[لَا
يَغُرَّنَّكَ تَقَلُّبُ الَّذِينَ كَفَرُوا فِي الْبِلَادِ] “İnkâr edenlerin diyar diyar gezip
refah içinde dolaşması sakın seni aldatmasın.”[1]
Gazze olayları; müstekbir Yahudilerin ve arkasındaki küfür dünyasının
yalanlarının deşifre edilmesinde, gerçek gücün kimin elinde olduğunun
bilinmesinde, İslâm dünyasındaki tüm yöneticilerin ikiyüzlülüklerinin açığa
çıkmasında, İslâm coğrafyasında kanaat önderi olarak bilinen birçok meşhur
şahsiyetin samimiyet ve cesaretlerinin test edilmesinde bir milat olmuştur.
Kâfirlerin ve onların yalanlarından etkilenen birçok kimsenin yaydığı,
“Yahudi varlığının güçlü olduğu, dünyayı yönettiği” propagandalarını; yetersiz
silaha fakat samimi bir imana sahip olan Kassam Tugayları yerle bir etmiştir.
Başlangıcından itibaren iki yıla yaklaşan bu olaylar karşısında şer'i
hükmün gereği olarak Yahudi varlığına karşı hemen orduların harekete
geçirilmesi, her türlü ticaretin ve diplomatik ilişkinin kesilmesi gerekirken
ve yaşanan bunca katliama rağmen hâlâ “âlim” (!) diye anılan birçok kişi, STK
temsilcisi gibi şahsiyetler bu çözümleri kabul etmemektedir.
Yöneticilerin yüzlerine bu gerçeği açıkça haykırıp ümmeti bu hususta
bilinçlendirmek yerine, Müslümanların duygu ve emeklerini boş sözlerle istismar
etmektedirler. Orduların acilen Yahudi varlığına karşı harekete geçirilmesi
şer'i hükmünü; “ekonomik sıkıntılara düşüleceği”, “ABD’nin bizi bombalayacağı”,
“şu an şartların buna uygun olmadığı”, “reel politik” (!) gibi tamamen şer'i
hükümden, kesin nasslardan uzak aklî gerekçelerle görmezden gelmektedirler.
Konunun Müslümanlar nezdinde netleşmesi için meseleyi kafalarda soru
işareti oluşturabilecek üç noktadan ele almak istiyoruz:
1.
Orduların
harekete geçirilmesini, her türlü ticari ve diplomatik ilişkinin kesilmesini
gerektiren şer'i hükümler ve kaynakları nelerdir?
2.
Türkiye başta
olmak üzere İslâm ülkelerindeki orduların bunu gerçekleştirebilecek güçleri var
mıdır?
3.
Yahudi varlığına
karşı fiilî savaş ve cihad ilan edilmesi hâlinde ABD veya diğer kâfir devletler
bize savaş açar mı?
Bu başlıkları kısaca detaylandıralım:
1.
Orduların harekete geçirilmesini, her türlü ticari ve diplomatik ilişkinin
kesilmesini gerektiren şer'i hükümler ve kaynakları nelerdir?
Birçok ayette[2]
açıkça bu hususa işaret edilmektedir:
[فَمَنِ
اعْتَدَىٰ عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُوا عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَىٰ عَلَيْكُمْ ۚ
وَاتَّقُوا اللَّهَ وَاعْلَمُوا أَنَّ اللَّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ]
“Öyleyse kim size saldırırsa, onun saldırdığı gibi siz de ona saldırın.
Allah’tan sakının ve bilin ki Allah, muttakîlerle beraberdir.”[3]
Fakihler, Müslümanların canları, malları ve namusları ile kâfirlerin
saldırısına uğramaları hâlinde cihat farz-ı ayn olur ve bundan bir an dahi geri
durmak caiz değildir. Bu konuda İslâm uleması arasında ihtilaf yoktur.
İmam Nevevî, “Kâfirler, Müslümanların topraklarına girmeleri hâlinde cihat,
o beldede bulunan Müslümanlar üzerine farz-ı ayn olur.”[4] demektedir.
Müslümanlara ait beldelerden birini düşman işgal ettiğinde, işgal için
ordularını harekete geçirdiğinde, hücum etmeye kalkıştığında veya düşmanın
Müslüman halktan bir grubu yahut bir kişiyi esir almak, öldürmek ya da korkutup
tedirgin etmek gibi bir kötülük yapmak istemesi hâlinde de cihat farz-ı ayn
olur.[5]
Düşmanın, Müslümanlara ait topraklardan bir yeri ele geçirmesi veya bu
toprakların içine girmesi hâlinde cihat, dârdaki (beldedeki) Müslümanların tümü
üzerine farz-ı ayn olur.[6]
Saldırıya uğrayan topraklardaki Müslümanlar düşmanı def etmekte yeterli
olamazlarsa, bu farz-ı ayn düşman defedilinceye kadar —doğudan batıya yakınlık
sırasına göre— diğer Müslümanlara intikal eder.[7]
Düşman, Müslümanların topraklarına girdiğinde, yakınlık sırasına göre onun
kovulması için savaşmanın vacip olmasında şüphe yoktur. Çünkü Müslümanların
topraklarının tümü tek toprak gibidir.[8] Tüm
Müslümanların itikadına göre, düşman sınırında yaşayan serhat halkı korku ve
endişe içinde olup direnç gücü bulunmadığında ve toprakları, canları, nesilleri
tehlikedeyse, orada bulunan Müslümanları düşmanın korkusundan kurtarıp selamete
çıkarmak için savaşa çıkmak tüm ümmet üzerine farzdır. Bu hususta ümmet
arasında ihtilaf da yoktur.[9]
Özetle, bu hususta âlimler hiçbir surette ihtilaf etmemiş ve benzeri
kelimelerle görüşlerini ifade etmişlerdir. Onların hiçbirinde, Müslümanların
cihada çıkmaları için “hazır olmadıkları gerekçesiyle beklemeleri gerektiğine”
dair bir kayıt bulunmamaktadır. Ulemanın tamamı, vakit kaybetmeksizin, yakınlık
sırasına göre ve düşman defedilinceye kadar tüm Müslümanların bundan sorumlu
olduklarında ittifak etmiştir.
Ayrıca ulema, saldırıya uğrayan mümin kardeşlerinin uğradıkları zulmü izale
etmek için harekete geçen Müslümanların uğrayacakları maddî zararları da
dikkate almamıştır. Zira onlar, bu hususta tümüyle şer'i nassları esas almış,
dünyevî kayıpları hiçbir şekilde hesaba katmamışlardır. Böylesi bir durumda
kâr-zarar hesabı yapılmaz. Hele de bugün olduğu gibi, Azerbaycan petrolünün
naklinden dolayı altı kat kâr(!) elde edildiğini söyleyenlerin sözlerinde
olduğu gibi; akıtılan çocukların, kadınların, kısacası tüm mazlumların kanı
üzerinden pis bir kazanç sağlamayı, içinde az da olsa merhamet bulunan bir
Müslüman asla kabul etmez. Böyle bir merhametsizliğe, anca kalplerinde İslâm’a
ve Müslümanlara kin ve öfke dolu Yahudiler, müşrikler ve kâfirler rıza
gösterebilir.
2- Türk ordusu güçlü olmakla birlikte, hava kuvvetleri ve
savunma sistemleri bakımından Yahudi varlığı ile mücadele edebilecek güce sahip
olmadığı gerekçesiyle ordunun harekete geçirilmesinin mümkün olmadığı iddia
edilmektedir.
Gerçekte günümüz dünyasındaki Müslümanların en önemli problemlerinden biri,
düşmanı kendisinden daha güçlü ve kuvvetli görme zafiyetidir. İşte bu bakış
açısı belanın en büyüğüdür. Bu zihniyet, Müslümanların yöneticilerinin ABD gibi
sömürgecilerin izni ve işareti olmadan savaşmayı akıllarından bile geçirememeleri
ve gerçekten güçlü olmalarına rağmen sudan bahanelerle kendilerini yetersiz
görmeleridir.
Bu orduyla kıyaslanamayacak imkânlara sahip olmayan el-Kassam’ın, Yahudi
varlığının “delinmez” denilen demir kubbesini nasıl deldiğini
görmüyorlar mı? Tüm imkânsızlıklarına rağmen imanlarıyla dimdik duran ve Yahudi
varlığının ordusunu psikolojik olarak hüsrana uğratan bu insanlar, iman gücünün
her türlü maddî gücün ötesinde olduğunu göstermediler mi? Ellerinde bizim
ordumuzun sahip olduğu imkânlar olsaydı bugün Yahudi varlığından eser kalır
mıydı?
7 Ekim’de el-Kassam’ın mübarek saldırısına kadar Yahudi varlığının ordusunun
“yenilmez” olduğunu söyleyen birçok askerî yetkili, bugün “Bu ordu
karşısında Yahudi varlığı bir saat bile dayanamaz” demiyor mu? 7 Ekim’den
sonraki bu değişimin sebebi, son derece cılız, el yapımı füzelerle delinmez
denilen demir kubbeyi eleğe çeviren imanlı yiğitlerin eylemi değil midir?
Burada sorun, güç ve kuvvet meselesi değil; gücü elinde bulunduran
zihniyetin kendisini düşman karşısında aciz ve yetersiz görmesi, dünyevî hesaplar
yapmasıdır. Kuvvetler dengesini sadece maddî unsurlara ve matematiksel hesaplara
göre ölçmek, Allah’ın yardımını hesaba katmamaktır. Şer'i hükümlerin
belirlediği çözümler dikkate alınmamaktadır. Oysa orduların zaferleri hiçbir
zaman sadece sayıca çokluk, silah donanımı veya devletin maddî gücüyle
kazanılmamıştır.
[كَم مِّن
فِئَةٍ قَلِيلَةٍ غَلَبَتْ فِئَةً كَثِيرَةً بِإِذْنِ اللَّهِ ۗ وَاللَّهُ مَعَ
الصَّابِرِينَ] “Nice az topluluk, çok
topluluğa Allah’ın izniyle üstün gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir.”[10]
İslâm tarihinde bunun çok sayıda örneği vardır. Mute Savaşı’nda, 3 bin
kişilik İslâm ordusu, 150 bin kişilik Bizans ordusu karşısında yenilmeden
dimdik ayakta kalabilmiştir. Malazgirt Savaşı’nda Sultan Alp Arslan
komutasındaki İslâm ordusu, 200 bin kişilik Bizans ordusu karşısında zafer elde
etmedi mi?
Her yıl Malazgirt’te törenler düzenleyenler, neden Alp Arslan’ı örnek
almıyor? Kefen yerine bembeyaz elbiseyle ordusuna komuta eden Alp Arslan ve
Allah yolunda şehit olmak için savaşan iman dolu yiğitler nerede? Ne çabuk
geçmişimizi unuttuk. Daha yakın zamanda cılız askerî gücüyle Rus ordusuna kök
söktüren Dudayev’in yaptıklarını da mı duymadınız?
Hayır, hayır… Zaferler önce zihinlerde, imanla, Allah’a güvenip dayanmakla
kazanılır. Sayıca çokluk veya askerî üstünlük tek başına zafer getirmez.
Rabbimiz bunu şu ayette net bir şekilde bildirmektedir:
[لَقَدْ
نَصَرَكُمُ اللَّهُ فِي مَوَاطِنَ كَثِيرَةٍ ۙ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ إِذْ
أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنكُمْ شَيْئًا وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ
الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ ثُمَّ وَلَّيْتُم مُّدْبِرِينَ] “Şüphe yok
ki Allah, size birçok savaş yerlerinde zafer verdi ve Huneyn günü de size
yardım etti. O vakit çokluğunuz size güven vermişti de bu size hiçbir fayda
sağlamamıştı. Yeryüzü, genişliğine rağmen size dar gelmişti; sonra da bozularak
arkanızı dönüp gitmiştiniz.”[11]
Allah Azze ve Celle, zaferin kendi elinde olduğunu ve mümin
kullarına yardım edeceğini birçok ayette haber vermektedir:
[إِن
يَنصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ ۖ وَإِن يَخْذُلْكُمْ فَمَن ذَا الَّذِي
يَنصُرُكُم مِّن بَعْدِهِ ۗ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ]
“Eğer Allah size yardım ederse, size üstün gelecek yoktur; eğer size yardımı
terk ederse, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Müminler yalnızca Allah’a
güvenip tevekkül etmelidir.” [12]
[إِنَّا
لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ
يَقُومُ الْأَشْهَادُ] “Şüphesiz biz,
peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında da, şahitlerin duracağı
günde de yardım ederiz.” [13] [كَتَبَ اللَّهُ
لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي ۚ إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ]
“Allah, yazmıştır: ‘Andolsun, ben galip geleceğim ve elçilerim de.’ Şüphesiz
Allah, güçlüdür, üstün olandır.”[14]
Bu konuda gerek Kur’an’da, gerek hadislerde, gerekse İslâm tarihinde
sayısız örnek bulunmaktadır. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem,
ordusunu hazırlayıp Tebük’e doğru hareket edince Bizans ordusu savaş meydanına
dahi inmeye cesaret edememişti. Bunun üzerine Allah’ın Rasulü, Allah’tan gelen
bu yardımı şu sözleriyle ifade etmişti:
[نُصِرْتُ
بالرُّعْبِ مَسِيرَةَ شَهْرٍ] “Bir aylık mesafeden
(düşmanların kalbine) korku salınarak bana yardım edildi.” [15]
[بَشِّرْ هذه
الأمَّةَ بالسَّناءِ، والرِّفْعةِ في الدِّينِ، والنَّصْرِ والتَّمْكينِ في
الأرْضِ، فمَن طَلَبَ مِنهم الدُّنْيا بعَمَلِ الآخِرةِ لم يكنْ له في الآخِرةِ
نَصيبٌ] “Bu ümmete; konumunun ve değerinin üstünlüğünü, dinini
güçlü ve kuvvetli bir şekilde yerleştirip ülkelerin fethinde Allah’ın yardım
edeceğini, dünya ve ahirette üstün olacağını müjdele. Her kim de ahiret yerine
dünyayı ister ve çalışırsa onun ahirette nasibi olmaz.”[16]
Bazıları, Yahudi varlığına karşı orduların harekete geçirilmesinin birtakım
tehlikeleri ve maddî kayıpları beraberinde getireceği gerekçesiyle itiraz
etmektedir. Oysa Haşr Suresi’ndeki şu ayet bu iddialara ne güzel cevap
vermektedir:
[هُوَ الَّذِي
أَخْرَجَ الَّذِينَ كَفَرُوا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مِن دِيَارِهِمْ لِأَوَّلِ
الْحَشْرِ ۚ مَا ظَنَنتُمْ أَن يَخْرُجُوا ۖ وَظَنُّوا أَنَّهُم مَّانِعَتُهُمْ
حُصُونُهُم مِّنَ اللَّهِ فَأَتَاهُمُ اللَّهُ مِنْ حَيْثُ لَمْ يَحْتَسِبُوا
وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ يُخْرِبُونَ بُيُوتَهُم بِأَيْدِيهِمْ وَأَيْدِي
الْمُؤْمِنِينَ فَاعْتَبِرُوا يَا أُولِي الْأَبْصَارِ] “Kitap
ehlinden inkâr edenleri ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz onların
çıkacaklarını sanmamıştınız; onlar da kalelerinin kendilerini Allah’tan
koruyacağını sanmışlardı. Fakat Allah(’ın azabı) onlara ummadıkları yerden
geldi, kalplerine korku saldı. Evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle
yıkıyorlardı. Artık ibret alın ey basiret sahipleri!”[17]
Bu ayette:
- Yahudileri kalelerinden çıkaranın Allah olduğu,
- Müslümanların, kuşattıkları kaleden Yahudileri çıkaramayacaklarını düşündükleri,
- Yahudilerin, kalelerinin kendilerini Allah’tan koruyacağını
zannettikleri,
- Allah’ın onlara hiç ummadıkları yerden geldiği ve kalplerine korku
saldığı,
- Bu korku sebebiyle evlerini kendi elleriyle yıkmaya başladıkları
açıkça bildirilmektedir.
Bugün de bazı Müslümanlar, Yahudi varlığının arkasında ABD olduğu için
yenilmeyeceklerini zannederken; Yahudi varlığı da arkasındaki ABD’ye güvenerek
kendisini Allah’tan koruyabileceğini sanmaktadır. Elbette bunda akıl sahipleri
için büyük ibretler vardır.
3- Yahudi varlığına karşı cihat ilan edip ordumuzu
harekete geçirmemiz hâlinde ABD bize saldırabilir mi? Bize ağır bir yenilgi
tattırabilir mi?
Şer'i nassları dikkate almaksızın, sadece matematiksel ve mantıksal hesaplara
dayanarak düşünülürse bunun mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Allah’ın yardımının
olmadığı yerde her türlü hezimet ihtimal dâhilindedir.
Fakat:
a- Müslüman olarak bizler her şeyden önce bu meseleye
İslâm’ın penceresinden bakıyoruz. Orduların Gazze’ye yürümesi gerektiğini,
kişisel düşüncemize veya duygularımıza göre söylemiyoruz. Zira biz Allah Azze
ve Celle’nin şu emrine iman ediyoruz:
[فَاسْتَقِمْ
كَمَا أُمِرْتَ وَمَنْ تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْاۜ إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ
بَصِيرٌ] “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Seninle beraber tevbe
edenler de dosdoğru olsun! Sakın azgınlaşmayın. Çünkü O, bütün yaptıklarınızı
görmektedir.”[18]
Amellerimizde Allah ve Rasulü’nün çizdiği sınırları aşmak istemiyoruz. Zira
[أَلَا يَعْلَمُ
مَنْ خَلَقَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ] “Hiç
yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden
haberdardır.”[19]
ayeti varken kendi akli çıkarımlarımızı daha üstün görmüyoruz.
b- Biz Allah Azze ve Celle’nin emrinde galip ve
emrettiği hususun mutlak doğru olduğuna inanıyoruz. Nitekim:
[وَأَوْحَيْنَا
إِلَىٰ مُوسَى أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِي إِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَ] “Musa'ya, ‘Kullarımı geceleyin yola çıkar; çünkü takip edileceksiniz’, diye
vahyettik.”[20]
Bu ayete istinaden, İsrailoğullarını denize götüren ve denizi yararak
onlara yol açan, Firavun’u ise denizde boğan Allah’ın yardımından hiçbir zaman
ümit kesmeyen Musa Aleyhisselam gibi, biz de Rabbimizin emrinin bizi
yanıltmayacağına ve yeryüzünde böbürlenerek dolaşanları mülklerinden
çıkaracağına inanıyoruz. Firavun, Musa Aleyhisselam ve
beraberindekilerin az bir topluluk olduklarını, kendisinin ise daha güçlü
olduğunu söylüyordu; fakat Allah, Firavun ve kavmini mülklerinden,
bahçelerinden çıkardı.
c- Yahudi varlığı, bu coğrafyada etrafındaki hain
yöneticilerin sessizliği sayesinde ayakta durmaktadır. Bu iğrenç varlığa gölge
olan yönetimlerden birinin bile gölgesinin kaldırılması hâlinde ABD başta olmak
üzere tüm küfür dünyası desteğini çekecektir. Çünkü ne ABD ne de başka bir
sömürgeci, Yahudi varlığı için kendi çıkarlarını tehlikeye atmaz.
d- Afganistan, Irak ve daha birçok yerde bulunan Amerikan
askerlerinden binlerce cesedin ABD’ye dönmesi, Amerikan halkını ürkütmüştür.
Amerika’nın yeniden böyle bir bedeli göze alması zordur. Kaldı ki savaş sadece
hava gücüyle kazanılmaz; asıl kazananlar cephedeki yiğitlerdir. ABD ise böyle
yiğitlerden yoksundur. İslâm ülkelerindeki ordularda, özellikle Türkiye
ordusunda Allah yolunda şehadeti arzulayan nice yiğit vardır. Belki hava
saldırıları ile bize zarar verebilirler, fakat bu toprakları hiçbir şekilde
işgal edemezler; hatta işgal etmeyi akıllarından dahi geçiremezler.
Kaldı ki tek bir Müslümanın kanı, milyarlarca dolardan daha değerlidir.
Nitekim Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
[مَا أَطْيَبَكِ
وَأَطْيَبَ رِيحَكِ وَأَعْظَمَ حُرْمَتَكِ، وَالَّذِي نَفْسُ مُحَمَّدٍ بِيَدِهِ
لَحُرْمَةُ الْمُؤْمِنِ أَعْظَمُ عِنْدَ اللَّهِ حُرْمَةً مِنْكِ مَالُهُ وَدَمُهُ]
“(Ey Kâbe!) Sen ne güzelsin, kokun da ne güzel! Sen ne yücesin,
saygınlığın da ne yüce! Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, müminin
malı ve kanı Allah katında senin hürmetinden daha büyüktür.” [21]
Son olarak:
[قَاتِلُوهُمْ
يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ
وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ] “Onlarla savaşın ki Allah,
sizin ellerinizle onları cezalandırsın, rezil rüsva etsin, onlara karşı size
yardım etsin ve müminlerin kalplerine şifa versin.”[22]
Yahudi varlığı ile savaş hakkında Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem
şöyle buyuruyor:
[لَتُقَاتِلُنَّ
الْيَهُودَ فَلَتَقْتُلُنَّهُمْ حَتَّى يَقُولَ الْحَجَرُ: يَا مُسْلِمُ هَذَا
يَهُودِيٌّ فَتَعَالَ فَاقْتُلْهُ] “Kesinlikle Yahudilerle
savaşacak ve onları öldüreceksiniz. Öyle ki taş dile gelecek ve: ‘Ey Müslüman,
bu bir Yahudidir, gel ve onu öldür’ diyecektir.”[23] Bir başka
rivayette ise, [تُقَاتِلُكُمُ الْيَهُودُ فَتُسَلَّطُونَ عَلَيْهِمْ]
“Yahudiler sizinle savaşacak, siz de onlara üstün geleceksiniz.”[24]
Bu ve benzeri hadisler, Müslümanların Yahudi varlığına karşı üstünlük
sağlayacaklarını ifade etmekte; ancak bu mücadelede uğrayacakları bir zarardan
bahsetmemektedir. Tıpkı Hendek Savaşı’nda Rasulullah’ın, “Bana
müşriklerin haberini kim getirecek?” talebine cevap vererek giden
kişinin, herhangi bir tehlikeye uğramadan sapasağlam döneceğini bildirmesi
gibi.
Şimdi artık Müslümanlar, İstanbul’un fethini müjdeleyen hadisi zihnine
kazıyıp, o müjdeye nail olan Sultan Fatih gibi yiğit, kahraman komutanları;
orduların harekete geçtiğini, zafer haberlerini ve yürekleri ferahlatacak
müjdeleri görmek istiyor.
[قَاتِلُوهُمْ
يُعَذِّبْهُمُ اللَّهُ بِأَيْدِيكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ
وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ] “Onlarla savaşın ki Allah,
sizin ellerinizle onları cezalandırsın, rezil rüsva etsin, onlara karşı size
yardım etsin ve müminlerin kalplerine şifa versin.”[25] [وَيَوْمَئِذٍ
يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ * بِنَصْرِ اللَّهِ يَنصُرُ مَن يَشَاءُ وَهُوَ
الْعَزِيزُ الرَّحِيمُ] “O gün Allah’ın zafer
vermesiyle müminler sevineceklerdir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak
güç sahibidir, çok merhametlidir.”[26]
[1]
Âl-i İmran Suresi 196-197
[2]
Bakara Suresi 194, Nisa Suresi 75, Tevbe Suresi 38, Nahl Suresi 126, Şura Suresi 40
[3]
Bakara Suresi 194
[4]
Nevevî, Şerhu’n-Nevevî Alâ Müslim, C: 13/9
[5]
Heykel, Muhammed Hayr; el-Cihadu ve’l Kıtalü Fî Siyaseti’ş’şeria; C: 2/880
[6]
Kurtubi
Tefsiri, 8. Cilt, Tevbe Suresi 41. Ayet tefsirinde.
[7]
İbni Âbidîn, Haşiyetü İbni Âbidin; C: 4/124.
[8]
İbni Teymiyye, el-Fetava’l Kübrâ, 4/609.
[9]
El Cassas, Ebu Bekir er-Razi, Ahkâmu’l Kur’ân, 4/312
[10]
Bakara Suresi 249
[11]
Tevbe Suresi 25-26
[12]
Âl-i İmran Suresi 160
[13]
Mümin Suresi 51
[14]
Mücadele Suresi 21
[15]
Buhari, 438. Müslim, 521
[16]
El-Müstedrek Ale’s Sahihayn, 8074
[17]
Haşr Suresi 2
[18]
Hud Suresi 112-113
[19]
Mülk Suresi 14
[20]
Şuara Suresi 52
[21]
İbn Mace, Fiten, 2
[22]
Tevbe Suresi 14
[23]
Müslim, 2921; Buhari, 2925
[24]
Buhari 3593
[25]
Tevbe Suresi 14
[26]
Rum Suresi 4-6
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış