YAPILMIŞ VE YAPILACAK TÜM ANAYASALARA İSLAMİ BAKIŞ

Mahmut Kar

Müslümanlar olarak bir asırdır hem Türkiye hem de diğer İslâmî beldelerde İslâm’dan uzak yaşıyoruz. Bireysel manada ibadetler konusunda hayatımızda İslâm var olsa da diğer tüm ilişkileri kapsayan kanunlar ve bu kanunların esasını teşkil eden İslâmî anayasa şu an yürürlükte değildir. Türkiye’de tamamen Batılı esaslara dayalı anayasa ve kanunlar uygulamaya konulurken, diğer beldelerin anayasalarında İslâmî terim ve terkipler kullanılmış, hatta İslâm’ın bazı kanunları uygulamaya da konulmuştur. Her halükârda ne Türkiye ne de başka herhangi bir İslâmî beldede İslâm, anayasa ve kanunlara kaynaklık teşkil etmiştir, İslâm akidesi, bunlarda esas alınmıştır. Bundan dolayı bugün için halihazırda hiçbir beldede İslâmî bir anayasa bulunmamaktadır.

Türkiye’de her alanda yaşanan Batılılaşma süreci Müslümanların hayata bakış açılarının, yaşam tarzlarının, ölçü ve kanaatlerinin, fikir ve duygularının değiştirilmesi ve Batı’ya ait nizamların (eğitim, sağlık, ekonomi, aile hayatı, sosyal ve siyasi vb.) tüm alanlarda tatbik edilmesiyle tamamlanmıştır. Hayatın içinde olan bütün bu alanlara, aynı şekilde hukuk sistemine de müdahale edilmiş ve tamamen değiştirilmiştir. İslâm hukuku yok sayılmış, yerine Batı’dan ithal “medeni” beşerî hukuk sistemi getirilmiştir.

Zaman içinde “reforme” edilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası şimdi bugün yeniden değişiklik için masada tartışmaya açıldı. Tartışmalar, “bu yeni anayasanın nasıl yapılacağı”, “kimlerin bu konuya dâhil edileceği”, “hangi maddelerin değişmeden kalacağı” konusunda yoğunlaşıyor. Anayasanın değişmesine karşı çıkanlar, değişimden yana olanlar hatta bir dönem anayasaya esastan karşı olanlar bile “bu değişiklik olsun” diyorlar. Anayasa değişikliği yapılırken tüm siyasi partilerin sürece dahil olmaları isteniyor, buna karşılık talepleri, siyasi beklenti ve çıkarları masada konuşuluyor ama anayasanın kaynağının akıl mı yoksa vahiy mi olacağı konuşulmuyor. Çünkü tartışma ve konuşma zemini doğru kurulmuyor. Dolayısıyla anayasa tartışmalarının hararetle sürdüğü bu dönemde bugüne kadar yapılanların gözden geçirilmesi hem Türkiye’de hem de diğer bazı ülkelerdeki anayasa yapma süreçlerinin ve yapılan anayasaların değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bu makalede, Türkiye’deki anayasa yapma süreçlerini kısaca hatırlatıp diğer bazı beldelerde yapılan anayasaları İslâmî bir bakış ile değerlendireceğiz.

Anayasalar, temsil ettikleri devletin yapısını ve şeklini yansıtırlar. Eğer bir devlet, laik ve demokratik bir yapıya sahipse o devletin anayasası da laik ve demokratik ilkelere dayalıdır. Eğer bir devlet, mezhepçi ve milliyetçi ise o devletin anayasası mezhepçi ve milliyetçi ilkelere dayalıdır. Yine eğer ki bu devlet, İslâmî bir devlet ise o devletin anayasası da İslâm akidesine, İslâm şeriatına ve ümmetçi ilkelere dayalı olur, öyle olmalıdır. Bir devletin İslâmî bir devlet olması için İslâmî akide üzerine kaim olması gerekir. Anayasanın, bütün kanunlarının ve devletin oluşumundaki her şeyin bu akide üzerine bina edilmesi gerekir. Aynı şekilde İslâm akidesine dayalı bu anayasasın maddeleri Kur’an ve Sünnet rehberliğinde sahabe icmaı ve şer’i kıyastan delillerle oluşturulması gerekir. Bugüne kadar yapılan anayasalara baktığımızda; bu esas ve ölçülere bağlı kalınmadığını rahatça görebiliriz.

Yemen ve İran Anayasalarına Bakış

“İslâm Devleti” olduğu vehmedilen, “İslâm şeriatını uyguladığı” söylenen İslâm beldelerinin hiçbiri, gerçekte ne İslâm Devleti’dir ne İslâmî bir anayasaya sahiptir ne de İslâm şeriatını uygulamaktadır. Bunu somutlaştırmak için Yemen ve İran devletlerini tek tek ele alalım…

•Yemen Anayasası:

Yemen anayasası incelendiğinde bu anayasayı hazırlayanların İslâm Devleti için bir anayasa hazırlamadıkları çok açık şekilde görülebilir. Bu anayasa, Müslümanlara şamil olmayan, Müslümanları kapsamayan ve onları tek bir yapı içerisinde eritmeyi esas almayan bir anayasadır. Hazırlanırken bölgesel ve vatancı bir yapı oluşturulmuş ve Yemen sınırları esas alınmıştır. Anayasanın maddelerinden birinde, “Bu anayasa Yemen anayasasıdır.” denilmiştir. Diğer başka maddelerde ise “devletin başkanı, bakanları, milletvekilleri ve meclisin azalarının Yemen asıllı olması gerektiği” belirtilmiştir. Anayasa maddelerinin birçoğunda “Yemen Ulusu” barizleştirilmiş, bayrak olarak “ulusal Yemen bayrağı” seçilmiş ve böylece vatancı, bölgesel bir ulus-devlet ortaya konmuştur. Yine bu anayasayı hazırlayanlar, İslâm akidesini anayasanın esası kılmayı bile düşünmemişlerdir. Anayasanın 3. Maddesinde, “İslâm şeriatının bütün kanunların kaynağı olduğu” ifade edilmesine rağmen anayasa yapımında ve maddelerinde bu madde göz önünde bulundurulmamıştır. Esasen bu madde, Yemen anayasasının tümüyle ve ayrıntılarıyla İslâm’la çatışan ve çelişen Batılı demokratik anayasalardan alındığını gizlemek için konulmuştur. Dolayısıyla Yemen anayasası için İslâmî bir anayasa demek mümkün değildir.

•İran Anayasası:

Bu anayasa daha çok, milliyetçi bir devletin yani İran Devleti’nin anayasası olarak hazırlanmıştır. Bunun için anayasada geçen birçok ibarede, “bu anayasanın İran Cumhuriyeti’nin anayasası olduğu”, “devlet başkanının, bakanların ve meclis üyelerinin İranlı olmalarının şart olduğu” ifade edilmiştir. Yemen anayasasında olduğu gibi devletin bayrağını “İran Ulus Bayrağı” olarak belirlenmiş, yazı ve haberleşmede Farsça, “resmi dil” olarak kabul edilmiştir. Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi bu anayasa, İslâmî bir devletin değil, aksine “bir milletin anayasası” olarak hazırlanmıştır. İslâmî bir anayasada milliyetçi hiçbir ibare bulunamayacağı gibi, bütün maddeler şer’î hükümlerden olmalıdır.

İran anayasası, İslâm akidesini esas almayı düşünmediği için haliyle maddeleri de İslâm akidesinden kaynaklanmamıştır. Bundan dolayı bu maddeler, Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın Kitabı ve Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünneti’nden alınmamıştır. Ancak bazı maddelerde İran’ın resmî dininin “İslâm olduğu” ifade edilmiştir. Bazı maddelerde tevhit nizamına, İslâm ahlak ve manasına işaret edilmiştir. Fakat anayasa hazırlanırken yasalaştırma ve kanun koyma yetkilerini millete veren, halkı tek yetki kaynağı kabul eden, Batılı demokrasi mefhumu düşünülerek hazırlanmıştır ki, Batı’daki tüm anayasalar, bu temel esasa göre hazırlanırlar. Onlara göre, bütün yetki milletindir. İşte İran anayasası da bu esas üzerinedir.

İran anayasasının “Birinci Bölüm Genel Esaslar” kısmında bulunan bazı maddeleri ve İkinci Bölümde bulunan ve uygulamada herhangi bir değer taşımayan “İran’ın resmî dini, İslâm’dır” ifadesinden başka, İslâm’a dair hiçbir şeye yer verilmemiştir. Devlet kademelerindeki yetki dağılımı Batılı demokrasilerdekinden farksızdır.

İran’ın Filistin meselesindeki ikiyüzlülüğü, Suriye’de yaptıkları, Afganistan ve Irak işgalindeki tavrı, İslâm’a dayalı ve İslâm’ın egemenliğini hedefleyen bir anayasa oluşturmamış olmasındandır. İran, dış politikasını mevcut uluslararası sisteme göre yürüten bir ülkedir. Zira Birleşmiş Milletler, İslâm İşbirliği Teşkilatı, BRICS ve Şangay üyeliği gibi kapitalist sisteme dayalı uluslararası ve bölgesel kuruluşlarla bağlantısı bulunmaktadır ve uluslararası ilişkileri İslâm temeline dayanmamaktadır. Onun hedefi, ulusal ve milli çıkarlarını gerçekleştirmektir. Bu çıkarları gerçekleştirmek için Şii mezhepçiliği yönünü kullanmakta ve hatta çıkarlarıyla çatışması halinde bu yönünü bile hiç umursamamaktadır. Halkının çoğunluğu Şii mezhebine mensup olan Azerbaycan ile olan ilişkileri bunun kanıtıdır: 1989 yılında Rusya’ya karşı ayaklandıklarında Rusya ile olan çıkarlarıyla çatıştığı için onları desteklememiştir. Yine 1993’te Azerbaycan’ın %20’sini işgal eden Ermenilere karşı da Azerileri desteklememiştir. Hatta, 2020’de topraklarını geri almaya başladıklarında bile bu desteğini göstermemiştir. Demek ki, anayasasında yazan “Şiilik” ve “Farisilik” ilkesine bile gerektiğinde uyulmamaktadır. Hakeza işgalci Yahudi varlığının Lübnan’a saldırmasına karşılık hiçbir adım atmamış, Lübnan’daki partisini adeta satmıştır. Dolayısıyla İran anayasasında, kendisini İslâm akidesi ile bağlayıcı bir madde bulunmadığı gibi bu anayasa, ümmetçi bir kuşatıcılıktan da uzaktır.

Türkiye’de Yapılan ve Yapılacak Yeni Anayasaya Bakış

1921 Anayasası ile başlayan Türkiye Cumhuriyeti anayasal sürecinde yapılan ilk iş, Allah’a ait olan egemenliği millete vermek ve yasama hususunda da “millet iradesinin temsilcisi” diye adlandırılan TBMM’yi tek yetkili merci kılmak olmuştur. Bu anayasa aynı zamanda, 101 yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin “tek sivil ve demokratik anayasası” olarak zikredilmektedir. İşte bu anayasa ile birlikte Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Medine’de kurmuş olduğu İslâm Devleti’nden bu yana ilk kez Allah Subhanehû ve Teâlâ’ya ait olan egemenlik ondan alınarak bir başkasına yani millete verilmiştir. Şüphesiz ki bu durum, ümmetin maruz kaldığı yıkımlardan yalnızca biridir.

[إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ أَمَرَ أَلَّا تَعْبُدُوا إِلَّا إِيَّاهُ ذَلِكَ الدِّينُ الْقَيِّمُ وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ] “Hüküm, yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”[1]

1924 Anayasası ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti resmen kurulmuş ve devletin yönetim biçimi “cumhuriyet” olarak belirlenmiştir. Anayasada, “egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu” vurgulanmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bu egemenliğin tek temsilcisi olarak kabul edilmiştir. Bu anayasada yapılan değişiklikler kapsamında, 1928 yılında “Devletin dini İslâm’dır” ibaresi çıkarılmış, 1937 yılında ise “laiklik” ilkesi anayasal bir hüküm olarak eklenmiştir.

1961 Anayasası, Türkiye’de ilk darbe anayasası olma özelliği taşımaktadır. 1960 Darbesi sonrasında kurucu meclis tarafından hazırlanan bu anayasa, halk oylaması ile kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Bu anayasa ile ilk defa “kuvvetler ayrılığı prensibi” anayasal bir düzenleme olarak getirilmiş ve uygulanmaya başlanmıştır.

1982 Anayasasına baktığımızda, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hâlihazırda uygulanan ve değiştirilmesi düşünülen ikinci darbe anayasası olduğunu görmekteyiz. Bu anayasada devlet, “demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti” olarak tanımlanmıştır. Devletin şeklini, dilini, başkentini ve rejiminin temel özelliklerini belirleyen ilk üç madde, 4. maddede belirtildiği üzere “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez” hükümleriyle korunmuştur.

Tüm bu anayasaların ortak özelliği, hazırlanma sürecinde “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemen gücünü teşkil ettiği” iddia edilen “millet iradesi”nin hiçbir şekilde rol oynamamış olmasıdır. Bu durum, devletin dayandığı temel ilkeler ile pratik uygulamalar arasındaki çelişkiyi açıkça göstermektedir. Bugün yapılmak istenen yeni anayasanın, önceki anayasalardan temel bir farkının olup olmayacağı, sunulan anayasa önerileri ve taslak çalışmalardan anlaşılmaktadır. Yeni anayasa çalışmalarında, anayasanın kaynağı açısından herhangi bir değişikliğin yapılması düşünülmemekte, yalnızca devletin yönetim yapısı, kurumların yetkilerinin sınırlarının belirlenmesi ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin şekli konularında değişiklikler önerilmektedir.

Ayrıca, kişisel siyasi çıkarların korunması amacıyla, anayasa metnine “bireylerin temel hak ve hürriyetlerine aykırı ya da belirsizlik yaratacak hükümler eklenmemesi gerektiği” ifade edilmektedir. Bu bağlamda, askerî darbe dönemine ait baskıcı anayasa yerine daha özgürlükçü bir anayasa önerisi, geniş bir uzlaşı ile gündeme gelmiştir. Din ve vicdan hürriyetinin tam ve sınırsız bir özgürlük çerçevesinde düzenlenmesi, medya özgürlüğünün anayasal güvenceye kavuşturulması ve medyaya sansürün kati şekilde yasaklanması, öncelikli öneriler arasındadır. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin kronikleşmiş hukuk sorunlarının çözümüne yönelik olarak adil, hızlı ve güvenilir bir yargı sisteminin anayasal güvence altına alınması önerilmektedir. Eğitim, öğretim, sosyal ve kültürel alanlarda da Avrupa standartlarına uygun düzenlemelerin yapılması hedeflenmektedir.

Anayasa önerileri üzerinde çalışan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler, önerilerin detaylarında tam bir mutabakata varamamış olsa da bu farklılıklar yalnızca nüans düzeyinde kalmaktadır. Üzerinde ittifak ettikleri temel konular ise yapılacak yeni anayasanın kaynağının insan aklı olması ve anayasa hazırlanırken laik ve demokratik esaslara bağlı kalınmasıdır. Bu iki husus üzerinde geniş bir uzlaşı sağlanmıştır. Tartışmaların geriye kalan kısmı ise Cumhurbaşkanlığı adaylık süreleri ve seçim barajında yapılması planlanan değişiklikler etrafında şekillenmektedir.

Bu süreçte, Türkiye’deki İslâmî sivil toplum kuruluşları, âlimler, akademisyenler, hukukçular ve tüm Müslümanlara düşen temel sorumluluk, anayasa yapım sürecinde dayatılan laik ve demokratik esasları reddetmek ve bu esaslara dayalı tüm önerilere karşı durmaktır. Müslümanlar bir anayasa yapacaklarsa bu anayasanın, kapitalizm ideolojisinin akidesi olan laikliği değil, İslâm ideolojisinin akidesi olan “La ilahe illaAllah” ilkesini esas alması gerekmektedir.



[1] Yusuf Suresi 40


Yorumlar

    Henüz yorum yapılmamış

Yorum Yaz