Kapitalizmin hâkimiyetindeki dünyada ekonomik sorunlar da diğer sosyal
sıkıntılar gibi insanlığın başlıca problemleri olarak barizleşmekte bugün.
İnsanlar geçim sıkıntısından yakınmakta, gelirlerinin yetersizliğinden biçare
alternatif gelir kaynakları aramaktalar. Bu durumdan mustarip olan milyarlar
bir kenarda inim inim inlerken, diğer tarafta ise bir avuç “mutlu azınlık”
günlerini gün etmenin peşinde maalesef. Ülkede satılan ekmeğin fiyatından
bihaber, yaşadıkları topluma çook uzak bir vaziyette zevk ve egolarının peşinde
ömür tüketen bu zevat bir yanda duradursun; biz, dünyanın tüm yükünü
omuzlarında taşıyan diğer tarafa gözlerimizi çevirelim ve bakalım bu yoksul
çoğunluğun hâli pür melaline…
Evet, bu yorgun ve yılgın kalabalığın fertleri, dünyanın tüm yükünü
omuzlarında taşımalarına rağmen parasız-pulsuz; kimisi karın tokluğuna kimisi
de bundan daha azına mahkûm bir hâlde yaşamaktadır. Fakat kapitalizme
sorarsanız, her bir ferdin en az on binlerce dolar, yıllık geliri olduğunu
söyleyecektir size. Zira kapitalist iktisat sisteminin esasi hesaplama
modellerinden biri olan ‘Gayri Safi Milli Hâsıla (GSMH)’ya göre yapılan “kişi
başına milli gelir” hesabı, bunun böyle olduğunu(!) yani o belde üzerindeki
her bir ferdin en az on binlerce dolarının olduğunu -kâğıt üzerinde- ortaya
koymaktadır. “Peki, gerçekte nasıl?”, derseniz; “cebinize,
cüzdanınıza bir bakın”, derim; gerçek orada!
O halde nedir bu “GSMH”, “Kişi Başına Milli Gelir” ve neden, kâğıt
üzerinde aylık binlerce dolarımız var(olduğu söylenir)ken gerçekte asgari
ücrete talim ettiriliyoruz?
Gayri Safi Milli
Hâsıla (GSMH)
GSMH (Gayri Safi Millî Hâsıla), bir ülke vatandaşlarının verilen/belli
bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para birimi
karşılığındaki değerinin toplamıdır, diye tarif edilmekte.
"Vatandaşlık" ayrımının yapılmasındaki sebep ise onun GSYİH'den
farklı olduğunu belirtmek için.[1]
Gayrisafi yurt içi hâsıla (GSYİH) da -GSMH'den farklı olarak-, bir ülke
sınırları içerisinde belli bir zaman içinde, üretilen tüm nihai mal ve hizmetlerin
para birimi cinsinden değeridir. Bu tanımda geçen “belli bir zaman”; bir ay, üç
ay ya da bir yıl olabilir. GSYİH genellikle bir yıl için ele alınır. Nihai mal
ve hizmetler ise üretilen toplam mal ve hizmetlerden üretim için kullanılan ara
mallar düşüldükten sonra geriye kalan değerdir.[2]
1990'ların başından itibaren, küreselleşmenin ivme kazanıp, üretim
faktörlerinin ve sermayenin, ülke sınırlarının dışına taşması sonucu,
makroekonomik analizlerde ilgi, bir ülkenin yurttaşlarının gelirini ifade eden
GSMH yerine, bir ülkenin sınırları içerisinde yaratılan toplam geliri ifade
eden GSYİH üzerine yoğunlaşmıştır.[3]
Kişi Başına Milli
Gelir
Bir ülkenin gayri safi millî hasılası (GSMH), o ülkenin nüfusuna
bölündüğü zaman, kişi başına düşen GSMH bulunur. Aynı şekilde, bir ülkenin
gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH) o ülkenin nüfusuna bölündüğü zaman ise,
kişi başına düşen GSYİH elde edilir.[4]
Kapitalist iktisat sisteminin en dikkat çeken okuspokuslarından biri de
milli gelirin (GSMH/GSMİH) arttırılması meselesidir. Öyle ki “fert başına düşen gelirin artması için
milli gelirin artması gerekir” düşüncesi, müthiş bir illüzyondur. Zira
kapitalist iktisadi siyaset, insanın sınırsız ihtiyaçları ile sınırlı olan
tatmin vasıtaları arasındaki dengeyi kurmak anlayışı üzerine oturtulmuştur.
Dolayısıyla kapitalizm için esas olan üretimin arttırılmasıdır. Onlar; insanın
“bitmek bilmez” ihtiyaçları karşısında tükeneceği endişesi ile tatmin
vasıtalarının arttırılması için çalışılmasını yani üretimin arttırılmasını
salık verirler. Böylece milli gelirin artmasıyla kişi başına düşen gelirin de
artacağına inanılır. Bu vehimle güdüledikleri insanların daha da çok
çalışmalarını sağlamış olurlar.
Her ne kadar biteviye çalışmaya programlanmış bu insanların çabaları
sonucunda üretim artmış olsa da gerçekte ellerine geçen miktar, kişi başına
GSMH hesaplarında ortaya çıkan rakamın yanından bile geçmez. Peki, kendi “kişi
başı milli gelir”i artacak umuduyla canhıraş çalışılan insanların üretiminden
gelen kazanç kimlerin eline geçer? Sermaye sahiplerinin yani kapitalistlerin
yani sistemin sahibi bir avuç mutlu azınlığın…
Ama bu gösterilmek istenmez her nedense…
Zira kapitalistlere göre önemli olan; servetin kime, nasıl dağıtıldığına
bakmadan milli gelirin arttırılmasıdır ki bu onlar nezdinde kalkınmışlığın,
gelişmişliğin en önemli göstergesidir. Bu, illüzyon gösterisinde sahnede olan,
bize gösterilen şatafatlı yüzdür. Onlar bu GSMH üzerinden ülkenin ne kadar
kalkınmış olduğunu (ya da olmadığını) ifade etmektedirler.
Hükümetler ve siyasiler, bu GSMH ve kişi başına milli gelir olgusu
üzerinden ya kendilerine pay çıkarmakta ya da eleştiri oklarının hedefi
olmaktadırlar. Zira hükümet, genellikle GSMH’nin arttığından, kişi başı gelirin
de aynı şekilde yükseldiğinden dem vurarak; işlerin iyiye gittiğini, halkın
alım gücünün arttığını ispatlamaya çalışmaktadır. Muhalefet ya da sair
siyasetçiler de aynı olgular üzerinden ekonomideki bozuk gidişatı ortaya
koymanın çabası içinde olmaktadırlar. Zira kapitalistlere göre, “rakamlar
yalan söylemez!” Rakamlar yalan söylemez ama rakamlarla bir illüzyon
yapabilirsiniz. Mesela; Ekonomist Mahfi Eğilmez’in “Gelir Artışı İllüzyonu”
başlıklı makalesindeki şu satırlar dikkat çekicidir:
“2002
yılsonu ile 2013 yılsonu arasında: GSYH, 592 milyar dolarlık bir artışla 231
milyar dolardan 823 milyar dolara, kişi başına düşen gelirimiz 3.492 dolardan
10.897 dolara yükselmiş bulunuyor.
Demek ki bu 11
yıllık dönemde kişi başına gelirimizi 7.315 dolar (3,1 kat) artırmışız.
2002 yılsonu ile
2013 yılsonu arasında: Kamu kesimi iç borcu yaklaşık 160 milyar dolar,
Türkiye’nin toplam dış borç stoku yaklaşık 250 milyar dolar, hanehalklarının
kredi borcu 150 milyar dolar artmış bulunuyor. Bunlara, Cumhuriyetimizin 80
yılında yapılan kamu kuruluşlarının ve arsalarının bu dönemde özelleştirilmesinden
elde edilen 50 milyar dolarlık özelleştirme gelirini de eklersek 610 milyar
dolarlık kaynak toplamına ulaşırız.
Bu 11 yıllık
dönemde özelleştirme gelirlerini bir kenara bırakırsak kamu kesimi ve
hanehalklarının toplam borcu 495 milyar dolar artarak 210 milyar dolardan 705
milyar dolara yükselmiş görünüyor. Artış oranı 3,4 kata ulaşmış. Nüfusumuzun
yaklaşık olarak 6 milyon arttığı aynı dönemde kişi başına düşen borç miktarı da
kabaca 6.400 dolar artarak 3.000 dolardan 9,400 dolara yükselmiş yani 3 kat
artmış bulunuyor.
GSYH, akım
kavramdır. Yani her yıl tekrarlanır. Buna karşılık borç stoku, özelleştirme
gelirleri gibi kavramlar stok kavramlardır. Yani ele alınan dönemde geçmişten
beri gelen birikimi gösterir. Dolayısıyla yukarıdaki karşılaştırmalardan
hareket ederek ‘son 11 yılda GSYH 592 milyar dolar artmış bu da borçlardaki 610
milyar dolarlık artıştan gelmiş’ demek mümkün değildir. Çünkü GSYH bu yıl da
önümüzdeki yıl da bu miktar dolaylarında kalmaya hatta yükselmeye devam
edecektir ama borç stoku aynı şekilde artmayabilir.
Buna karşılık
borçların ve özelleştirme gelirlerinin bu kadar artması kuşkusuz GSYH’nın
yükselmesine ivme kazandırmış en önemli itici güçtür. Üstelik bu hesaba 2B
gelirleri ve benzeri bir seferlik gelirler de eklenmemiş durumdadır.
Son 11 yılda
geldiğimiz durumu bu çerçevede özetlememiz gerekirse kişi başına gelirimiz
7.315 dolar artarken kişi başına düşen borç miktarı da 6.400 dolar artmış
bulunuyor.”[5]
Kapitalist iktisadi
sistemin rakamlar üzerinden yaptığı illüzyonlar saymakla bitmez fakat
ekonominin iyiye gidip gitmediğinin, kişi başı gelirin artıp artmadığının en
yakın şahidi yine kendimiziz. Hesaplamalar yoluyla artmış gibi gösterilen
gelirimizin, başka hesaplamalarla yine elimizden alındığının şahitleri de
biziz. Yani kısaca sistem, halkına sağ eliyle verdiğini sol eliyle alıyor.
Bir de bu GSMH’nın dağıtımı meselesi var ki işte orası, illüzyon
gösterisinin sahne arkasındaki hile kısmıdır. Sahne arkasını göstermemek,
geçiştirmek suretiyle el çabukluğu yapılan bu mesele yukarıda da geçtiği üzere
kapitalistlerin suyun akarını kendi ceplerine çevirdikleri yataktır. Onlar,
halk bu milli gelirin ne kadarını alabiliyor, bundan nasıl faydalanıyor,
meselesini gündemlerine almazlar. Hâlbuki bilindiği üzere kapitalizmin yine bir
başka esasi ilkesi, ferdiyetçi anlayışıdır. Ama bu gelirin dağıtımı meselesinde
ferdiyetçi değil toplumcu bakar meseleye. Yani “acaba her bir fert bu
gelirden eşit ya da adaletli bir şekilde faydalanabiliyor mu?” diye sormaz;
bu noktada ferdin mutlu olup olmadığını araştırmaz. Çünkü böylesi bir araştırma
kapitalistlerin işine gelmez; sömürüyü esas alan çarklarını kendi elleriyle
parçalamalarına sebebiyet verir. O sebepten bu meseleye toplumun geneli
açısından bakarlar; fert bazında değil.
Zaten fert bazında insanların geçimi, milli gelirden elde etmeleri
gereken miktar hususunda az-biraz endişeleri olsa idi, insanlara/işçilere
asgari (ölmeyecek kadar) yaşam imkânı sağlayan, “asgari ücret” adını
verdikleri bir ücretlendirme modelini reva görmezlerdi.
Asgari Ücret
“Asgari ücret veya
minimum ücret, işçilere bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin
gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım, kültür vb. gereksinimlerini günün fiyatları
üzerinden en az düzeyde karşılamaya
yetecek ücret” şeklinde tarif edilebilir. Asgari
ücret günlük hesaplanır, genellikle aylık ödenir.[6]
Türkiye’de “Asgari Ücret Tespit Komisyonları” tarafından belirlenen
asgari ücret, son zamla birlikte yüzde 14.2 artışla 2018 yılı için brüt
2.029 TL, net 1.603 TL oldu.
Çalışanlara ödenecek ücret konusu toplumun ekserisinin ücretli/işçi
olduğu düşünüldüğünde daha bir önem kazanmaktadır. Girişte de söylediğimiz gibi
kapitalizmin zulmü altında inim inim inleyen halkın mağduriyetinin maksimum
düzeyde giderilebilmesi umuduyla insanların beklentisi de yüksek ücretli bir iş
bulmak olarak barizleşiyor.
Uluslararası
Çalışma Örgütü (ILO) tarafından hazırlanan sözleşmelerde 26 no’lu “Asgari
Ücret Belirleme Yöntemi Sözleşmesi”nde geçen asgari ücret, Türkiye’ye
has bir uygulama değil, uluslararası karşılığı bulunan bir kavramdır.
4857 sayılı iş
kanunu tarafından korunan ve dünyanın bazı bölgelerinde kutsal ücret olarak
da tanımlanan asgari ücret, yine bu kanuna göre en geç iki yılda bir yeniden
değerlendirilir ve güncellenir.
Türkiye’deki Asgari Ücret Tespit Komisyonu; Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’nın tespit edeceği üyelerden birinin başkanlığında; •Bakanlık Çalışma
Genel Müdürü veya yardımcısı, •Bakanlık İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürü
veya yardımcısı, •Devlet İstatistik Enstitüsü Ekonomik İstatistikler Dairesi
Başkanı veya yardımcısı (İşgücü, Hizmetler, Fiyat İstatistikleri ve İndeksler
Dairesi Başkanlığı), •Hazine Müsteşarlığı temsilcisi, •Devlet Planlama
Teşkilatı Müsteşarlığından konu ile ilgili dairenin başkanı veya yetki vereceği
bir görevli, •Bünyesinde en çok işçiyi bulunduran en üst işçi kuruluşunun
değişik işkolları için seçeceği beş temsilci, •Bünyesinde en çok işvereni
bulunduran işveren kuruluşunun değişik işkolları için seçeceği beş temsilciden,
kurulur.[7]
Asgari (yaşama)
ücretin(in) tespit edildiği bir komisyonda işveren temsilcilerinin ne işi
olduğu sorusu akla gelebilir zira kapitalizm, işçilerden ziyade işverenlerin
(kapitalistlerin) rızasını önceleyen bir sistemdir. O sebepten işverenin rıza
göstermediği bir ücretin işçilere takdir edilmesi düşünülemez.
İdeolojik bakış
İşçi-işveren arasındaki ilişkide işçiye ödenecek ücret konusunda
kapitalistler ve komünistler birbirlerinden ayrılmışlardır. Kapitalistler,
ücretin takdiri hususunda işçiye doğal ücret verilmesini doğru bulmuşlardır.
Onlara göre doğal ücret, asgari seviyede işçiye yetecek geçim düzeyidir. Bu
ücret, hayat şartlarındaki yükselme ya da düşüşe göre artıp azalabilir. Onlar
işçinin ücretini, emeği ile sağladığı fayda açısından değil de yaşamak için
gerekli olan harcamaları zaviyesinden değerlendirdiler. Çünkü onlar, icareyi/iş
akdini, satış üzerine bina ettiler. Bu da ihtiyaç maddelerinin fiyatlarının
ücretlinin ücretine tahakküm etmesine yol açtı. Bu sisteme göre, yani ücretlinin
alacağı ücretin yaşam seviyesi esas alınarak tespit edildiği sistemde
ücretliler, içerisinde yaşadıkları topluma göre asgari düzeyde muhtaç oldukları
ihtiyaçlarını karşılayabilecek kadar sınırlı bir mülkiyete sahip olacaklardır.
Elde ettikleri bu ücret ister, İslâm beldeleri gibi fikren geri kalmış
ülkelerdeki ücretlilerin durumu gibi yalnızca onların temel ihtiyaçlarını
karşılayabilecek bir şekilde olsun, isterse Amerika ve Avrupa gibi fikren
ilerlemiş ülkelerdeki ücretlilerin durumu gibi hem temel ihtiyaçlarını hem de
lüks ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir durumda olsun, bu uygulama apaçık bir
zulümdür ve ücretlinin durumuna ters düşmektedir.
Komünistler de icareyi satış
üzerine bina etmelerine rağmen onlar ücretlilere, "herkese gücüne yani kudretine ve çalışması oranına göre"
kuralına göre kişinin ürettiği ürün miktarına göre ücret verilmesini doğru
gördüler. Ne halde olursa olsun bu da apaçık zulümdür. Çünkü işçinin ürettiği
malın piyasa fiyatının düşmesi nedeniyle üretimde de düşme olursa ücretliye
zulmedilmiş olur. İşçi bazen kendine yetecek seviyede bir ücrete sahip
olamayacağı için sıkıntıya düşecek ve işi terk edecektir. Diğer taraftan
işçinin ürettiği malın piyasa fiyatlarının yükselmesine bağımlı olarak üretim
artarsa bu durumda da işverene zulmedilmiş olur. Çünkü işveren kazandığı kârı
hak etmediği hâlde işçiye vermek mecburiyetinde kalır. Bu nedenle ücretin
belirlenmesinin işçinin yani ücretlinin ürettiğinin piyasadaki satışı ile
bağlantılı hâle getirilmesi zulümdür. Üstelik ücretlinin durumuna da terstir.[8]
Mesele şu ki, ihtiyaç
maddelerinin fiyatlarını belirleyen piyasadır. Ücretli ise ihtiyaçlarını
gidermek için harcama yapmak zorundadır. Bu kaçınılmazdır zira adı üstünde;
ihtiyaç. Fakat yukarıda da açıklandığı üzere beşerî ideolojiler, ücretlinin
ücretini belirlerken ya ücretlinin üretim kapasitesini ya da ihtiyaçlarını
karşılayabileceği en asgari limiti baz almışlardır. Hâlbuki bu hatalı bir bakış
açısıdır. Ücretli ya da işçiye verilecek olan
ücret, muhatapların kendilerinin belirleyeceği bir miktar olmalıdır. Bunu da
genellikle piyasa belirlemektedir.
Peki, taraflarca belirlenen
ücret, ücretli ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin ihtiyaçlarını karşılayamaya
yetersiz kalırsa ne olacak? Böyle bir durumda bakılır: Bu ihtiyaçlar, temel
ihtiyaçlardan ise bunu karşılamakla görevli olan zaten devlettir. Devlet;
tebaanın temel ihtiyaçlarını temin etmekle mükelleftir. Dolayısıyla
karşılanamayan bu zorunlu/temel ihtiyaçları devlet karşılamak durumundadır.
Eğer ihtiyaçlar, lüks ya da ikincil/tali ihtiyaçlar ise devlet
hazinenin/beytülmalin durumuna göre bu ihtiyaçları da temin etme noktasında
kendisini sorumlu görür. Tabii ki bu çözüm, ancak ve ancak hayata İslâm akidesi
zaviyesinden bakan İslâm Devleti’nin uygulayabileceği bir çözümdür. Zira bu
çözüm; İslâm’ın çözümüdür.
Çünkü İslâm, ihtiyaçları
karşılamada fert merkezlidir. Kapitalist iktisadi siyasetin esasında olduğu
gibi; kaynağın azlığı, kıtlığı zaviyesinden bakarak insanın ihtiyaçlarını ele
almaz.
Çünkü kapitalizmde ferdin ihtiyaçları değersizken sermayenin kazanımları
ve beklentileri değerlidir.
Çünkü İslâm, fertlerin temel ihtiyaçlarının tamamının karşılanmasını
gerekli görür. Müslüman-gayrimüslim, kadın-erkek, yetişkin-çocuk, akıllı-deli
gibi bir ayrıma tâbi tutmadan tüm fertlerin tek tek temel ihtiyaçlarını temin
eder. Bu sebeple İslâm bu kapsamda insan merkezlidir.
Çünkü İslâm’da, rızkı elde etmek için -şer’î hükümlerce yasaklanmamış
(haram kılınmamış)- her türlü çalışma mubahtır/serbesttir. Bu serbestiyet
içerisinde tüm fertler eşittir.
Çünkü İslâm, tüm ilişkilerde olduğu gibi fertler arasındaki ekonomik
ilişkilerde de yüce değerlerin (nefis, mal, nesil, akıl, haysiyet, ırz, devlet,
din) korunmasına önem verir.
Ezcümle; ana hatlarıyla
fasitliğini ifade etmeye çalıştığımız; GSMH, kişi başına milli gelir ve asgari
ücret hesaplamaları gibi kapitalist iktisadi siyasetin safsatalarına karşılık
İslâm’ın iktisadi siyasetinin köklü ve kapsamlı çözümlerini ortaya koymak ve
insanlara: “durun, bakın burada, sizin
dininizde tüm bu ve benzeri sorunlarınıza sahih çözümler var” diyebilmek
için elbette bu makalenin hacmi yetersiz kalmaktadır. Fakat engin İslâmi
kültürde mevcut bulunan nice eserler, gerek hacmiyle gerekse de keyfiyetiyle bu
yetersizliği giderebilecek mahiyettedir. Bize düşen; bu deryaya dalıp herhangi
bir meselede lazım olanı bulup çıkarmaktır.
[1] tr.wikipedia.org, https://goo.gl/UGDSAB
[2] tr.wikipedia.org, https://goo.gl/SuWUYw
[3] tr.wikipedia.org, https://goo.gl/UGDSAB
[4] tr.wikipedia.org, https://goo.gl/aiCVEM
[5]
Gelir Artışı İllüzyonu, Mahfi
Eğilmez
[6] tr.wikipedia.org, https://goo.gl/ddaTij
[7]
Asgari Ücret Yönetmeliği, Resmi Gazete (01.08.2004 sayı: 25540)
[8] İslâm’ın İktisâdî Siyâseti, AbdurRahman el-Malikî,
Köklü Değişim Yay. 2007
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış