Bu makalemize, yaşanmış bir hadiseyi anlatarak
başlayalım istedim. Makalenin ana fikrini ortaya koyma hususunda aşırı
elverişli olduğunu düşünüyorum…
Orman köylerinden birinde ayının biri yavrularını
kaybetmiş. Çılgına dönen hayvan civarda, hiçbir şeyden habersiz sürüsünü
otlatan çobana saldırmış. Ne yazık ki çoban ölmüş. Köylüler çoban arkadaşlarına
son görevlerini yapmışlar; cenaze namazını kılmışlar ve onu defnetmişler. Aynı
gece ayı, mezarlığı eşeleyip çobanın ölüsünü parçalamış. Köylü bakmış durum
vahim… Bölgenin mülki amirine gidip durumu arz etmişler: “Efendim etrafta
gözü dönmüş bir canavar var, kime saldıracağı belli olmaz, çoluk, çocuk… bir
kaza çıkmadan bunu ‘ayıklayalım’.” demişler. Mülki amir, avlanma yasağını
hatırlatarak izin veremeyeceğini söylemiş: “4915 sayılı Kara Avcılığı
Kanunu'na göre yaban hayvanlarından sayılan boz ayı avlamak yasak. 50 bin TL mi
ne bir de para cezası var. Anlayacağız; memlekette ‘ayı koruma’ kanununu var.”
Bu, Karadeniz’in orman köylerinde yaşana(bile)n hadiselerden
bir tanesiydi… Şimdi şehirlerde başıboş köpeklerin insanları parçaladıklarını
görüyoruz. Orman köylerinde değil, şehirlerde… İstanbul'da bir sitede görevli
temizlik işçisi ve bahçıvan, çocuklara saldıran 2 başıboş sokak köpeğini
sitenin dışına çıkarmış. Site sakinlerinden birinin şikâyeti üzerine; 2 kişiye,
“köpeklerin psikolojilerini bozdukları” ve “yaşam alanlarından
uzaklaştırdıkları” gerekçesiyle toplam 14 bin lira ceza kesilmiş.
Defaatle başıboş köpeklerin saldırıları sonucunda
yaşamını yitiren özellikle çocuk ve yaşlı kadın vakalarına tanık olduk,
oluyoruz…
Konumuza dönecek olursak… Neden bu örneklerle
makalemize giriş yaptık? Orman köylerinde ayıları, şehirlerde köpekleri koruyan
kanunlar olduğu gibi dünyada başıboş siyonistleri ve canileri de koruyan
kanunlar var… İlki ulusal, ikincisi uluslararası kanunlarla koruma altına
alınmış. Şehirlerimizi ve dünyamızı yaşanamayacak ölçüde vahşi bir ormana
dönüştüren de bu değil mi? 7 Ekim sonrası olup bitenler, dünyada yırtıcıların,
vahşilerin korunduğu bir hukuksuzluğun hâkim olduğunu göstermiş oldu. Çok
ibretlik…
Bu, Batılı siyaset teorilerinin iddiasının aksine
modern devletin insanlığı vahşi doğa durumundan çıkartmak şöyle dursun
vahşiliği sıradanlaştırıp süreklilik kazandırdığının son kanıtlarından birisi oldu.
“Modern devletin egemenlik unsurunun mucidi” olarak bilinen Thomas Hobbes, bu
teorisini “Leviathan” adlı kitabında ortaya koyuyor… çok ilginç… siyaset
teorisi ile ilgili olanlar bilecektir. “Levithan” sözcüğü, Tevrat’tan (Eski
Ahit’ten) aparılmış (“Su canavarı” anlamına gelen) İbranice sözcük.
Leviathan’ın aynı zamanda bir Orta Çağ şeytanının adı olması da bir rastlantı değil.
Modern devletin egemenlik teorisinin mucidi Hobbes’un kitabının kapağında tam
da bu canavarın resmi var. Aslında bugün yaşadığımız dünyanın nasıl vahşi bir
ormana dönüştüğünü gayet iyi resmediyor. Çünkü canavar hisli insanların elinde…
Ne buyuruyor Rabbimiz:
[وَلَوِ ٱتَّبَعَ ٱلْحَقُّ أَهْوَآءَهُمْ لَفَسَدَتِ ٱلسَّمَٰوَٰتُ وَٱلْأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ] “Şayet hak-hukuk
(bugün olduğu gibi) insanların heva ve arzularına bağlı olarak yapılırsa gökler,
yer ve üzerindeki her şey fesada uğrar.” [Müminun Suresi 71] Bugün yaşadığımız tam da bu değil mi? Göklerin
ve yerin fesada uğraması…
Çünkü fesat, vahşilik, Batı düşüncesinin
temelinde, kapitalist ideolojinin özünde olan bir şey. Şöyle ki; Batı düşüncesi
dinî, ruhi, ahlaki, vicdani tüm kayıtlardan özgürleştirerek insanı sadece içgüdü
ve organik ihtiyaçlarının tatmini doğrultusunda yaşayan bir hayvana (canlıya)
indirgedi. Hayatın merkezinden “değer”i aldı; onun yerine insanın arzularını
koydu. Böylece insanı sınırlandıran her tür “değer”, hayatın dışına itildi.
Bedensel doyum ve tatminin merkeze alındığı toplumsal hayatta ötekiyle ilişkinin
hasmane ve çatışma ilişkisi olması kaçınılmazdı. Böylece “insan insanın kurdu”
oluverdi. Bu durum, devletler ölçeğinde ise güçlünün zayıfı yediği vahşi doğa
görünümü aldı. Devletlerarası ilişkiler düzleminde güçlü olanın haklı olduğu;
hukukunu geçerli kıldığı bir düzen hâkim oldu. “Uluslararası hukuk” denilen şey,
aslında “güçlülerin hukuku” oldu.
Bu hayat felsefesinin sahibi sanayileşmiş ülkeler,
ihtiyaç duydukları hammaddeyi sömürmek için kaynakları ile zengin ülke
topraklarını işgal ettiler. Evvela askerî, ardından siyasi ve ekonomi
politikaları ile… Fransız tarihçi Marc Ferro’nın “işgal etmeden
sömürgeleştirme” dediği, maliyetsiz bir yöntemle işgallerini sürdürdüler.
İşgal edilen topraklarda ülkelerin bağımsızlıklarını tanıdılar. Çünkü artık
onlar ideolojik; kültürel, siyasi, ekonomik, hukuki vb. yönlerden zaten
sömürgecilerin ardılı olmuşlardı. Dolayısıyla düşman işgali sona ermedi; sadece
şekil değiştirdi hatta işgalden kurtulunduğu izlemi verdiğinden yeni
sömürgecilik daha kullanışlıydı.
İşgalci devletler askerî yönden çekildikleri
topraklara uluslararası kuruluşlar aracılığıyla geri döndüler. Şimdilerde
kendilerine “gelişmiş ülkeler”, işgal ettikleri ülkelere ise “gelişmekte
olan ülkeler” diyorlar. Böyle “şirin” isimlerle işgalci olduklarını
unutmamız, bizim de bu sömürge düzeneği içinde bir gün “gelişmiş ülkeler”
seviyesine ulaşacağımız vehmine kapılmamızı istiyorlar.
Bu işgalciler, sömürdükleri ülkeleri “yardım”,
“destek”, “fon” vb. adlarla borçlandırarak sömürmeye devam ettiler. Ekonomik
yönden sömürüyü Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Ticaret
Örgütü (DTÖ) gibi kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirdiler. Bu kuruluşlar
sayesinde; gelişmekte olan ülkelere, kendilerinin (gelişmiş ülkelerin)
ekonomilerini besleyecek politikalar dayatarak ekonomik yönden piramidin
tepesindeki konumlarını korurken aynı zamanda verdikleri krediler karşılığında
bağımlılığı derinleştirerek ülkelerin iç politikalarına müdahale ettiler.
Amerikalı ünlü Ekonomist John Perkins’in “Bir Ekonomik Tetikçinin Yeni İtirafları”
adlı kitabında anlattıkları, bu kuruluşların işgal ordularından daha tehlikeli
politikalar yürüttüklerini anlamak için yeterlidir.
Keza Birleşmiş Milletler (BM) de dünya
ülkelerinin siyasi yönden bağımlı olduğu uluslararası bir kuruluş. 193 üyesi var
ama önemli kararların alındığı Güvenlik Konseyi’nde sadece 5 daimî üye var:
ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa. Bu ülkelerden biri herhangi bir kararı
veto ettiğinde karar geçmiyor. Örneğin; Gazze katliamı sürecinde konu defalarca
Güvenlik Konseyi’nin gündemine gelmiş olmasına rağmen, acil ateşkes kararları,
Amerikan vetosuna takıldı. Amerika kendi çıkarları söz konusu olduğunda siyasi
gücünü kullanarak BMGK'den onay çıkmasını bile beklemeden saldırı kararı
alabiliyor; Irak işgalinde olduğu gibi… İşgalin gerekçesi olarak ileri sürülen
kitle imha silahları da bulunamamıştı, hatırlanacak olursa. Amerika, emperyal
çıkarları doğrultusunda kriz alanlarına müdahale etmek için BM’yi kullanıyor. “Barış
Gücü” adı altında dünyanın birçok yerine asker konuşlandırarak işgal ağını
uluslararası kuruluşlar sayesinde genişletiyor. Bugün dünyada onlarca noktada
Barış Gücü görev yapmaktadır. Amerika’nın, dünyada 800 üssü var. Bu üslerde
bulunan askerî personel sayısının -60-70 bini Ortadoğu’da olmak üzere- 180 bin
civarında olduğu ifade ediliyor.
İşte bu düzenin dünyaya dayattığı “uluslararası
hukuk”, şimdi başıboş siyonistleri koruyor… Dün, Srebrenitsa’da 8 bin Boşnak’ı
katleden başıboş Sırpları koruyordu. O soykırım da Barış Gücü’nün gözetiminde
gerçekleşmişti. Irak ve Afganistan’da, Afrika’da, Doğu Türkistan’da, Ortadoğu’da,
devrimler sürecinde milyonlarca Müslüman, bizatihi uluslararası kuruluşların
gözetimi altında katledildiler. Örneğin; halkına karşı kimyasal silah kullanmış
olan “Şam kasabı”, “devlet adamı” olarak adam yerine konuluyor… Arap Birliğine
geri döndü; geçenlerde bir toplantıya katıldı. Aynı uluslararası kuruluşlar ve
hukuk, bugün Gazze’de siyonist saldırganlığını koruyor…
Bu canavarlığı, başıboş saldırganları koruyan
uluslararası sistemin bir de ceza mahkemesi var. “İsrail” aleyhine -sözde- bir
dava açıldı, bu mahkeme nezdinde… Düşünün; uluslararası ceza mahkemesi “İsrail”
hakkındaki kararında, “Derhal ateşkes uygulanmalı, saldırılar acilen
durdurulmalı…” bile demedi. Aylardır soykırımı sürdüren “İsrail”e adeta
yalvararak, ordusunun Gazze’de soykırım yapmayacağı garantisini vermesini
istedi.
Düşünün; Nikaragua’nın “İsrail”e, Gazze'deki
katliamlar sürerken silah satışı nedeniyle Almanya'ya karşı geçici tedbir
kararı alınması talebini Uluslararası Adalet Divanı reddediyor. Uluslararası Ceza
Mahkemesinde dava devam ederken Avrupa ülkeleri ve Amerika, 7 aydır mühimmat
desteğini sürdürebiliyor.
O halde başıboş siyonistleri kollayan bir
uluslararası düzen ve hukuk var. “İsrail” devlet başkanları, bakanları ve üst
düzey yetkililerinin birçoğu, 1948 öncesinde Filistin topraklarında Müslüman
kıyımı gerçekleştiren Yahudi çetelerin ele başları. Bu eli kanlı teröristleri
adam yerine koyup “devlet başkanı” sıfatıyla muhatap alıp onlara meşruiyet
payesi yükleyen de bu devletler ve onların başını çektiği uluslararası
kuruluşlar; BM vb.
Bakın, geçen çok ilginç bir şey oldu; “İsrail”in
BM nezdindeki temsilcisi, BM anlaşmasını yırttı. Aslında bunu İslam
beldelerinin yöneticileri yapmalıydı. Tam da bu mezalimin ortasında, barbarlığı
koruyan uluslararası hukuku, kurumlarını ayaklarının altına aldıklarını
gösteren asil bir tepki göstermeleri gerekirdi.
[مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ] “Allah, onlarla ilgili 'hiç bir delil' indirmemiştir.” [Necm Suresi 23] “Bunlar, Allah
buyruğu değil” diyerek tarihin çöp sepetine atsalardı… Böylece ordularımız
ve onları komuta eden siyasi irademiz prangalarından kurtulmuş olurdu. Sonra da
ordularımıza istikamet verselerdi…
Her hâlükârda gelecek, ümmetimizindir! Ümmetimiz,
insanlar içinden seçilmiş en hayırlı ümmettir. “Hayırlı ümmet” olma vasfını almasına
neden olan marufu (iyiliği ve hakkı) bir gün ikame edecek, münkeri (kötülüğü ve
zulmü) de ortadan kaldıracaktır.
[كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ] “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz;
iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız.” [Âli İmran 110]
Allah’ın insanlar içinden seçtiği en hayırlı
ümmet!
İyiliği emredersiniz… kötülükten nehyedersiniz!
Siz bu barbarlık düzenine, başıboş siyonistleri
koruyan uluslararası düzene ve hukuka boyun eğemezsiniz!
Çünkü siz Allah’a iman etmişsiniz. Allah’a kul
olan bu barbarlık düzenine kul olamaz!
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış