu gerçeği takipçilerinden ve izleyicilerinden gizleseler de Batı’da bu daha yüreklilikle ifade ediliyor.

Örneğin; Patrick Buchanan[1] yıllar öncesinden[2]Vakti Gelen Fikir” başlıklı makalesinde “Fas’tan Endonezya’ya kadar bu geniş coğrafyada İslâm’la hükmetme fikri, Müslümanlar arasında hızla yayılmaktadır.” Bu sebeple Buchanan, İslâm’ı, hâkim olma vakti gelmiş fikir olarak tanımlamakta ve Victor Hugo’nun bir sözüne atıfla “vakti zamanı gelmiş fikrin karşısında dünyanın en güçlü ordusunun dahi duramayacağını” söylemektedir.

Yıllar yılı “hayal” deniyordu. Ümmet içinde kuvvetli bir irade bu “hayali” dünyanın gündemine getirdi ve ülkelerin kaçınamayacağı bir gerçeğe dönüştürdü. Hemen kültür ajanları ve toplum mühendisleri, kavramı odaklarına alıp tahrifata başladılar. Nihayetinde onlar için zihinler ve algılar, üzerinde çalıştıkları bir şantiye alanıydı.

Yıllar yılı Papalık makamına benzeterek akılları, sembolik bir Hilâfet kurumu ile lebalep doldurdular. “Hıristiyan âleminin Papa’sı var İslâm âleminin de Halife’si olsun”, tarzında iyi niyetlerin de eşlik ettiği bir retoriği beslediler. Mahiyet-i şer’iyyesinden saptırarak Osmanlı Hilâfetinin bakiyesi topraklarda sömürgenin icat ettiği laik ulus-devletlerin varlığını korumasıyla birlikte bazı “dinî” konularda ortak hareket etme imkânı verecek sembolik bir makam tasarladılar. Bu açıdan son derece yanlış bir tasarımdı. Sadece bir iki hususa işaret edip geçeceğim.

  1. Halifenin makamı, papalıkta olduğu gibi sembolik değildir. Papa modern, seküler devletin egemenliği altında ruhani bir otoriteyi temsil eder. Halife ise İslâm devletinin egemen olduğu topraklar üzerinde ümmete ait olan otoriteyi temsil eder. Bu temsiliyet sembolik değil, gerçek bir temsiliyettir.
  2. Bu otorite papalıkta olduğu gibi ruhani-siyasi veya dinî-dünyevi şeklinde bölünmüş bir otorite değildir; halifenin otoritesi bölünmez ve devredilemez bir otoritedir. “Bölünmez” demek, dinî ve dünyevi şekilde bir ayrıma tabi tutulamaz, demektir. Yani Hristiyanlık düşüncesinde olduğu gibi devletin egemen olduğu toprak parçası üzerinde biri dinî (papalık-ruhi) diğeri dünyevi (siyasi) iki otorite olamaz. İslâm siyaset düşüncesinde devletin egemen olduğu toprak parçası üzerinde tek bir otorite vardır o da devletin siyasi otoritesidir. Devletin “bölünmez bütünlüğü” ile ifade edilen olgu İslâm sisteminde halifenin bölünmez bir bütün olan otoritesini karşılar.
  3. Otoritenin kaynağı ve kökeni itibariyle de papalıkla Hilâfet arasında büyük farklılık vardır. Papanın ruhi otoritesinin kaynağı Allah’tır. Halifenin siyasi otoritesinin kaynağı, ümmettir. Ümmet, rıza ve seçim ile sahip olduğu otoriteyi adaylardan birine verir. Seçim gerçekleştikten, beyat verildikten sonra artık halife, devletin egemen olduğu toprak üzerinde yönetim işlerinden tümüyle sorumludur.

Dolayısıyla İslâm devletinde ruhi-dinî iktidarı temsilen bir halife; siyasi-dünyevi iktidarı temsilen bir başka otorite olmaz. Bu şekilde bir devlet veya otorite tasarımı, zihin kodları içinde din-dünya, ruhi-siyasi ayrımların olduğu Batılı düşünce ve toplumlara özgü bir tasarımdır. Böyle bir düşünce içinde papalık tamamen sembolik bir otoritedir. Misakımilli sınırları içinde her biri egemen, bağımsız onlarca Batılı laik ülkenin, bir papası vardır. Lakin bu papanın dinî bir otorite olmanın ötesinde herhangi bir yetkisi/etkisi yoktur. Hilâfet zinhar böyle bir makam değildir.

İslâm siyaset düşünürleri, âlimler ve fakihler, Hilâfet’i bütün bu farklılıklara dikkat çekecek şekilde titizlikle tanımlamışlardır: “Dünyanın dinle idare edilmesi hususunda Müslümanların genel başkanlığıdır.” Bakın; “dünyanın idaresi hususunda”. Bu idarenin dinle olması, onun mahiyetini belirleyen bir tanımlamadır. Ama bu tanımda, Hilâfet’i papalıktan ayıran husus; “dünyanın idaresi” vurgusudur. Yani halifelik, kamusal alanı/devleti idare etmek üzere var olan siyasi bir kurumdur; sembolik bir makam değil. Bildiğiniz kamu idaresi; savaş-barış kararları alan, ekonomiden eğitime, sağlıktan ziraata, iç politikadan dış politikaya kadar egemen olduğu topraklar üzerinde tüm ilişkileri düzenleyen bir devlet.

“Hayal” dendi olmadı, “sembolik” dendi tutmadı, bari “seküler” olsun!

Hilâfet’in yokluğunda dünyamız karardı. Yani ümmetimizin gerçek, hakiki anlamda dünyası karardı. Yani kararan sembolik bir yaşam alanı değil, dünyamız, lütfen dikkat ediniz. Ümmet semboller dünyasında yaşamıyor. Acıları, travmaları, aşağılanmaları, sömürülmesi, katledilmesi, nesillerinin yozlaştırılması, yuvalarının yıkılması, vs. bunların hepsi gerçekler dünyasında yaşadığı şeyler. Bu sebeple ümmet, dünyasının idaresi için hakiki anlamda Hilâfet’i istiyor. Dünyada bu boşluğu doldurabilecek başka bir siyasal sistem görünmüyor.

Özellikle Gazze’de yaşananlar, 57 ülkenin 1 halife etmediğini gösterdi. Hilâfet’in siyasi sahneden çekilmesinin ardından, bakiyesi topraklarda kurulan ulus-devlet olgusunun, ümmet iradesini kafesleyen devasa zindanlar olduğu anlaşıldı. En naçar gününde birbirine yardımının ulaşamadığı büyük bir zindan. Bu Vestfalya düzeni,[3] bu ulus devlet kafesi içinde Müslümanların canları, malları, namus ve kutsallarının güvenliği yok. Ekonomik olarak sömürülüyoruz, nesillerimiz kimliksizleştiriliyor, her yönden kötü yönetiliyoruz, bir de gizlenemez bir biçimde ciddi bir güvenlik sorunumuz olduğu açığa çıktı. Gazze’deki katliam, Aksa’nın avlusunda olsa, dahası Aksa yıkılsa, Kâbe hedef alınsa yine de bu ulus-devletler somut adım atmayacaklar, anlaşıldı. Bu sebeple İslâm ümmeti, bu siyasi iradeleri tutsak olan ulus-devletler dünyasında güvende kalamayacağını acı bir tecrübeyle bir kez daha anladı.

Tam da böylesi zamanlara ve mevsimlere özgü yeni bir kür(?) hazırlanıyor. Uzmanlarımız yeni tasarımlarla(!) karşımıza çıkıyorlar. Son tasarımı dikkatinize sunmak istiyorum: Seküler Hilâfet. Sembolik Hilâfet’te olduğu gibi yine Hilâfet bakiyesi topraklarda Batı’nın ithal rejimlerinin varlığının korunduğu fakat İslâm dünyasında üst bir çatı işlevi görecek bir kurum. Eskisi sembolikti, yenisi seküler.

Seküler Hilâfet teklifi, İstanbul Aydın Üniversitesi'nde 2015 yılında düzenlenen bir çalıştayda Prof. Dr. Naciye Selin Şenocak tarafından dile getirilmiş. Şenocak, halkı Müslüman olan ülkeler arasında siyasi birliğin ancak Hilâfet kurumu ile sağlanabileceğini ifade ediyor. Selin Şenocak, sözünü ettiği kurumun “dinî bir olgu değil, seküler bir kurum” olduğunu vurgulu bir şekilde ifade ediyor. Ona göre BM gibi İslâm dünyasının meselelerinin müzakere edildiği, aralarındaki anlaşmazlıkların çözüme kavuşturulduğu siyasi bir teşkilatın olması gerekir. “Hilâfet, TBMM'nin “manevi şahsında mündemiç” olduğundan hareketle “bu teşkilata da Türkiye liderlik etmelidir”, diyor.[4]

Hilâfet’e Türkiye’nin liderlik etmesi kısmına kimsenin itirazı olamaz. Hatta bu topraklarda yaşayan Müslümanların en büyük rüyası, özlemi, hasretidir bu. Ancak “seküler Hilâfet” de ne oluyor? Böyle uyduruk bir terkip siyaset literatüründe görülmüş bir şey değildir. Ne yapacaklarını şaşırmışlar. Siyaset ilminin sınırlarını zorluyorlar; tüm tuşlara basıyorlar. Olmayacak şeyleri oldurmaya çalışıyorlar.

Lakin biz, mahiyeti itibariyle benzer düşünceler değişik şekillerde dile getirildiğinden bu ucube konusunda farkındalık oluşturma gereği hissediyoruz. Evvela şunu belirtelim ki; mevcut laik ulus-devlet yapısının sürdürülebilirliğini sağlamak sömürgecilerin isteğidir. İkinci olarak; böyle bir birlik mevcut devlet yapısı ile birlikte ve mevcut dünya düzeni içinde ütopya ötesi bir şeydir. Bunun en büyük kanıtı, yine Gazze mezalimidir. Gazze’de yarım milyondan fazla insanın felaket seviyesinde açlığı yaşadığı şu günlerde, İslâm İşbirliği Teşkilatı bir toplantı bile yapamadı. Şu kesin anlaşıldı: bu devletler, dinimizi kendisinden ayırdıkları dünyamızı idare edemez. 

Şimdi yukarıda zikrettiğimiz Hilâfet tanımından hareketle seküler devletle Hilâfet devleti arasındaki bazı farklara dikkatinizi çekmek istiyorum:

  1. Hilâfet ,”Dinle dünyanın idaresi” veya “Dinin korunması ve dünyanın idaresi” hususunda “Müslümanların başkanlığı”dır. Tanımdaki her iki vurgu da Hilâfet Devleti’nin, dünyayı (işleri-ilişkileri) dinle idare edecek bir kurum olduğunu ifade ediyor. Böyle bir devlet seküler olabilir mi?
  2. Yine tanımdan da anlaşılacağı üzere Hilâfet, “dinin korunması için” var olan bir kurumdur. Din ancak uygulanarak korunabilir. Yani içeride ve dışarıda ekonomik, siyasi, sosyal tüm sahalarda ilişkilerin dinî ahkamla siyaset edilmesi ile korunabilir. O halde bir devlet, -korumak, uygulamak ve âlemlere taşımak için- var olduğu dini, hayattan ayırarak, siyasetine karıştırmayarak meşruiyetini koruyabilir mi? Varlık sebebini ortadan kaldıran bir devlet düşünülebilir mi?
  3. Tanımda dikkatinizi çekmek istediğim üçüncü husus da “Müslümanların genel başkanlığı” vurgusudur. Buna göre de seküler Hilâfet olamaz. Zira seküler devlet, ulus-devlet”tir. Hilâfet ise ümmet devletidir. Yeryüzündeki bütün Müslümanların başkanlığıdır. Dolayısıyla etnik, milli, ırkî vb. herhangi bir ayrım yapmaksızın Müslümanların devletidir. Bu sebeple de “seküler Hilâfet” olamaz.

Papalık’a benzetilen “sembolik Hilâfet” dünyamızı ıskalıyordu, “seküler Hilâfet” de dinimizi ıskalıyor, görüyorsunuz. Yahu bunun gerçeği yok mu? Neden ayak diriyorsunuz?

Hilâfet’ten söz ettiğimizde, Allah’ın dini olan İslâm’ın yönetim sisteminden söz ediyoruz, demektir.

Hilâfet’ten söz ettiğimizde, sembolik “dinî-ruhi” bir makamdan değil, dünyanın idaresi için var olan “siyasi” bir kurumdan, kelimenin tam anlamıyla “egemen bir devlet”ten söz ediyoruz, demektir.

Hilâfet’ten söz ettiğimizde seküler bir devletten değil; dünyayı herhangi bir şekilde idarece edecek bir devletten değil, dünyayı dinle idare edecek bir devletten söz ediyoruz, demektir.

Hilâfetten söz ettiğimizde, Vestfalya’dan bu yana Batı’nın oluşturduğu laik ulus-devlet ve devletlerarası düzenin değişmesinden; Batılı ülkelerin dünya üzerindeki hakimiyetinin sona ermesinden, sömürgeciliğin sona erdirilmesinden söz ediyoruz, demektir.

Hilâfet’ten söz ettiğimizde, Fas’tan Endonezya’ya bir süper gücün doğuşundan söz ediyoruz, demektir.

Hilâfet’ten söz ettiğimizde, “Avrupa'dan Kuzey Afrika'ya, Orta Doğu'dan Güneydoğu Asya'ya kadar uzanan, İslâm'ın şimdiki ve geçmiş topraklarını kapsayan” bir cihan devletinden sözü ediyoruz, demektir.

Hilâfet’ten söz ettiğimizde, Batı uygarlığına küresel çapta meydan okumanın yöneleceği bir başka gücün teşekkülünden; onu siyasi sahneden tümüyle süpürecek bir medeniyet projesinden söz ediyoruz, demektir.

Hilâfet’ten söz ettiğimizde, liberal veya neoliberal politikalarla kapitalist şirketlerin tekeline aldıkları kaynakların sahiplerine iade edilmesinden; gelir dağılımı dengesizliğini hızla gidererek ideal ekonomi politikalarının hayata geçirilmesinden söz ediyoruz, demektir.

Hilâfet’ten söz ettiğimizde, İslâm hukukunun uygulanmasından, Müslüman ülkelerin birleştirilmesinden, sömürgeci nüfuzun ortadan kaldırılmasından söz ediyoruz, demektir.

Bütün bu sebeplerden dolayı, Hilâfet’ten söz ettiğimizde, Batı'yı ve işbirlikçilerini rahatsız eden, uykularını kaçıran bir “kabustan” söz ediyoruz, demektir.

İşte bütün bu sebeplerden dolayı, Batı, İslâm ve Hilâfet’i, varlığını tehdit eden en büyük tehlike olarak görmektedir. Ne diyordu Huntington, ünlü kitabı Medeniyetler Çatışması'nda:

“Batı için sorun köktencilik değil İslâm’ın kendisidir. Zira Müslümanlar onun küresel bir sistem olarak tüm dünya için elverişli olduğuna ve diğer uygarlıklardan üstün olduğuna inanıyorlar.

Daha açıklayıcı bir dille, Fransız Siyaset Bilimci ve Filozofu Joseph Salazar’ın tespitini de şuraya iliştirelim:

“Batı'yı doğrudan tehdit eden asıl tehlike, İslâm'dır. Müslümanlar bağımsız bir dünyadır ve özgün bir manevi (kültürel ve fikrî) mirasa ve medeniyete sahiptirler. Batı medeniyetine ihtiyaç duymadan bağımsız bir dünya için kurallar koyabilirler.”

Batılı entelektüellerin anladığı bu gerçeği, lütfen siz de artık anlayınız. Özellikle entelejansiyamıza, yüzyıllarca dünyaya liderlik etmiş bu toprakların düşünür ve entelektüellerine diyoruz ki: Batı’ya, onun köhnemiş seküler devlet modeline muhtaç hissetmeden, bağımsız bir dünya kurabiliriz.

Dünyamızın idaresi hususunda elverişli olmadığı anlaşıldıktan sonra seküler devlet, ümmetimizin özlemi haline gelen Hilâfet’le kendini makyajlamaya, kendini suret-i haktan göstermeye çalışıyor:

[اَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذٖي هُوَ اَدْنٰى بِالَّذٖي هُوَ خَيْرٌؕ] “Siz iyi olanı kötü-köhne olanla mı değişmek istiyorsunuz?”[5]



[1] ABD Başkanları; Richard Nixon, Gerald Ford ve Ronald Reagan'ın yardımcılığı ve özel danışmanlığı gibi önemli görevlerde bulunmuş ve nihayet 1992-96 yıllarında Cumhuriyetçilerin ABD başkan adayı olmuş, siyasi analist.

[2] 23.6.2006

[3] “Vestfalya biçimi egemenlik” olarak da bilinen Vestfalya sistemi (İngilizce: Westphalian system), uluslararası hukukta her devletin kendi toprakları üzerinde münhasır egemenliğe sahip olduğuna dair bir ilkedir. (Vikipedi)

[4] “Akademisyenin ‘seküler hilafet’ açıklaması sosyal medyada yeniden gündem oldu”, Birgün TV-DailyMotion: https://dai.ly/x8r36vb

[5] Bakara Suresi 61


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz