Dünyanın en prestijli
koşularından biri olan Uluslararası Boston Maratonu'nun bitimi sırasında
meydana gelen patlamada 2 kişinin yaşamını yitirdiğini, 100'den fazla kişinin
de yaralandığını hepimiz hatırlıyoruz. Yine Başkan Obama’nın, Boston'daki
bombalı saldırıları düzenleyeni tespit ederek yaptıklarının bedelini
ödeteceklerini söylediğini hatırlıyoruz. Gerek görsel gerekse yazılı basının bu
konu üzerinde ne kadar durduğu ayrıca hafızalarımızda canlılığını koruyor.
Boston’da gerçekleşen bu patlama ve neticesinde 2 kişinin hayatını kaybetmesi
gündemdeki yerini o kadar korudu ki söylemler ve yapılan açıklamalarla zımnen
şu hissettirildi dünyaya; “bir Amerikalı dünya’ya bedeldir.”
Yukarıda serdettiğim cümleler
aklıma geliverdi, Banyas’taki katliamı ilk duyduğumda… Ve adres yine Suriye ve
yine Müslümanlar. Esed güçleri katliamlarına bir yenisini eklemek üzere Banyas
kasabasına fütursuzca saldırarak 1000’e yakın Müslümanı katletmiş ve tarihi bir
katliamın altına daha imzasını atmıştır. Aslına bakacak olursanız sadece Banyas
değil, şimdiye kadar katliam yapılan Müslüman beldeler ve katledilen binlerce
Müslüman aklıma geldi… Nasıl gelmesin ki?
ABD Başkanı zımnen bir
Amerikalının dünyaya bedel olduğunu haykırıyorken, Müslümanların başındaki
yöneticilerin nezdinde Müslümanların değeri nedir acaba? Akıtılan oluk oluk
Müslüman kanının bu yöneticiler katında hiç mi önemi ve değeri yok acaba? Bu
sorgulamam bütün İslâm coğrafyasına şümuldür. Evet, İslâm beldelerinde zulme
uğrayan, ırzları kirletilen, feryadı figan içerisinde inleyen Müslümanların hiç
mi değeri yok başımızda ki yöneticiler için? Mezkûr yöneticiler Rasullah’ın
“Nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki, bir Mümin’in katledilmesi, Allah
katında dünyanın yok olmasından daha azamdır ” hadisini hiç mi duymadılar?
Ama görülen bir hakikat var ki, o
da yöneticilerce Müslümanlara verilen değerin ispatı yapılan kıytırık
açıklamalardır. Başbakan Erdoğan, partisinin TBMM Grup toplantısında yaptığı
konuşmada, Suriye'de yaşanan olaylara değinirken, bu ülkede son derece trajik
boyut alan durumun, en son Banyas'taki soykırım girişimiyle tahammül edilemez
seviyeye ulaştığını söyledi. Erdoğan, şöyle devam etti: “Hele, altını çizerek
ifade ediyorum; Kerbela acısından yüreğinde zerre miskal taşıyan, kalbinde
zerre miskal Ehlibeyt sevgisi olan biri böyle bir vahşet sergileyemez.
Banyas'taki manzara en az Kerbela'daki kadar acıdır. Katiller de en az Yezid
kadar alçaktır.” (Anadolu
Ajans)
Bu duygu yüklü(!) sözler büyükçe bir tenakuzun
olduğunu ifşa etmektedir. Nasıl mı? Buyurun hep beraber sorgulayalım. Her
şeyden önce bugüne kadar Müslümanlara yönelik gerçekleşen zulümlere karşı
Başbakan Erdoğan’ın tutumu Arapların deyimi ile “ kellim kellim lâ yenfâ- söz
var ama hiç icrât yok” tan öte gitmemiştir. Bu da İslâm’ın nehy ettiği bir meseledir.
Allah Azze ve Celle Saf Süresinde şöyle buyurmaktadır:
“Yapmayacağınız şeyleri niçin
söylersiniz…”
Soruyorum Allah aşkına bugüne kadar
Müslümanların hangi derdine derman olmuştur Başbakan Erdoğan? Olmadığı gibi
köstek olmuştur her daim. Nasıl olurda yukarıda paylaştığım açıklamaları yapan
kişi aynı zamanda da uluslararası camia ile birlikte hareket ederek Suriye’de
daha fazla Müslümanın katledilmesine göz yumabilir?
Ve yine nasıl olurda Suriyeli Müslümanların
yanında olduğunu iddia eden bir kişi aynı zamanda Müslümanların razı olmadığı,
kerih gördüğü Demokrasi’nin pazarlayıcısı olabilir? Suriyeli Müslümanlara
destek çıkan muhlis Müslümanlara her daim sırt çeviren ve aynı zamanda ABD’nin
ve Batı’nın direktifleri doğrultusunda hareket edip batılılara kucak açan
Başbakan Erdoğan’ın bu tutumu ne ile izah edilebilir?
Bu sorgulama ve sunumdan hareketle Müslümanlara düşen sorumlulukları bir
kaç başlık altında hatırlatmak ve paylaşmak istiyorum. Şöyle ki;
1-Marufu Emretmek ve Münkerden
Nehyetmek Konusunda Müslümanların Mesuliyeti
Bir Müslümanın münkere karşı takınması gereken
tutumu İslâm tanzim etmiştir. Karşılaştığı herhangi bir münkere karşı
sergileyeceği tavır, İslâm’ın öngördüğü tavır olmalıdır.
-Bugün Müslümanların kanlarının
oluk oluk akıtılmasından daha büyük bir münker var mıdır?
-İslâm Ahkâmı’nın kitaplara
hapsedilip, hayatta esamesinin okunmaması başlı başına münker değil midir?
-Başımızdaki yöneticilerin
Müslüman kanı üzerinden pazarlık yapması, az bir menfaat karşılığında
kardeşkanı satması münker değilde nedir?
-Kafirlerin, Allah Azze ve
Celle’nin haram kılmasına rağmen, başımızdaki hain, ajan yöneticiler eliyle
Müslümanlar üzerinde yol bulmuş olması münker olarak yetmez mi?
Bunca münkerât işlene dururken biz
Müslümanlara düşen mesuliyet/sorumluluk ziyadesiyle fazladır. Zaten marufu
emretmek, münkerden nehyetmek Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın Müslümanlara
yüklediği başlıca bir sorumluluk ve katî bir emirdir. Fazla detaylandırmadan
birkaç delili zikredecek olursam şöyledir; Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle
buyurmaktadır:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar
birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, münkerden (kötülükten)
sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah'a ve Resulüne
itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz,
Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe 71)
Ebû Sâid el-Hurî Radiyallâhu Anhu’n rivâyet
ettiği bir hadiste Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur.
Zira ben Hz. Peygamber Sallallâhu
Aleyhi ve Sellem 'in şöyle söylediğini işittim:
“Sizden kim bir münker görürse (seyirci
kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da
gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu kadarı îmân’ın en zayıf mertebesidir.” (Müslim)
Başka bir hadiste Rasûl
Sallallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
Huzeyfe Radiyallâhu Anhu
anlatıyor: Resûlullah buyurdular ki:
“Nefsimi kudret elinde tutan
Zat'a kasem olsun ki, ya ma'rufu (iyiliği) emreder ve münkerden (kötülükten)
yasaklarsınız veya Allah'ın katından umumî bir belâ göndermesi yakındır. O
zaman yalvar yakar olursunuz da duanız kabul edilmez.” (Tirmizi)
Nasslar açıkça bir münker
karşısında kayıtsız kalınamayacağını beyân ederken, münkerin izalesi için
sergilenmesi gereken tutumu da sarahaten izah etmektedir. Ayrıca zâlim
sultan/yönetici karşısında marufu emretmek, hak sözü söylemek cihadın en
faziletlisidir. Zâlim yönetici karşısında işlenegelen münkere ve zulme karşı
hak sözü söylemeyi İslâm faziletli bir amel olarak saymıştır. Rasullah
Sallallâhu Aleyhi ve Sellem bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır:
“Şehitlerin efendisi Hamza İbn-u AbdulMuttalib
ile zalim yöneticiye karşı çıkıp ona nasihat ettiği için katledilen kimsedir.” (el-Hakim Müstedrik) Ve şöyle buyurmuştur:
“Cihadın en efdali, zalim
yönetici karşısındaki hak sözdür!” (el-Mu’cem-il
Kebir / Müsned-i Ahmed)
Bizlerde Köklü Değişim ailesi
olarak, Rabbimizin emri gereği hiçbir kınayıcının kınamasına aldırmadan,
zâlimlere hak sözü söylemeye, münkere karşı koymaya devam ediyoruz ve Allah’ın
izni ve inayetiyle devam da edeceğiz. Ve Müslümanlar üzerinde oynanan oyunları,
Müslüman kamuoyuna anlatmayı hız kesmeden sürdürüyor, inkilabî değişimin ancak
İslâm’ın hayata hâkim oluşuyla olacağını korkusuzca haykırmaya devam ediyoruz.
2-Müslümanın Diğer Müslüman
Kardeşine Karşı Mesuliyeti
Hiç kuşkusuz İslâm her alanda
Müslümanların ihtiyacına cevap verip tanzim ettiği gibi, bir Müslümanın diğer
Müslüman kardeşiyle olan hukukunu da tanzim etmiştir. Bir Müslümanın diğer bir
Müslümana olan alakasının keyfiyetini beyan etmiştir. Yani bunun manası şudur;
hiç kimse vesair amellerinde olduğu gibi Müslüman kardeşine olan mesuliyeti
konusunda da Şerî Hükmün dışında çözüm arayamaz. Bunları şunun için söylüyorum
aslında, bugün Suriye ve diğer beldelerdeki Müslüman kardeşlerimizle- ki onlar
Allah Azze ve Celle’nin “Muhakkak ki Müminler kardeştir” ayeti gereği
kardeşimizdir- alakamız nasıl olmalıdır? Başka bir ifadeyle onlar her gün
katliamın nesnesi olurlarken bizler seyirciler olmaya devam mı edeceğiz? Kella
böyle olmayacağız. Tam aksine kardeş olmanın gerekliliğini yapacağız:
-Ki o gereklilik, Müslüman
kardeşini düşmana teslim etmemektir.
-O gereklilik, Müslümanın
derdiyle dertlenerek sabahlamaktır.
-O gereklilik, Müslüman kardeşine
zulmetmemektir.
-O gereklilik, vahdetin emaresi
bir vücut ve vücudun azaları gibi olmaktır.
-O gereklilik, birbirlerine
kenetlenmiş bir binanın tuğlaları gibi yapılanmaktır.
Kardeşliğin keyfiyetini beyan
eden naslardan bazıları şöyledir;
Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve
Sellem şöyle buyurmuştur:
“(parmaklarını birbirine
kenetleyerek) Müminler birbirlerine kenetlenmiş bir binanın tuğlaları
gibidirler.” (Buhari)
Başka bir hadiste Rasullah
SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Kim Müslümanların işlerini,
dertlerini önemsemeksizin sabahlarsa bizden değildir.”
Ve yine şöyle buyurmuştur:
“Birbirlerini sevmekte,
birbirlerine merhamet etmekte ve birbirlerine sımsıkı sarılmakta müminler bir
vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsızlandığı zaman diğer azalar
da ateşlenerek ve uykusuzlukla ona icabet ederler.”
İşte kardeş olmanın
gereklilikleri ve gerekliliğin temellendiği nasslar bunlardır. Yoksa bugün
başımızda ki yöneticilerin yaptığı gibi, kardeşini düşmana teslim etmek değil.
Az bir pahaya kardeşkanı satmakta değil. Süslü sözlerle kardeşinin yanındaymış
gibi gösterip ona sırtını dönmekte değil. Hey hat ki hey hat!!
“Keşke bilselerdi…” (el-Ankebut 41)
3-Hilâfet Devleti’nin
Kurulmasında Müslümanların Mesuliyeti
Hilâfet meselesi bugün her
zamankinden daha fazla hayatiyet taşıyan bir mesele olarak karşımızda arz-ı
endam etmektedir. Hepimizin yakinen müşâhede ettiği gibi Hilâfet Devleti’nin
yokluğu ekseri Şerî Hükümlerin raflara kaldırılmasına neden olmuştur. Çünkü
İslâmî hükümlerin tatbik edilmesi, İslâm Risâleti’nin hidâyet ve nur kaynağı
olarak aleme taşınması ve de Müslümanların değerlerinin korunması siyâsî bir
otorite/devlet sayesinde mümkün olmuştur. Görüldüğü üzere devlet olmadan
bunların bir kısmını dahi gerçekleştirmek mümkün değildir. Buradan hareketle
biz Müslümanlara çok ağır sorumluluklar düşmektedir. Her bir Müslümana
kendisine beyat verebilecek bir Halîfe’nin icâdı için çalışması farzdır. Bunun
delili şu hadistir. Rasul Sallâhu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmaktadır:
“Kim itaatten elini çekerse,
Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allah’la karşılaşacaktır. Kim
de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.” (Müslim K. İmara H. No: 1851)
Bu hadisle Rasulullah Aleyhi’s
Salatu ve’s Selam bütün Müslümanlara bir halîfeye beyatı farz kılarak, boynunda
beyat olmadan ölen kişinin ölümünü “cahiliye ölümü” olarak tarif etmiştir.
Burada geçen beyat ancak bir halîfeye yapılandır.
Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s
Selam her Müslümanın boynunda halîfeye beyatın olmasını farz kıldı. Ancak
burada asıl farz kılınan her Müslümanın halîfeye beyat etmesi değil, kendisine
beyatın gerçekleşmesini sağlayacak bir halîfenin bulunmasıdır.
Hilâfet’in yeniden ikâmesi için
çalışmak isteğe bağlı bir mesele değildir. Başka bir ifadeyle Hilâfet’in
ikâmesi vesair farzlarda olduğu gibi farzdır. Hatta diğer farzların yerine
getirilebilmesi için Hilâfet meselesi farzların tacı konumundadır. Yani
Müslümanlardan her bir ferdin Hilâfet’in ikâmesi meselesinde mesuliyeti oldukça
fazladır.
Ezcümle, konuyu ilk giriş
cümlelerimle irtibatlandırıp sonlandıracak olursak, maalesef günümüzde dünyanın
yok olup gitmesinden daha azam olan Müslüman kanı heder edilirken, failleri
bilindiği halde hesabı sorulamıyor. Ama bir Müslümanı zâlimlerin elinden
kurtarmak için uzunluğu gözlerin ermeyeceği kadar olan orduların düzenlendiğine
ve bu ordulara hayırlı halîfelerin komutanlık ettiğine tarih şahittir.
O zaman hiçbir Müslümanın kanı
heder edilemezdi, edilmedi de… İnşaAllah bu yakın gelecekte yine aynısı olacak.
Kim bilir belki yarın belki yarından da yakın…
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış