İŞGAL AYGITI OLARAK ULUSLARARASI KURUMLAR VE DEVLETLERARASI HUKUK

Dr. Abdurrahim Şen

Bu makalemize, yaşanmış bir hadiseyi anlatarak başlayalım istedim. Makalenin ana fikrini ortaya koyma hususunda aşırı elverişli olduğunu düşünüyorum…

Orman köylerinden birinde ayının biri yavrularını kaybetmiş. Çılgına dönen hayvan civarda, hiçbir şeyden habersiz sürüsünü otlatan çobana saldırmış. Ne yazık ki çoban ölmüş. Köylüler çoban arkadaşlarına son görevlerini yapmışlar; cenaze namazını kılmışlar ve onu defnetmişler. Aynı gece ayı, mezarlığı eşeleyip çobanın ölüsünü parçalamış. Köylü bakmış durum vahim… Bölgenin mülki amirine gidip durumu arz etmişler: “Efendim etrafta gözü dönmüş bir canavar var, kime saldıracağı belli olmaz, çoluk, çocuk… bir kaza çıkmadan bunu ‘ayıklayalım’.” demişler. Mülki amir, avlanma yasağını hatırlatarak izin veremeyeceğini söylemiş: “4915 sayılı Kara Avcılığı Kanunu'na göre yaban hayvanlarından sayılan boz ayı avlamak yasak. 50 bin TL mi ne bir de para cezası var. Anlayacağız; memlekette ‘ayı koruma’ kanununu var.”

Bu, Karadeniz’in orman köylerinde yaşana(bile)n hadiselerden bir tanesiydi… Şimdi şehirlerde başıboş köpeklerin insanları parçaladıklarını görüyoruz. Orman köylerinde değil, şehirlerde… İstanbul'da bir sitede görevli temizlik işçisi ve bahçıvan, çocuklara saldıran 2 başıboş sokak köpeğini sitenin dışına çıkarmış. Site sakinlerinden birinin şikâyeti üzerine; 2 kişiye, “köpeklerin psikolojilerini bozdukları” ve “yaşam alanlarından uzaklaştırdıkları” gerekçesiyle toplam 14 bin lira ceza kesilmiş.

Defaatle başıboş köpeklerin saldırıları sonucunda yaşamını yitiren özellikle çocuk ve yaşlı kadın vakalarına tanık olduk, oluyoruz…

Konumuza dönecek olursak… Neden bu örneklerle makalemize giriş yaptık? Orman köylerinde ayıları, şehirlerde köpekleri koruyan kanunlar olduğu gibi dünyada başıboş siyonistleri ve canileri de koruyan kanunlar var… İlki ulusal, ikincisi uluslararası kanunlarla koruma altına alınmış. Şehirlerimizi ve dünyamızı yaşanamayacak ölçüde vahşi bir ormana dönüştüren de bu değil mi? 7 Ekim sonrası olup bitenler, dünyada yırtıcıların, vahşilerin korunduğu bir hukuksuzluğun hâkim olduğunu göstermiş oldu. Çok ibretlik…

Bu, Batılı siyaset teorilerinin iddiasının aksine modern devletin insanlığı vahşi doğa durumundan çıkartmak şöyle dursun vahşiliği sıradanlaştırıp süreklilik kazandırdığının son kanıtlarından birisi oldu. “Modern devletin egemenlik unsurunun mucidi” olarak bilinen Thomas Hobbes, bu teorisini “Leviathan” adlı kitabında ortaya koyuyor… çok ilginç… siyaset teorisi ile ilgili olanlar bilecektir. “Levithan” sözcüğü, Tevrat’tan (Eski Ahit’ten) aparılmış (“Su canavarı” anlamına gelen) İbranice sözcük. Leviathan’ın aynı zamanda bir Orta Çağ şeytanının adı olması da bir rastlantı değil. Modern devletin egemenlik teorisinin mucidi Hobbes’un kitabının kapağında tam da bu canavarın resmi var. Aslında bugün yaşadığımız dünyanın nasıl vahşi bir ormana dönüştüğünü gayet iyi resmediyor. Çünkü canavar hisli insanların elinde… Ne buyuruyor Rabbimiz:

[وَلَوِ ٱتَّبَعَ ٱلْحَقُّ أَهْوَآءَهُمْ لَفَسَدَتِ ٱلسَّمَٰوَٰتُ وَٱلْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ] Şayet hak-hukuk (bugün olduğu gibi) insanların heva ve arzularına bağlı olarak yapılırsa gökler, yer ve üzerindeki her şey fesada uğrar.” [Müminun Suresi 71] Bugün yaşadığımız tam da bu değil mi? Göklerin ve yerin fesada uğraması…

Çünkü fesat, vahşilik, Batı düşüncesinin temelinde, kapitalist ideolojinin özünde olan bir şey. Şöyle ki; Batı düşüncesi dinî, ruhi, ahlaki, vicdani tüm kayıtlardan özgürleştirerek insanı sadece içgüdü ve organik ihtiyaçlarının tatmini doğrultusunda yaşayan bir hayvana (canlıya) indirgedi. Hayatın merkezinden “değer”i aldı; onun yerine insanın arzularını koydu. Böylece insanı sınırlandıran her tür “değer”, hayatın dışına itildi. Bedensel doyum ve tatminin merkeze alındığı toplumsal hayatta ötekiyle ilişkinin hasmane ve çatışma ilişkisi olması kaçınılmazdı. Böylece “insan insanın kurdu” oluverdi. Bu durum, devletler ölçeğinde ise güçlünün zayıfı yediği vahşi doğa görünümü aldı. Devletlerarası ilişkiler düzleminde güçlü olanın haklı olduğu; hukukunu geçerli kıldığı bir düzen hâkim oldu. “Uluslararası hukuk” denilen şey, aslında “güçlülerin hukuku” oldu.

Bu hayat felsefesinin sahibi sanayileşmiş ülkeler, ihtiyaç duydukları hammaddeyi sömürmek için kaynakları ile zengin ülke topraklarını işgal ettiler. Evvela askerî, ardından siyasi ve ekonomi politikaları ile… Fransız tarihçi Marc Ferro’nın “işgal etmeden sömürgeleştirme” dediği, maliyetsiz bir yöntemle işgallerini sürdürdüler. İşgal edilen topraklarda ülkelerin bağımsızlıklarını tanıdılar. Çünkü artık onlar ideolojik; kültürel, siyasi, ekonomik, hukuki vb. yönlerden zaten sömürgecilerin ardılı olmuşlardı. Dolayısıyla düşman işgali sona ermedi; sadece şekil değiştirdi hatta işgalden kurtulunduğu izlemi verdiğinden yeni sömürgecilik daha kullanışlıydı.

İşgalci devletler askerî yönden çekildikleri topraklara uluslararası kuruluşlar aracılığıyla geri döndüler. Şimdilerde kendilerine “gelişmiş ülkeler”, işgal ettikleri ülkelere ise “gelişmekte olan ülkeler” diyorlar. Böyle “şirin” isimlerle işgalci olduklarını unutmamız, bizim de bu sömürge düzeneği içinde bir gün “gelişmiş ülkeler” seviyesine ulaşacağımız vehmine kapılmamızı istiyorlar.

Bu işgalciler, sömürdükleri ülkeleri “yardım”, “destek”, “fon” vb. adlarla borçlandırarak sömürmeye devam ettiler. Ekonomik yönden sömürüyü Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirdiler. Bu kuruluşlar sayesinde; gelişmekte olan ülkelere, kendilerinin (gelişmiş ülkelerin) ekonomilerini besleyecek politikalar dayatarak ekonomik yönden piramidin tepesindeki konumlarını korurken aynı zamanda verdikleri krediler karşılığında bağımlılığı derinleştirerek ülkelerin iç politikalarına müdahale ettiler. Amerikalı ünlü Ekonomist John Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin Yeni İtirafları” adlı kitabında anlattıkları, bu kuruluşların işgal ordularından daha tehlikeli politikalar yürüttüklerini anlamak için yeterlidir.

Keza Birleşmiş Milletler (BM) de dünya ülkelerinin siyasi yönden bağımlı olduğu uluslararası bir kuruluş. 193 üyesi var ama önemli kararların alındığı Güvenlik Konseyi’nde sadece 5 daimî üye var: ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa. Bu ülkelerden biri herhangi bir kararı veto ettiğinde karar geçmiyor. Örneğin; Gazze katliamı sürecinde konu defalarca Güvenlik Konseyi’nin gündemine gelmiş olmasına rağmen, acil ateşkes kararları, Amerikan vetosuna takıldı. Amerika kendi çıkarları söz konusu olduğunda siyasi gücünü kullanarak BMGK'den onay çıkmasını bile beklemeden saldırı kararı alabiliyor; Irak işgalinde olduğu gibi… İşgalin gerekçesi olarak ileri sürülen kitle imha silahları da bulunamamıştı, hatırlanacak olursa. Amerika, emperyal çıkarları doğrultusunda kriz alanlarına müdahale etmek için BM’yi kullanıyor. “Barış Gücü” adı altında dünyanın birçok yerine asker konuşlandırarak işgal ağını uluslararası kuruluşlar sayesinde genişletiyor. Bugün dünyada onlarca noktada Barış Gücü görev yapmaktadır. Amerika’nın, dünyada 800 üssü var. Bu üslerde bulunan askerî personel sayısının -60-70 bini Ortadoğu’da olmak üzere- 180 bin civarında olduğu ifade ediliyor.

İşte bu düzenin dünyaya dayattığı “uluslararası hukuk”, şimdi başıboş siyonistleri koruyor… Dün, Srebrenitsa’da 8 bin Boşnak’ı katleden başıboş Sırpları koruyordu. O soykırım da Barış Gücü’nün gözetiminde gerçekleşmişti. Irak ve Afganistan’da, Afrika’da, Doğu Türkistan’da, Ortadoğu’da, devrimler sürecinde milyonlarca Müslüman, bizatihi uluslararası kuruluşların gözetimi altında katledildiler. Örneğin; halkına karşı kimyasal silah kullanmış olan “Şam kasabı”, “devlet adamı” olarak adam yerine konuluyor… Arap Birliğine geri döndü; geçenlerde bir toplantıya katıldı. Aynı uluslararası kuruluşlar ve hukuk, bugün Gazze’de siyonist saldırganlığını koruyor…

Bu canavarlığı, başıboş saldırganları koruyan uluslararası sistemin bir de ceza mahkemesi var. “İsrail” aleyhine -sözde- bir dava açıldı, bu mahkeme nezdinde… Düşünün; uluslararası ceza mahkemesi “İsrail” hakkındaki kararında, “Derhal ateşkes uygulanmalı, saldırılar acilen durdurulmalı…” bile demedi. Aylardır soykırımı sürdüren “İsrail”e adeta yalvararak, ordusunun Gazze’de soykırım yapmayacağı garantisini vermesini istedi.

Düşünün; Nikaragua’nın “İsrail”e, Gazze'deki katliamlar sürerken silah satışı nedeniyle Almanya'ya karşı geçici tedbir kararı alınması talebini Uluslararası Adalet Divanı reddediyor. Uluslararası Ceza Mahkemesinde dava devam ederken Avrupa ülkeleri ve Amerika, 7 aydır mühimmat desteğini sürdürebiliyor.

O halde başıboş siyonistleri kollayan bir uluslararası düzen ve hukuk var. “İsrail” devlet başkanları, bakanları ve üst düzey yetkililerinin birçoğu, 1948 öncesinde Filistin topraklarında Müslüman kıyımı gerçekleştiren Yahudi çetelerin ele başları. Bu eli kanlı teröristleri adam yerine koyup “devlet başkanı” sıfatıyla muhatap alıp onlara meşruiyet payesi yükleyen de bu devletler ve onların başını çektiği uluslararası kuruluşlar; BM vb.

Bakın, geçen çok ilginç bir şey oldu; “İsrail”in BM nezdindeki temsilcisi, BM anlaşmasını yırttı. Aslında bunu İslam beldelerinin yöneticileri yapmalıydı. Tam da bu mezalimin ortasında, barbarlığı koruyan uluslararası hukuku, kurumlarını ayaklarının altına aldıklarını gösteren asil bir tepki göstermeleri gerekirdi.

[مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ] “Allah, onlarla ilgili 'hiç bir delil' indirmemiştir.” [Necm Suresi 23] “Bunlar, Allah buyruğu değil” diyerek tarihin çöp sepetine atsalardı… Böylece ordularımız ve onları komuta eden siyasi irademiz prangalarından kurtulmuş olurdu. Sonra da ordularımıza istikamet verselerdi…

Her hâlükârda gelecek, ümmetimizindir! Ümmetimiz, insanlar içinden seçilmiş en hayırlı ümmettir. “Hayırlı ümmet” olma vasfını almasına neden olan marufu (iyiliği ve hakkı) bir gün ikame edecek, münkeri (kötülüğü ve zulmü) de ortadan kaldıracaktır.

[كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ] “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Âli İmran 110]

Allah’ın insanlar içinden seçtiği en hayırlı ümmet!

İyiliği emredersiniz… kötülükten nehyedersiniz!

Siz bu barbarlık düzenine, başıboş siyonistleri koruyan uluslararası düzene ve hukuka boyun eğemezsiniz!

Çünkü siz Allah’a iman etmişsiniz. Allah’a kul olan bu barbarlık düzenine kul olamaz!

 


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz