İKTİDARLAR DEĞİŞİYOR LAİK EĞİTİM SİSTEMİ DEĞİŞMİYOR!

Dr. Abdurrahim Şen

Her ağızda, her telde “Ne olacak bu gençliğin hali?” veya “Ne olacak bu toplumun geleceği?” türünden, geleceğe dair derin endişe içeren sorular. Herkes bu sorulara cevap arıyor ama aranan cevap bir türlü bulunamıyor. Nasrettin Hoca’nın samanlıkta kaybettiğini kolayına geldiği için meydanda araması gibi; çözüm, sorunun kaynağında, sistem içinde aranıyor.   

Halbuki nesillerimizi kayıp hale getiren bu sistemdir. Yaygın ve örgün biçimleriyle komple eğitim sistemi, üzerine kurulu olduğu ideoloji itibariyle insanımızı anlamsızlık çukurunda “kayıp” hale getirmiştir. Hayat bir labirenttir ve laisizm insanın bu labirentte kendini kaybetmesine neden olmaktadır. Çünkü laisizm insan, hayat ve kâinata bir anlam atfetme gereği duymuyor. Hayatın maddi ve bedensel tatminden öte bir anlamı yok. Maksimum haz için maksimum tüketim... İnsan olarak tükenme pahasına tüketim... Dolayısıyla tüketim ideolojisi kapitalizmin önce anlamı tüketmesi gerekti. Çünkü anlamı yok ettiğinizde insanı yok edersiniz; onu, hayvan derekesine indirirsiniz. Yaratıcısı ile bağını kopardığınızda insanı anlamsızlık çukuruna düşürürsünüz; bu çukurda insan insanın kurdu, içinde yaşadığı evrenin yıkıcı öznesi haline gelir. Anlamın olmadığı yerde yapaylaşma vardır. İnsanı fıtrata aykırı konumlandıran her düşünce, her sistem ona yapay bir evren sunuyor demektir. Yapay ilişkiler, yapay tatlar, yapay mutluluklar… Bütün suçlar, cinayetler, haksızlıklar, bu yapay evrende işlenmektedir.

Anlamsızlık üzerine kurulu bu laik eğitim sistemi, insana büyük bir kayboluş yaşatıyor. Bizi, kimsenin insan olmayı üzerine konduramayacağı bir gelecek mi bekliyor? Korkuyoruz. İlhan Berk’in gayet yerinde betimlemesiyle “Korkuyorum, bir gün biri çıkıp ‘Ey insanoğlu!’ diyecek ve kimse üzerine alınmayacak.”

Artık karşınızda duran; bildiğiniz, tanıdığınız insan değil, yeni dünyanın koşullarına uygun endüstriyel olarak tasarlanmış yapay bir insan. “Yapay insan”, yapay zeka ve yapay et gibi sentetik, üretilmiş bir şey.

Bu yapay insan, egemen Batı’nın kendi paradigması üzerinde inşa ettiği laik ulus devlet aygıtı aracılığıyla tüm dünyada uyguladığı maarif (eğitim/öğütüm) sistemleri marifetiyle üretilmektedir. İslam beldeleri de dahil olmak üzere toplumların kendine özgü kimlikleri yok edilerek Batılı değerler ekseninde eğiti/öğütü/lerek ortalama bir dünya vatandaşı yetiştirilmektedir. Doğu’da ama Batılı gibi düşünen/davranan dünya vatandaşı. Bütün insanlar tek kutuplu dünyanın (Batı’nın Doğu’daki) vatandaşları gibi. Kendi topraklarımızda ama yabancı bir maarif sistemi marifetiyle yabancılaşıyor, yabancılaştırılıyoruz. Bu, açık, rezil bir istila!

İstila her zaman yabancı bir gücün postallarıyla toprağınıza ayak basması şeklinde olmaz. Yabancının (demokratik) kültürünü, (laik ve liberal) zihniyetini ve davranış kalıplarını kazandırmayı hedefleyen bir sistemin topraklarınızda uygulanması şeklinde de olur. Bu eğitim sistemi, Batı’nın bizim topraklarımızda kurduğu bir sistemdir; kalıpları bize ait değildir. Bu sebeple bu kalıbın çıktısı da Batılı gibi düşünen ve davranan profil oluyor. Müslüman halktan toplanan vergilerle alt yapısı, derslikleri yapılan, öğretmenlerinin maaşları verilen ama temel felsefesi, amaç ve hedefleri yani kalıpları açısından Batılı. Oh ne âlâ! Maliyeti yerli ama mahiyeti yabancı… Başına “milli” ilave etmekle mahiyeti yabancı olmaktan çıkmıyor.

Özellikle hayat bilgisi, vatandaşlık, sosyal bilgiler, tarih, felsefe, din gibi kültür derslerinde çocuklarımız yabancının evreninde besleniyor. Küvözde, özel bakıma alınan prematüre bebekler gibi çocuklarımız, dersliklere alınıp yabancı kültürle buralarda “özenle” besleniyor. Bu kültür bize o kadar yabancıdır ki… örneğin; bu sistem içinde din dersi bile ecnebilerin dinlerini öğrendikleri kalıplar içinde öğretilmektedir. Din sadece kültür, ahlak da sadece bilgi konusuna indirgenmektedir. Adı üstünde: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi. Din kültürdür, ahlak da bilgidir. Yani İslam dini, Müslüman çocuklara diğer dinler gibi genel kültür konusu olarak öğretilir. Ahlak da davranış değil bilgi olarak kazandırılır. Bilgili ama davranış bozuklukları olan, kültürlü ama şahsiyet bozuklukları olan insanlar yetiştirilir. İmam-hatip liselerinde de durum farklı değildir. Kur’an-ı Kerim, Fıkıh, Tefsir, Hadis, Kelam gibi dersler “mesleki dersler” olarak öğretilir. “İmam ve Hatiplik” mesleği için gerekli olan bilgi ve becerinin kazandırılması amaçlanmaktadır.

Bu sistemde ilkokul 4. sınıftan itibaren lise 4. sınıfa kadar 9 yıl din dersine veya meslek derslerine katılır, bu derslerden başarıyla geçebilir ama alnı bir defa secdeye varmadan mezun olabilir. Ya da din dersinde haram olduğu bilgisinin öğretildiği bir davranışın alışkanlık halini almasına rağmen öğrenci “başarıyla” mezun olabilir.

Bu sistemde “geçer notu” alan “başarılı” sayılır. Şahsiyet önemli değildir. Ölçme ve değerlendirme yapılırken davranış ve eğilimlere bakılmaz. Zira bu, eğitim sisteminin esası olan laiklik ilkesine aykırıdır. Ne demek bu? Şu demek: Laikliğe göre; din ve vicdan hürriyeti olduğundan, hiç kimse dinî düşünce veya davranışlarından dolayı değerlendirmeye tabi tutulamaz. Kimse kimseyi dininden dolayı değerlendiremez, yargılayamaz. Dolayısıyla bu derslerde öğretilenlerin davranışa ve şahsiyete dönüşüp dönüşmemesi ölçme ve değerlendirme konusu yapılamaz. Bu ve benzer sayısız nedenden dolayı müfredatın mahiyeti, çerçevesi, kapsam, amaç ve hedefleri laik temelde belirlendiği sürece din derslerinin, imam-hatip liselerinin, ilahiyat fakültelerinin sayısının arttırılması, dindar nesli yetiştirmemektedir. Sorun sistem sorunudur.

Bu sistem, gençlerimizi korunaksız hale getirdi. Hayatın zorluklarına ve gerilimlerine karşı, tevekkül ve metanetle tepki verecek fikrî donanımdan yoksun bıraktı. Gençlerimizi kırılgan, sabırsız, tahammülsüz, egoist, narsist, keyfi için dünyayı ateşe verecek, etrafındakileri yıkıp geçirecek kadar her şeyin kendi ekseninde dönmesini arzu eden bir nesil hale getirdi.

Bu sistem, gençlerimize uğrunda yaşayabilecekleri yüksek idealler veremedi. İç dünyalarındaki boşluğu eğlence, alkol ve uyuşturucuyla doldurdu. Bu boşluk bir vakum gibi gençlerimizi suç sarmalının içine çekti. 2021 yılında mal, can ve bedene karşı işlenen suçlardan dolayı 4 milyon kişi soruşturmaya konu olmuş. Düşünebiliyor musunuz? Bu sistem toplumumuzu bir suç toplumuna dönüştürüyor!

Genelde anne-babalar çocuklarının sorumsuzluklarından yakınıyor. Bu da bir sistem sorunudur. Laik demokratik eğitim sisteminin amacı, “özgür” bireyler yetiştirmektir. Özgürlükle sorumluluk birbirine zıt kavramlardır. Hem özgür hem sorumlu bireyler yetiştiremezsiniz. Çocukların sorumsuzlukları özgürlük fikrine dayalı bir eğitim sistemine maruz kalmalarından dolayıdır. İnsana özgür değil “mükellef/sorumlu” varlık olarak bakan İslam, eğitimin esası olarak benimsenseydi sorumsuzluk diye bir sorunumuz olur muydu? Bir din düşünün; peygamberlerine bile “soracağız!” diyor: [فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ] “Kendilerine peygamber gönderilenlere mutlaka soracağız, peygamberlere de elbette soracağız!”[1] Bizim Kitab’ımızda sorumsuzluk diye bir şey yok!

Bu sistemde ise çocuklara birey oldukları, hiç kimsenin onlara karışamayacakları, hayatıyla ilgili kararlarını özgürce (din, ahlak, gelenek, anne-babadan bağımsız) verebilecekleri yönünde eğitim veriliyor.

Bir de yaygın eğitim aracı olan sosyal mecralar, çocuklarımızı tek tek avlıyor. Online ortamda oyunlar ve içerikler şiddeti sıradanlaştırıyor, ahlaksızlığı normalleştiriyor… Mahremiyet diye bir şey neredeyse bırakmıyor. Demokratik liberal kültür "mahrem/özel" ve "kamusal/genel" alan ayrımını ortadan kaldırıyor. Evin içi ile dışını farksız hale geliyor. Bir mahrem alan olarak evin kapısı, penceresi, perdesi örtmek içindi. Şimdi bu özel alanından çıkarken kadını örtüsünden çıkarttı. Örtü, giysi sadece soğuktan koruyucu bir paçavraya indirgendi. Çıkarılması için sıcak havaların gelmesi yeterliydi. Çıplaklığın önündeki tek engel soğuk havaydı. Hayâ mı? Kaç paraydı? Hayâ, salih amel, sevap, Allah rızası gibi kazanımlar ruhi değerler olarak bu eğitim sistemi içinde “para” etmiyordu.

Keza her türlü sapkınlık, cinsiyetsizleştirme; sanat, edebiyat, sinema, film gibi popüler kültür ve yaygın eğitim araçlarıyla destekleniyor. “BTS” ve “K-POP” gibi rol modeller üzerinden nesillerimiz cereyana kaptırılıyor, (Birkaç yıl önce kitap fuarında bir etkinlik için gittiğim bir şehirde fuar alanının en merkezî, en gözde yerinde kurulan standın, BTS ve K-POP grubuna ait ürün, poster, etiket ve çıkartmalarının bulunduğu stant olduğunu, dahası satış görevlisinin başörtülü genç bir bayan olduğunu görünce şaşkına uğramıştım.) cinsiyetsizleştirme programları uygulanıyor.

Özcümle; laik-demokratik eğitim sistemi ve popüler yaygın eğitim araçlarıyla nesillerimiz üzerinde adeta bir kadavra gibi oynanıyor. Bir beyin operasyonu yapılıyor. Bu operasyon, bazen açık (yaygın) bazen de kapalı (örgün) eğitim sistemleri, yazılı, görsel ve sosyal medya platformları ile gerçekleştiriliyor. Çocuklarımıza resmen operasyon çekiliyor ve “küreselleşmeye” uygun “vatandaş ve kimlik” inşa ediliyor… Ve hangi iktidar gelirse gelsin netice değişmiyor. İktidarlar sadece -yetkisiz ve etkisiz vatandaş gibi- ağıt yakıyor.

Aslında onlar da biliyor, bir şey değiştiremeyeceklerini. Sorunun sistem sorunu olduğunu. Zaman zaman itiraf etmek durumunda kalıyorlar; “Kültürel iktidarı kuramadık”, “siyaseten iktidar olduk ama fikren iktidar olamadık” şeklinde… Evet, bu sistem içinde kültürel veya fikrî iktidar olmanız mümkün değildir. Çünkü fikrî iktidar, İslami fikirlere bağlı kalarak, ondan başka tüm ideoloji, fikir ve düzenlerin çürüklüğü ve bozukluğu noktasında toplum nezdinde farkındalık oluşturarak kurulabilir. Siyasî iktidar, fikrî iktidarın oluşturulmasının ardından kurulur. Fikrî iktidarı oluşturmadan yani İslam fikri üzerine bir değişim mücadelesi vermeden kurulan siyasi iktidar, tepeden inme bir iktidar olur. Bu sebeple halkı Müslüman olan ülkelerde demokratik düzen içinde kurulan tüm iktidarlar tepeden inme iktidarlardır.

İktidarınızı laik-kapitalist ideoloji ve onun üzerine kurulu yönetim, ekonomi, eğitim vb. sistemleri ile hesaplaşmadan kurarsanız, kurulduğunuz iktidarı var eden fikrin iktidarına süreklilik kazandırmış olur ve hiçbir zaman mensubu olduğunuz fikrin iktidarını kuramazsınız. Bırakın, “dindar nesil” yetiştirmeyi, dinsiz bir neslin ortaya çıkmasına mâni olamazsınız.

“İslamcılık” sahasında otorite kabul edilen kıymetli Prof. Dr. İsmail Kara, sorunu ne güzel tespit-teşhis etmiş: “Tahsil yıllarımız itibariyle dindar ve muhafazakâr insanların eline imkânlar, makamlar ve iktidarlar geçtikçe memleketin giderek düzeleceğine dair bir kanaatle yetişmiştik. İmam-hatipte talebe iken bizim gibi saf olan hocalarımız, ‘Ne zaman ki imam-hatip mezunları profesör, vali, milletvekili, bakan, rektör olur, o zaman Türkiye kurtulacak.’ derlerdi. Biz de buna inanmıştık." (...) "Görünen şu: Sistem, sistemi tamir ve tadil edeceği hatta onu değiştireceği umulan ve beklenen kadroları, kafaları içine çekiyor ve kendine benzetiyordu. Ayrıca sadece bürokraside değildi bu, ticarette, okullarda, üniversitede, düşüncede, kültür ve yayın dünyasında, basında, gündelik hayatta, siyasette, dini anlama ve yaşama üslubunda… Düşmanın silahıyla silahlanacağız derken düşman gibi olmuştuk âdeta."

Netice itibariyle modern paradigma ve bu paradigma üzerine programlanmış laik eğitim sistemi değişmeden bir şey değişmeyecektir. İktidarlar değişir ama insanlar değişmez. Hatta iktidarlar-a gelenler- değişir, sonuç yine değişmez. Belki de iktidar aygıtı bizatihi dönüştürme aracı olarak tasarlanmıştır. İktidara gelenlerle birlikte Müslüman halkın kesin dönüşeceği öngörülen bir sistemde bu, daha kullanışlı bir şey de olabilir. Rasim Özdenören’in şu değerlendirmeleri de meseleye ışık tutmaktadır:

"İslam dışı bir hukuk rejiminde, İslami siyasal partilerin kurulmasını tecviz eden rejim, aslında, son tahlilde, kendi sıhhatini, hayatiyetini devam ettirebilme gayesini gerçekleştirebilmeyi öngörmektedir. Böyle bir zeminde İslam'ın hayata geçirilmesi niyetiyle yola çıkanlar, gene son tahlilde, belki de, farkına varmadan, karşısında olduklarını düşündükleri bir nizamın devamına hizmet etmiş olacaklardır."[2]

Toplumumuzun içinde bulunduğu duruma dair içimize oturan ağır sızı, geleceğimize dair içimizi kemirip duran derin kaygı ancak köklü bir sistem değişikliği ile mümkün görünmektedir.

[لِمِثْلِ هٰذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “Artık çalışanlar bunun için çalışsınlar.”[3]

 



[1] Araf Suresi 6

[2] Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, s. 63

[3] Saffat Suresi 61


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz