Allah Rasulü’nün daveti, Medine’de İslâm Devleti’nin kurulması sonrası davet
ve cihat yoluyla insanlar İslâm’a fevç fevç iman ettiler. Hilâfet Devleti, çok
kısa bir zamanda dünyanın birinci devleti haline geldi ve zamanın süper güçleri
Fars ve Doğu Roma imparatorluklarını dize getirerek, 6 asır boyunca cihat
meydanlarında yenilgi yüzü görmedi. Yalnızca Moğolların Bağdat işgali sonrası
1258-1260 yıllarında ümmet başsız kaldı. Bundan hemen sonra ümmet yeniden ayağa
kalktı, Hilâfet’i tekrar kurdu, yeniden dünyanın birinci devleti oldu ve tam
1293 yıl Hilâfet ile İslâm tatbik edildi.
3 Mart 1924 tarihinde Hilâfet’in ilgası ile tüm İslâm beldelerinde ya
tamamen ya da kısmen Allah'ın indirdiği hükümler kaldırıldı ve beşerî hükümler
tatbik edildi. Bu durum, her türlü cürmün işlenmesinin önünü açtı. Müslümanlar
tefrikaya düşürüldü, birlikleri kayboldu, saygınlıkları gitti, büyük günahlar
ve korkunç krizler yaşadılar. Bereket yerine bereketsizlik, hayâ yerine
ahlaksızlık, huzur yerine güvensizlik ve anarşizm yayıldı. Yeryüzünün neredeyse
her köşesinde Müslümanların canları, malları, namusları ve tüm kutsalları
çiğnenmeye başlandı. Mükemmel potansiyele, 2 milyar nüfusa sahip, onlarca
devlet olmalarına rağmen Müslümanlar ne Doğu Türkistan’daki soykırımı ne Arakan’daki
sürgünü ne Filistin, Irak, Afganistan, Yemen ve Suriye’deki katliamları ne
Afrika’daki açlığı ve sömürüyü ne Türkiye gibi ülkelerdeki Batılılaşmayı engelleyebildi.
Hilâfet’in kaldırılması, “ümmetin felaketi (nekbetu’l-ümme)” veya “İslâm’ın
felaketi (nekbetu’l-İslâm)” olarak tarif edildi.
Bütün bu yaşananlara rağmen İslâm ümmeti dinini terk etmedi,
düşmanlarının inanç ve değerlerine bağlanmadı. İslâm’a alternatif oluşturulan
beşerî ideolojilerden asla razı olmadı ve onlara karşı her zaman uyanık olmaya
çalıştı. İslâm hem inanç hem de nizam olarak Müslümanların gündeminde ve
hayatlarında her zaman var oldu. Müslümanlar, İslâm’a ne kadar muhtaç olduklarını
ve başka bir nizamın hayatlarındaki sorunlarını çözmeyeceğini her geçen gün
daha iyi anladı. Bu hayat nizamını tatbik edecek otoritenin Hilâfet olduğunu
artık biliyorlar. Hilâfet’e duyulan özlem, her geçen gün artarak devam ediyor.
İslâm ümmeti, mükemmel bir hayat nizamına sahip yeryüzünün en hayırlı
ümmetidir. Bu ümmetin her bir ferdi, insanlığı hidayet ile değiştirme sorumluluğunu,
zulme engel olma, ümmet olma, dünyanın liderliğini elde etme gibi hedefleri,
Allah Rasulü’nden öğrenmiştir. İslâm’ı araştıran hiçbir Müslüman bugün içinde
bulunan beşerî rejimleri kabul edemez ve Hilâfet’i ister. Bu ümmetin fertleri,
daha doğumunda “Allahu ekber” kelimesini işiten, öncelikli olarak kelime-i Tevhid’i
öğrenen ve bu kelimeye insanları çağıran fertlerdir ki bunların; yeme-içme,
aile ilişkileri ve sosyal hayata ait hükümleri uygulayacak Hilâfet’i istemesinden
daha doğal ne olabilir? Allah’ın hükümlerini talep etmek, zifiri karanlığa
boğulmuş insanlığın tek kurtuluşudur. Yeryüzü bu kutlu müjdeye hasret
durumdadır. Bu, Müslümanların değil tüm insanlığın talebi haline gelecek
hakikattir. İşte Endonezya’dan Fas’a kadar bu ümmetin her bir ferdi, 100 yıldır
Hilâfet’i özlemektedir.
İslâm ümmetinin meselelere beraberce sevinip beraber üzülmeleri, yaşanan
vakalara ortak tepkiler vermeleri, aynı inanca sahip olmaları, “düşman” ve “dost”
tanımlaması, Hilâfet’i istediklerinin bir delilidir. Her türlü fitne ve
engellemelere rağmen insanlık içinde birbirine bağlı tek ümmet, Müslümanlardır.
Yeryüzünde hiçbir inanç ve nizam, toplumları birbirine bağlama, kardeş olma
noktasında İslâm gibi etki oluşturamamıştır. Bugün farklı devletlere, milletlere,
dile, örfe bağlı olan Müslümanlar bile birçok konuda birlikte hareket etmektedir.
Aynı Kitaba ve Peygambere iman ederek, onu ölçü almaktadır. Aynı kıbleye yönelerek
aynı vakitlerde namaz kılmakta, oruç tutmakta, bayram yapmakta ve kurban
kesmektedir. Yine Kur’an’a ve Allah Rasulü’ne yapılan hakaretlerde ve Suriye,
Doğu Türkistan, Filistin gibi meselelerde ortak tepki vermektedir. İşte bu
ümmet, her meselede çözümü birlik olmaya bağlamaktadır. Bu birliktelik ancak Hilâfet
ile mümkündür ve bu yüzden Müslümanlar, her meselede Hilâfet’e daha fazla özlem
duymaktadırlar.
İslâm ümmeti, yaşadığı krizlerden asla ümitsizliğe düşmemiştir. Üstelik
bu gibi durumların kendisine güç verdiği karaktere sahip yeryüzündeki tek
ümmettir. İslâm tarihi içinde Müslümanlar her daim İslâm’ı hayatta uygulanması
için canla başla mücadele etmiştir. Kafirlerin Haçlı saldırılarına, Moğol
işgaline rağmen mücadele ettiler ve zaferler elde ettiler. Osmanlı Hilâfet Devleti
kaldırılmadan önce küffarın topraklarımıza saldırdığı her cephede mücadele
ettiler. Beşikteki bebeklerini pazarda satma pahasına İslâm Devleti’ni korumaya
çalışan analar, canlarını ortaya koyan babalar ve elinde avucunda ne varsa
gönderen Müslümanlar bacılar, bu yolda şehit olan yüzbinlerce mücahit, Hilâfet’in
ne kadar önemli olduğunu hayatları ile gösterdiler. Bugün bu ümmet aynı fedakârlık
ve mücadeleyi Filistin, Çeçenistan, Irak, Suriye gibi tüm İslâm beldesinde
büyük bedeller ödeyerek göstermiştir. Dalga dalga yayılan ve güçlenen davet ve cihat
ruhu, bütün dünyanın dikkatini çekmiş ve böylece ciddi başarılar elde
edilmiştir. Bu mücadele, bu ümmetin Hilâfet’e sadece özlem duymadığını, bunun
için her türlü bedelleri de ödemeye hazır olduğunu ve hatta ödediğini göstermektedir.
Bu, İslâm ümmetinin yıkılışından 100 yıl sonra bile Hilâfet özleminin,
talebinin ve gayretinin neticesidir.
Geçen bir asırda kapitalist ideoloji, bütün uygulamaları ile tartışmaya
açılmış ve insanlık vicdanında yargılanmıştır. Bugün hiçbir toplum, Batılı
ideolojilerin insanlığı bütün yönleri ile mutlu edeceğini düşünmemektedir.
Özellikle Gazze’de yaşanan katliamlar, asıl katillerin Batılılar olduğunu bir
kez daha göstermiş ve hatta kapitalist ideolojiyi kendi halkları nezdinde
sorgulanır bir hale getirmiştir. Bu ideoloji, kan, gözyaşı ve zulümden başka
bir getirmemiştir. Krizler, stres, depresyon ve bunalımlar, daimî ızdıraplar ve
yaygın kötülükler, Batı nizamının neticesidir. Demokrasi ve özgürlükler
düşüncesinin hayal olduğu; adalet ve insan hakları tanımlamalarının aldatma
olduğu; milliyetçilik, ırkçılık gibi mefhumların fasitliği; kapitalizmin sömürü
ile ayakta durduğu; ahlaki, ruhi ve insani değerlerin yok edildiği gözler önüne
serilmiştir. Yine geçen yüzyılda kapitalizmin zulümlerine karşı ezilen
insanların umudu olan sosyalizm ideolojisi; sadece rejim olarak değil
zihinlerdeki varlığı bile yıkılmış, demir-pençe sistemleri tamamen yenilgiye
uğramış ve bir daha gelmemek üzere tarihin çöplüğüne atılmıştır. İşte hayat
nizamlarından memnun olmayan insanlık ve Müslümanlar için tek alternatif, İslâm
nizamını tatbik edecek Hilâfet Devleti’dir. Bu yüzden Müslümanların 100 yıllık Hilâfet
özlemi arttıkça artmaktadır.
Ümmet ile küresel dünya arasında cereyan eden mücadele, şüphesiz İslâm
ile küfür mücadelesidir. Ümmet bugün öncekinden çok daha uyanık ve tarihî
düşmanlarını hatırlamada daha şuurludur. Geçtiğimiz asırdaki Müslümanların
içindeki üzüntü, işgal ve ümitsizlik hali, bugün umut, gayret ve İslâmi canlılık
olarak değişmiştir. Müslümanlar, gerçek düşmanlarının sömürgeci kâfirler
olduğunu ve ideolojik bir mücadele vererek onu mağlup edebileceklerini de
anlamaya başlamıştır. Ümmet, sömürgeci devletlerin içerisinde bulundukları
refah seviyesinin, sömürgeciliğin fakir ülkelerden gasp ettiği servetler ve ganimetler
sebebiyle olduğunu, yoksa ideoloji ve sistemlerinin sahihliğinden olmadığını da
kavramıştır. Artık ibre, kâfirlerin aleyhine, Müslümanların lehine dönmüştür. İşte
bu hayırlı ümmet, meselesinin hakikatini idrak ederek Hilâfet’i talep etmekte
ve onun ikamesi için çalışmaya devam etmektedir.
Müslümanlar, 100 yıldır Hilâfet’i istiyor ve küfür devletlerinin yenilmesinin
imkânsız olmadığı artık görüyor. Dün, “büyük şeytan” Amerika ve Batılı
devletler hatta “İsrail” bile, yenilmesi imkânsız bir güç olarak görülüyordu. Ancak
Amerika’nın Irak’ta yaşadıkları, Afganistan’daki yenilgisi, Rusya’nın Ukrayna
karşısındaki acizliği, 7 Ekim Aksa Tufanı ve sonrasındaki amellerde işgalci
Yahudi varlığının hezimeti, kapitalist devletlerin “kartondan bir kaplan”
olduklarını gösterdi. Fertler ve cemaatlerle girdiği savaşta bile hezimete
uğrayan Amerika, Rusya, “İsrail”, İslâmi ümmetin kurduğu Hilâfet Devletinin orduları
ile savaşmayı göze alamayacak, aldığında da elim veren bir yenilgiyi
tadacaktır. Bunu bütün Müslümanlar artık görmektedir ve Müslümanlar içinde
milyonlarca genç, İslâm beldelerini kana bulayan bu kafirler ile mücadele etmek
için sabırsızlanmaktadır. Bunun ise ancak Hilâfet ile mümkün olduğunu
düşünmekte ve bu durum, Hilâfet’e olan 100 yıllık özlemi daha da arttırmaktadır.
Müslümanların Hilâfet olan özlemini sadece toplumların taleplerinde değil
analistlerin raporlarında da görmekteyiz. Kâfirlerin RAND, Hudson, Nixon Center
ve benzeri araştırma merkezi ve düşünce kuruluşları tarafından yayınlanan, Hilâfet’in
kurulmasının yaklaştığını gösteren raporlar, araştırmalar kafirleri harekete
geçirmiştir. Dün Rumsfeld, Bush, Blair ulusa sesleniş konuşmalarında ümmetin Hilâfet’e
olan isteğini dile getirmişler. Hatta bugünlerde, Hilâfet istediği için Hizb-ut
Tahrir, “özgürlükler ülkesi” olarak bilinen Almanya ve İngiltere’de yasaklanmıştır.
Putin, “Orta Asya’da bir İslâmi Devlet kurmak amacıyla laik rejimleri
yıkmaya çalışanlar var.” diyerek, bu özlemin varlığını dile getirmiştir. Kâfirlerin
aleni bir şekilde Haçlı savaşı ilanı ile açık tehditleri, Müslümanların 100 yıllık
Hilâfet özlemi nedeniyledir. İşte bunlar, kafirlerin iflas ettiklerini ve on yıllar
öncesinde çizdikleri tüm planların başarısızlığa uğradığını göstermektedir.
İslâm ümmeti, kendi topraklarında bağımsız otorite varmış gibi görünse de
gerçekte yönetimlerinin; Batı tarafından kontrol edilen, demokratik kapitalist
fikrî liderliği esas alan, küfür hükümleri ile hükmeden, askerî kuvvetlerini
uluslararası güçlere bağlayan, kültür işgaline uğramış yönetimler olduğunu
idrak etmiş durumdadır. Öyle ki, Gazze olaylarında ümmet bir vadide,
yöneticiler başka bir vadide yer almış ve ümmet, yöneticilere karşı tepkisini
en üst perdeden vermiştir. Yönetici ile yönetilen arasındaki güven bunalımı ve
yöneticilerin yönetilenlere liderlik etmedeki hezimetleri, ümmetin seçkin, uyanık
ve ihlaslı bir liderliğe muhtaç olduğunu bir kez daha göstermiştir. “57 liderin
bir halife etmediği” gerçeği, bir kez daha görülmüştür. Gazze ve diğer
beldelerimizde yaşananlar, İslâm beldelerinin birleştirilmesinin ve bağımsızlığının
ancak Hilâfet ile mümkün olduğunu da göstermiştir. İşte bu ve benzeri
gerekçelerle ümmet vahdeti arzuluyor ve çizilen suni sınırların kalkmasını istiyor.
İmkânı olsa mayınlı bölgeleri, tel örgülü duvarları yıkmak, aşmak ve yeniden
tek bir ümmet, devlet olarak Hilâfet’i kuracak.
Ancak bu imkân ümmete altın tepside sunulmuyor maalesef. Bu bir gerçek. Şu
da bir gerçek ki sömürgeci kafir Hilâfet’i, bu ümmete unutturmak için büyük harcamalarla
çok ciddi çalışmalar yaptı. Neyse ki ilgasının üzerinden çeyrek asır geçmeden Hilâfet’i
yeniden ikame etmek amacıyla dünya genelinde çalışan Hizb-ut Tahrir kuruldu da Hilâfet
projesini tüm dünyanın gündemine taşıdı. Daha sonraki yıllarda birçok farklı
kitle ve camia, Hilâfet’i kurmak veya ona davet etmek için çalışmalar yaptı;
yapılan çalışmalara destek verdi. Artık bugün Hilâfet’in gelmesini isteyenler,
birilerinin deyimiyle “3-5 kişi” veya “bir grup”tan ibaret değildir. Hilâfet
talebi, İslâm ümmetinin kucak açtığı kitlesel bir talep haline gelmiştir. Müslümanların
dünya çapında sergilediği faaliyetler, İslâm ümmetine cesaret vermiş, Râşidî Hilâfet
Devleti’nin kurulması noktasında ümitleri canlanmıştır. Yüzbinlerce Müslüman, Hilâfet’in
yeniden ikamesi için statları doldurmakta ve dünya, Hilâfet’in ayak seslerini işitmektedir.
Hatta Hizb-ut Tahrir, Hilâfet projesi için köklü ve kapsamlı hazırlıklar yapmış,
Hilâfet Devleti kurulduğunda tatbik edilecek; anayasa, iktisat nizamı, yönetim nizamı,
hukuk, eğitim, aile ve diğer konularında çalışmaları tamamlanmış ve bunları bir
proje olarak insanlığa sunmuştur. Bu çağrılar, 100 yıllık Hilâfet özlemi
nedeniyle dünya çapında ciddi karşılık bulmaktadır.
Türkiye’de en son yaşanan Hilâfet gündemi, bu gündeme destek veren her
camiadan binlerce Türkiyeli Müslüman, Hilâfet’e olan özlemi bir kez daha gösterdi.
Ümmet nazarında Hilâfet gündemi her geçen gün güçleniyor. 100 yıl sonra bile Hilâfet’in
konuşuluyor olması, ona olan ilgi ve tepkinin büyüklüğü, Hilâfet’in önemini gösteriyor.
Bunu dünya çapında yapılan araştırmalardan da görebiliyoruz. Washington’daki küresel
kamuoyunu araştırma enstitüsünün, Mariland Üniversitesi ile yardımlaşarak
Pakistan, Mısır, Fas ve Endonezya’nın olduğu dört İslâmi bölgede
gerçekleştirdiği bir araştırmada sorulan; “Şeriatı tatbik eden bir Hilâfet
Devleti gölgesinde mi yoksa demokratik bir sistem altında mı yaşamayı tercih
edersiniz?” sorusuna cevaplar; Fas %76, Mısır %74, Pakistan %79 ve Endonezya
%53 şeklinde, Hilâfet Devleti lehinde gelmiştir. Farklı ülkelerde bu anket
yapılsa belki oranlar değişebilir ancak talep aynı olacaktır. İşte bu cevaplar,
Hilâfet’e duyulan özlemin ne kadar büyük olduğunu apaçık göstermektedir.
İşte bunlar ve daha birçok mesele İslâm ümmetinin 100 yıllık Hilâfet özlemini,
bu özlemin Müslümanlar nezdinde daha da arttığını, kâfirlerin tuzak ve planlarının
başarısızlığını, Allah’ın izniyle batıl rejimlerin yok olmaya mahkûm olduğunu
ve Hilâfet’in kurulacağını gösteren önemli emarelerdir.
Zira Hilâfet, Müslümanların başındaki tacıdır,
sığındıkları bina, tüm farzların dayandığı ana sütundur; Müslümanları Kelime-i Tevhid bayrağı altında toplayacak olan şer’i metot
ve şer’i hükümdür. Müslümanların tek bir devlet, bayrak, lider ve ümmet olması
için Hilâfet, olmazsa olmazımızdır. Hilâfet, Allah’ın vaadi, Rasulü’nün müjdesi
ve İslâm ümmetinin tek kurtuluşudur. Allah’ın Müslümanlara vadettiği;
yeryüzünün yeniden İslâm’ın hakimiyetine boyun eğmesi, dinin bütün dinlere,
ideolojilere üstün gelmesi, Müslümanların yaşadıkları bu zulüm dolu günlerin
bitmesi, Müslümanların yeryüzünün halifeliği görevini üstlenmesi ve yeniden
yine nübüvvet metodu üzere Râşidî Hilâfet’in kurulması, Allah’ın takdir ettiği
bir zamanda Hilâfet ile olacaktır. Muhakkak ki Allah emrinde galip, dinine
yardım edenlerin yardımcısı ve koruyucusudur. Rabbimizden niyazımız; bu mübarek
davada ayaklarımızı sabit kılması ve bizleri yardımı ile muzaffer eylemesidir.
Temîm ed-Dâri RadiyAllahu Anh'tan, “Rasulullah SallAllahu
Aleyhi ve Sellem'in şöyle buyurduğunu işittim.” dediği rivayet edilmiştir:
[ليبلغن هذا الأمر ما بلغ الليل والنهار، ولا يترك اللّه بيت مدر ولا وبر إلا
أدخله هذا الدين يعز عزيزاً ويذل ذليلاً، عزاً يعز اللّه به الإسلام، وذلاً يذل
اللّه به الكفر] “Bu iş
(İslâm’ın hakimiyeti), gecenin ve gündüzün ulaştığı her yere mutlaka
ulaşacaktır. Allah, bu dinin girmediği ne kerpiçten bir ev ne de kıldan bir
çadır bırakmayacaktır ki azizi aziz, zelili zelil etsin. Allah’ın İslâm’ı aziz
kıldığı bir izzet ile ve Allah’ın küfrü zelil kıldığı bir zillet ile!”[1]
[يوم واحد في ظل حاكم عادل خير من ستين عاما
من العبادة] “Adil
bir yöneticinin gölgesindeki tek bir gün, altmış yıl ibadet etmekten daha hayırlıdır.”[2]
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış