AYASOFYA’NIN YENİDEN CAMİYE ÇEVRİLMESİNİN SİYASİ ARKA PLANI

M. Hanefi Yağmur

“İstanbul elbette fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.”

RasUlullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in bu müjdeyi vermesinden sekiz asırdan daha uzun bir süre sonra H. 857 yılında İstanbul Sultan II. Mehmed tarafından fethedildi. Bu mübarek fetih nedeniyle de Fatih Sultan Mehmed bazı tarihî eserlerde Ebu’l-Feth unvanı ile meşhur oldu. Bu süre içerisinde İslâm orduları Allah Rasülü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in hadisindeki müjdeye nail olmak için çok kereler seferler düzenlediler. Bu seferlerin ilkine sahabelerden de katılanlar oldu ve bunların en meşhur olanlarından Ebu Eyyub el-Ensârî seksen küsur yaşlarında İstanbul surları önünde ruhunu Allah’a teslim etti. İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın kiliseden camiye çevrilmesi İslâm ümmeti nezdinde büyük bir sembol özelliğini kazandı. Bu nedenledir ki Ayasofya’nın müzeden camiye çevrilmesinin ardından 24 Temmuz günü kılınan Cuma namazı dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar tarafından büyük bir coşku ile karşılanmış ve Müslümanlar bundan büyük bir sevinç duymuşlardır.

Ayasofya’nın ilk yapılışından itibaren nasıl bir süreç geçirdiğine dair farklı kaynaklarda birtakım bilgilere yer verilmektedir. Ayasofya’nın tarihi ile ilgili olarak şu ifadelere yer verilmektedir:

360 yılında Bizans İmparatoru İkinci Konstantin tarafından açılışı yapılan kilisenin tahta çatısı, 404 yılında yandı. O tarihte ilk kez büyük bir tamirattan geçen kilise, şimdiki hâlini 532-537 yılları arasında, Bizans İmparatoru Birinci Justinyan'ın emriyle yapılan inşaat çalışmaları sonrasında aldı. Piskoposluğun merkezi olan ve Bizans İmparatorluğu'nun büyük önem verdiği kilisenin inşaatından, Bizanslı mühendis Miletus İsidor ve matematikçi Tralles Anthemius sorumluydu. İnşaatta 10 binden fazla işçi çalıştı. Kilisenin inşaatı 5 yıl 10 ayda bitti ve Bizanslı tarihçiler tarafından o dönem dünyanın en büyük yapısı olduğu yazıldı. Kilisenin içindeki mozaiklerin tamamlanması ise 565-578 yılları arasında oldu. 1204 yılına kadar çeşitli depremler ve yangınlar atlattı, defalarca yeniden inşa edildi. 1204 yılında doğuya sefere giden Haçlıların eline geçen kilise, bu tarihten 1261'e kadar Roma Katolik Kilisesi'ne çevrildi. 1261'de Bizanslıların İstanbul'un hakimiyetini yeniden ele geçirmeleriyle birlikte Ayasofya yeniden Ortodoks Kilisesi olarak kullanılmaya başlandı.

Günümüz Ayasofya’sı İmparator Justinianos tarafından dönemin iki önemli mimarı olan Miletos’lu (Milet) İsidoros ile Tralles’li (Aydın) Anthemios’a yaptırılmıştır. Tarihçi Prokopios’un aktardığına göre, 23 Şubat 532 yılında başlayan inşa, 5 yıl gibi kısa bir sürede tamamlanmış ve kilise 27 Aralık 537 yılında törenle ibadete açılmıştır. Kaynaklarda, Ayasofya’nın açılış günü İmparator Justinianos’un, mabedin içine girip, “Tanrım bana böyle bir ibadet yeri yapabilme fırsatı sağladığın için şükürler olsun!” dedikten sonra, Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedi’ni kastederek “Ey Süleyman seni geçtim!” diye bağırdığı geçer. 1923'te cumhuriyetin ilanından sonra cami olarak kullanılmaya devam etse de Ayasofya 1931'de kapatıldı. 1931'de Amerika Bizans Enstitüsü'nün kurucusu Amerikalı arkeolog Thomas Whittemore, Ayasofya'daki mozaiklerin tekrar ortaya çıkarılması için Türkiye'deki yeni yönetimden izin istedi. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in verdiği izin sonrası başlayan çalışmalar 15 yıl sürdü ve 1947'de tamamlandı. Çalışmalara başladıktan bir süre sonra, hâlihazırda kapatılmış olan Ayasofya'nın, 24 Kasım 1934'teki Bakanlar Kurulu kararıyla müze olarak yeniden açılmasına karar verildi.[1]

Ayasofya her ne kadar 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmiş ise de fiilî olarak ibadete kapatılması 1931 yılında olmuştur. Zira bu tarihten itibaren Osmanlı Devleti Dönemi’nde cami içinde ibadet yapılmasına engel teşkil ettiği için kaldırılan veya üzerleri kireç ya da benzeri bir madde ile kapatılan resimler ve heykeller, cami içinde başlatılan çalışmalar ile yeniden ortaya çıkartılması veya yeniden çizilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. Nitekim “Fatih Ayasofya’nın camiye tahvil edildiği gün askerine bir hutbe irat etmiştir. Fatih’in iradesiyle bu Cuma gününden evvel Ayasofya’daki tasvirlerle heykeller ve ikonlar kaldırılıp, kıble tarafına mihrap yapıldığı ve minber konulduğu, bütün hazırlıkların Cuma gününe kadar ikmali için mimarlarla ustaların gece gündüz çalıştıkları rivayet olunur.”[2]

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in müjdesine mazhar olan Sultan II. Mehmed tarafından Ayasofya’nın camiden ibadete çevrilmesi ile birlikte burası İslâm ümmeti açısından özel bir önem kazandı. Müslümanlar açısından Ayasofya bir sembol özelliğini kazandı. “Bu sebeple daha sonra fethedilen diğer şehirlerdeki kiliseler camiye çevrildiklerinde en büyüğünün Ayasofya adıyla anılması âdeta bir gelenek hâline gelmiştir. Bunlardan bazıları daha kilise hâlindeyken bu adla anıldıkları hâlde, bir kısmı da halk tarafından fethe işaret olarak sonradan yakıştırılmış, böylece hepsi Ayasofya Camii olarak anılmıştır.”[3]

1934 yılında Ayasofya’nın Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye çevrilmesi Türkiye’deki Müslümanlar nezdinde büyük bir üzüntüye neden oldu. Değişik tarihlerde fikir adamları konuşmalarında ve kitaplarında bunu dile getirdiler. Çoğu kere siyasiler Müslüman gençler üzerinde etkili olabilmek, onların duygularını kendi istekleri yönünde kullanabilmek için Ayasofya’yı konuşmalarında gündem ettiler. Ayasofya önünde gösterilerin düzenlenmesine, açıklamaların yapılmasına, miting meydanlarında Ayasofya üzerinde nutuklar atılmasına neden oldular. Gerçekte bu konuyu değişik vesilelerle gündeme getirenlerin kişisel düşünceleri ne olursa olsun bu durum, Ayasofya’nın müze olması nedeniyle Müslümanların ne kadar mahzun olduklarının bir göstergesiydi. Bu nedenle Süleyman Demirel’den Necmettin Erbakan’a, Turgut Özal’a ve Erdoğan’a varıncaya kadar siyasiler bu meseleyi gündemlerine almaktan geri durmadılar. Konuşmalarıyla Ayasofya’yı yeniden camiye dönüştürme niyetlerindeki samimiyetleri bir kenara, bu konuşmaları meselenin Müslümanlar nezdinde hassasiyetinin bulunmasından kaynaklanıyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan önceki dönemde bu konuyu dile getirenler şu veya bu sebeplerle bunu gerçekleştiremediler ya da gerçekleştirmek istemediler. Ancak 2002 yılının son aylarından itibaren iktidarda bulunan ve girdiği tüm seçimlerden başarı ile çıkan Erdoğan tarafından değişik zamanlarda bu konunun dile getirilmesine rağmen zamanlama itibarıyla böylesi bir zamanın seçilmiş olmasının birtakım nedenleri vardır. Bunun nedenlerine girmeden önce Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değişik tarihlerde Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması ile ilgili olarak kullandığı ifadelerden bazılarına bakalım:

-  6 Mayıs 2013 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Kızılcahamam kampında Ayasofya’nın ibadete açılması ile ilgili bir çalışma olup olmadığı yönündeki bir soruya “Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya'yı da gündeme alabiliriz!" şeklinde cevap verdi.[4]

-  16 Mart 2019'daki Tekirdağ mitinginde bir vatandaşın Ayasofya'nın cami yapılması çağrısına Erdoğan, "Büyük Çamlıca Camii'ni yaptık. 4 tane 5 tane Ayasofya eder, o kadar büyük. Anadolu yakasında, tüm İstanbul ve Türkiye'de en büyük camii. Mesele o değil, bu işin bir siyasi boyutu var, yanı var. Yan tarafta Sultanahmet'i doldurmayacaksın, Ayasofya'yı dolduralım… Bu oyunlara gelmeyelim, bunların hepsi tezgâh. Biz ne zaman neyin nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz. Bu namussuzlar böyle dedi diye biz adım atmayız."[5]

-  Ancak Erdoğan, bu açıklamasının ardından özellikle de Yeni Zelanda’da iki camiye yönelik saldırıdan sonra 28 Mart 2019 günü A Haber-ATV ortak canlı yayınında gündeme ilişkin sorulara verdiği cevaplar arasında Ayasofya Müzesi'nin cami olup olmayacağı ile ilgili soruyu yanıtlarken şu ifadeleri kullandı. "Bu artık bizim milletimizin, İslâm dünyasının hepsinin bir beklentisi. Milletimizin yıllardır Ayasofya'yı cami görme özlemi var. Bir defa burasının isminin müzeye çevrilmesi olayı çok büyük yanlıştı. Biz de dedik ki çok yoğun bir şeklide bu tür bir talep olduğuna göre böyle bir adımı atmanın artık zamanı gelmiştir. Tabii bu adımı atarak, Ayasofya müze olarak anılmayacak, o statüden bir defa çıkacak. Ayasofya'yı cami olarak anacağız. Şu anda Sultanahmet Camii’ne gelenler, turistler vesaire gezip görüyor. Süleymaniye'ye gelenler gezip görüyor. Aynı şekilde, Ayasofya'ya da gelenler, Ayasofya Müzesi değil, Ayasofya Camisi'ni gezip görecekler.”[6]

-  Yine 29 Mart 2019 Cuma günü Sultanbeyli’de düzenlenen mitingde şunları söyledi: “İşte 16 bin 500 kilometre öteden birileri Ayasofya'yı ele almak istiyor. Çok sabrettik ama geçenlerde açıkladım. Ayasofya'yı kısa zaman önce biliyorsunuz camiden müzeye çevirmişlerdi. Şimdi biz de inşallah seçimden sonra tekrar müzeden isim olarak camiye çevireceğiz ve bazı planlarımız var. Bu planları da uygulamaya koyacağız.”[7]

-  Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya'nın ücretsiz olması önerisine ilişkin, "Olmayacak bir şey değil hatta üzerinde öyle dururuz ki adını müze değil artık Ayasofya Camii olarak koyarız." dedi. [8]

-  Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya konusunda Danıştay’ın kararını beklediklerini kaydederek, “Karardan sonra atılması gereken adım neyse ona göre gereken adımlar atılır.” dedi. Yunanistan’ın konuyla ilgili açıklamalarına da sert tepki gösteren Erdoğan “Türkiye’yi siz mi idare ediyorsunuz biz mi idare ediyoruz?” dedi.[9]

-  Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya Müzesi'nin ibadete açılması için başlattığı hukuki çalışmalarda sona yaklaştı. Erdoğan kurmaylarıyla yaptığı toplantıda "Ayasofya Camii için 2 Temmuz'da alınacak Danıştay kararının ardından inşallah namazımızı kılarız." dedi. Toplantıda ise ilk namazın 15 Temmuz'da kılınması yönünde tavsiyede bulunuldu. [10]

Ayasofya’nın müzeden camiye döndürülmesi ile ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın değişik tarihlerde yapmış olduğu açıklamalar ve bu süreçte yaşanan gelişmelerden bir kısmı bunlardır. Ancak Erdoğan tarafından yapılan açıklamalarda en fazla dikkat çeken husus 16 Mart 2019 günü yerel seçimler münasebetiyle Tekirdağ’da yapmış olduğu mitingde kullandığı ifadelerdir. Şöyle demişti: “Sultanahmet’i bir doldurun ondan sonra ona bakarız. Bu işin bir siyasi yanı var. Yan tarafta Sultanahmet'i doldurmayacaksın, 'Ayasofya'yı dolduralım!' diyeceksin. Bu oyunlara gelmeyelim. Biz ne zaman, neyin, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz.” Ne gariptir ki bu açıklamasından tam on iki gün sonra tam tersi açıklamalarda bulunmuş ve şöyle demiştir: “Bir defa burasının isminin müzeye çevrilmesi olayı çok büyük yanlıştı. Biz de dedik ki çok yoğun bir şeklide bu tür bir talep olduğuna göre böyle bir adımı atmanın artık zamanı gelmiştir.” Yine Sultanbeyli’de yaptığı konuşmada da “Ayasofya'yı kısa zaman önce biliyorsunuz camiden müzeye çevirmişlerdi. Şimdi biz de inşallah seçimden sonra tekrar müzeden isim olarak camiye çevireceğiz ve bazı planlarımız var. Bu planları da uygulamaya koyacağız!” dedi. Dikkat edilecek olursa Erdoğan’ın on iki gün aralıkla yaptığı konuşmalar arasında ciddi anlamda çelişki bulunmaktadır. İlk konuşmasında “bu oyunlara gelmeyelim” derken daha sonra yaptığı konuşmada ise “Şimdi biz de inşallah seçimden sonra tekrar müzeden isim olarak camiye çevireceğiz ve bazı planlarımız var. Bu planları da uygulamaya koyacağız!” dedi.” Şimdi burada sorulması gereken bazı sorular söz konusudur:

Birincisi: On iki gün arayla neler değişti de görüş değiştirildi?

İkincisi: “Bazı planlarımız var, bu planları da uygulamaya koyacağız.” cümlesinden kasıt nedir?

Üçüncüsü: “Şimdi biz de inşallah seçimden sonra tekrar müzeden isim olarak camiye çevireceğiz!” dediği hâlde neden bir yıldan daha uzun bir süre bekledi?

Burada birinci soruya verilecek cevap olarak 31 Mart 2019 Pazar günü yapılacak olan yerel seçim sonuçlarının Erdoğan ve partisi açısından kaybedilme riskinin görüldüğünü söyleyebiliriz. Muhtemeldir ki Erdoğan yaptırdığı anketlerde partisinin özellikle İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde belediye seçimlerini kaybetme riski ile karşıya olduğunu gördü ve Ayasofya’nın yeniden camiye çevrilmesi vaadi üzerinden oy oranını yükseltmek istedi. Ancak hem 31 Mart tarihinde yapılan seçimlerde hem de bu seçimlerin YSK tarafından iptal edilmesine bağlı olarak tekrarlanan seçimlerde partisi İstanbul belediye başkanlığını kaybetti. Dolayısıyla çok kısa bir süre içerisinde Erdoğan’ın kendi ifadesiyle “bu oyunlara gelmeyelim” sözünün aksine bir açıklamada bulunmasının temel nedeni bu olsa gerek.

İkinci soruya gelince, Cumhurbaşkanı Erdoğan, kafasında olan planların neler olduğunu açık etmedikçe biz bilemeyiz, ancak tahmin yürütebiliriz. Burada ise birtakım tahminlerde bulunmak istemiyoruz ancak İstanbul belediye başkanlığı seçimlerinden günümüze kadar geçen süre içerisinde Erdoğan’ın konuşmalarını, tavırlarını, takip etmiş olduğu siyasetleri incelediğimiz zaman sürekli olarak pragmatist bir yaklaşımla meseleleri ele aldığını görürüz. Bu nedenledir ki Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması ile ilgili olarak olumlu ya da olumsuz anlamda sarf etmiş olduğu cümlelerin tümünde mevcut şartlara göre kendisi ve partisi açısından çıkarların nerede, ne zaman ve nasıl tahakkuk edeceği ilkesine göre hareket etmiştir. Dolayısıyla da bu esaslar çerçevesinde Türkiye’nin iç ve dış siyasi şartlarını ve daha başka hususları dikkate alarak birçok plan yapmış olması kaçınılmazdır. Bu kararların alınmasında ise kesinlikle İslâmi esaslar dikkate alınmamış, sadece insanların duyguları parti çıkarlarına ve şahsi çıkarlara evrilmek istenmiştir.

Üçüncü soruya gelince, yukarıda da belirttiğimiz gibi Erdoğan açısından önemli olan maslahatlardır. Özellikle her iki seçimde de AK Parti adayı Binali Yıldırım’ın seçimleri kaybetmiş olması Ayasofya gibi önemli bir kartın o dönem itibarıyla kullanılmasını gereksiz hâle getirmiştir. Ayasofya meselesini daha başka zamanlarda ve daha verimli olarak kullanmak üzere ertelemiştir. Seçim öncesi vermiş olduğu sözleri maslahata uymadığı için de yerine getirmemiştir.

Ancak aradan geçen bir yıldan daha uzun bir süre sonra bu hususta yeni gelişmeler yaşandı. “Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği” 2016 tarihinde "Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine yönelik Bakanlar Kurulu kararının iptali" istemiyle Danıştay'da dava açmıştı. Ancak mahkeme yaklaşık dört yıl sonra bu davayı ele aldı ve 2 Temmuz 2020 tarihinde duruşma gerçekleştirildi ve 10 Temmuz 2020 tarihinde Danıştay 10. Dairesi, Ayasofya'nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını “Ayasofya'nın vakıf senedindeki cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığını” belirterek iptal etti. Bunun üzerine 2729 numaralı Cumhurbaşkanlığı Kararı ile Ayasofya, Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek tekrar cami statüsüne dönmüş oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadelerinde yer alan “Bu işin bir siyasi yanı var… Bu oyunlara gelmeyelim. Biz ne zaman, neyin, nasıl yapılacağını çok iyi biliyoruz.” ve Erdoğan’ın daha önceki konuşmalarında söylediği “bazı planlarımız var, bu planları da uygulamaya koyacağız” cümlesinin bu günlerle alakasının bulunduğu ortaya çıkıyor. Bir başka ifade ile kafasında var olan planların uygulanmasında içerisinde bulunduğumuz iç ve dış şartlar onu Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasında böyle hızlı bir şekilde karar almaya yöneltmiştir.

Ancak burada önemli bir soru gündeme gelmektedir. Acaba Erdoğan 31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde yaptığı açıklamalarda olduğu gibi sadece iç siyasette yaşanan gelişmeler nedeniyle mi Ayasofya’nın müzeden camiye çevrilmesi kararını aldı, yoksa böylesi bir karar almasının arkasında dış siyasette yaşanan gelişmelerin de etkisi var mıdır?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pragmatist yaklaşıma sahip birisi olduğunu ve içerisinde bulunduğumuz günlerde de bir erken seçimin yapılması ihtimalinin yüksek olmadığı dikkate alınırsa, Ayasofya’nın müzeden camiye çevrilmesinde hızlı hareket edilmesinin daha başka nedenlerinin bulunduğunu söyleyebiliriz. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:

a-      Türkiye’nin ve dünyanın içerisinde bulunduğu ekonomik krizler ve korona nedeniyle iş hayatında ciddi sıkıntıların yaşandığını hepimiz biliyoruz. Özellikle de Temmuz ayı itibarıyla altın ve döviz fiyatlarındaki hızlı yükselme dikkate alındığında, gelecek dönemde Türkiye ekonomisinde büyük çaplı ekonomik krizlerin meydana gelebileceği endişesi nedeniyle böyle bir adım atmış olabilir. Zira ekonomide yaşanması muhtemel krizler nedeniyle hem partisi hem de kendisi büyük çaplı oy kaybına uğrayabilir ve seçimleri kaybetme riski ile karşı karşıya kalabilir.

Zira Erdoğan liderliğindeki AK Parti döneminde Türkiye’de ABD-İngiltere savaşı çok hızlı ilerleme göstermiş, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana etkin olan İngilizler bu dönemde sürekli olarak mevzi kaybına uğramışlar ve uğramaya da devam etmektedirler. Ancak İngilizler, ne kadar kan kaybetmiş olurlarsa olsunlar mücadeleden vazgeçmeyerek, ellerinde var olan kozları tüm güçleriyle kullanmaya devam etmektedirler. Özellikle Londra finans piyasası üzerinden Türkiye ekonomisine yönelik saldırılarını sürdürmektedirler. Bu nedenle “Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu 7 Mayıs 2020 tarihli ve 5411 sayılı Kararı ile 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 93'üncü maddesi uyarınca, ikinci bir duyuruya kadar, yurt dışında kurulu BNP Paribas SA, Citibank NA, UBS AG'ye işlem yasağı getirmiştir.”[11] Yine BDDK’nın getirmiş olduğu sınırlamalar nedeniyle Londra swap piyasasında gecelik Türk Lirası faizi 1200’lü rakamlara çıkmıştır. Diğer taraftan ise İngilizler içeride CHP’nin liderlik ettiği millet ittifakı üzerinden de çalışmalarını sürdürmektedir.

Kısacası, özellikle dünya ve Türkiye ekonomisinde yaşanmakta olan gelişmelere bağlı olarak muhtemel bir erken seçime hazırlık olarak böylesi bir karar alınmış olabilir. Ancak şu an için yakın bir gelecekte bir erken seçim görülmediği gibi Erdoğan başta olmak üzere AK Parti tarafından da bu iddialar reddedilmiştir. Bu konuda seçim olacaksa Bahçeli’nin açıklamalarını beklemek gerekir.

b-     Türkiye’de yaşanmakta olan iç siyasi gelişmelere bakıldığında Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması kararına bağlı olarak oy oranlarının yükseltilmesi gibi bir gayenin tek başına dikkate alındığını söylemek zordur. Dolayısıyla bizim düşüncemize göre bu olayın hem iç hem de dış siyasetle bağlantısının olması kaçınılmazdır. İç siyasetle olan bağlantısı daha uzun vadeyi, yani normal şartlarda yapılacak olan 2023 seçimleri ile alakalıdır ki bu süre içerisinde nelerin olacağını bilmek imkânsızdır. Yani sadece Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasına bağlı olarak Erdoğan’ın oy potansiyelinin yükselmesi ve bunun da bu şartlarda seçimlere kadar sürdürülebilmesi garanti olan bir husus değildir. Bununla birlikte Erdoğan’ın her fırsatta bunu konuşacağı ve kullanacağı gerçeği de aşikârdır.

Meselenin Türkiye’nin dış siyaseti ile olan bağlantısına gelince: Bilindiği üzere Türkiye Amerika ilişkilerinde vekâletler savaşının varlığı söz konusudur. Türkiye, Suriye sahnesinde Amerika lehine büyük başarılara imza attığı gibi 2020 yılının başlarından itibaren de Libya sahnesinde son derece aktif bir şekilde Amerika lehine faaliyetlerde bulunmaktadır. Diğer taraftan Türkiye’nin Suriye’de takip etmiş olduğu siyasetler Suriye’li Müslümanların bir kısmı tarafından büyük bir hayal kırıklığı ile karşılanmış, kurtarıcı ve kahraman olarak gördükleri Erdoğan bu itibarını kaybetmiştir.

Ancak Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması -Mısır ve Suud yönetimleri ve onlara bağlı uşak hocalar tarafından verilen İslâm dışı yanlış fetvalar ve siyasi propagandalar hariç- İslâm dünyasının tümünde büyük bir coşku ile karşılanmıştır. Her şeyden önce Müslümanlar bundan büyük bir sevinç duymuşlar ve memnuniyetlerini dile getirmişlerdir. Bundan memnun olmayanlar ise İslâm'a, Müslümanlara ve Osmanlı Devleti’ne kin besleyen uşak yöneticiler ve onların medyalarıdır. Gerçekte Müslüman halklar bundan memnun olmuşlardır.

Dolayısıyla Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında yürütmekte olduğu siyasetlerde Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması ve arkasından başlatılan Hilâfet tartışmaları kullanılacaktır. Nitekim geçtiğimiz günlerde bazı haber kaynaklarında Yemen Islah Partisi’nden 200 kişinin Türkiye liderliğinde savaşmak üzere Libya’ya gittiğine yer verilmektedir. Erdoğan ile Yemen’deki Islah Partisi arasında ciddi iş birliği ve yardımlaşma bulunmaktadır. Muhtemelen önümüzdeki günlerde Türkiye daha önce Suriye ve Libya’da uygulamış olduğu siyasetleri Yemen’e de kopyalayacak ve aynı rolü orada da Amerika lehine kullanacaktır.

Özetle: Gerek Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasının ve gerekse arkasından başlayan Hilâfet tartışmaları ile kısa ve uzun vadeli iki hedef amaçlanmıştır.

Bu meselenin kısa vadeli hedefi, Türkiye-Erdoğan tarafından Suriye’de, Libya’da, Yemen’de ve İslâm dünyasının daha başka bölgelerinde yürütülen faaliyetlere katkı sağlamasıdır. Dış siyaset açısından bu meselenin önemli bir yanı ise Türkiye-Yunanistan ve bu bağlamda Avrupa Birliği ülkeleri ile ilişkilerde yaşanan gelişmelerdir. Nitekim Ayasofya’nın ibadete açılması ile ilgili ilk gelişmelerden itibaren Yunanistan’dan bu meseleye karşı sesler yükselmiştir. Çünkü bu hususun Yunanistan’ı rahatsız eden yönleri bulunmaktadır.

Bu meselenin uzun vadeli hedefi ise Türkiye’nin iç siyaseti ile alakalıdır. Seçimler ister zamanında yapılsın isterse daha önce yapılmış olsun Erdoğan Ayasofya’nın yeniden ibadete açılmasını mümkün olduğu kadar verimli bir şekilde kullanmaya çalışacaktır.



[2] İstanbul’un Fethinden Sonra Ayasofya Kilisesinin Camiye Çevrilişi, Said ÖZTÜRK İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. 1, s. 262-263; Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, s. 387-390.

[3] TDV, Ayasofya maddesi.

[8] a.a. 24.03.2019

[9] yenişafak.com. 9 Haziran 2020

[10] haberler.com 17 Haziran 2020


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz