Geçtiğimiz ayın başlarında
Suriye’de nüfusunun tamamı Sunni Müslümanlardan oluşan Tartus’un Banyas köyünde
tam da Esed’in yapacağı cinsten bir katliam gerçekleşti. Havadan ve karadan
kuşatma altına alınan köye Esed güçlerinin yaptığı saldırı çocuk, kadın, yaşlı
tanımaksızın herkese ölüm saçtı ve yüzlerce kişinin ölümü ve bir o kadarda evin
kullanılmaz hale gelmesiyle neticelendi. Hatta köyde mermi bombardımanında
yaralanarak kurtulabilmiş, bir soluk nefes ile yaşayan her kim kaldıysa
onlarında soluğu kesilmiş, başları gövdelerinden ayrılmış ve yaşamalarına izin
verilmemiştir. Özellikle korku seli oluşturarak infial uyandırmak için olsa
gerek, buldukları her çocuğu bebek büyük ayırt etmeksizin keserek, iç
organlarını çıkarmış bu şekilde caniliklerine bir yenisini daha eklemişlerdir.
Ülkenin sahil şeridini oluşturan
ve muhaliflere içeriden asker yetiştiren bir bölge olması, Banyas’ın aslında
seçilmiş bir bölge olduğunu gözler önüne seriyor. Aslında katliam Suriye halkı
için yeni bir şey değildi ama zamanlaması yahut gerçekleştiği yer itibariyle
siyaseten üzerinde durulması gereken bir hal aldı. Mesela Esad rejimi 2011
yılında kıyamın başladığı zamanlarda yine Banyas’ta neredeyse köyün tüm
erkeklerini meydanlara toplayıp ağır işkenceler uygulamış ve bulundukları
bölgeyi boşaltmalarını istemişti. Bu seferki saldırı artık birşeyleri isteyerek
değil zorlayarak yaptırmaya çalışmaktır. Zira artık Suriye halkının kolay lokma
olmadığı gün yüzüne çıkmıştır.
Meselenin siyasi önemine gelince;
Bu noktadan sonra Esad rejimi
düzenli ordunun yetmediği veya girmemesi gereken yerlere milis güçlerini
sokmaya başlamıştır. Bu milis güçler vur-kaç taktiğini kullanabilen aynı anda
toplanıp dağılabilen sokak çetelerinden oluşmaktadır. Cumhuriyetin ilk
yıllarında aynı tarzla savaşan ‘Kuva-yı Milliye’ciler bu çetelere örnek olarak
gösterilebilir. ‘Suriye Mukavemeti’ olarak adlandırılan bu milis güce
Türkiye’de ‘Acilciler’ denilmektedir. Suriye istihbaratı olan ‘El-Muhaberat’
faili meçhullerde, suikastlerinde bir çok kez Acilcileri kullanmıştır.
Peki Banyas katliamı ne ifade
ediyordu? Hafız Esad'ın çok uzun süre yardımcılığını yapan, oğlu Beşşar'ın ise
iktidara gelmesini sağlayan Abdulhalim Haddam, Banyas katliamı ile ilgili
konuştu. Haddam'a göre, Banyas'ta başlayan bu katliam, Beşşar Esad'ın sahil
bölgelerini Sünnilerden temizlemek amacıyla yaptığı bir katliamdır. Ülkedeki
savaşa duyarsız kaldıkları gerekçesiyle uluslararası kamuoyu ve Arap dünyasını
da eleştiren Haddam, ülkenin gittikçe kötüye gittiğini ifade ederek, ABD
yönetimine muhaliflere askeri destek verme çağrısında bulundu. Haddam ayrıca
Esad'ı etnik temizlik yapmakla suçladı. Katliamın yönetmenlerinden biri olan Acilciler
grubunun elebaşısı Mihraç Ural’ın katliam sonrası enkazların üstünden
söyledikleri şunlar oldu: “Banyas, hainlerin denize açılmasını sağlayacak tek
geçiş noktası. En kısa sürede kuşatılması ve temizliğe başlanması gerekir.
Suriye Mukavemeti’nin (Acilciler örgütünün) misyonu kuşatma ve temizlik. Bu
hafta içinde Banyas'ta vatani görevimizi yerine getirmek için sahaya inmemiz
gerekiyor. Herkes ne yaptığımızı görecek.’’
Gerçekten de bütün Müslümanlar
zalimlerin neler yapabileceğini gördü hatta Müslüman yöneticiler dahi bütün
çıplaklığıyla zulmün, işkencenin her türlüsünün kendi din kardeşleri üzerinde
uygulandığını gördü, seyretti hatta yetmedi en duygusal ifadelerle aşikâr etti.
İşte bu söylemlerden Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan’ın payına düşen
kısım: ‘‘Her kim alınırsa alınsın, hangi CHP yöneticisi alınırsa alınsın, hangi
ülke alınırsa alınsın kalbinde zerre kadar insanlık olan böyle katliam yapamaz.
Kerbela acısından yüreğinde zerre miskal taşıyan biri böyle bir vahşet
sergileyemez. Banyas’taki manzara Kerbela’daki kadar acıdır. Katiller de en az
Yezit kadar zalimdir. Hasan’a, Hüseyin’e ölümü layık görenleri Yezit ilan
edenler burada onların izinden gidenleri niçin Yezit ilan etmiyorlar. Onlar da
bir Yezit’tir.’’
Nusayriler için güvenliği
zedeleyici, muhaliflerin sınırdan geçişlerini kolaylaştıran ve rejim için
kangren halini alacak bu bölgenin rejim tarafından kotarılması gerekiyordu ve
kotarıldı. Bu konuda Suriye Ulusal Koalisyonuda, ABD’nin muhaliflere liderlik
yaptırmayı düşündüğü ÖSO komutanı Selim İdris ve Muaz El Hatip’te ümmetin
kalbine su serpecek tek bir hamle yapmadı, tek bir kelam etmediler. Çünkü ABD
olup bitenden son derece memnun ve bu yüzden de BM’i devreye sokmaya hiç gerek
yok. Zira Batılı devletlerin burnu kanasa hemen olay yerinde biten ve kanamayı
durduran Birleşmiş Milletler Müslüman kanı aktığında vampir olup kan içme
yarışına giriyor.
Sömürge imparatorluklarının yüz
yıllarca İslam topraklarında hayata indirmek istediği mezhep taasubu bugün Baas
diktatörlüğü ile nihayete ulaştı diyebiliriz. Banyas ile sınırlı kalmayan ve
Suriye’nin tamamını kuşatan zulüm çemberinin köşe taşlarını her ne kadar
ABD-Rusya gibi küfür devletleri tutsa da İran’ın da tüm gücüyle bu çemberde
tutunduğunu bilmemiz gerekir. Bu artık öyle bir çember ki ümmetin birliğini,
maslahatlarını ve zorluklarını düşünenler ile kendi köhnemiş taassuplarından
kurtulamayanların ümmet nezdinde ayrışmasını sağladı.
Böylece denklemin birinci
bilinmeyeni ortaya çıkmış olduysa da çözümü için elzem olan ikinci bilinmeyeni
de yani Reyhanlı’da yaşananlarında iç yüzünü bilmemiz gerekmektedir. Zira orada
da eylem sonrası ortaya çıkan tablo içimizdeki hainlerin yüzlerini görmemiz
açısından oldukça manidar. Başbakan’ın da ifade ettiği gibi Banyas’ta katliamı
kim yaptıysa Reyhanlı’da da aynı kişiler başrol oynadı. Bu gerçeği üstü kapalı
da olsa İçişleri Bakanı Güler’de itiraf etti. Muhalefetinde medyanında eleştiri
oklarına uğrayan hükümet, Reyhanlı saldırısında istihbarat konusunda bir kez
daha sınıfta kaldı. Ama ondan daha da önemlisi saldırı sonrasında da yetersiz
ve etkisizdi. Çünkü saldırının hemen akabinde hatta birkaç gün sonrasında bile
ilçede bulunan Suriyeliler ile ilçe halkı arasındaki kavga adeta iç savaşı
andırıyordu. Nüfusunun büyük çoğunluğu Sünni olmasına rağmen camilere yine aynı
çete elemanları tarafından saldırı düzenlendi ama devletin güvenlik güçleri bu
çetelere karşı bile güç yetiremedi. Çünkü bu çeteler görev verildiğinde
görevini en iyi şekilde yapabilmek için organize olmuş birliklerdir. Baas
rejiminin habis planları tıkır tıkır işlerken bu kayıpların arkasından kınama
yapmak, olayı araştırmayı vaadetmekle yetinmek içinde bulunduğumuz siyasi
basiretsizliğin delilidir. Bu meselenin kazanan tarafı olan Esad; bir taşla
birden fazla kuş vurmayı başarmıştır. Ama bu başarı onun zekasının veya
tecrübesinin değil, onun karşısında duramayan yöneticilerin siyasi
çökmüşlüğünün ürünüdür. Örneğin saldırıdan önce Suriye meselesi bizim iç
meselemizdir deyip Suriye’deki mağduriyeti sahiplenen başbakan Erdoğan Reyhanlı
saldırısı sonrasında ‘‘Bizi savaşın içine çekmek istiyorlar ama biz o tuzaklara
düşmeyiz’’ diyerek de zulme tarafsız kaldığını göstermiş böylece iki rolü
birden üstlenmiştir. Topluma liderlik edecek bir bireyin sıfatı önemli
olmaksızın doğru sözlü ve kararlı olması elzemdir. Aksi takdirde ben daha önce
ne demiştim diye düşünme gereksinimi ortaya çıkar.
Nihayetinde Esad birden çok
kazanım elde etti demiştik. Bunlardan biri Hatay’daki mültecilerin Türk
vatandaşları tarafından şiddetle muamele görmesi ve bulundukları bölgeleri
terke zorlanması. Esad en başından beri kendisinden kaçanları öldürmeyi
kafasına koymuş bu mültecilerin tekrardan ülkelerine dönmesi için birçok yol
denemişti. Şimdi Reyhanlı ilçesinde kendini koruyacak maddi gücü olan
Suriyeliler dışında ikamet eden kimse kalmadı. Yine Nusayri yoğunluğu olan
Hatay’ın Samandağı ilçesinden Türk vatandaşı olan çok sayıda Esad yanlısı
Reyhanlı’ya yerleşme planları yapmaktadır. Daha önce kendi mezhepdaşları(!)
için Lazkiye ve Şam şehirlerini yerleşim yeri olarak seçen Baas rejimi Hatay
ile olan sınırını da kendi güvenlik çemberine dolaylı da olsa katmanın hesabını
yapmaktadır. Aynı zamanda Suriye’deki kıyamın en başından beri Esad aleyhtarı
söylemleriyle hasım olmuş ve eski müttefikini terketmiş bir Türkiye’ye tam da
barış sürecinde olumlu gelişmeler yaşanıyorken yapılan saldırı bir anda
umutları köreltmiş istikrarın bozulmasına neden olmuştur. Ve belkide en
kaydadeğer kazanım olarak mezhep fanatizmini körükleyen Suriye rejiminin ‘ya
benimle olursun, ya yok olursun’ kabilinden şımarık yahudi varlığı tavrına
bürünerek kendi gücünün tükenmediğini göstermesidir.
Hülasa Suriye, kıyamın başladığı
günden bugüne kadar ümmet için bir turnosol kağıdı vazifesini gördü. Samimi
Müslümanlar ile hainleri, zalimlere payanda olanlarla mazlumları
kucaklayanları, ümmete liderlik edenlerle liderlik ettiğini sananları
birbirinden ayrıştırdı ve netleştirdi. Tıpkı bir körük gibi temizi pisinden
ayıkladı ve ümmete gösterdi. Artık ümmetin zihin dünyası ABD’nin kirli
üsluplarını çözecek kadar derinleşti. Sömürgeci taifenin islam ümmeti
üzerindeki hain projelerini gün yüzüne çıkardı. Ümmetin evlatlarına cesaret ve
kararlılık aşısı oldu. Yine Türkiye bağımsız bir devlet olamadığını aksine uydu
bir ülke olduğunu tescilledi. Karar mekanizmasının ve savunma gücünün
şişirilmiş tablolar sayesinde hiçte yeterli olmadığını Türk halkına ilan etti.
Şimdi ‘‘Rabbim bana ahirette Suriye’li çocukların öldürülmesinin hesabını
sorar’’ diyen bir başbakanın bu hesaptan kurtulabilmesinin tek yolu bu zulmün
bitmesinde öncü olmasıdır. Dünyanın diğer islam beldelerindeki tahrifatın durdurulması
ve ümmet için çırpınma iradesini taşımalıdır öncüler... Aksi takdirde İslam’dan
bihaber olan muhalefet liderinin İslam’daki şeri düzeltmelerini dinleyerek
hasmına koz verir ve havlu atar.
İbn Ömer'den [r.a]: Resûlullah
[s.a.v] buyurdu ki:
"Müslüman müslümanın
kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu zalime teslim etmez. Kim kardeşinin yardımında
bulunursa Allah da (c.c) ona yardım eder. Kim bir müslümanın sıkıntısını
giderirse Allah da [c.c] onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.
Kim bir müslümanın ayıbını örterse Allah da [c.c] kıyamet gününde onun
ayıplarını örter."
(Buhârî, Mezâlim, 3)
Ebû Hüreyre'den [r.a]: Resûlullah
[s.a.v] buyurdu:
"Kim bir müslümanın
sıkıntısını giderirse Allah (c.c) ona nurdan iki şule verir ki onlarla
aydınlanacak olanların sayısını ancak izzet sahibi Allah (c.c) bilir." (Taberânî, el-Kebîr)
Ümmetin meselelerine bugüne dek
dudak ucuyla katılan Türkiye Cumhuriyeti’nin aynı akıbetle karşılaştığında
nasıl ve ne yapacağının vakıasını tespit etmesi için ille de Reyahanlı’ların
oluşması gerekmez, gerekmemeli. Yönetici taife, Rasul (as)’ın şu kavline kulak
vermeli ki vakıaya mutabık ameller ortaya konulabilsin.
“Müminin ferasetinden korkun.
Zira o aziz ve celil olan Allah’ın nuruyla bakar.’’
Yorumlar
Henüz yorum yapılmamış