Her ağızda, her telde
“Ne olacak bu gençliğin hali?” veya “Ne olacak bu toplumun geleceği?”
türünden, geleceğe dair derin endişe içeren sorular. Herkes bu sorulara cevap
arıyor ama aranan cevap bir türlü bulunamıyor. Nasrettin Hoca’nın samanlıkta
kaybettiğini kolayına geldiği için meydanda araması gibi; çözüm, sorunun
kaynağında, sistem içinde aranıyor.
Halbuki nesillerimizi
kayıp hale getiren bu sistemdir. Yaygın ve örgün biçimleriyle komple eğitim
sistemi, üzerine kurulu olduğu ideoloji itibariyle insanımızı anlamsızlık
çukurunda “kayıp” hale getirmiştir. Hayat bir labirenttir ve laisizm insanın bu
labirentte kendini kaybetmesine neden olmaktadır. Çünkü laisizm insan, hayat ve
kâinata bir anlam atfetme gereği duymuyor. Hayatın maddi ve bedensel tatminden
öte bir anlamı yok. Maksimum haz için maksimum tüketim... İnsan olarak tükenme
pahasına tüketim... Dolayısıyla tüketim ideolojisi kapitalizmin önce anlamı
tüketmesi gerekti. Çünkü anlamı yok ettiğinizde insanı yok edersiniz; onu,
hayvan derekesine indirirsiniz. Yaratıcısı ile bağını kopardığınızda insanı anlamsızlık
çukuruna düşürürsünüz; bu çukurda insan insanın kurdu, içinde yaşadığı evrenin
yıkıcı öznesi haline gelir. Anlamın olmadığı yerde yapaylaşma vardır. İnsanı
fıtrata aykırı konumlandıran her düşünce, her sistem ona yapay bir evren
sunuyor demektir. Yapay ilişkiler, yapay tatlar, yapay mutluluklar… Bütün
suçlar, cinayetler, haksızlıklar, bu yapay evrende işlenmektedir.
Anlamsızlık üzerine
kurulu bu laik eğitim sistemi, insana büyük bir kayboluş yaşatıyor. Bizi, kimsenin
insan olmayı üzerine konduramayacağı bir gelecek mi bekliyor? Korkuyoruz. İlhan
Berk’in gayet yerinde betimlemesiyle “Korkuyorum, bir gün biri çıkıp ‘Ey
insanoğlu!’ diyecek ve kimse üzerine alınmayacak.”
Artık karşınızda
duran; bildiğiniz, tanıdığınız insan değil, yeni dünyanın koşullarına uygun endüstriyel
olarak tasarlanmış yapay bir insan. “Yapay insan”, yapay zeka ve yapay et gibi sentetik,
üretilmiş bir şey.
Bu yapay insan,
egemen Batı’nın kendi paradigması üzerinde inşa ettiği laik ulus devlet aygıtı
aracılığıyla tüm dünyada uyguladığı maarif (eğitim/öğütüm) sistemleri
marifetiyle üretilmektedir. İslam beldeleri de dahil olmak üzere toplumların
kendine özgü kimlikleri yok edilerek Batılı değerler ekseninde eğiti/öğütü/lerek
ortalama bir dünya vatandaşı yetiştirilmektedir. Doğu’da ama Batılı gibi
düşünen/davranan dünya vatandaşı. Bütün insanlar tek kutuplu dünyanın (Batı’nın
Doğu’daki) vatandaşları gibi. Kendi topraklarımızda ama yabancı bir maarif
sistemi marifetiyle yabancılaşıyor, yabancılaştırılıyoruz. Bu, açık, rezil bir
istila!
İstila her zaman
yabancı bir gücün postallarıyla toprağınıza ayak basması şeklinde olmaz.
Yabancının (demokratik) kültürünü, (laik ve liberal) zihniyetini ve davranış kalıplarını
kazandırmayı hedefleyen bir sistemin topraklarınızda uygulanması şeklinde de olur.
Bu eğitim sistemi, Batı’nın bizim topraklarımızda kurduğu bir sistemdir; kalıpları
bize ait değildir. Bu sebeple bu kalıbın çıktısı da Batılı gibi düşünen ve
davranan profil oluyor. Müslüman halktan toplanan vergilerle alt yapısı,
derslikleri yapılan, öğretmenlerinin maaşları verilen ama temel felsefesi, amaç
ve hedefleri yani kalıpları açısından Batılı. Oh ne âlâ! Maliyeti yerli ama
mahiyeti yabancı… Başına “milli” ilave etmekle mahiyeti yabancı olmaktan
çıkmıyor.
Özellikle hayat
bilgisi, vatandaşlık, sosyal bilgiler, tarih, felsefe, din gibi kültür derslerinde
çocuklarımız yabancının evreninde besleniyor. Küvözde, özel bakıma alınan
prematüre bebekler gibi çocuklarımız, dersliklere alınıp yabancı kültürle buralarda
“özenle” besleniyor. Bu kültür bize o kadar yabancıdır ki… örneğin; bu sistem
içinde din dersi bile ecnebilerin dinlerini öğrendikleri kalıplar içinde
öğretilmektedir. Din sadece kültür, ahlak da sadece bilgi konusuna indirgenmektedir.
Adı üstünde: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi. Din kültürdür, ahlak da bilgidir. Yani
İslam dini, Müslüman çocuklara diğer dinler gibi genel kültür konusu olarak
öğretilir. Ahlak da davranış değil bilgi olarak kazandırılır. Bilgili ama
davranış bozuklukları olan, kültürlü ama şahsiyet bozuklukları olan insanlar
yetiştirilir. İmam-hatip liselerinde de durum farklı değildir. Kur’an-ı Kerim,
Fıkıh, Tefsir, Hadis, Kelam gibi dersler “mesleki dersler” olarak öğretilir. “İmam
ve Hatiplik” mesleği için gerekli olan bilgi ve becerinin kazandırılması
amaçlanmaktadır.
Bu sistemde ilkokul
4. sınıftan itibaren lise 4. sınıfa kadar 9 yıl din dersine veya meslek
derslerine katılır, bu derslerden başarıyla geçebilir ama alnı bir defa secdeye
varmadan mezun olabilir. Ya da din dersinde haram olduğu bilgisinin öğretildiği
bir davranışın alışkanlık halini almasına rağmen öğrenci “başarıyla” mezun
olabilir.
Bu sistemde “geçer
notu” alan “başarılı” sayılır. Şahsiyet önemli değildir. Ölçme ve değerlendirme
yapılırken davranış ve eğilimlere bakılmaz. Zira bu, eğitim sisteminin esası
olan laiklik ilkesine aykırıdır. Ne demek bu? Şu demek: Laikliğe göre; din ve
vicdan hürriyeti olduğundan, hiç kimse dinî düşünce veya davranışlarından dolayı
değerlendirmeye tabi tutulamaz. Kimse kimseyi dininden dolayı değerlendiremez,
yargılayamaz. Dolayısıyla bu derslerde öğretilenlerin davranışa ve şahsiyete
dönüşüp dönüşmemesi ölçme ve değerlendirme konusu yapılamaz. Bu ve benzer
sayısız nedenden dolayı müfredatın mahiyeti, çerçevesi, kapsam, amaç ve
hedefleri laik temelde belirlendiği sürece din derslerinin, imam-hatip
liselerinin, ilahiyat fakültelerinin sayısının arttırılması, dindar nesli
yetiştirmemektedir. Sorun sistem sorunudur.
Bu sistem, gençlerimizi
korunaksız hale getirdi. Hayatın zorluklarına ve gerilimlerine karşı, tevekkül
ve metanetle tepki verecek fikrî donanımdan yoksun bıraktı. Gençlerimizi
kırılgan, sabırsız, tahammülsüz, egoist, narsist, keyfi için dünyayı ateşe
verecek, etrafındakileri yıkıp geçirecek kadar her şeyin kendi ekseninde
dönmesini arzu eden bir nesil hale getirdi.
Bu sistem,
gençlerimize uğrunda yaşayabilecekleri yüksek idealler veremedi. İç
dünyalarındaki boşluğu eğlence, alkol ve uyuşturucuyla doldurdu. Bu boşluk bir
vakum gibi gençlerimizi suç sarmalının içine çekti. 2021 yılında mal, can ve
bedene karşı işlenen suçlardan dolayı 4 milyon kişi soruşturmaya konu olmuş.
Düşünebiliyor musunuz? Bu sistem toplumumuzu bir suç toplumuna dönüştürüyor!
Genelde anne-babalar
çocuklarının sorumsuzluklarından yakınıyor. Bu da bir sistem sorunudur. Laik
demokratik eğitim sisteminin amacı, “özgür” bireyler yetiştirmektir. Özgürlükle
sorumluluk birbirine zıt kavramlardır. Hem özgür hem sorumlu bireyler
yetiştiremezsiniz. Çocukların sorumsuzlukları özgürlük fikrine dayalı bir
eğitim sistemine maruz kalmalarından dolayıdır. İnsana özgür değil
“mükellef/sorumlu” varlık olarak bakan İslam, eğitimin esası olarak
benimsenseydi sorumsuzluk diye bir sorunumuz olur muydu? Bir din düşünün;
peygamberlerine bile “soracağız!” diyor: [فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ
اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ] “Kendilerine peygamber gönderilenlere
mutlaka soracağız, peygamberlere de elbette soracağız!”[1]
Bizim Kitab’ımızda sorumsuzluk diye bir şey yok!
Bu sistemde ise çocuklara
birey oldukları, hiç kimsenin onlara karışamayacakları, hayatıyla ilgili
kararlarını özgürce (din, ahlak, gelenek, anne-babadan bağımsız) verebilecekleri
yönünde eğitim veriliyor.
Bir de yaygın eğitim
aracı olan sosyal mecralar, çocuklarımızı tek tek avlıyor. Online ortamda oyunlar
ve içerikler şiddeti sıradanlaştırıyor, ahlaksızlığı normalleştiriyor… Mahremiyet
diye bir şey neredeyse bırakmıyor. Demokratik liberal kültür "mahrem/özel"
ve "kamusal/genel" alan ayrımını ortadan kaldırıyor. Evin içi ile
dışını farksız hale geliyor. Bir mahrem alan olarak evin kapısı, penceresi,
perdesi örtmek içindi. Şimdi bu özel alanından çıkarken kadını örtüsünden
çıkarttı. Örtü, giysi sadece soğuktan koruyucu bir paçavraya indirgendi.
Çıkarılması için sıcak havaların gelmesi yeterliydi. Çıplaklığın önündeki tek
engel soğuk havaydı. Hayâ mı? Kaç paraydı? Hayâ, salih amel, sevap, Allah
rızası gibi kazanımlar ruhi değerler olarak bu eğitim sistemi içinde “para”
etmiyordu.
Keza her türlü
sapkınlık, cinsiyetsizleştirme; sanat, edebiyat, sinema, film gibi popüler
kültür ve yaygın eğitim araçlarıyla destekleniyor. “BTS” ve “K-POP” gibi rol
modeller üzerinden nesillerimiz cereyana kaptırılıyor, (Birkaç yıl önce kitap
fuarında bir etkinlik için gittiğim bir şehirde fuar alanının en merkezî, en
gözde yerinde kurulan standın, BTS ve K-POP grubuna ait ürün, poster, etiket ve
çıkartmalarının bulunduğu stant olduğunu, dahası satış görevlisinin başörtülü
genç bir bayan olduğunu görünce şaşkına uğramıştım.) cinsiyetsizleştirme
programları uygulanıyor.
Özcümle; laik-demokratik
eğitim sistemi ve popüler yaygın eğitim araçlarıyla nesillerimiz üzerinde adeta
bir kadavra gibi oynanıyor. Bir beyin operasyonu yapılıyor. Bu operasyon, bazen
açık (yaygın) bazen de kapalı (örgün) eğitim sistemleri, yazılı, görsel ve
sosyal medya platformları ile gerçekleştiriliyor. Çocuklarımıza resmen operasyon
çekiliyor ve “küreselleşmeye” uygun “vatandaş ve kimlik” inşa ediliyor… Ve
hangi iktidar gelirse gelsin netice değişmiyor. İktidarlar sadece -yetkisiz ve
etkisiz vatandaş gibi- ağıt yakıyor.
Aslında onlar da
biliyor, bir şey değiştiremeyeceklerini. Sorunun sistem sorunu olduğunu. Zaman
zaman itiraf etmek durumunda kalıyorlar; “Kültürel iktidarı kuramadık”, “siyaseten
iktidar olduk ama fikren iktidar olamadık” şeklinde… Evet, bu sistem içinde
kültürel veya fikrî iktidar olmanız mümkün değildir. Çünkü fikrî iktidar,
İslami fikirlere bağlı kalarak, ondan başka tüm ideoloji, fikir ve düzenlerin
çürüklüğü ve bozukluğu noktasında toplum nezdinde farkındalık oluşturarak
kurulabilir. Siyasî iktidar, fikrî iktidarın oluşturulmasının ardından kurulur.
Fikrî iktidarı oluşturmadan yani İslam fikri üzerine bir değişim mücadelesi
vermeden kurulan siyasi iktidar, tepeden inme bir iktidar olur. Bu sebeple
halkı Müslüman olan ülkelerde demokratik düzen içinde kurulan tüm iktidarlar
tepeden inme iktidarlardır.
İktidarınızı laik-kapitalist
ideoloji ve onun üzerine kurulu yönetim, ekonomi, eğitim vb. sistemleri ile hesaplaşmadan
kurarsanız, kurulduğunuz iktidarı var eden fikrin iktidarına süreklilik
kazandırmış olur ve hiçbir zaman mensubu olduğunuz fikrin iktidarını
kuramazsınız. Bırakın, “dindar nesil” yetiştirmeyi, dinsiz bir neslin ortaya
çıkmasına mâni olamazsınız.
“İslamcılık”
sahasında otorite kabul edilen kıymetli Prof. Dr. İsmail Kara, sorunu ne güzel tespit-teşhis
etmiş: “Tahsil yıllarımız itibariyle dindar ve muhafazakâr insanların eline
imkânlar, makamlar ve iktidarlar geçtikçe memleketin giderek düzeleceğine dair
bir kanaatle yetişmiştik. İmam-hatipte talebe iken bizim gibi saf olan
hocalarımız, ‘Ne zaman ki imam-hatip mezunları profesör, vali, milletvekili,
bakan, rektör olur, o zaman Türkiye kurtulacak.’ derlerdi. Biz de buna
inanmıştık." (...) "Görünen şu: Sistem, sistemi tamir ve tadil
edeceği hatta onu değiştireceği umulan ve beklenen kadroları, kafaları içine çekiyor
ve kendine benzetiyordu. Ayrıca sadece bürokraside değildi bu, ticarette,
okullarda, üniversitede, düşüncede, kültür ve yayın dünyasında, basında,
gündelik hayatta, siyasette, dini anlama ve yaşama üslubunda… Düşmanın
silahıyla silahlanacağız derken düşman gibi olmuştuk âdeta."
Netice itibariyle
modern paradigma ve bu paradigma üzerine programlanmış laik eğitim sistemi
değişmeden bir şey değişmeyecektir. İktidarlar değişir ama insanlar değişmez.
Hatta iktidarlar-a gelenler- değişir, sonuç yine değişmez. Belki de iktidar aygıtı
bizatihi dönüştürme aracı olarak tasarlanmıştır. İktidara gelenlerle birlikte Müslüman
halkın kesin dönüşeceği öngörülen bir sistemde bu, daha kullanışlı bir şey de
olabilir. Rasim Özdenören’in şu değerlendirmeleri de meseleye ışık tutmaktadır:
"İslam dışı bir
hukuk rejiminde, İslami siyasal partilerin kurulmasını tecviz eden rejim,
aslında, son tahlilde, kendi sıhhatini, hayatiyetini devam ettirebilme gayesini
gerçekleştirebilmeyi öngörmektedir. Böyle bir zeminde İslam'ın hayata
geçirilmesi niyetiyle yola çıkanlar, gene son tahlilde, belki de, farkına
varmadan, karşısında olduklarını düşündükleri bir nizamın devamına hizmet etmiş
olacaklardır."[2]
Toplumumuzun içinde
bulunduğu duruma dair içimize oturan ağır sızı, geleceğimize dair içimizi kemirip
duran derin kaygı ancak köklü bir sistem değişikliği ile mümkün görünmektedir.
[لِمِثْلِ هٰذَا
فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ] “Artık çalışanlar bunun için çalışsınlar.”[3]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış